1 Temmuz 2011 Cuma

Gülen Cemaati Sivas Katliamının Ortağı




Sivas Katliamı’nı 18. Yıldönümünde değerlendiren KCK Yürütme Konseyi üyesi Mustafa Karasu, bu katliamın bizzat içinde aktif yer alanların “siyasal İslamcı” olduğunu söyleyerek, “Sivas Katliamının hangi koşullarda, hangi ortamda yapıldığını biliyoruz. O dönemdeki Fethullah Gülen’e ait gazetelerin, yine AKP’nin mirasçısı olduğu çevrelerin, yayınların Sivas Katliamında hangi cephede yer aldığını biliyoruz. O zaman maktulleri suçlu görüyorlardı. Katilleri ise meşrulaştırıyorlardı” dedi. Karasu, “Bu katliamın ortağıdırlar. Böyle yaparak bu katliamdan kurtulacaklarını sanıyorlar. Sivas Katliamı siyasal İslamcılar üzerinde ağır bir yüktür. Güçlü bir özeleştiri vermeden de bu yükten kurtulamazlar” ifadelerini kullandı.

2

Temmuz tarihi, 1993 yılında 37 Alevi aydın ve sanatçının yakıldığı Sivas Katliamı’nın yıldönümü. Bir çok yönüyle halen güncelliğini koruyan Sivas Katliamı’na ilişkin, tarihsel ve güncel nedenlerin birlikte analiz edilmesi gerektiğini dile getiren KCK Yürütme Konseyi Üyesi Mustafa Karasu, bu katliamla “Başta Alevi Kürtler olmak üzere, Alevi kitlelerin Kürt Özgürlük Hareketi’yle birleşmesinin engellenmeye çalışıldığına” vurgu yapıyor. Katliamda yer alanların siyasal İslam kimliği taşıyanlar olduğunu ifade eden Karayılan, “Derin devlet bu kışkırtmanın içinde olduğu gibi, açık devlet de bu katliamı izlemiştir” diye kaydediyor.


KATLİAMIN 1993 YILINDA OLMASI TESADÜF DEĞİLDİR
*Sivas’ta 37 Alevi aydın ve sanatçının diri diri yakılarak katledildiği 93 yılının siyasal atmosferi ve özellikle neden Sivas’ın seçildiği konusunda neler söyleyebilirsiniz?
-1993’ün 2 Temmuz’unda Madımak Oteli’nin kuşatılarak yakılması sonucu Pir Sultan etkinliklerine katılan 37 Kürt-Türk Alevi ve aydınların katledilmesini lanetliyorum. Anıları önünde saygıyla eğiliyorum. Sivas Katliamı Aleviler için bir dönüm noktası olmuştur. Alevi inancının varlığını korumak için mücadele eden bu şehitlerin şahadetleri boşuna gitmemiştir. Onların anılarına bağlılığın gereği bundan sonra Alevilerin özgür ve demokratik yaşamı için tutum ve mücadele daha fazla gelişmiştir. Bu katliamın 1993 yılında olması kesinlikle tesadüfi değildir. 1993 yılı kirli savaşın Kürt halkı üzerine tam bir karabasan gibi çöktüğü, Kürt Özgürlük Hareketi’yle ve Kürt gerillalarıyla Türk devleti arasında kıyasıya bir siyasi, askeri mücadelenin sürdüğü yıllardır. Bu yıllarda Türk devleti Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmek için faili meçhul cinayetleri arttırmıştır. Öyle ki Kürt Özgürlük Hareketi’ne sempati duyan, taraftar olan, bunun için konuşan, bunun için düşünen, çevresine moral veren bütün yurtseverler, aydınlar, toplumun doğal önderleri ya katledilmiştir, ya zindanlara atılmıştır ya da metropollere ve Avrupa’ya göçertilmiştir. Böylelikle suyu kurutup balığı öldürme politikası izlenmiştir.

Devletin katliamlarının ve baskının had safhada olduğu bu dönemde siyasal İslamcıların önünün açılmasının bir parçası olarak hizbi-kontra denen bir cinayet şebekesi ortaya çıkarılmıştır. Faili meçhul cinayetlerin bir kısmı devlet tarafından işlense de önemli bir kısmı bunlara yaptırılmıştır.

Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı yürütülen kirli savaşta izlenen diğer bir politika ise Türkiye cephesinin de, yani Türkiye toplumunun da baskı altına alınması olmuştur. Demokrasi güçleri, demokratlar susturularak bunların Kürt Özgürlük Hareketi’yle bütünleşmesi engellenmeye çalışılmıştır. Kürt Özgürlük Hareketi bir taraftan askeri ve siyasi saldırılarla ezilmek istenirken, diğer taraftan da Türkiye cephesi tümden Kürt Özgürlük Hareketi’ne kapatılarak, nefessiz bırakılıp, kuşatılıp tasfiye edilmesi amaçlanmıştır.



KATLİAM SÜRECİNDE SİVAS’TAKİ ALEVİLER İÇİNDE PKK’NİN GELİŞME İMKANLARI ARTMIŞTI
1993 yılı topyekun kirli bir savaş yürütülürken siyasal İslam’a da müsamaha gösterdiği, hoşgörüyle yaklaştığı, onların örgütlenmesinin gelişmesiyle demokratik alanı daraltmayı amaçladığı bir süreçtir. Sivas Katliamı böyle bir konjonktürde olmuştur. Siyasal İslamcıların her türlü katliamına, her türlü saldırısına müsamaha göstermektedir. Diğer taraftan Türk devleti Özellikle Kürt Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketi’yle bütünleşmesini engelleme çabaları yürütmektedir. Yine Kürt Özgürlük Hareketi’nin Kürt Aleviler üzerinden Türkiye’deki Alevi Türklere ulaşarak onlar içerisinde kendisine taraftar bulmasını önleme çabaları vardır. Çünkü o yıllarda sadece Kürt Alevi gençleri değil, Türk Alevi gençleri de Kürt Özgürlük Hareketi’ne katılıyorlardı. Öte yandan o yıllarda Aleviler inançlarını özgürce yaşamak ve kendi kimliklerini özgürce ifade etmek için demokratikleşmeden yana tutum koyuyorlardı.

Sivas Katliamının yaşandığı süreçte başta Alevi Kürtler olmak üzere Sivas’taki Aleviler içinde PKK’nin gelişme imkanları artmıştır. Birçok genç gerilla saflarına katılmıştı. Bu da Türk devletini rahatsız etti. İşte böyle bir süreçte siyasal İslamcı ve siyasal çevreler Sivas’taki bu etkinliğe karşı tepki geliştirmişlerdir. Siyasal İslam içindeki elitler Pir Sultan Abdal etkinlikleri sırasında halkı kışkırtmışlardır. Bu kışkırtma daha ilk günden devletin müsamahasıyla karşılaşmıştır.


Kuşkusuz bu katliamı İki boyutlu değerlendirmek lazım. Bir taraftan siyasal İslamcıların dini siyasete alet etmek için Sünni İslam toplumundaki Alevi düşmanlığını kullanarak kendilerini güç yapma yaklaşımları varken, diğer yandan da Sünnilerle Aleviler arasındaki bu gerilimi gerektiğinde her zaman kullanan derin devlet, MİT, askeri istihbarat Sivas’ta da harekete geçmiştir. Bu katliamla Alevilere ve aydınlara gözdağı verme, böylelikle onları sindirerek demokratik mücadele yürütmelerini engelleyip Kürt Özgürlük Hareketi’ne nefes aldırmalarının önüne geçmeyi amaçlamışlardır. Diğer taraftan da bu katliam üzerinden başta Alevi Kürtler olmak üzere Alevilerin Kürt Özgürlük Hareketi’yle birleşmesini engellemeye çalışmışlardır. Dolayısıyla Sivas Katliamını sadece siyasal İslamcıların Sünni İslam toplumu içinde yaratılan Alevi düşmanlığıyla da açıklamak yeterli değildir. Tarihsel nedenlerle güncel nedenler bir araya gelmiş ve kışkırtmalar sonucu Madımak oteli kuşatılmış ve insanlar cayır cayır yakılmışlardır. İnsanlar cayır cayır yanarken de etrafında ölüm dansı yapılmıştır.

Özellikle neden Sivas’ta böyle bir olay çıktığı irdelenebilir. 12 Eylül öncesinde de benzer birçok provokasyon Tokat, Çorum, Malatya, Sivas ve Maraş’ta da olmuştu. Aleviler ile Sünnilerin yan yana yaşadığı yerlerde bu tür provokasyonlar yapılmıştı. Alevilerle Sünnilerin yan yana yaşadığı yerlerde bu tür provokasyon yaratmanın zemini olduğu bilinmektedir. Nitekim 1980 öncesi Maraş katliamı Malatya, Sivas, Tokat olayları tamamen devlet içindeki belirli güçlerin var olan bu gerilimi kışkırtmaları sonucu gerçekleşmiştir. Türkiye’de de en kolay kışkırtılacak konuların başında Alevi-Sünni gerilimi gelmektedir. Tabii ki bunun sonucunda kurban her zaman Aleviler olmaktadır.

KATLİAMIN BİZZAT İÇİNDE YER ALAN SİYASAL İSLAMCILARDIR
*Yetkililerin açıklamaları ve bir çok veri, katliamın devlet eliyle gerçekleştirildiğini ortaya koymasına rağmen katliamı gerçekleştirenlerin hiçbir şekilde yargılanmamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
-Kuşkusuz o dönemde bu katliamın bizzat içinde aktif yer alanlar siyasal İslamcıdır. İslamcı kimliği bilinen insanlardır. Kışkırtanlar da bunlardır. Kuşkusuz kışkırtmanın bir yanında da devletin derin güçleri vardır. Ama esas görünürde, açıkça olanlar bu siyasal İslamcı kesimlerdir. Tansu Çiller “vatandaşlarımıza bir şey olmamıştır, bu durum sevindiricidir” diyerek olaya nasıl baktığını göstermiştir. Vatandaşlarımız derken ölenleri kastetmemiştir. Süleyman Dermirel’in yaklaşımı da aynıdır. Süleyman Demirel ile Tansu Çiller zaten derin devletin aldığı kararlardan haberdardırlar. Derin devletin o dönemde siyasal İslam’ı Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı kullandığını bilmektedirler. Kürdistan’da bu zaten açıkça yürütülmüştür.

DERİN DEVLET KIŞKIRTMANIN İÇİNDE, AÇIK DEVLET İZLEYİCİ
Derin devlet bu kışkırtmanın içinde olduğu gibi, açık devlet de bu katliamı izlemiştir. Derin devletin içinde olmasalar da valiler, kaymakamlar, polis müdürleri, siyasal İslamcıların öncülük ettiği bu katliama müsamahalı yaklaşmışlardır. Olay olduğu andan itibaren harekete geçip bu katliamı önleyebilirlerdi. Ancak devlet politikasını iyi bilenler, askerlere ve polislere “siz bu olaya karışmayın” dediklerinden dolayı katliamın önüne geçilmemiştir. Belki herkes bilmez, ama Sivas Garnizon komutanlığıyla Sivas’taki askeri güç merkeziyle Madımak oteli arasında iki-üç yüz metrelik mesafe vardır. Ordu evinden, askeri karargahın bulunduğu alandan sesler rahatlıkla duyulabilir, hatta gözle görülebilir. Ama buna rağmen böyle bir olaya müdahale etmemeleri o zamanki devlet politikalarıyla ilgilidir. Olay yerine giden bir kısım asker ve polis de katliamcıları izlemekle yetinmişlerdir.

Dönemin Refah Partili Belediye Meclis Üyesi Cafer Erçakmak da bizzat bu yangını gerçekleştirenlerden biri olduğu bilinmektedir. Kuşkusuz davalar açılmıştır. Ama davalardan hiçbir sonuç çıkmamıştır. Davaların üzerine derinliğine gidilmemiştir. Kürdistan’da, başka bir yerde küçük bir olay olduğunda bile birçok fail getirilir, zindana atılır. Ama Sivas olayında böyle bir uygulama görülmemiştir. O dönemde Kürdistan’da devlet ve hizbulkontra tarafından yapılan faili meçhul cinayetlerin failleri de açığa çıkarılmamıştır. Dolayısıyla Sivas Katliamının faillerinin açığa çıkması da mümkün değildir. Kışkırtanlar da bellidir, yazanlar da bellidir, tahrik edenler de bellidir, ama bunların üzerine gidilmemiştir.

FAİLİ MEÇHULLER AÇIĞA ÇIKARILMADAN KATLİAM DA TÜM BOYUTLARI İLE AÇIĞA ÇIKARILAMAZ
Bilinmelidir ki faili meçhul cinayetler Kürdistan’da açığa çıkarılmadan Sivas Katliamının da bütün boyutlarıyla açığa çıkarılması zordur. Çünkü faili meçhul cinayetler ve arkasındaki zihniyet, Sivas Katliamı ve arkasındaki zihniyet açığa çıkarılırsa o dönemde siyasal İslamcıların devlet tarafından nasıl kullanıldığı gözler önüne serilir. Şu anda böyle bir siyasi irade de devlet kararı da yoktur. Siyasal İslamcılar da faili meçhul cinayetlerin açığa çıkarılmasını çıkarlarına uygun görmüyor. AKP şu anda kozmik oda denilen ve bu tür olayların belgelerinin saklandığı arşivleri kamuoyuna açamaz. Bu açıdan bu katliamların açığa çıkması zordur. Bu katliamların açığa çıkması için Türkiye’nin tam demokratikleşmesi gerekiyor. Bunun için de Kürt sorununun köklü ve kalıcı çözülmesi gerekir. Kürt sorunu çözülmediği müddetçe Türkiye tam demokratikleşemez, tam demokratikleşmediği müddetçe de bu tür olaylar açığa çıkarılamaz. Bu tür olaylar açığa çıkarılmak istendiği zaman demokratikleşmek zorunludur. Demokratik bir ülkede de her türlü kompleksten arınarak özeleştiri vermek ve geçmişle hesaplaşmak mümkündür. Şimdi Türkiye buna hazır değildir. Bu açıdan Sivas Katliamının failleri neden bulunmadı derken bu gerçeği görmek gerekmektedir.

GÜLEN CEMAATİ HANGİ CEPHEDE YER ALIYOR BİLİYORUZ
*Gülen cemaati ve AKP’ye yakın bazı basın organlarında son dönemlerde Sivas Katliamı PKK’ye mal edilmeye çalışılmaktadır, bundaki amaç nedir?
-Gülen cemaati ve AKP’ye yakın bazı basın yayın organlarında “Sivas Katliamını PKK’liler yapmıştır” biçiminde bir yayın yapılmıştır. Tabii bunlar masa başında üretilen uydurmalardır. Özel savaş yayınlarıdır. Tabii genelde PKK’yi, Kürt Özgürlük Hareketi’ni toplum gözünde küçük düşürmeye çalışmaktadırlar. Öte yandan Sivas Katliamını PKK’liler yapmıştır diyerek Alevi Kürtleri PKK’den uzaklaştırmayı hesaplamaktadırlar. Bunu seçim öncesine denk getirmeleri de ayrı bir hesaptır. Tüm bunlar siyasal İslamcıların Alevi Kürtleri PKK’den uzaklaştırma planının içinde oldukları göstermektedir. Bu yönüyle aslında Kılıçdaroğlu ve CHP içindeki bazı çevrelerin Alevi Kürtleri PKK’den uzaklaştırma anlayışıyla Gülen cemaati ve AKP’ye yakın çevrelerin Alevi Kürtleri Kürt Özgürlük Hareketinden uzaklaştırma politikalarının nasıl örtüştüğünü, bu konuda nasıl ortaklaştıklarını, birleştiklerini açıkça ortaya koymaktadır.

Sivas Katliamının hangi koşullarda, hangi ortamda yapıldığını biliyoruz. O dönemdeki Fethullah Gülen’e ait gazetelerin, yine AKP’nin mirasçısı olduğu çevrelerin, yayınların Sivas Katliamında hangi cephede yer aldığını biliyoruz. O zaman maktulleri suçlu görüyorlardı. Katilleri ise meşrulaştırıyorlardı. Bu gerçekler ortadayken, Sivas Katliamının sanıklarını bizzat bu çevreler savunurken şimdi kalkıp bu katliamı PKK’nin üzerine atmaları, hem de PKK içindeki Aleviler üzerine atmaları tamamen bir psikolojik savaş yöntemidir. Tamamen bir provokasyondur. Siyasal İslamcıların kendi suçlarını, bu katliamdaki ortaklıklarının üstünü örtmektir.

SİVAS KATLİAMININ ORTAĞIDIRLAR
Bu katliamın ortağıdırlar. Böyle yaparak bu katliamdan kurtulacaklarını sanıyorlar. Sivas Katliamı siyasal İslamcılar üzerinde ağır bir yüktür. Güçlü bir özeleştiri vermeden de bu yükten kurtulamazlar. Bunun derin bir suçluluğu içindeler. Anlaşılıyor ki bu ağır suçu, bir katliamı, unutulmayacak insanlık suçunu kendi üzerinden atmak istiyorlar.

PKK, Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesiyle derin devleti, Gladioyu başarısız kılmıştır, teşhir etmiştir, tecrit etmiştir. Özellikle Kürt toplumu Ergenekon denen, derin devlet denen kesimlere karşı büyük bir tepki içindedir. Türkiye toplumu içinde de bunların ipliği pazara çıkarılmıştır. Onların bütün baskıları, zulümleri deşifre edilmiştir. Kürt Özgürlük Hareketi onları mücadelesiyle lanetli bir grup, haline getirmiştir. Şimdi AKP, Fethullahçılar hükümet olmuşlar. Eğer Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye ederlerse devletin içine daha fazla yerleşecekler, devletin derinliklerinden aferin alacaklar. Bunun için uzun süredir PKK’yi etkisizleştirme ve Kürt toplumundan koparma aracı olarak PKK’yi Ergenekon’la, derin devletle ve bazı çevrelerle ilişkilendirme politikası izlemektedirler. Kara çal, izi kalır anlayışıyla hareket etmektedirler. Böylece Kürt toplumunun ve Türkiye demokrasi güçlerinin tepkilerini PKK’ye yöneltmeye çalışıyorlar.

Bu tabii çok çirkin politikadır. Alevilere hakarettir, Alevilerle dalga geçmektir, Alevilerin tarih bilinciyle alay etmektir. Böyle çok ağır tarihsel bir olayı, gerçek nedenlerini çarpıtarak, yapanları farklı göstererek Alevilerin tarih bilincini bulanıklaştırmaya çalışıyorlar. Bir taşla iki kuş vurma misali Alevilerin tarih bilincini çarpıtarak gerçekleri görmenin önüne geçecekler. Diğer taraftan da kendilerini temize çıkaracaklardır. Tabii bu kolay değildir. Bu siyasal İslamcıların ve Fethullahçıların kolay kolay üzerinden atacakları bir katliam değildir. Bu katliam konusunda mutlaka özeleştiri vereceklerdir. Vermek zorundadırlar. Vermeden kendilerini temize çıkaramazlar. Sadece bu olay konusunda değil, Maraş katliamı, diğer Sivas olayı, Tokat, Çorum ve Malatya kışkırtmalarının hepsi konusunda özeleştiri vermeleri gerekir.

BÖL PARÇALA YÖNET
*Alevi Kürtlerin ‘Türk’ olduğu, Zazalığın ve Kürtlüğün farklı olduğu yönündeki söylemleri nasıl yorumluyorsunuz? Devletin Kürt Aleviler üzerinde nasıl bir hesabı var?
-Zazalıkla Kürtlüğün farklı olduğu yönündeki söylemler de yine Türk devletinin böl-parçala ve tasfiye et politikalarının bir parçasıdır. Bu tür söylemler 1938 katliamından sonra ortaya çıkmıştır. Yoksa Dersim’deki Dimilî lehçesini kullanan Kürtler 1938’den önce hiçbir zaman kendilerine Türk dememişlerdir. Kendilerine Kırmanc demişlerdir. Kürtçenin çeşitli lehçeleri vardır, bunlardan biri ve en yaygın olanı da Kurmancidir. Kurmanclık bir nevi Kürtlük anlamına da geliyor. Dersimliler de Kırmanc diyor. İki farklı lehçe konuşan Kürtlerin kendilerini böyle tanımlaması öyle tesadüf de değildir. Kürtlerin büyük bölümünün kendilerine Kurmanc demesi gibi Dimilî lehçesiyle konuşanlar da kendilerine Kırmanc diyerek Kürt olduklarını söylemektedirler.

Bunların Kürtleri Türkleştirmek için böl, parçala, yönet politikası olduğu açıktır. Bu tür söylemlerin özellikle de Özgürlük Mücadelesinin gelişmesiyle birlikte daha da geliştirilmek istendiğini biliyoruz. Bir taraftan Zazalık-Kürtlük ayrımı, bir taraftan Alevi Kürt ve Sünni Kürtleri ayrı gösterme politikasını izliyorlar. Bunların hepsi psikolojik savaş politikalarıdır. Birazcık aklı başında olan, biraz dürüst olan, biraz bilimsel düşünen hiçbir kimse bunlara inanamaz. Ancak bu tür iddialara ruhunu satmış olanlar, uşak olanlar inanır. Bu tür iddialar 1938 Dersim isyanı ve katliamından sonra yatılı okullarda yetiştirilerek kendi toplumuna yabancılaştırılanların savundukları şeylerdir.

Kamer Genç’in “biz Kürt değiliz, biz Türk’üz” demesi, “bizim dilimizle Kürtlerin dili ayrıdır, onun için biz Kürt olamayız” biçimindeki yaklaşımları tamamen Türk devletinin okullarında yetişmiş bir sosyal ajanın ifadeleridir. Resmi MİT ajanı olmasa bile tamamen objektif olarak sosyal ajanlık, kültürel ajanlık biçiminde bir konum içinde bulunduğu açıktır.

ZAZACILIĞI BİR KISIM KİŞİ BİLİNÇLİ YAPIYOR
Zazacılığı bir kısım kişi bilinçli yapıyor. Kimileri de Türk milli eğitiminin okullarında gördüğü eğitimle Kürtlüğü geri gören, Türkleşmeyi ileri gören bir anlayışla, bir sosyal mühendislikle gerçek kimliği dışında yeni bir kimlik yaratma yaklaşımıyla Zazacılık ortaya çıkarmışlardır. Doğrudan Türk’üz diyemiyorlar, doğrudan Türk’üz dese bunun inandırıcılığı olmayacak, tutmayacak, tutmuyor da. Ama işte “biz Aleviyiz, Alevilik de Sünnilerden ayrıdır söylemiyle Kürt inkarcılığı yapmak için Dimilkîyle Kurmancî ayrı dillerdir diyerek biz Türk’üz yaklaşımının başka bir versiyonunu ortaya koymaktadırlar.

Kuşkusuz tarih içinde Aleviler inançlarından dolayı çok baskı görmüşlerdir. Sünniliği devlet dini olarak kabul eden bürokrasiden ve kendilerine Sünni diyen topluluklardan baskı görmüşlerdir, horlanmışlardır. Bu tarihsel tepkiyi, bu kırılmayı kendisi Sünni devlet olduğu halde, diyanet işlerini esas güç haline getirdiği halde kullanarak Kürtleri bölmek, parçalamak için derinleştirmeye çalışmaktadır. Alevileri kendi diğer Kürt kardeşlerinden ayırarak, güçsüz bırakarak hem Türklüğü hem de Sünniliği kabul ettirmek için böyle bir böl-yönet politikası izlemektedir.

Bu bakımdan Alevileri etnik kimliğinden koparma yaklaşımları arkasında bu yönlü niyetler aramak gerekir. Ama burada şunu belirtmek gerekmektedir: kuşkusuz Alevi Kürtlüğü ezilmiştir, Alevi kimliğinin kabul edilmesi ve inancını özgürce yaşaması gerekmektedir. Mutlaka Alevilerin kendi kimliğine, inançlarına sahip çıkması lazım. Bunu her yerde dile getirmesi lazım. Dersim’de de dile getirmesi lazım. Diyarbakır’da da Muş’ta da, Bingöl, Maraş, Malatya, Adıyaman’da kendi kimliğiyle onurlucu yaşaması gerekiyor. Diğer Kürt kardeşleriyle ortak ulusal kültürel değerlerinin baskı görmesine karşı mücadele etmeleri gerekiyor, ama aynı zamanda da kendi inançlarını, kendi kültürlerini yaşamaları gerekiyor. Bu inanca ve bunun gerektirdiği haklara ve taleplere de herkesin saygı göstermesi gerekiyor.

Şu anda Kürdistan’da toplumcu değerlere en fazla sahip toplumsal kesim Alevilerdir. Bu nedenle Alevilikle de Kürt Aleviliği, tam da Kürt Özgürlük Hareketi’nin yeni yaşam projesinin maddi temelidir. Bu özgürlükçü demokratik projenin önemli bir toplumsal kültürel kaynağıdır. Bir de bu yönüyle Türk devleti toplumcu, demokratik değerlere sahip Alevi Kürtleri Kürt Özgürlük Hareketi’nden kopararak Kürt Özgürlük Hareketi’ni böyle özgürlükçü, demokratik, toplumsal temelden yoksun kılmaya çalışıyor.

Bir bütün olarak Kürt Aleviler Kürt Özgürlük Hareketi’nden uzaklaştırılıp Kürt toplumu parçalanmak ve güçsüz bırakılmak isteniyor. Bu amaçla Dersim, Malatya, Maraş, Sivas, Bingöl’deki Kürtleri Kürt Özgürlük Hareketi’nden koparmaya çalışıyorlar.

Devamı yarın...

Hiç yorum yok: