4 Ağustos 2011 Perşembe

Anti-İslamcılıktan Irkçılığa


Birkaç gün önce Norveç’te yaklaşık yüz insanın hayatına mal olan saldırı, gerçekten de Avrupa basınının vurgu yaptığı kadar beklenmeyen-şaşırtıcı bir olay mıdır?
 
Norveç’te iktidardaki İşçi Partisi’nin göçmen politikasını, fazla insancıl(?) bulduğu için, bu parti mensubu onlarca genci, gözünü kırpmadan, hunharca katletmek bir sapığın işi mi? Ülkesini İslam ve Marksizm’e karşı savunduğunu iddia edip, göçmen politikasını onaylamadığı için böyle bir katliamla  iktidar partisini cezalandırdığını varsayan bir mantık nasıl doğdu?

 
Bu olay ve benzerlerine kaynaklık eden faşist zihniyet, birdenbire mi ortaya çıktı? Yıllardır göçmen kurumları ve sosyalist örgütlerin dikkat çekmeye çalıştığı Avrupa’da yükselen ırkçılık gerçeği hangi sürecin ürünüdür?

 
Bu soruların yanıtlarını irdelemeden bu olayı yorumlamaya kalkmak, bu tür saldırıları ‘münferit’ olarak nitelemek, Avrupalı siyasetçiler için pişkinlik, Avrupa medyası için de başını kuma gömmekle eş anlamlıdır.

 
Bu olayın işaret ettiği asıl ürkütücü tablo ise; ırkçı-faşist referanslı saldırıların maalesef bununla sınırlı kalmayacağıdır.

 
Hali vakti yerinde hatta kendi adına firmaları olan, deyim yerindeyse ‘tuzu kuru’ bir işvereni, böylesi bir vahşetin faili yapan bir sürecin nasıl bağıra bağıra geldiğini hep beraber izledik.

 
Özellikle Avrupa’da ki işçi ve göçmenlerin yakından takip ettiği faşist-ırkçı gelişmelerin, sağcı siyasetçilerce nasıl el altından desteklendiklerini bilmeyen kalmadı. 

 
11 Eylül bahane edilerek, yıllardır emekçilerin yanı sıra Amerika ve Avrupa ülkelerindeki göçmenlerin kazanılmış haklarının, nasıl tek tek geri alındığına şahit olduk. Üstelik gasp edilen ekonomik, sosyal, demokratik hakların sorumluları olarak, hep göçmenler-yabancılar hedef tahtasına oturtuldu.

 
Yine; 11 Eylül sebep gösterilerek, Müslümanlık ‘terörizmin dini’ olarak lanse edildi. Toplumlar nezdinde, Müslümanların ‘cihat’ çağrısı yaptıkları ve dini fetihlerle Avrupa’yı ele geçirmeye çalıştıkları algısı yaratıldı. 

 
Avrupa ülkelerindeki yabancı ve göçmenlerin uğradıkları ırkçı saldırılar, cinnet geçirenlerin eseri tekil olaylar olarak sunuldu. Buna karşılık meydana gelen şiddet olaylarında bir yabancının adının geçmesi dahi ‘İslami terör’ propagandasının malzemesi yapılarak, toplumda bir İslam fobisi yaratıldı. 

 
Avrupa’da neredeyse her sarıklı-cüppeli şahısta bir ‘bomba intiharcısı’nı gören paranoyal mantık, bilinçli bir politikanın olgunlaşmış meyvesinden başka bir şey değildir.

 
Böylelikle Avrupa’da hakim kılınan anti-İslamcı zihniyet, Amerika ile birlikte Avrupa’nın, petrol zengini Müslüman ülkelerini yavaş yavaş işgal etmelerine uygun bir zemin hazırladı. Sözümona yaklaşan küresel çaptaki bir İslami terör saldırısının önünü almak için Arap ülkeleri, Amerika tarafından talan edildi.

 
Öyle bir İslam korkusu yaratıldı ki, Büyük Ortadoğu Projesi’ni uygulamaya koyan batılı emperyalistlerin, "el-Kaide” avına(?) çıktıkları Afganistan’da yıllardır ne yaptıkları, kendi ülke vatandaşlarınca bile sorgulanmaz oldu.

 
Emperyalistlerin militarist unsurlarla, Ortadoğu’da gerçekleştirdikleri katliamlar yetmedi. İnce politikalarla bilinçlere yedirilen ‘yabancı düşmanlığı’ halkları birbirine kırdırmanın aracı oldu.

 
Kendini bilmez serserilerin işi olarak gösterilmeye çalışılan ırkçı saldırıların tek adresi, kapitalist-emperyalistlerin doymak bilmeyen kar hırslarıdır. Emperyalistlerin kar elde etme ve pazar uğruna çiğnemeyecekleri ceset olmadığı gerçeği, pratikle de kanıtlanmış durumdadır.

 
Bugün ise batılı halkların insan olma adına yürütecekleri ciddi bir mücadele süreci, zorunluluk olarak kendini dayatıyor.

 
Avrupa Birliği’nin önderliğini yapan ve göç almaya devam eden başta Almanya, Fransa ve İngiltere gibi ülke halkları, Avrupa geneline yayılan ırkçı zihniyetleri deşifre etmek durumundadır. Bu faşizan zihniyetle savaşmak, gelecekteki olası felaketlerin önlenebilmesi açısından hayati bir önem taşıyor.

 
Her gün yüzyüze baktığı komşusunun, sırf farklı bir inanca sahip olduğu için potansiyel suçlu olarak hedef gösterilmesine göz yummak, bu ırkçı saldırılara ortak olmak anlamını taşır.

 
İnançların, kültürlerin, halkların, dolayısıyla farklı renklerin birbirine düşürülmesinden medet uman bir politikanın, insanlığa zulüm ve gözyaşından başka bir getirisi olamayacağı unutulmamalıdır!

Hiç yorum yok: