9 Temmuz 2011 Cumartesi

TESEV'den 'Çok Dilli Hayat' Raporu

TESEV Demokratikleşme Programı'nın Türkiye'de Cumhuriyet döneminde değiştirilen yerleşim adları üzerine başlattığı çalışmanın araştırmacı/yazar Sevan Nişanyan tarafından kaleme alınan raporu yayımlandı. Rapora göre 1965’ten önce Türkiye’deki tüm yeradlarının yaklaşık üçte biri değiştirildi. Bugün yeradları tartışmasında esas itici gücün “Kürt siyasi hareketi” olduğuna vurgu yapılan rapordaki öneriler arasında, Kürtçe adlar var olan resmi (Türkçe) adların yanı sıra genel dolaşıma sokulması, ikidilli haritaların yayımlanması, ikidilli trafik levhalarının yapılması ve okullarda Kürtçe adların öğretilmesinin teşvik edilmesi de yer alıyor.

Sevan Nişanyan’ın kaleme aldığı "Hayali Coğrafyalar: Cumhuriyet Döneminde Türkiye'de Değiştirilen Yeradları" adlı rapor bugün yayınlandı. Raporda Türkiye'de Cumhuriyet tarihi boyunca il, ilçe, mahalle, köy ve mezra gibi yerleşim adlarının değiştirilmesinde izlenen siyaset, içerik ve uygulamaları farklılık ve benzerlikleri ile ele alınırken, devletin yerleşim adları siyaseti ile vatandaşlık siyaseti arasındaki ilişki ortaya konuluyor. Ancak raporda Kürtçe'nin bir lehçesi olan Zazaki'nin ayrı bir dil olarak ele alınması dikkat çekiyor.

"Hayali Coğrafyalar" raporunun yanısıra, projenin bir diğer önemli ayağı da "Türkiye Yerleşim Birimleri Envanteri" başlıklı bir veritabanı olarak dikkat çekiyor. Veritabanında, Türkiye'deki il, ilçe, mahalle, köy ve mezraların eski ve yeni adları, kökenleri ve hangi tarihlerde değiştirildiğine ilişkin bilgiler Googlemaps destekli bir Türkiye haritası üzerine işlenmiş. Haritaya http://www.nisanyanmap.com adresinden ulaşılabiliyor.

Yer adlarının iadesi tartışmasının anadilde eğitim, demokratik özerklik ve yerel yönetimler üzerinden Kürtlerin hak ve özgürlük talepleri ile doğrudan ilişkili olduğuna dikkat çekiliyor. Ama aynı zamanda Türk kimliği ile iç içe geçmiş Çerkeslerin de kendi toplumlarının Türkiye'de yerleşik bulunduğu yerlere Çerkesçe isim verilmesi konusundaki yakın tarihli taleplerini daha fazla dile getirdiğine işaret ediliyor.

Nişanyan, rapor için, “sadece Türkiye’de yer adlarının değişimine ilişkin yeni ve kapsamlı bir bilgi platformu oluşturmuyor, aynı zamanda Türkiye Cumhuriyeti’nin vatandaşlık politikalarına, ulus devlet ve milli kimlik inşası süreçlerine ve yakın dönem tarihine ilişkin alternatif bir bakış açısı da sunuyor. Bir yandan da, basitçe ‘coğrafi’ olarak tanımlanabilecek bir meselenin barındırdığı siyasal arka plana ve sayısız yer adı değiştirme uygulamasının nasıl bir siyasal projenin ürünü olduğuna ilişkin eleştirel bir okuma imkânı sağlıyor” ifadelerini kullanıyor.

TÜRKÇELEŞTİRMEYE YÖNELİK SİYASİ İRADE 1913-16’DA ORTAYA ÇIKTI

Rapora göre Türkiye’de “Türkçe olmayan” yeradlarının Türkçeleştirilmesine yönelik siyasi irade1913-1916 yıllarında Enver Paşa’nın bayraktarlığında ortaya çıktı: “Balkan Savaşları’nı izleyen günlerde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin, Milli Mücadele esnasında da Müdafaayı Hukuk kadrolarının girişimiyle Rumca veya Bulgarca kökenli olan birçok yeradı değiştirildi.”

1960 DARBESİNDEN SONRAKİ DÖRT AYDA 10 BİN YER ADI DEĞİŞTİRİLDİ

İl İdaresi Kanunu’nda 1959’da yapılan bir değişiklikle İçişleri Bakanlığı’na köy adı değiştirme yetkisi verildiğinin hatırlatıldığı raporda aynı yıl iller bazında yeni yeradı listeleri yayımlanmaya başlandığı kaydediliyor. Raporda şu ifadeler yer alıyor: “Hazırlıklar 27 Mayıs 1960 darbesinin hemen ertesinde semeresini verdi. Darbeyi izleyen dört ay içinde 10.000’e yakın yeni köy adı resmi kullanıma sokuldu. 1965’ten önce Türkiye’deki tüm yeradlarının yaklaşık üçte biri değiştirildi. Bazıları binlerce yıllık tarihe sahip olan 12.000 dolayında köy ve 4.000 dolayında bağlı yerleşim ile binlerce akarsu, dağ ve coğrafi şekil, bürokratik zihniyetin ürünü olan yeni Türkçe adlara kavuştu.”

YER ADLARININ YÜZDE 36'SI DEĞİŞTİRİLDİ

“20. yüzyıl Türkiye’sinde değiştirilen yeradları” tablosunda 15.585 değişim belgeleniyor. Rapora göre mükerrer değişiklikleri gösteren 538 kayıt çıkarıldıktan sonra toplam 15.047 yerleşim biriminin ad değişiminden etkilendiği görülüyor. Raporda, “Bu rakam veritabanımızda bulunan 41.036 yerleşim biriminin %36,5’ini, yani üçte birden fazlasını temsil etmektedir” deniliyor.

TÜRK VE MÜSLÜMAN OLMAYANLARIN İZLERİNİ SİLMEK İÇİN…

Eski adları unutturmak için son “derece katı politikalar” izlendiğine vurgu yapılan raporda, “Bu adları (parantez içinde dahi olsa) gösteren haritaların basılması, yurda sokulması ve dağıtılması yasaklandı. Bu amaçla Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde harita sansür kurulu işlevi gören Harita Genel Komutanlığı oluşturuldu. Türkiye’de her türlü harita basımı ve satışı bu heyetin iznine bağlandı.3 Yerel bazda eski adları tanıtan yayınlar, bazen basit bir krokiyi ‘harita’ saymak suretiyle toplatıldı.”

Raporda, “Yeradlarının yasaklanmasıyla eşzamanlı olarak Türkiye coğrafyasında Türk ve Müslüman olmayan diğer izlerin silinmesi için yeni bir seferberlik başlatıldı” tespiti yapılıyor.

TESEV raporunda 12 Eylül 1980 darbesinden sonra “Türkçeleştirme” tanımına uygun olarak ad değişikliği olmadığı yönünde ilginç bir tespit de yapılıyor. Rapora göre ad değişikliklerinin hemen hepsi 1960 dolayında gerçekleşti: “12 Eylül rejiminin yeni yeradlarının kullanımına dair zorlayıcı tutumu nedeniyle bugün Türkiye’de pek çok kişi, köy ve mezra adlarının 1980’den sonra değiştirildiği yönünde yanlış bir izlenime sahiptir. Oysa 1980-1983 döneminde (daha önce tüzel kişiliğe sahip değilken köy statüsüne kavuştuğu için Türkçe ad verilen birkaç düzine yer dışında), “Türkçeleştirme” tanımına uyan ad değişikliği yok gibidir. Kişisel tanıklığa ve anekdotlara dayanarak 1980 sonrasına tarihlendirilen ad değişikliklerinin hemen hepsi, resmi belgelere göre 1960 dolayında gerçekleştirilmiştir.”

ETNİK TALEPLER

Yeradlarının “ulusal” politika doğrultusunda değiştirilmesine karşı çıkan sesler 1980 ve 1990’larda cılız olarak duyulurken, 2000’li yıllarda kamuoyunu önemli oranda etkisi altına aldığı belirtiliyor.

Raporda “etnik taleplere” de dikkat çekilirken, Türkçeleştirmeden en çok etkilenen iki bölgeden birinin “Güneydoğu”da, eski adların iadesi Kürt siyasi hareketinin başlıca taleplerinden biri olarak ön plana çıktığı ifade ediliyor: “Yeradlarının değiştirilmesi, Kürt kültürünü ve ulusal kimliğini sindirmeye yönelik resmi politikaların bir parçası olarak değerlendirildi. Eski adların iadesi, anadilde eğitim ve yayın haklarıyla birlikte, kültürel haklar mücadelesinin asli bir unsuru sayıldı. Günlük yaşamda eski adları kullanmak, bir siyasi duruş ve onur meselesi olarak görüldü.”

Raporda, “Benzer talepler –bir siyasi oluşuma bağlı olmaksızın– Lazca konuşulan bölgede de güç kazandı. Çerkes çevrelerinde, Çerkes yerleşimlerinin yerel Çerkesçe adlarını canlandırma, hatta bu yapılamıyorsa Çerkesçe ad yaratma gayreti ortaya çıktı. Gürcü ve Arap dil alanlarında henüz kristalize olmuş bir eğilim olmasa da aynı yönde münferit sesler duyuldu” denildi.

ESAS İTİCİ GÜÇ KÜRT SİYASİ HAREKETİ


“1987’den bu yana 100 civarında köy ve kasabanın eski adı, uzun bürokratik mücadeleler sonucunda iade edildi” denilen raporda sonuç olarak şunlar dile getiriliyor:

“Yeradları tartışmasının önümüzdeki dönemde daha da güçlenerek süreceğine kesin gözüyle

bakabiliriz. Bunda esas itici güç, Kürt siyasi hareketidir. Kürt kamuoyunun neredeyse ittifakla benimsediği bir duyarlılığa siyasi iktidarın uzun süre ilgisiz kalacağını veya direnmek isteyeceğini düşünmek yanlış olur. Kürt taleplerinin ateşlediği tartışma, doğal olarak diğer bölgelerde de aynı yöndeki istekleri motive edecek, henüz cılız ve kararsız olan seslerin güçlenmesine zemin hazırlayacaktır.”

KÜRT REALİTESİNİ TANIMAK


Raporda “Kürtçe adlar sorunu” ele alınırken, değiştirilmiş yeradlarının iadesi meselesinin Türkiye gündemine son yıllarda Kürt kültürel hakları tartışması çerçevesinde taşındığı kaydedildi.

“Kürt realitesini tanımak” diye ifade edilen sürecin, sonuçta Kürt dilinin kamusal alanda tanınması ve kabul edilmesi meselesi olduğunun belirtildiği raporda şöyle devam edildi:

“Bu ise, en azından,

a) Kürt dilinin bir yazılı iletişim aracı olarak geliştirilmesini,

b) Kürtçe eğitimin yaygınlaştırılmasını,

c) resmi işlemlerde (Türkçenin yanı sıra veya tek başına) Kürtçenin kullanılabilmesini, ve

d) Kürt coğrafyasına ilişkin Kürtçe ad repertuarının kamu söylemine dahil edilmesini içerir.

TESEV’e göre dolayısıyla bugün bölgede Cumhuriyet döneminde verilmiş olan yeradlarının kaldırılarak eski adlara geri dönülmesi, kamuoyunda “Türkçenin” yenilgiye uğraması ve “Türkçe adların” bölge coğrafyasından silinmesi olarak algılanacak ve buna uygun duygusal tepkilerle karşılaşacak.

İZLENMESİ GEREKEN YOL

Bu açıdan rapora göre Kürt coğrafyasında izlenmesi gereken yol şu şekilde olabilir:

a. Her şeyden önce bölgedeki coğrafi birimlerin Kürtçede cari olan adlarının tesbiti ve yazımının standartlaştırılması gereklidir.

b. Bu amaçla bölgede kullanılan belli başlı eski dilleri (Kurmanci, Zazaki, Ermenice,

Arapça, Süryanice) bilen ve tarihi araştırma metotlarına vâkıf kişilerden oluşan bir uzmanlık heyeti kurulmalıdır.

c. Kürtçe adlar var olan resmi (“Türkçe”) adların yanı sıra genel dolaşıma sokulmalı; ikidilli haritalar yayımlanmalı; ikidilli trafik levhaları yapılmalı; okullarda Kürtçe adların öğretilmesi teşvik edilmelidir.

d. Farklı dil ve lehçelerin konuşulduğu yerlerde yerel adın Kurmanci biçiminin yanı sıra diğer dil ve lehçelerdeki (Zazaki, Arapça, Süryanice vb.) biçimleri de tespit edilmeli ve yayımlanmalıdır.

EĞİTİM MÜFREDATINDA ESKİ ADLAR YAŞATILMALI

“Eski yeradlarının korunması ve canlandırılması konusunda bu aşamada yapılabilecek olan ve belki de yapılması gereken, resmi bir iade sürecinden ziyade, bu tür araştırma, belgeleme ve bilinçlendirme programlarıdır” denilen “somut olarak” şunlar öneriliyor:

a. Yerel adlarla birlikte yerel tarihin, akademik ve popüler çerçevelerde araştırılması, belgelenmesi ve yayımlanması teşvik edilebilir;

b. Popüler yayınlarda ve eğitim müfredatında eski adların yaşatılması sağlanabilir;

c. Karayolu levhalarında –ya da en azından turistik bilgilendirme tabelalarında– eski adlar anımsatılabilir;

d. Eski ve yeni adları birlikte gösteren haritaların yayımı kolaylaştırılabilir. Cüzi bütçelerle ve siyasi açıdan risksiz kararlarla hayata geçirilebilecek olan bu uygulamaların, kendi geçmişiyle ve kimliğiyle daha barışık, daha çoğulcu, daha özgüven sahibi bir Türkiye hedefine –biraz da olsa– hizmet edeceği muhakkaktır.

Hiç yorum yok: