12 Temmuz 2011 Salı

Yeni Dünya Krizi ve Türkiye


Dünya sistemi artık herkesin bildiği üzere kilitlendi. Bütün ekonomistlerin krizin bittiğini söylediği günlerde, Günlük gazetesinde 'bu krizin burada bitmeyeceğine' dair bir yazı kaleme almıştım. Ve hep beraber krizin nasıl büyük bir tsunamiye döndüğünü gördük. Krizin yapısını çözemeyen bütün ekonomistler bunun ' psikolojik'  bir durumdan kaynaklandığını iddia ederlerdi. Gerçi biz, genel anlamda hiyerarşik düzenin iktisadına su taşıyan bütün bilim adamlarının bu tarz yorumları sık sık yaptığını bilir ve görürüz. Ancak 'şimdiki durum artık psikolojik olmaktan çok kilitlenmiş bir sistem sorunudur' demeye başlayan birçok iktisat bilimcisini duymaya başladık. Bunun birçok başka sebebi de var, ama iktisadi anlamda artık bu gizlenemez bir hale geldi.

Şimdi herkesin aklında Türkiye için bir sorunun iki çatalı var. Nasıl oluyor da bütün dünyada krizler her yeri kasıp kavuruyorken Türkiye ekonomisi ayakta duruyor? Bir kısım ekonomistler Türkiye'nin cari açığından ötürü krize girmesi gerektiğini savunuyor. Aslına bakarsak bu iktisadi bir önermedir. Yani cari açığın belli bir büyüklükten sonra krize sebep vereceği varsayılır. Artık bu cari açığa öz cari açık ya da bunun gibi saçma sapan yakıştırmalar yapanlarla dolu ortalık. İktisat bilimini tersten okuyan bu arkadaşların bir türlü doğru zamanda teorilerini ortaya atamamaları iktisat bilimiyle birlikte onların da karizmalarını epey çizmiş gibi. Her şeye rağmen Türkiye ekonomisi son çeyrekte yüzde 11 gibi bir büyüme rakamına ulaştı. Şimdi bu arkadaşlar şaşkın şaşkın verileri okuyorlar. Yine yurtdışında yayın yapan birçok ekonomi dergisi Türkiye'nin kaynar kazan olduğunu, ekonominin tutuştuğunu söylüyorlardı ve söylemeye hala devam ediyorlar. Nedeni yine aynı; cari açık. Ne var ki biz bugün, Gündem gazetesinde hiçbirinin aklına gelmeyen bir durumu iddia edeceğiz. Cari açık, günümüz Türkiyesi için bir kriz sebebi değil adeta bir kriz erteleyicisidir.

Cari açığın krize sebep vereceğini düşünen zekalar aslında klasik ya da vülger diye aşağıladıkları iktisada o kadar önyargılı yaklaşırlar ki, iktisat biliminin temellerini reddederler. İşte bu 'bayağı' iktisadın en büyük temsilcisi Karl Marks'tır. Marks'ın söylediği her şeyi yanlış kabul etsek dahi, sermaye birikimi yasası onun sonuç olarak vardığı en doğru tespittir. İnsanlar ürettikleri kadar tüketim yapamadıkları için sermaye sürekli olarak bir elde birikir ve genellikle bu sermaye birikimi mal üzerinden olur.

Şimdi Marks'ın iddiası üretimin belli bir aşamasından sonra tüketilmeyen gelirlerin krize sebep olacağıdır. Bu iddia bana göre eksikli yanlarına rağmen dahiyane bir iddiadır. Eğer kriz sermaye birikiminden ötürü çıkıyorsa, pek tabii olarak bu tüketim eksikliğinin işaretidir. Doğal olarak yapılacak her ilave tüketim piyasadaki birikmiş değerin üzerinden borçlanarak yapılacaktır. İşte bu da mal birikimini zayıflatacak ve tıkanmanın gecikmesine sebep olacaktır. Türkiye'deki durum bugüne kadar tam olarak buydu. Yani her ne kadar cari açığı bile doğru hesaplayamıyor olsalar da, her nasılsa krizi istemeden de olsa bugüne kadar ertelemeyi başardılar. Bir nevi bu ürün fazlasının sistem içinde borçlanarak da olsa çözülmesini sağlayan hükümet, hiç istemeden bütün iktisatçıların karizmasını bir nebze çizdi. Bu sebepten ötürü kriz bugüne kadar çıkmadı.

Bu başarı belli ki birçoklarını sevindirmiş ve birçoklarını da kara kara düşündürmüş. Ancak atlanılan bir durum var; bu cari açık piyasayı ne kadar rahatlatacak? Yani piyasadaki sıkışma daha ne kadar devlet harcamaları ve dış ticaret açığıyla ertelenebilir? (Bunun böyle olmadığını iddia edenlere krizden sonra neden böyle olduğunu uzun uzadıya anlatırım, ancak bugün sadece bir özet geçeceğimiz için değinmeyle yetinmeyi uygun görüyorum.) Bu kriz artık ertelenemez bir sürece girmiştir. Önümüzdeki süreç Türkiye'de büyümenin en yüksek olduğu dönemde ani bir krizin habercisidir. Çünkü Türkiye ekonomisi tarihi büyüme rakamlarına ulaşırken aynı zamanda tarihi enflasyon rakamlarına da ulaşmış durumda. Yani artık Türkiye'de enflasyon sıfır ve eksili rakamlara doğru gidiş işaretleri vermeye başladı. Bu saatten sonra malların fiyatları gittikçe ucuzlamaya başlayacaktır. Bu ne demek oluyor? Artık mal üretimi öyle bir seviyeye geldi ki, üretilen mallar eskisine göre talep azalması yaşıyor. Yani insanlar eskisi gibi tüketmiyor veya eskisine göre misli bir üretim gerçekleşirken, ürettiklerinin sadece bir kısmını tüketebiliyorlar. İşte bu durumun sonucunda biz giderek büyüyen bir stok hareketi gözleyeceğiz. Aslında azalan enflasyon ve artan büyüme zaten bize bunu anlatır. Yani üretim tesislerinin depoları mal dolu ve bunu satacak müşteri bulmakta zorlanmaya başlanıldı.

Bu durumun devamında yaşanacak olanlar şöyle gelişecektir: Bu büyüme bir çeyrek daha sürse bile fiyatlarda aşağı doğru bir ivme yaşanacaktır. Bu aşağı doğru ivme işverenlerde zarar hissi uyandıracak ve stoklarındaki birikmenin tüketilemeyeceği kaygısıyla üretime ara verilmeye başlanacaktır. Böylece işsizlik rakamları gittikçe yükselecek ve stokların tüketilmesi de gittikçe daha zor bir hal alacaktır. İşte bütün bunların sonucu olarak, komşuda pişer bize de düşer misali, hayati ihtiyaçlar hariç tüm ihtiyaçların metalarında aşırı fiyat düşmesine rağmen bir talebin yaşanmaması sonucu, yani tüketimin olmaması sonucu, büyüme yerini çok hızlı küçülmelere bırakacaktır. Bu temelde gıda dışındaki bütün ürünlerde aşağı doğru bir hareket seyredeceğiz. Bu en iyi ihtimal ile kış aylarında iyicene belirecek bir patlak olacaktır. Cari açığın faturasıysa, işte tam kriz patlak verdiği esnada tahsil edileceği için, bizim krizimiz eşine ender rastlanır bir krize dönüşecektir. Neyse ki ezilenlerin zincirlerinden başka kaybedecek pek bir şeyi yok bu ülkede. Ve neyse ki, bu krizden çıkmanın bazı koşulları, kimse bilmese de var hâlâ Türkiye'de.

Hiç yorum yok: