20 Temmuz 2011 Çarşamba

Küba ve `Sosyalizmini` Yerinde Görmek-7


Latin kültüru yayaş yavaş yok oluyor. Geleneksel eğlence, muzik, dans ve giyecekler artık yerini kapitalist kültüre bırakıyor. ABD`ye müthiş bir özenti var. Sınırları açsan, serbest bıraksan çoğunluk terkedip gider. Ve gidiyorlar… Her yıl binlerce insan yurtdışında bulunan akrabaları tarafından davetiyeyle ülkelerini terk ediyor. Biz Kürtler gibi..
 
Bir konuda bize çok benziyor Kübalılar. Çok dedikoducu ve tembeller. Tembeller çünkü aldıkları maaş çalışkan olmayı gerektirmiyor. Niye çalışsınlar ki! Bu nedenle bazen bir kahve ya da yemek masaya elli dakika sonra geliyor. Çok müşteri olduğundan değil, işi önemsememekten dolayı böyle oluyor. Kahve içeceksin bir yerlerde. Ya kahve makinası bozuk  ya da kahve yok.

 
Havanna gibi büyük bir şehirde bile alışveriş yerlerinde çok az hesap makinası var. Kalem ve kağıtla hesaplıyorlar. Devir teslim saatlerinde bir saat birşeyler almak için seni bekletirler.
Ama gençler güzel giyiniyor. Nereden buluyorlar, diye sordum. Miami`de, ABD ve İtalya`da yaşayan onbinlerce Kübalı oralardan satın aldıkları ucuz giyecekleri buraya getirip yakınları aracılığıyla satıyorlar veya dağıtıyorlar.

 
Karın doyurma sorununu yukarıda anlatmıştık. Ama şunu da eklemek gerekiyor. Haftanın en az üç günü Firihole dedikleri siyah kuru fasulye yemeği ve pilav yenir.. Bütçe yeterliyse belki ayda bir kaç defa tavuk. Diğer günler ise sadece ekmek ve içindeki bir parça peynir veya sucuk. Büyük kentlerde yaşam daha pahalı ama yasak ticaretten dolayı ekstra kazanma olanakları da fazla. Ama uzak kasaba ve köylerde yaşam çok zor. Daha ucuz ancak yemek sorunu yüzbinleri aç uyumaya zorluyor.
 
Sorun hem para ve hem de yiyecek bulmakta. Halkta para yok ve dışarıda yiyecek yok. Ama siyah kuru fasulye her zaman vardır. Devlet bunu herhangi bir şekilde garantiye almıştır. Ama pirinci bulamadığın olur. Ve platano dedikleri büyük muz ile topraktan çıkarılan değişik bitki kökleri de en çok yenilen yiyecekler.
 
İnanın, bizim ülkedeki en küçük ilçede bile daha çok yiyecek, giyecek ve diğer ihtiyaçlarını karşılarsın. Tabii paran olursa… Buralarda yemek yok. Var olan da çok kötü.
Şunu da ilave etmek gerekir. Küba halkına ödenen 10-20 doların yarısıyla belki yiyecek ihtiyacının yarısını karşılıyabiliyorsun. Sorun olan şey ise aynı yemek çeşidinin haftanın dört gününde yenmesi. Siyah kuru fasulyeyi haftanın beş günü halkın yüzde sekseni yemek mecburiyetinde. Başka türlü karın doyurmak çok zor.
 

Bir kaç sohbetten önemli notlar

 
Havanna`da beş gün büyük bir evde bir oda kiraladım. Ev sahibi bir mühendis, hanımı da Forex tipi bir devlet dairesinde yurtdışından akrabaların gönderdiği parayı sahiplerine yetiştirmekle görevli memur. Mühendis ev sahibi sistem taraftarı, sosyalist ve Fidel`i savunan ve ona değer veren biri. Partide delege, mahalle meclisine üye. Ancak öyle aktif bir siyasetçi değil. Bir çok defa İspanya, Doğu Almanya ve Sovyetlerdeki kendi dalında mühendis toplantılarına gitmiş. Bilgili ve bilinçli. Aldığı maaş 500 peso yani 20 dolar. Eşi ise 12 dolar maaş alıyor. Toplam ayda 32 dolar. Yani yılda 400 dolara yakın bir gelirleri var. Ben beş gün için yüz dolar kira ödedim. Bir ay odayı kiraya verse gecede 20 dolardan ayda 600 dolar kazanacak. 200 dolar devlete  oda kiralama ruhsatı için öderse geriye 400 dolar kalır. Demek istediğim, devletten aldığı bir yıllık geliri turisten bir ay içinde alıyor. Tabii yılın her günü turist kiracı bulmak da kolay değil. Ruhsat için devlete ödenen para kadar oda kiralamayanlar da oluyor ve bunlar zor durumda da kalıyor. Bu durum bir kaç ay sürerse ev sahibi kiralama iznini iptal ediliyor.

 
Mühendis ev sahibiyle bir kaç gece sohbet ediyoruz. Bizim bildiğimiz Marksizm ve sosyalizm böyle değildi, diyorum. Herkese yetenek ve ihtiyacına göre mutluluk vaad ediliyordu. Ancak burada ne yetenek var ve ne de ihtiyaçlar karşılanabiliniyor, diye soruyorum. Biz sosyalizmi böyle bilmiyorduk, cümlesini dert yanarak Fidel ve sistem taraftarı sosyalist Tony`e iletiyorum. Cevap şöyle oluyor: "Bizim hiç bir şeyimiz yok ki, ne yer altı ve ne de yer üstü gelir getirecek hiç bir kaynağımız, zenginligimiz yok. Hiç bir yerden yardım alamıyoruz. Bir de ABD ambargosu bizi zor durumda bırakıyor. Devlet ne yapsın. Hiç bir şeyi olmayan bir ülkede oniki milyonu doyurmak kolay mı?  Ancak devlet var olanla, yani turizm gelirleriyle halkını zar zor besleyebiliyor. Başka ne yapılabilinir ki! Ama düzelecek. Raul (Fidel`in yerine geçen kardeşi) bu iki yıldır reformlar yapmak için planlar, düzenlemeler yapıyor. Sosyalizme ters düşmeden bu ülkeyi geliştireceğiz. Bu ambargo bir kalksa vs.”
Evet, ne yapılabilinir ki! Söyledikleri doğru. Dünyada artık dayanışma diye bir şey yok. Her şey menfaata dayalı. İki sistemli dünya yok artık. Bu nedenle sosyalizmin yol alması zor. Belki yıllar önce konuşulan bir veya bir kaç ülkede sosyalist devrimlerin başarma sansının olup olmadığı tekrar tartışılmalı, diyorum.
Yine de Tony`e `Çok şey yapılabilinir kardeşim, çok şey……` dedim.

 
İlk bölümlerde aktardığım bilgilerin bir kısmını Tony`den alıyorum. Tabii onun olumlu gördüğü şeyleri ben eleştiriyorum. Mesela, o devlet tüm ihtiyaçları karşılıyor, diyor. Ben bu yeterli değil, diyorum. O eğitim ve sağlıktan övünerek söz ediyor. Ben sokakta başkalarından duyduğum eleştirileri ona iletiyorum. O emperyalizmden söz ediyor. Ben tamam, doğru diyorum  ama sosyalizmi geliştirmek icin gayret, çaba yok diye de ekliyorum. O da haklı ben de haklıyım düşüncesiyle kendimi avutuyorum..
Özetlersek buradaki resmi ideolojiye göre, ABD Küba`ya embargo uyguluyor ve diğer Avrupa ülkelerini de buna zorluyor. Batı ve ABD, Küba`ya mal satışını engelliyor. Küba bunlarla ticaret yapamıyor. En büyük sıkıntı bu. Geriye bir kaç fakir Latin Amerika kalıyor. Onlarla olan ilişkiler ve turizm gelirleriyle Küba bugün ayakta durabiliyor.

 
Aslında Küba sadece mal alamamaktan şikayetçi. Halbuki mal alınacak para olsa ambargo kolayca delinir. Bir de serbest ticaretten söz ediliyor. Bu engelleniyor deniliyor. Ancak Küba ne satacak ta gelir sağlanacak, bundan söz edilmiyor.

Tony`in eşinin kuzini yakınlarda oturuyor. Ziyarete geldi. Arabası var. Büyük bir yük gemisinde kaptan yardımcısı. Gemi devletin. Yılda bir kaç defa bir iki aylık uzun yolculuğa çıkıyor. Latin ve kıyı Afrika ülkelerine bir kaç kez mal getirmek için gitmiş. Ayda iki yüz dolara yakın bir maaşı var. Geri gelirken de biraz birşeyler getirip satabiliyor. Arabayı böyle almış. On yıllık eski bir araba ama temiz, bakımlı. Gemi seyahatı olmadığı zaman bazen arabasıyla taksicilik yapıyor. İzni olmadan. Bana eğer istersem son gün havalananına götürebileceğini teklif etti. 15 dolar ödeyecektim. Kabul ettim. Efendi bir adam. Yolda giderken bir kaç soru soruyorum. Hanımı doçent doktor. Sistemden şikayet ediyor. `Gemiyle yurtdışına gidiyorsun, neden geri geliyorsun`, diyorum. Ya eşim ve çocuklarım, diyor. Eşi ayda 27 dolar alıyor. Tıp`ı bitiren bir kaç yıl mecburi hizmet vermek zorunda. Eşi bunu halletmiş ama  yurtdışına çıkamıyor. Binlerce doktor yurtdışına kaçıp, oralarda doktorların kazandığı 3-5 bin doları kazanmayı hayal ediyor. Ama yurtdışına çıkmak çok zor, nerdeyse doktorlar için legal olarak imkansız. Taksiyle beni havaalanına götüren kaptan yardımcısı sistemi eleştiriyor. Çocuklarımın burada geleceği yok, diyor. Yokluk içinde yaşıyoruz, diyor. Evinde oda kiraladığım kuzinini bile kıskanıyor. Oda kiralamaktan binlerce dolar kazandığı için, kendisi bu imkana sahip olmadığı için de sistemi eleştiriyor. Dünyada insanların en eşit olduğu Küba`yı eleştiriyor. Biz de eşitlik yok diyor. Ben bu kadar, kuzenim şu kadar kazanıyor, diyerek gelir farkını anlatmaya çalışıyor.

Büyük bir caddede  bahçeli bir cafeteryada oturuyorum. Etrafı dinliyor, gözlemliyor, önemli özellikler ve karakterlere dikkat etmeye çalışıyorum. Dil, kültür ve giyecekleri bir yana bırakırsak sanki herhangi bir ülkenin bir kahvesinde oturuyorum. Yoldan gelip geçenler ve yakınımda oturanlar yüksek sesle konuşuyor, havadan sudan ya da ekonomik durumdan söz ediyor. On-yirmi dakikada bir yanıma bir dilenci, bir şeyler satmaya çalışan çerezciler, sigara, içecek isteyen birileri yaklaşıyor. Yaşlı bir nine eski lastik ayakkabılarını gösterek elindeki patlatılmış mısırı satarak yeni ayakkabı alacağını söylüyor ve nerdeyse önümdeki kahveye göz dikiyor. `Kahve içme, tansiyonu yükseltir` diyerek kahvede gözü olmadığını belirtiyor. Sempatik, tatlı bir nine, yanımdaki sandelyeyi gösterek oturmasını istiyorum. Yaşı 78. Batista döneminde genç bir kız. Devrim dönemini de hatırlıyor. Ben soruyorum, o cevaplıyor. Sohbeti derinleştiriyoruz. Biraz bana zor gelen bir Küba ispanyolcası konuşuyor. Anlamadığım kelimeleri, cümleleri başka bir şekilde anlatmasını istiyorum ki önemli olan şeyleri kaçırmıyayım. Tabii ona meyve suyu ve aç olduğu için bir pasta ısmarlıyorum.

 
En önemli sorum şöyle oluyor. Bugünü Batista dönemiyle karşılaştırdığında hangi dönem ona göre daha iyi? Her iki dönemin iyi ve kötü yanları var, diyor. Fakir o zaman da fakirdi. Şimdi de durum ayni. Ancak şimdi nerdeyse her kes fakir ve perişan. Batista döneminde çok iyi yaşayan zenginler vardı. Simdi onlar yok. Demokrasiyi soruyorum. Batista döneminde baskı vardı, diyor. İnsanlar politika yapamıyordu. Ama şimdiki baskı öncekine benzemiyor. Zor ve şiddet yok. Ancak ekonomik açıdan baskı altındayız. Bakın bu elimdeki bir kaç küçük poşet mısırı satabilmem için ayda 60 pesoyu (2,5 dolar) devlete ödemem gerekiyor. 


Ayakkabılarını ve topuklardaki yarayı göstererek, `ayakkabı almam lazım`, hergün satışa çıkamıyorum. Ama ayakkabı almam için bu hafta hergün çıkmam lazım,` diyor. Tekstilden emekli, ayda 170 peso (7dolar) maaş alıyor. İki oğlu var. Ama yalnız oturuyor. `Çocuklar yardım etmiyor mu?` diye soruyorum. `Nasıl etsinler ki, onların da durumu benden iyi değil ki` diyor.
 
Sokaktaki polisleri soruyorum, satışa engel oluyorlar mı, diye. `Polisler çok kötü diyor. Fidel polislerin halka bu kadar kötü davrandığını kesinlikle bilmiyor`, Eğer Fidel polislerin bu kötü tavırlarını bilse, kesin kabul etmezdi, diyor. Halbuki ben polislerin halka çok nazik davrandıklarını her gün görüyordum. Ama sık sık kimlik kontrolu halkı bezdirmiş.

 
Kalkıyor, ben de ucuz bir ayakkabı kaça alınır hesabını kafamda yaparak eline gerekli dolarları sıkıştırıyorum. Beni öperek uzaklaşırken uzaktan el sallıyor.

 
Kendi ülkemdeki yaşlı dede ve nineleri düşünüyorum. Bizimkilerin hali daha iyidir, diyerek kendimi avutuyorum….
------------
devam edecek….
 
cumalicotkar@live.se

Hiç yorum yok: