23 Ağustos 2011 Salı

Faşizan Savaş Hükümeti

61. Hükümet “ne oldum delisi” bir megaloman başbakan, Onun bir dediğini iki etmeyen “evet efendimci” kabine ve parlamento grubu ile faşizan bir savaş hükümeti olduğu gün gibi açıktır.

Yılmaz DAĞLUM
 
Seçimlerin tozu dumanı daha dağılmadan ortaya çıkan yasal hırsızlık (yasalar yoluyla Sayın Hatip Dicle’nin milletvekilliğini çaldılar), halkın oylarıyla seçilmelerine karşın tahliye edilmeyip göreve başlamaları engellenen vekiller nedeniyle ortaya çıkan AKP menşeli kriz ortalığı daha da karıştırdı.

Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u Amed halkının iradesi hiçe sayılarak Sayın Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin düşürülmesi ve seçilmiş diğer beş milletvekilinin serbest bırakılmaması nedeniyle meclisi boykot etmektedir. Ve bu karar Amed halkının, dolayısıyla Türkiye halklarının iradesine saygının bir gereği olarak değerlendirilmek durumundadır. Kendilerini vekil diye seçen halkın iradesine daha işin başında sahip çıkamayanların, “Atı alan Üsküdar’ı geçtikten sonra” o iradeyi temsil edebilmeleri oldukça tartışmalı bir konudur. Daha işin başında iradeye sahip çıkmak birincil görevdir. Blok bileşenleri de bunu yapmışlardır. Bunda yadırganacak bir yan yoktur. Tersine takdire şayan onurlu bir duruştur.

CHP de iki milletvekili serbest bırakılmadığından meclise gidip yemin etmeme gibi bir tutum benimsedi.  Kuşkusuzu burada CHP’nin kararını tartışacak değilim. Kendi takdirleridir. Demokratik bir tepki olarak değerlendirilmek durumundadır. Ancak gelinen aşamada bu demokratik tepkileri sona ermiş olsa da amacına ne kadar ulaştığı tartışmalıktır.

Hükümet çevresi ve AKP kurmayları ortadaki kaosu “yemin krizi” diyerek küçültmeye çalışıyorlar. Burada sorun ve ortaya çıkan kaos birkaç milletvekilinin sorunu değildir. Sorun milletvekillerinin ismi, partisi ve kişiliklerinden bağımsız olarak halkın iradesine saygı duyulup duyulmaması, bu iradeye sahip çıkılıp çıkılmaması, hükümetin demokratik tahammüle sahip olup olmaması meselesidir.

İkinci olarak, başta başbakan olmak üzere AKP kurmayları ve yağdanlık görevi gören kalemşorları ısrarla “önce meclise gelip yemin etsinler, sonra çözüm üzerine tartışılır, tüm sorunların çözüm yeri meclistir” diyerek Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’u ile CHP’nin iradesini kırmaya, teslim almaya çalışmaktadırlar. Sorunların çözüm yeri meclistir, ama hangi meclis? 1924’ten beri hangi meclis Türkiye’nin yapısal sorunlarına çözüm üretebildi? Çözüm yerine sorunları kangrenleştirmeyen bir tek meclis gösterilebilir mi? Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, azınlıkların, dinsel ve kültürel grupların hangisinin sorunu çözülebildi? Hele Erdoğan gibi bir megalomanın denetimindeki bu meclis, tüm geçmiş meclislere Fatiha okutacak uygulamalara imza atmaktadır. Bu yüzden de daha baştan işi sıkı tutmak, tek tekçi zihniyete istediği gibi at oynatacağı bir zemin vermemek gerekmektedir.

12 Haziran Seçimleriyle oluşan meclisin nispeten daha yüksek bir temsil düzeyi yakalandığından, adeta bir kurucu meclis gibi çalışarak halklarımızın ulusal, toplumsal, siyasal, kültürel kimlik vb. temel hak ve özgürlüklerini güvence altına alacak yeni bir anayasa yapması beklenirdi. Yasal milletvekili hırsızlığı ve sonrasındaki gelişmeler bunun pek de mümkün olmadığı, AKP ve Erdoğan’ın zihniyet ve vicdan olarak bu olgunluğa ulaşamadığı bizzat kendi eylemleri ve sözleriyle bir kez daha kanıtlandı. Tek tekçi zihniyetten bundan fazlası beklenemezdi.

61. Hükümete bakıldığında, bırakalım demokratik, özgürlükçü bir anayasa yapmayı, bunun söylemini bile sindiremeyen, “ne oldum delisi” bir megaloman başbakan, Onun bir dediğini iki etmeyen “evet efendimci” kabine ve parlamento grubu ile kendileri dışındaki her kesimin iradesini kırmayı esas alan faşizan bir savaş hükümeti olduğu gün gibi açıktır. Başbakanın eylem ve söylemleri ile Başbakan yardımlarının kişilik, eylem ve söylemleri bu gerçeği açıkça ortaya koymaktadır. Meclis Başkanlığına seçilen zatın gerek siyasi geçmişi, gerekse uzağa gitmeden son birkaç aylık söylem ve eylemlerine bakıldığında hükümetin de, meclisin de karakteri kendiliğinden anlaşılmaktadır.

Tüm bu olumsuz tabloya rağmen Emek, Demokrasi ve Özgürlük Blok’unun güçlü bir temsil ve bu temsilin hakkını verebilecek milletvekilleriyle meclise girmesi, meclisin ve Türkiye halklarının geleceği için önemli bir şanstır. AKP ve başbakan da bu gerçeklikten ürktüğündendir ki ne pahasına olursa olsun onları meclisin dışında tutmaya çalışmaktadır. Tabii bu durumda Blok bileşenlerinin ne pahasına olursa olsun meclise girme gibi bir dertlerinin olmaması gereği açıktır. O mecliste oturup yasama çalışmalarına katılacaklarsa bu ilkelerinden, iradelerinden, kendilerini seçen halklarımızın yaşamsal talep ve çıkarlarından taviz vermeme temelinde olmalıdır. Bunun mümkün olmaması durumunda halkın içinde, halkla beraber demokratik siyaseti yaşamın her anında ve alanında daha güçlü bir biçimde yürüteceklerdir. Demokratik ulusun kurucu meclisini oluşturmaya kadar gidecek çok zengin bir demokratik siyaset seçeneği varken onlara yakışan da bu olacaktır.

Sayın Öcalan’ın protokoller temelinde devletin temsilcileriyle vardığı mutabakatın gerekleri yerine getirilirse, tüm bu karmaşa içinde Türkiye’nin tüm yapısal sorunlarına demokratik çözüm seçeneği ön plana geçebilecektir.

Kürt tarafı ve bir bütün olarak Demokratik Ulus Blok’u bileşenleri buna hazırdırlar. Ancak aynı şeyi, en azından Başbakan Erdoğan ve Hükümeti için söylemek zordur. Tersine bu süreci sabote etmek, önünü almak ve giderek kanlı bir sürece evirmek için ellerinden geleni yapacakları, bugüne kadar yaptıklarıyla sabittir. Tam da bu nedenle Faşizan Savaş Hükümeti tanımlamasını yaptım. Aksini ispatlamak Başbakana ve hükümetine düşmektedir.

Sayın Öcalan en geç bir aya kadar Barış Konseyi’nin kurulması gerektiğini söylemektedir. Bunun için de 15 Temmuz tarihinin artık hükümsüz olduğunu belirtmektedir. Fazla söze gerek yok sanırım. Kürt Özgürlük Hareketi büyük duyarlılık, sabır ve özveri ile bugüne kadar sabretmesini bildi. Sanırım bir ay daha sabredecek gücü ve tahammülü vardır. Yaşayıp göreceğiz. Hükümet Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu, yani meclis grubu olarak BDP ile yol haritası anlamına gelecek bir mutabakat imzalarsa, çözüm niyetini ortaya koymuş olacaktır. Bu ve takiben üzerinde mutabakata varılmış protokollerde dile getirilen adımları atarsa, ben de bu söylediklerimi geri almaya, özeleştiri yapmaya hazırım. Fazla beklemeyeceğimiz umarım.

Hiç yorum yok: