15 Ağustos 2011 Pazartesi

PKK-TC Gelişen Objektif Savaş


Davutoğlu’nun Suriye Kürdlerine ilişkin politika belirlerken bu esaslı bir bakış açısına sadık kalacağını düşünüyorum. PKK ile siyasi uzlaşma denediler, olmadı; onlar çok aşağıda kaldılar PKK’ye göre. Hesapları değiştirip gündemlerine savaşı aldılar.


AKP KOALİSYONU  

AKP iktidarının Milli Görüş talebeleri ile Fethullahçılar arasında bir koalisyon olduğu herkesin malumu. Pek konuşmadığımız bu ikisinin aynı programa sahip olmadıkları, zaman zaman Fethullahçı ekibin Milli Görüşçüleri zor durumda bırakabildiği.

İki görüşün çeliştiği ana başlıklardan biri Türkiye’ye izletmek istedikleri dış politika, çelişmedikleri ana başlıklardan biri de Kürdistan meselesi.

Kürdistan meselesini ele alışta çelişmedikleri için asıl sorunu oluşturan ‘Türk Meselesi’nin içinde yanyana yer alıyorlar. Milli Görüşçüler her ne kadar barışa daha yakın izlenim veriyorlarsa da Kürdlerle Kürdleri tatmin edecek minimal bir siyasal bir uzlaşmaya varmaya yanaşmıyorlar. Fethullahçıların Kürdlerin kimlik taleplerine dair pozisyonları daha geri; onlar Kürd varlığını kimlik-altı bir pozisyonda tutmak amacındalar. Fırsat oldukça bu ikisinin arasındaki ayrılıklara döneriz. Türk dış politikasına dair farklı yaklaşımlarına (Suriye özelinde ve sebepleriyle), her iki grubu da anlamaya çalışarak geri dönelim.

OSMANLI TORUNLARI MI, TURANCILAR MI?

Milli
Görüşçüler Osmanlı’nın İslam’ın bayraktarlığını yaptığı, o bayrağı yedi düvelde dalgalandırdığı ve İslam’ı cihanda egemen kıldığı hayaliyle yetiştirilmiş bir nesil. Türklük algıları kimliklerinde ana tema olan İslam anlayışlarıyla, bahsettiğimiz hayal dolu tarih anlayışıyla çok ilintili. Türklüğü, Aktif coğrafyasını Osmanlı’nın Bizans’tan devraldığı ‘Türkİslam’ saydıkları coğrafyayla çok sıkı ilintilendiriyorlar. Fethullahçılarda bu böyle değil.

Fethullahçılık öncelikle Türk olan birşey. Çıkışında ve devamında Türklük ana tema. Türk okulları kuruyorlar, Türk işadamları yetiştiriyorlar, dünyaya Türkçe öğretiyorlar ve Türklüğe dair olanı ödüllendiriyorlar,vs. Epeyi ırk dolu bir anlayış yani. Bu bir vücutsa derisi Türklük. Derinin altında, tarihini Said-i Nursi’ye, Said- Kurdi’ye dokundurtan ama dokundurtmakla kalan, DNA’sını Fethullah Gülen’in kodladığı hücrelerden müteşekkül bir organizma var. Yapıyı birarada tutansa bir çıkar birlikteliği. Fethullahçı ekibe girip de bu yapıdan nemalanmayan yok. Grup bir dini, siyasi, ekonomik konglamera. Kim ne ararsa bulabiliyor içinde. Ama dediğimiz gibi: Türklük asıl harç. Gerisi Türklüğün etrafında toplanıyor. Genel merkezi ‘Türk Anadolu’ olan bu harç Fethullahçı ekibin tüm politikalarını belirliyor. Onlar haritaya baktıklarında geçmişe uzanan Osmanlı haritası görüp hayallere kapılmıyorlar kısacası.

KÜRDLERİ NASIL GÖRÜYORLAR, GÖRÜYORLAR MI?

Dış
politika demiştik. Kürdlerin, bizim, Türk dış politikasının neresinde durduğumuzu anlamak epey zor. Türklerin artık Doğu ve Güneydoğu’yu politika olarak ele alamadıkları kesin. Ne ki dış politika demeyi de kendilerine yediremiyorlar. Adını koyamıyorlar kısacası. Öldürdüklerini sandıkları Kürdistan dirilip karşılarına çıkmış durumda. Ezber bozmaya korkuyorlar.

Milli Görüşçüler, sorunu ele alışları farklı olduğundan, bir uzlaşma aradılar ama çıtaları PKK için çok aşağıda olduğu için bir anlaşma sağlanamadı. Fethullahçıların bir uzlaşma arayışında olduklarına dair en ufak bir emare yok. Tersine, çok hasımane bir dil kullanıyorlar. İslam’a ters olan yalanı Kürdlere karşı cihadda imişler gibi bolca kullanıyorlar.

Fethullahçıların mevcut TC sınırlarını Türk saydıklarını okumak zor değil. Şöyle demek kanımca doğru olur. Milli Görüşçüler Türkleri Osmanlı gördüklerinden Kürdleri tanımaları zor olmuyor, atlası açıp baktıklarında neresi ‘Kürdistan’, görmekte zorluk çekmiyorlar. Fethullahçılık Türklük bazlı bir öğreti olduğundan, Türkiye sınırlarını da bir genel merkez, Türklüğün karargahı gibi gördüklerinden Kürdler ve Kürdlük onlar için bir başağrısı, bir arıza oluyor. Hani Kürdler Kürdlüklerinden feragat etseler de Fethullahçılar da rahat etseler gibi bir durum var. Türklükleri, olanı olduğu gibi okumalarının önünde engel. Bu kadar üstün bir Türklük karşısında ‘sefil Kürdlüğün’ hak arayışını idrak etmede bir ideolojik sorunları var. Türkiye sınırlarında TC’den hariç bir Kürd vücudu oluşmasını bu üstün konumlarına saldırı olarak görüyorlar.
Işık İşcanlı’nın ‘nasyonal narsizm’ tezi sanırsam bu noktadan sonrasını anlamada faydalı olabilir. Kürdlüğü görememelerinin Kürdistan’ı görememelerine sebep olduğunu diyebiliriz. Kürdistan’sa sadece yüzde ellisi TC kontrolünde olan bir coğrafya. Kürd politikasının Türk dış politikasında Fethullahçı ve Milli Görüşçüler arasında yarattığı algı farklılığı böyle izah edilebilir. Konuyu Suriye’ye getirmek istiyorum.

GÜNEYBATI KÜRDİSTANI

Milli
Görüşçüler için Suriye Osmanlı bütününü, Osmanlı Halep’inin bir parçası. Fethullahçılar için bir komşu ülke. Oralı Kürdler Milli Görüşçüler için Kürd coğrafyasında yaşayan Kürdlerden farklı değil (siyasi okuma farklı elbette), Fethullahçılar için Suriye’nin içine dair birşey; kendilerini ilgilendirmeyen birşey. Açıkçası Suriye’li Güneybatı (Bin Xeté) Kürdlerinin ne zaman Fethullahçıları ilgilendirdiğine dair ancak spekülasyon yapabilirim ama kanımca Kuzey Kürdlerine direk dokunmasından dolayı dostça olmadığını diyebiliriz.

Şimdi bu kadar yazdıktan sonra şunu da diyeyim ki tam olsun: hem bu Milil Görüşçüler üzerinde, hem de Fethullahçılar üzerinde güçlü bir etkisi olan (Mustafa Kemal’e ait olsun veya olmasın) TC’nin inkara dayalı Kemalist Kürd politikası var. Bu her ikisi bir yandan da bu Kemalist politikayı bükmeye çalışıyorlar; yola sıfırdan çıkmış değiller, klasik inkarcı ve imhacı İttihatçı, Kemalist zemin üzerinde veya onun ardılı olarak politika yürütüyorlar. Kürdlere ve Kürdistan’a dair bakış açıları devraldıklarıyla yakından ilintilidir.
Erdoğan Suriye’li Kürdlere dair politikasını açıkça belli etti: “Bu bizim meselemizdir”, dedi. Elbette ki dostane bir söylem değil bu. Suriye’deki Kürdlerin siyasi hareketlerine hasmane bir tutumla müdahil olacaklarını ilan ettiklerini diyebiliriz. Diğer yandan, PKK ile bir uzlaşma olabilmiş olsaydı kanımca Erdoğan bunu söylemezdi. Türkiye için asıl tehdit her zaman Kuzey Kürdistan, PKK ile de bu konuda kendilerini rahat hissedecekleri bir anlaşmaya varamadılar.

DAVUTOĞLU’NUN KÜRDLERİ VE PKK SİYASETİ 

Davutoğlu’yla beraber Milli Görüşçülerin izlediği dış politikaya baktığımızda Kürdlerin bir etnik kimlik olarak kabul edildiğini, ama Kürdlere bir kardeş veya benzeri saçma sıfat yerine politik entite olarak bakıldığını diyebiliriz. Objektif bir bakış açısıdır. Davutoğlu Stratejik Derinlik isimli kitabında Kürdleri “biraraya gelemediği için arada kalan, bu sebeple sıkıntılar da çeken” bir topluluk, etnisite olarak görür. Acımaz, nasıl politika geliştirilmesi gerektiğini bu objektivite üzerinde kurar. Davutoğlu’na göre "biraraya gelip kendilerini yönetemedikleri için başkaları tarafından yönetilirler".
Yönetim, devlet yönetimi dediğinizde işin içine duygular değil çıkarlar girer. ‘Doğu ve Güneydoğu’da PKK ile sulh yaratamamış bir AKP, Suriye’de ‘Kuzey Irak’ benzeri bir oluşumu elbette istemeyecektir. Öyle bir durumda PKK de ‘Doğu Anadolu’da benzerini isteyecektir ki, işler TC açısından iyice farklı bir evreye girecek demek olur. DTK’ya dair olan sessizliği bir de bu gözle görün: dağdaki PKK’yi öcü göstermek başka, ortalığa çıkıp iş yapacağım diyen DTK ile siyaseten güreşmek bambaşka... (Yine de şahsi görüşümü diyeyim ki Milli Görüşçülerin Kürd karşıtlıkları olduğunu sanmıyorum; bizi bizim istediğimiz gibi görmüyor olabilirler ama en azından diğer Türklerle kıyaslandığında en azından bizi görüyorlar; ama bu kara kaş ela göz hayranı oldukları manasına gelmez, Kürdü tanıyıp onun siyasi yapılarını tanımamaları yarayı kanatmaya devam etmek, çözümü ötelemek demek olur, anlayamıyorlar; yeni bir savaşın sebebi oluyorlar)

TÜRK DEVLETİ’NİN OBJEKTİF KÜRD SAVAŞI

Davutoğlu’nun
Suriye Kürdlerine ilişkin politika belirlerken bu esaslı bir bakış açısına sadık kalacağını düşünüyorum. PKK ile siyasi uzlaşma denediler, olmadı; onlar çok aşağıda kaldılar PKK’ye göre. Hesapları değiştirip gündemlerine savaşı aldılar. Qandil’e yönelik operasyon hazırlıkları artık aktüel gündemde. Suriye’nin, Güneybatı Kürdistan’ın aciliyetinden dolayı diye düşünüyorum, bunu geciktirmeyeceklerdir. PKK’yi olabildiğince zayıflatmak, Kuzey’de takatten düşürmek isteyeceklerdir. Fethullahçıların da yukarıda izah etmeye çalıştığım sebeplerden buna itirazları olmayacaktır. İki farklı bakış açısı, objektif bir uzlaşmadır sözkonusu olan.

PKK’NİN KARAR ALMA SÜREÇLERİ VE SAVAŞ

PKK
de diğer yandan, dillendirilen tüm ideolojik (kusura bakmayın ama) çorbaya rağmen, ortadaki –sadece en değil ama aynı zamanda- tek milliyetçi Kürd örgütü. Bu milliyetçi yapısı herhangi bir başka talebi Kürd ulusal taleplerinin önüne koymasına engel oluyor. Üstelik, yine ifade edilenin tersine olmak üzere, aktif politika yürüttükçe kendini devletleşmeye mecbur konumda buluyor. Bu her ikisi de (milliyetçi politika ve devletleşme) felsefi olarak doğru ve sağlıklı gelişmelerdir. Sizi belirleyen, etkileşim (ve felsefi çatışma) içerisinde olduğunuz çevrenizdir. PKK milliyetçi söylemle devletleşme süreci içerisinde buluyor kendini. Üstelik bu her iki tutum da PKK’ye sürecin dayattığı durumlar. PKK, kendisini ayakta tutan kadro (militan) akışını ve politikasında elindeki en güçlü kart olan kitlesel (popüler) halk desteğini milliyetçi söylemlerinden alıyor, ve bu her ikisini ancak devletleşerek kontrol edebileceğini farkediyor. Kütleyi kontrol edemediği oranda yitirdiğinin farkında. Gelişmesi devletleşmesinden geçiyor yani. Ve şimdi bambaşka bir süreci ilan etti PKK: halkı silahlandırmak ve savaşı bunlarla sürdürmek.

PKK açısından süreci anlamak için şunu iyi anlamak gerekiyor: PKK, örgütsel gelişimi açısından Türk Devleti’nin restini daha yukarıdan görmeye mecbur bir konumdadır. Dolayısıyla AKP koalisyonunun yukarıda bahsettiğim objektif gerekçelerin dayattığı savaşına PKK de Kürd halkının özlem ve taleplerinin dayattığı, kendisini belirleyen objektif sebeplerden hazırlanıyor.

PKK’nin halkı nasıl silahlandırıp cepheye süreceğini göreceğiz. Aşiretler dönemini aşmasına aştık. On – onbeş marabayı asker olarak öne sürme dönemi geçmiş olmuş. Ama diğer yandan PKK herhangi bir basit devletin meşru olanaklarına da sahip olamadığından muhtemelen kendi hiyerarşisine uygun Cengiz Han’ın sistemine benzer bir ordu sistemi geliştirmek zorunda kalacak. Cengiz Han ordusu esir alınmış halkların onlu birlikler halinde moğollar tarafından komuta edilmesine dayanıyordu. Sıkı disiplin esastı. PKK’nin aynı zamanda ‘Öz Savunma Birlikleri’ yaklaşımı da var. PKK’nin bu ikisini ve dağdaki gerillayı eş zamanlı yönetebilmesi durumunda Türk Devleti Kürdistan’da dizlerinin üstüne çöker, olmazsa da çok insan yok yere can verir. Keşke otonomi üzeri bir uzlaşma olabilseydi diyor insan.

KISACA...

Buraya kadar yazdıklarımı tek cümleyle toparlayacak olursam: Suriye’li Kürdlerin herhangi bir siyasal kazanımına tahammül edemeyecek TC buna engelin Kuzey Kürdleri olacağı varsayımından hareketle PKK’yi darbelemeyi önüne koymuş durumda ve Kemalist, Fethullahçı ve Milli Görüşçülerden oluşan üçlü koalisyon farklı ideolojileri olsa bile bunda uzlaşabiliyorlar; PKK ise üzerinde durduğu halk kitlesinin ulusal özlemlerine uygun politika geliştirmek mecburiyetinde olduğundan bu darbelemeyi bir halk ayaklanmasıyla karşılamaya, mağlup etmeye hazırlanıyor.

SÜRECİ KİM VE NE BELİRLER

Açık ki süreci belirleyecek olan Kürdistan’daki milyonluk Kürd halk kitlesini kimin yönlendireceği olacaktır. PKK tüm yanlış tercihlerinden iyi lojistik hazırlığından ve militanı olan fedailerin süreci belirleyen eylemlerinden dolayı başarıyla çıkabilmiş bir örgüt. 90’ların başındaki şehir eylemlerindeki zaaflarını analiz edip muhtemelen de iyi çözümler geliştirmişlerdir. Türk Devleti’nin de bunu iyi bildiğini düşünebiliriz. Dolayısıyla Türklerin elindeki tek kart PKK’nin arkasındaki popüler Kürd desteğini bitirmek olur ki bunu yolu da Kürd ulusal taleplerini tatmin etmek olur. AKP’nin yerel yönetimler reformu ile okullarda Kürdçe’nin okutulmasını (Kürdçe eğitim sanmıyorum) eş zamanlı gündeme getireceğini düşünüyorum. Veni vidi Kemal amcaya düşen rol de bu politikanın reklam oyunculuğu. PKK bence kendini savaşa hazırladığı kadar bu stratejik hamleye de hazırlamalıdır. Netice de savaş kaçınılması gereken bir zorunluluk olarak ele alınmalıdır. Siyaset kazanımsız kalmaz.

Ne ki, tüm yazı boyunca da anlatmaya çalıştığım üzere, tüm taraflar objektif koşullardan dolayı bir savaşa hazırlanıyorlar. Yazar çizer takımı da kendini buna hazırlamalıdır.


M. Husedin (12.08.2011)
mhusedin@yahoo.com

Hiç yorum yok: