31 Ağustos 2011 Çarşamba

Türk Yazarların Zeka Düzeyi

 
image
Son savaşta gösterdi ki Türk basınında köşe tutan yazarların bir çoğu sadece ırkçı, Turancı, Kürt düşmanı değiller. Aynı zamanda zeka düzeyleri son derece geri ve bakışları sığ.  ‘Kürt meselesi’ denilen işin arka planı konusunda hem bilgi sahibi değiller, ham de anlamıyorlar. Daha da açık söyleyelim, bilmiyorlar. 

Bilmemek tabiî ki bir kusur değil. Ancak gerekli itinayı göstermeden, bir konuda bilgi sahibi olmadan ahkam kesmek kusurdur. Türkiye’de ise bilmeden konuşmak sanki bir marifetmiş gibi bu türden yazar enflasyonu yaşanıyor. 

Aslında dünyanın hiçbir yerinde, bu kadar çok sayıda her şeyi bilen, her konuda yazmayı, ahkam kesmeyi ve başkalarına, hakaret etmeyi ve aşağılamayı hak bulan yazar-gazeteci yoktur. Köşe yazarı da yoktur. Bu sadece Türkiye’ye ‘özgü’dür.  

İşte bu ‘özgün tipler’ Kürt ve Kürdistan sorununda bilgi sahibi olmadan, bilmeden konuşuyorlar, yazıp çiziyorlar. Açıkçası cahiller. Örneğin bir çoğu Kandil’i bir ‘tepe’ sanıyor. Federal Kürdistan’ı bir kasaba, PKK’yi ise üfürdüğün zaman dökülecek marjinal bir grup sanıyor.  

Tabii yer Türkiye olunca bir de bu cehalete ırkçı, Turancı, gerici ve Kemalist bakış açısı eklenince, karşımıza akıl tutulması yaşayan-hiç kimse kusura bakmasın- bir ‘geri zekalılar’ ordusu çıkmış oluyor.
Özelliklede Türk ordusunun Güney Kürdistan’a yaptığı hava saldırısının başladığı günden bu yana, ırkçı, Kürt düşmanlığının yanı sıra halk değimiyle ‘üfürükten teyyare, selam söyle o yare’ türünden içi boş yazı ve TV ekranlarına çıkan cahil uzanmalar sayısında bir patlama oldu. 

Belirtmekte yarar var. Kürtlerin Türk basınının içine düştüğü sefalete ve cehalete sevindiğini kimse sanmasın. Çünkü bu cehalet ve akıl tutulması rejimin işini kolaylaştırıyor. Türk basınında ‘köşe’ tutmuş, koltuk ve mevki sahibi olmuş bu cahil yazar takımı devletin ‘kozmik odalarında’ tümüyle gerçeği öldürmek için hazırlanan psikolojik savaş ‘oyunlarına’ sazan balığı gibi atlıyor. Devletin psikolojik savaş uygulamasına koşar adım gidiyor.  
 
Şimdi bütün köşe yazarları ve gazete genel yayın yönetmenleri bu kirli işe  ‘cahil’ oldukları için destek vermiyor. Gazetelerin hemen hemen hepsi ve yazarlarında önemli bir kısmı zeka özürlü olmanın yanı sıra, bu işi bir vazife olarak görüyor, yapıyor. Yapmayanlar ise farklı yol ve yöntemlerle, komplolarla  ‘oyunun’ dışına itiliyor. 
Hürriyet gazetesinden, Taraf’a, Vakit’ten Sözcü gazetesine, Zaman gazetesinden, Cumhuriyet’e kadar Kürtler ve Kürt Özgürlük hareketi söz konusu olduğu zaman aynı dil kullanıyor, aynı manşetler atılıyor, aynı refleksleri gösteriliyor. Köşe yazarları aynı şeyleri yazıyor.

Muhafazakarından, sözde liberaline, başı örtülüden, Kemalist’ine, jolelisinden, badem bıyıklısına hepsi bir an önce Kürtlerin bertaraf edilmesinden bahsediyor. Seviyeyi dipsiz bir kuyuya dönüştürerek hakaretler ediliyor. Savaş naraları atıyor. Daha fazla, daha fazla Kürt kanının dökülmesini istiyor. 

Bu savaş kışkırtıcılığına karşı çıkan bir elin parmakları kadar az olan yazar ve analizcinin sesi ise duyulmuyor. Gazeteler, TV kanalları resmen ambargo uyguluyor. Hükümeti eleştirenler ya bir daha gazete sayfalarında, TV programlarında görülmüyor, ya da gazeteci işinden oluyor. 

Ve meydan her boydan ve türden cahile, tetikçiye, özel savaş elamanına, diz çökene kalıyor. 

Ayrıca Türk basında köşeleri olan yazarlar hem cahiller, hem de rejimin önlerine koyduğu kirli işi bir görev olarak üstlenmekteler, yapmaktalar. Çoğu zamanda terbiye sınırlarını zorlayarak. Örneğin Kürtlere, onun partisi BDP’ye, Cemaatin yazarı Hüseyin Gülerce’nin ırkçı demesi, açıkçası büyük bir hakarettir, Kürtlere karşı yapılmış terbiyesizliktir. 

Bu konuda yüzlerce örnek sıralıya biliriz. Türk medyasının en büyük özelliği ise yalan haber yapmaktır. Yalanı o kadar ve o kadar sıklıkla atıyorlar ki, bir dönem sonra yalan onların hayatlarının bir parçası oluyor. Davranış ve düşüncelerini belirliyor. Kendi attıkları yalan üzerinden, yazılar yazmaya başlıyorlar, analizler yapıyorlar. 
Örneğin bünyesinde sözüm ona bir hayli ‘entellektüel’ olduğu söylenen Taraf gazetesinin, DTK, BDP, KADEP, HAK-PAR ve Kürdistan’daki sivil toplum örgütlerin yaptığı ortak açıklamayı ’Kürtlerden PKKye dur çağrısı’ diye manşete çekmesi bilerek yalan atmaktır. Her savaşta olduğu gibi önce gerçeği öldürmektir. Açıkçası yalan haber yaparak cinayetlere ortak olmaktır. 

Örneğin Kemalist-faşist bir gazete olan Sözcü ile Turancı-İslamcı olan Akit gazetesi, cemaatin yayın organı Zaman ile,Doğan medya grubunun ‘amiral gemisi’ unvanını yitirerek itibarsızlaşan Hürriyet gazetesi Kürtlere, PKK’ye, BDP’ye ilişkin attığı manşetler, yaptığı haberler nerdeyse aynıdır. 

Hatta bu son ırkçı histeri ile yazarından, analizcisine, manşet atanından, ekranda evlilik pazarcılığı yapan sunucuya kadar hepsi sadece hepsi cehalet yarışı içinde değiller,’ben daha fazla küfür ederim’, ‘ben daha iyi hakaret ederim’ yarışı içindeler. ‘Yapmalıyız’, ‘vurmalıyız’, gibi akıl yürütmeler, bu ‘kez başaracağız’ gibi palavra coşku ve gaz vermeler, ‘vurduk’, ‘yüz teröristi öldürdük’ gibi sahte masa başı ‘vatanseverliği’ ise bin para. Çuval dolusu var Türk basınında. 

Ayrıca Türk basınında ciddi su başlarını tutmuş olanların bir kısmının kişilik sorunlarının da  olduğu kesin.  Bunlar arasında garip kişilikler var. 

Örneğin daha 19 yaşında iken Adana’da bir erkek çocuğa taciz ettiği için gözaltına alınan birisi bugün bir gazetenin genel yayın yönetmeni. Bir diğeri evlendiği eşi sayesin medyada yükselen, daha sonra ‘fırsatçı ve dönek olduğu’ için eşi tarafından terk edilen, Sri Lanka’nın haritadaki yerini bilmemesine rağmen Kürtler için ‘Cehennem Operasyonu’ önerecek kadar kana susamış bir TV yöneticisi. Bir diğeri ise kendisinden 37 yaş küçük ve ayrıldığı eşinin kızıyla evlenen ve ‘Türk vatanı’ için Kore’de savaşmış eski bir  ‘solcu’ tip. 

Listeyi uzatmanın bir anlamı yok. Türk basını bunlarla dolu. Hatta bu tiplerden o kadar çok ki, istihtam fazlalığı var. 

Bir de ortak yanları Kürt düşmanlığı olan ‘farklı’ kategorilere 
ayrılanlar var: 
Örneğin; Emre uslu, Mehmet Baransu, Nasihi Güngör gibi polis ve istihbarattan devşirilmiş tetikçiler var. 

Beşir Atalay’a bağlı çalışan yeni dönemin psikolojik savaş uzmanlarından badem bıyıklı Hüseyin Gülerce gibiler var.
Namluyu sürekli Kürtlere doğru tutan ve her taşın altında PKK arama alışkanlığını kendisine bir saplantı yapan, ‘ince ruhlu’ roman yazarı Ahmet Altan ve Kürtlerin özerklik talebini, ‘özerk olurlarsa namus cinayetleri mi bitecek’ diyerek karşı çıkan ‘prof’ etiketli Mehmet Altan gibiler var. 

Kürtlere ve Türkiye’deki diğer halklara karşı kirli propagandanın bir dönem öncülüğünü yapmış, şimdi yaşamının geri kalan ömrünü özür dileyerek, ‘günahlarından arınma’ peşinde olan Ertuğrul Özkök, ve bir dönem operasyon bölgelerinde askeri heliköpterden  inmeyen, hakkında polis sorgusuna katıldığı yönünde  iddialar olan Güneri Civaoğlu gibileri var. 

Bugün işini başkasına kaptırmış olsa da bir dönem Türk basınında ‘minik Kuşu’ aracılığıyla ‘efsane’ olan azılı Kürt düşmanı Emin Çolaşan gibi olmaya özenen Hilal Kaplan gibi sözde gazeteciler var.  

Tetikçiliğin iyi para ettiğini keşfeden, savaş karşıtı yazarları, ‘PKK taraftarı’ diye lanse ederek Ogün Samastlara davetiye çıkaran, sözüm ona demokrat ve aydın geçinen, Ragıp Duran’ın deyişiyle ‘Osmanlı’dan bu yana var olan 'Dîvân Kalemi’ makamının, aslında pek de becerikli olmayan ama 'perveriş sabisi’ Negahan Alçı gibiler var. 

Ha birde bu gün ki duruşlarıyla, Kürtler akıl veren, şöyle olun böyle olun diyen ve  Erdoğan’ın ‘tek devlet, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek dil’ olarak dile getirdiği inkarcı siyasetine boyun eğmediği için, Kürtlere kendileri gibi ‘sınıf atlamayı’, yani diz çökmeyi, intihar etmeyi öneren Etyan Mahçupyan gibiler var. 

Hiç yorum yok: