10 Temmuz 2011 Pazar

Yunan Trajedisi mi,Yoksa Yunan Devrimi mi?

 
Geçen yıl çiçeği burnunda Yunanlı bir iktisatçı ile kapitalizmin ve Yunanistan krizin sebeplerini ve sonuçlarıüzerine yaptığımız konuşmayı hatırlıyorum. O zamanlar Yunanistan’da bir kriz ihtimalinden söz edilmeye yenibaşlanmıştı. Orta sınıftan gelme ve kapitalizmin büyük bir nimet olduğuna inan Yunanlı iktisatçı o kadar çokkapitalizme ve onun yarattığı kurumlara güveniyordu ki benim (bizim) Yunanistan’ın iflasın eşiğine gidebileceği ve Yunan halkını bekleyen çileli bir yoksulluğun başlayacağı ‘öngürümü’-müzü ‘komunist paranoya’ diye niteleyerek geçiştirmişti.

Bugün Yunanistan başta olmak üzere İspanya, Portekiz , İrlanda ve İtalya gibi AB ülkelerinin karşı karşıya olduğu ekonomik gerçeklik
ortada dönen şeyin pekte ‘komunistlerin kafalarından uydurdukları’ paranoyalar olmadığını artık bir lanete dönüşen kapitalizmin yapısal krizinin son kurbanın Yunanistan olduğunu işaret ediyor.

Yunanistan’ın bu gün karşı karşıya kaldığı ekonomik kriz (yaşanalar bir krizden çok Yunanların çok sevdiği laf olan ‘kaosla’ yada ‘tragedyala’ tanımlanabilir) karşımıza devasa bir tarihsel ve ekonomik tartışma penceresi açacağa benziyor.
2008 yıllında Lahmen Brothers şirketinin iflası ile başlayan global finansal krizle, neo
liberalizmin 1960 larda beri ‘leverage’ (kaldıraç güç) olarak nitelendirdiği borçlanma üzerine oluşan makro ekonomik sistemi ile ‘too big to fall’ (Düşmeyecek kadar çok büyükmek) mantığı ile şişirilen ekonomilerin ve şirketlerin nasıl yerle bir olduğunu gördük. Batı kapitalist devletler, binlerce milyar dolarlarla bu devasa büyük fınansal kurumların yıkılışını geciktirmek için halkın vergilerinden (yada sadece habire yeni paralar basarak) situmile paketleri ile paralar pompalamaya dursun, Yunanistan’da yaşanan pekte Goldman Sachs yada Morgen Stanley gibi uluslararası sermayenin kurumlarını kurtarmaya benzamıyor. Zaten onlara davrandığı gibi de Yunanistan’a cömert davranmıyor uluslararası sermaye.

İkinci vurgulanması gereken nokta ise ülkelerin iflasının şirketlerin iflasına benzemediğidir. Şirketler iflas ettiğinde orada çalışanlar kapılar çekıp çıkarlar ve yeni bir iş aramaya giderler. Bunların ülke ekonomisine etkileri işsiz kaldıkları süre orantılı olarak yükselen işsizlik oranın ülkenin büyüme hızına ve GSMH olan etkisi ile hesaplanır.

felaket dolanıyor. Marx’ın 150 Ancak ülkeler battığında o ülkede yaşayan insanların kapıları çekıp gitme şansları yoktur. Sonuna kadar o yoksullukla yaşamak zorundalar. Başta Yunanistan olmak üzere Avrupa’nin semalarında tamda böyle biryıl önce dediği ‘komunizimin heyaleti’ yada daha doğrusu ‘laneti’ dolaşıyor gibi.

Bir analoji yada ironi bulma çabasıyla değil ama öyle görülüyor ki Batı modernizmi kendini üzerine inşaa ettiği Antik Yunan medeniyetinin başladığı yerde kendi sonunun başlangıcının kıvılcımlarını çakıyor. Ancak batı modernizmi vefa ve sadakat duygusu şurada kalsın (Gerçi İngiltere Başbakanı David Cameron Antık Yunan’a olan vefa borcundan dem vurarak Yunanistan’a yardımdan söz etti ) 150 yıldır Yunan halkını sürükledikleri ‘yalan cennetten’ ağır faturalar ödeterek kurtulmanın yollarını arıyorlar.

Şimdi bütün tarihsel metaforlardan uzak Yunan krizinin temellerine bir göz atalım. Göz atalım ki neo-liberalizmin yaratığı ‘güvenli cennet’ illizyonunun nasıl tarumar olduğunu görelim.
Batı yayın organları ve kapitalist medya, Yunanistan krizinin suçlusunu ilk günden ilan etti bile. Onlara göre suçlu; yolsuzluğa bulaşmış Yunan siyasetçiler ve işadamları ile çalışmayan sabah akşam ‘frape’ yudumlayan yan gelip yatan Yunan halkıydı. Hani daha fazla ekonomiden anlayan kişilerse bu suçlu listesine ‘ağır bir yük olmaya başlayan kamu sektörü ile hantallaşan bürokrasiyi eklemeyi unutmadı.
İlk bakışta yukardaki listeyi doğrulayan bir gerçeklik var. Yunanistan deyim yerindeyse siyaset ve burjuva oligarşisinin 150 yıldır hakim olduğu bir ülke. Üç-beş ailenin hakim olduğu ve bunların etrafından Atinalı elitlerin oluşturduğu bir tür parlementer oligarşi hakim Yunanistan’da . Bu siyaset ve ekonomi oligarşisi tümüyle yolsuzluğa bulaşmış durumda.
İkincisi, 11 milyonluk Yunanistan’da nüfusun 2 milyonu kamu sektöründen ekmek yiyor. Ancak Yunan halkını yan gelip yattığı başlı başına bir yalan olduğunu BM raporları söylüyor. Bu raporlara göre Yunanistan OECD ülkeleri arasında Güney Kore’den sonra en uzun günlük çalışma saatı olan ülkesi.

yükselmenin olduğunu görülüyor. Dolaysıyla bu rakamlardan bile hareketle
Yunanistan 1980 de Avrupa Birliği’ne girmesinden sonra kişi başına düşen GSMH yüzde binlere varan birYunanistan toplumunun son 30 yıldır göreceli ‘iyi bir hayat’ yaşadığını söyleyebiliriz. Ancak krizden önce dünyadaki en büyük 25. ekonomisi olan Yunanistan’ın geldiği durum bu gelişmenin bir balon olduğu gösteriyor.

Ancak batı medyasını belirttiği gibi sadece bunlar değil, Yunan krizinin sebepleri.

Yunanların ulusal değerleri Krizin diğer bir sorumlusuda bugün Yunanistan’ı bütün diplomatik temmayüllerin ötesinde aşağılayan veile dalga geçen başta Almaya ve Fransa olmak üzere AB ülkeleri olduğunu görmek gerek.
Öncelikle Yunanistan’ın Batı devletlerle macerasına bir göz atalım.

Bu ilişki, Yunanistan bağımsızlığını kazandığı 1832 yılından başlayarak batılı ülkelerin Hollanda dükünü kral olarak atamalarıyla oluşturdukları monarşik bir sistemle devam eden ve daha 1893 yılında ülkeye tarihindeki ilk ekonomik iflası yaşatan ve ülkeyi batılı devletlere tamamıyla bağımlı hale getiren çetrefilli bir tarihsel hikayeye dayanıyor. Birinci dünya savaşında Türk-Yunan savaşını altında bu borçların oluşturduğu siyasal baskı vardı. O savaş Yunan halkına 1922’deki mübadeleye ‘büyük felakete’ mal oldu. Tamamıyla Berlin, Londra ve daha sonra Washington merkezli bu politikalarla Yunan halkı kontrol altında tutulmaya çalışıldı.


İkinci dünya savaşı sonrasından başlayarak başta ABD ve AB Yunan halkına verdikleri bütün destekleri ‘rüşvet’ verme şeklinde olmuştur. İkinci dünya savaşında Alman ve İtalyan faşizmine karşı savaşan Marxist Yunan partizan örgütleri liderliğindeki sosyalist hareket iktidara yakın olduğu bir dönemde ABD’nin Marshal yardımları ve Truman Planları ile ülke tamamıyla Batı ülkelerinin denetimine girdi. Bu yardımlar devrimin eşiğindeki bir halka verilen rüşvetlerdi.

Sonra 1967 ile 1974 yılları arasında CIA ‘Albaylar Cuntasına’ karşı ayağa kalkan Pollyteknik direnişlerine sahne olan Yunan sosyalist hareketini bastırmak için NATO üzerinden Türkiye’ye benzer bir Gladio organizasyonu oluşturuldu.
Cunta sonrası yeniden gelişmeye başlayan Yunanistan Sosyalist mücadelesi Batı dünyası Balkanlardaki son kalelelerini kaybetmeme pahasına soğuk savaşın hüküm sürdüğü günlerde Yunanistan’i AB’ye almıştı.
Bu Yunan halkına Batı tarafından verilen ikinci bir rüşvettir aslında. Bir devrim korkusundan Yunanistan AB’ye alınmış ve sus payı olarak AB’nın yardım paketleri ile ülkeye inanılmaz paralar ve krediler pompalanmıştı.
kısmının Atina’daki siyaset Alman ve Fransız bankaları Yunanistan’ın verilen kredilerin geri ödemeyeceğini ve verilen kredilerin büyük birve ekonomi oligarşisi tarafından paylaşıldığını bile bile vermiş ve bir anlamda süregiden bu yolsuzluğu desteklenmiştir.

AB kısıtlamaları çerçevesinde tarım ve industri alanında gerileyen Yunan ekonomisi sadece arz talep dengesini sağlamak ve orta sınıf oluşturmak adına kamu sectörünü aşırı şişirmiş neredeyse toplumun yüzde 40’ını kamu sektörü ile deniz taşimacılığında geri kalanı ise Turizm ve hizmet sektöründe geçinir hale getirilmiş.

yeniden Şimdi bu gerçeklikten hareketle yaşanan bütün bu politikaların hesabı Yunan halkının cebinden çıkarılmak isteniyor. Ancak 400 milyar dolara ulaşan borcun, ortaya konulan IMF-AB tasaaruf planı ile ödemesi vebir ekonomik gelişim sağlaması mümkün değil.

zamlarla yüzde 50 azalacağı
Yunan oligarşisinin ( Kamu sektöründe çalışanlarının yüzde 20 sinin işini kaybedeceği ve hane başi gelirin kesintiler, vergiler vebir ortamda Yunan halkının Alman ve Fransız bankalarının borçlarını ödemek vekapitalizmin artı-değer yolsuzluğununda ötesinde) direkt yolsuzlukla elde ettiklerini korumak için ‘kemer sıkmaya’ gideceğini beklemek akıl karı değil.

2008 Aralığında bir Yunanlı gencin polislerce öldülmesinden sonra başlayan spontane Yunan isyanı iflasın eşiğinde yoksulukla terbiye edilmeye çalışılan bir halkın kızgınlığı ile birleştiğinde bundan bir devrim çıkar mı sorusu bugün daha da yakıcı bir hal almış durumda.


siyasetten anlamayan
aciz AB ülkelerinin ‘seni Eurodan atarız’ üyeliğini dondururuz’ blöflerine ‘ sıkarsa yapın’ (Çünkü ekonomiden vebir çocuk bile AB’nin böyle bir şey yapma gücünün olmadığını biliyor) demeyecek kadarbir görüntü çizen Yorgaki (Yunanlar Yorgo Papandreou’ya küçük Yorgo anlamına gelen bu sözle hitap ediyor) üç aylığına koltuğunu ve 12 Milyar Euro’yu şimdilik elinde tuttu ama gelecek Eylül’de yine aynı karabasanla uyanacak gibi.

IMF ve AB komiserleri Yunanistan’ın kamu kurumlarını ve devlet gayri menküllerini ‘kelepir’ fiyatına çok uluslu sermayeye satmaya hazırlanırken, gün geçtikçe yoksulluğun bir kangren gibi vücudunu sardığını hisseden başta Yunanistanlı yoksullaların ve orta sınıflarının tepkilerinin ne olacağını bekleyip göreceğiz.


Tarihin bu çatallanan sürecinde, sadece Yunanistan değil ama Avrupa’nin geleceği iğne ipliğine asılı duruyor. Bu sefer ya Yunan halkı fazlasıyla geciktirilmiş devrimlerini yapar yada AB’nin yüzü suyu hürmetine çileli yeni bir
Yunan Tragedisi’nin temellerini atar.

Hiç yorum yok: