9 Temmuz 2011 Cumartesi

Feminizmi Anlamak...


Feminist kadın hareketleri iktidar kıskacından kurtulamadıkları için mücadelelerinde ortaya çıkan duruş, sistem sınırları içinde hapsolma olmaktadır.




Bese ŞİMAL  
 
Günlük yaşamımızda üzerinde en fazla tartışma yürütülen kavramlardan biri de feminizmdir. Bu kavram ekseninde çeşitli yorumlar yapılmakta ve tanımlamalar geliştirilmektedir. Kimilerine göre feminizm, kadınların hak ve hukukunu savunmanın adıdır. Kimilerine göre kadıncılıktır, erkek düşmanlığıdır. Kimilerine göre içinde ahlaki sapkınlığı barındıran, kadının birlikte yaşamasını öngören ve kadın egemenliğine dayanan bir eğilim ve harekettir. Ve kimilerine göre ise feminizm; kadının özgürlüğü için mücadele eden, ekonomik, siyasi, hukuksal olarak kadın erkek eşitliğini savunan, kadın özgürlüğünü bu hakların kazanılmasına indirgeyen, erkek egemen sistemi kadın hakları konusunda duyarlı kılmanın mücadelesini veren kadın hareketlerinin toplam ifadesidir.  Bu açıdan çeşitli akımlardan oluşan feminizm, üzerinde düşünmeye ve tartışmaya değer çok önemli bir olgudur, konudur.

Dünya’da Feminist hareketlerin ilk ortaya çıktığı süreç, 1789 Fransız devrimine denk gelen bir süreçtir. Feminist hareketlerin sönükte olsa ilk belirişi aydınlanma ve Rönesans sürecine dayansa da örgütlü, disiplinli ve etkili biçimleriyle Fransız devrimi sürecinde ve sonrasında karşılaşıyoruz. Bu anlamda feminist hareketleri, 18. yüzyılın sonları ile 19. ve 20. yüzyıllara damgasını vuran sistem karşıtı hareketlerden biri olarak değerlendirmek gerekiyor. Feminizm Avrupa başta olmak üzere genel dünyada kadının bilinçlenmesinde, aydınlanmasında ve örgütlenmesinde önemli bir rolün sahibi olmuştur. Kadında belli oranda cins ve tarih bilincini geliştirmiş, erkek egemen zihniyet ve sistem sorgulamasını yaratmıştır. Feminist hareketlerin verdiği mücadele ile kadın, çeşitli hukuksal kazanımları elde etmiştir. Bu hakları kazanma uğruna çok büyük direnişler sergilenmiş ve çok büyük bedeller verilmiştir. Ancak maalesef Feminist hareketler bütün bu mücadelelere rağmen kadını iktidar-devlet sisteminin ve erkek egemenliğinin denetiminden ve etkisinden çıkaramamışlardır. Bu noktada sorulması gereken temel bir soru şudur; Kadının bunca yüzyıllık direnişi neden eşit ve özgür bir yaşamı ortaya çıkaramadı? Erkeği egemen erkek olmaktan, kadını ise köle kadın olmaktan kurtaramadı?

Feminist kadın hareketleri iktidar kıskacından kurtulamadıkları için mücadelelerinde ortaya çıkan duruş, sistem sınırları içinde hapsolma olmaktadır.  Kadının özgürlüğü için mücadele yürüten kadın hareketleri şunu derse; erkek iktidarı eşitsizlik yaratıyor, kadın iktidarı yaratmıyor. Erkeğin tek başına iktidar oluşu eşitsizlik yaratıyor ancak kadınla iktidarı paylaşması eşitsizlik sorununu çözüyor.  Bu söylemin ve eylemin kendisi feminist kadın hareketlerinin en büyük yanlışı, yanılgısı ve trajedisi olmuştur. Fikirle zikir bir olunca da erkek egemenliğinin en yoğunlaşmış biçimi olan kapitalist modernitenin değirmenine su taşımanın ötesine geçilememiştir.

Diğer yandan ise cins sorunu toplumsal sorunlardan ayrı ele alınmayacak kadar büyük bir toplumsal sorunlar yoğunluğudur. Cins sorunu sadece kadının sorunu değildir. Erkeğin ve tüm toplumun en başta gelen sorunudur. Bu sorunu ortaya çıkaran erkeğin iktidarı ise, o halde çözümü de kadının ve erkeğin özgürleşmesinde görmek gerekir. Gerçek şu ki; iktidar, kan hücresi gibi sürekli kendisini çoğaltan canlı bir olgudur. Mevcut durumda bu olgu kendisini tüm topluma yaymış durumdadır. Kadın özgürlük hareketleri kendilerini toplumdan yalıtıp toplumsal özgürleşmeyi önemsemedikleri müddetçe asla başarılı olamazlar. Kadın cinsi bu toplumun dışında ayrı bir gezegende yaşayamayacağına göre o halde toplumsal özgürleşmeyi de kendi programının ve mücadele stratejisinin temeli haline getirmek durumundadır. Erkek egemenliğine dayanan cinsiyetçi bir toplum çok güçlü bir ideolojik, siyasi, sosyal, ekonomik, ekolojik, demokratik mücadele verilmeden kadın erkek eşitliği ve özgürlüğü temelinde dönüştürülemez. Erkeğin ve toplumun dönüşümünden kopuk bir mücadelenin başarı şansı asla olamaz. Hiç şüphe yok ki bu mücadelenin yol açacağı tek sonuç, egemen erkeğin, cinsiyetçi toplumun, iktidarcı sistemin sınırlarında seyretmek olacaktır. 

Feminizm kendi içinde çeşitli akımlara ayrılsa da çok derin farklılıklardan bahsetmek zordur. Feminizmi biraz daha yakından tanımak açısından feminist akımları kısa da olsa ele almak gerekir.
Liberal feminizm: Liberal feministler kadınların seçme-seçilme, oy kullanma, eğitim görme haklarını esas alarak bir mücadele içerisine girmişlerdir. İktidar-devlet sistemini doğası boyutuyla sorgulayıp aşma perspektifi oluşturma yerine, sistemi değiştirmeden sistem sınırlarında bazı iyileştirmeler ve reformlar geliştirme arayışında ve çabasında olmuşlardır. Ekonomik bağımsızlığı sağlamak için kadını kamusal alana yönlendirmişlerdir. Liberal feministler liberal teorinin kadına eşitlik ve özgürlük getireceğine inanarak bir bakıma kapitalist moderniteyi ilerici görmüşlerdir. Esas olarak liberal ideolojinin etkisi ile içine girdikleri durum, ciddi bir özgürlük yanılsaması olmuştur. Erkek ile aynı haklara sahip olmayı özgürlük sanarak –niyetsel olup olmaması o kadar önemli değildir- erkek egemenliği-iktidarı ile uzlaşma mücadelesine girmişlerdir. Son noktada ise uzlaşarak sisteme katkı sunmuşlardır. 

Sosyalist feminizm: Cins sorununa sınıfsal yaklaşan bir akımdır. Kadın ile işçiyi aynı kefeye koyarak ikisi de ezilendir deyip, kadının kurtuluşunu işçinin kurtuluşunda görmektedir. Kurgu şunun üzerinedir; Proleter ile yan yana ortak bir mücadele proleteri iktidar yapacak ve tüm toplum gibi kadın da kurtulacaktır. Sosyalist feministlerin hâkim anlayışı, toplumun kurtuluşunu işçinin kurtuluşunda gören, kadının kurtuluşunu ise toplumun kurtuluşunda gören bir anlayıştır. Sosyalist feministlerde köklü bir iktidar ve devlet sorgulaması olmadığı için işçinin elindeki iktidarı ve devleti olumlayan bir yaklaşım vardır. Ayrıca tarihin ana çelişkisi olan cins çelişkisini sınıf çelişkisinin gerisine itmek en temel yanılgılarından birisi olmaktadır. Bu akımın ideolojisi proleteryanın iktidarına dayanan reel sosyalist bir ideolojidir.  

Radikal feminizm: Cins sorununa sınıfsal ve liberal yaklaşımları eleştirmiş, ataerkil sistem ve iktidar çözümlemelerini daha güçlü geliştirmişlerdir. Toplumsal cinsiyetçilik kavramını öne sürerek erkek zihniyetini ve sistemini daha geniş bir pencereden ele almışlardır. Radikal feministler kadına dayatılan politik ve örgütsel kalıpları yıkarak kadın mücadelesinin kitleselleşmesinde önemli bir rolün sahibi olmuşlardır. Ancak bu akım içerisinde çeşitli entelektüel kesimleri kapsayan marjinal eğilimler de ortaya çıkmıştır. Bu eğilimler derinleşerek sapma düzeyine varmıştır; Çocuk yapmanın kadını erkeğe bağımlı kıldığı bunun aşılması için erkeğin vücuduna da dölyatağı yerleştirilmesi gerektiğini savunanlar dahi çıkmıştır. Yine ataerkil sistemden kopuşun çözümü olarak lezbiyenliği savunan kesimler ve eğilimler ortaya çıkmıştır. 

Radikal feminizm kadın özgürlük mücadelesini önemli bir aşamaya taşısa da özgür yaşam alternatifini geliştirememiş, egemen sistemi aşmamış ve ortaya çıkan çeşitli eğilimler ise hareketi parçalamış ve etkisiz kılmıştır. 

Anarko feminizm: Anarko feministler anarşist ideolojiyi esas almışlardır. Bundan yola çıkarak devlet, iktidar başta olmak üzere insan ilişkilerinde ve kadın erkek ilişkilerinde üst-alt anlayışını kabul etmeyerek tüm otoriteleri reddetmişlerdir. Toplumun dişileştirilmesini savunarak işbirliğine, paylaşıma dayalı otoriteden uzak bir yaşamı öngörmüşlerdir. Anarko feministlere göre, ideolojilerin, devletin, dinin, geleneklerin, medyanın tahakkümü, tümden kadınlar üzerindedir. Ataerkil değerler hiyerarşilerle korunduğu için hiyerarşiyi yıkmak esastır. Kadın özgürlüğü ve eşitliği için bireyin özgürleşmesini esas almışlardır. Birey özürlüğünü cins özgürlüğü ile paralel ele almamak Anarko feministlerin en büyük yanılgılarından biri olmuştur. Bu yaklaşım onları bireyciliğe savurmuş, bireysel özgürlük anlayışını ön plana çıkarmıştır. Otoriteyi tümden reddediş ve alternatif sistem ve yaşam projeleri geliştirmeyişleri etkili bir örgütlülüğü ortaya çıkaramamıştır. Bu durum çok temel noktalarda sorgulama ve yaklaşım geliştirmelerine rağmen onları oldukça etkisiz ve güçsüz bırakmıştır. 

Eko feminizm: Kadın özgürlük mücadelesinde ekolojik yaklaşımı esas alan bir akımdır. Eko feministler, erkeğin kadını doğaya benzettiğini ve doğayı sömürdüğü gibi kadını da sömürdüğünü savunmuşlardır. O açıdan erkeğin kadın üzerindeki tahakkümünü aşmak için aynı zamanda doğa üzerindeki tahakkümünü de aşmanın esas olduğuna inanmışlardır. Eko feministlerin politik sahadan uzak durmaları onların egemen politikan etkilenmedikleri anlamına gelmediği gibi kendilerini etkisiz ve marjinal de bırakmıştır. 

Varoluşçu feminizm: Bu akım, kadınların sistem dışında olduğunu ve sistem tarafından ezildiklerini, öteki görüldüklerini savunmuştur. Kadının öteki durumunu görmesi onu umutsuzluğa götürmektedir. Bu akıma göre kadın nesne olmayı reddederse onu nesne göreni de kendisini farklı görmeye zorlayacaktır. Bunun için kadın akılcı ve eleştirisel yönünü geliştirmelidir. Gerçek şu ki beş bin yıllık bir sistem sadece akılcılığı ve eleştiriselliği geliştirmekle aşılamayacak kadar köklü ve çok kapsamlı bir olgudur. 

İslami feminizm: Kadın ve erkek eşitliğinin dine uyumlu bir tarzda sağlanabileceğini savunan bir akımdır. Müslüman toplumlarda kadının siyasal, sosyal ve ekonomik haklara sahip olması için mücadele eden bir harekettir. İslami feministler talepleriyle modernitenin dışına çıkamamakta ve İslami kimliği temel kimlik olarak ele almaktadırlar. Cins sorununa yaklaşımları liberal, uzlaştırıcı bir çerçeveyi aşamamaktadır. Egemen-cinsiyetçi sistem ve toplum zihniyetinin esasını oluşturan din, sosyolojik bir yoruma tabi tutulamamakta, aksine var olan bağımlılık liberal yorumlarla pekiştirilmektedir. Özel erkek, toplum erkeği ayrımına gidilerek egemen zihniyet görmezden gelinmektedir. Bu durum kadının erkeğin özel mülkiyeti olduğu algısını kadın yoluyla pekiştirmektedir.   
 
Kısaca daha benzer çeşitli eğilim ve akımlar olsa da belli başlı akımlar yukarıda özetlemeye çalıştığım gibidir. Hepsinin ortak noktaları da kadının özgürlüğünü amaçlayan bağımsız bir ideolojiye, felsefeye ve örgütlülüğe dayanmamalarıdır. Var olan ideolojilere eklemlenerek verilen bir mücadele, kadında doğru bir özgürlük algısı geliştirmediği gibi onu özgürlük adına tekrardan sistemin içine çekmekte ve sistemin kontrolüne sokmaktadır. 

Feminizme ilişkin Önder Apo’nun şu belirlemeleri konuyu çok güzel özetler niteliktedir; ‘‘ Feminizm kavramı Türkçesiyle kadıncılık hareketi anlamında kadın sorununu tam nitelemekten uzak olup, karşıtı erkekçilik olarak tasarlandığından daha da kısırlığa götürebilir. Sanki sadece egemen erkeğin ezilen kadınıymış gibi bir anlamı yansıtmaktadır. Hâlbuki kadın gerçekliği daha kapsamlıdır. Cinsiyetin ötesinde kapsamlı ekonomik, sosyal ve siyasal boyutları olan anlamlar içermektedir... Kadının sınırları kolay belirlenemeyen bir sömürge statüsünde tutulduğu anlaşılmak durumundadır. 

Tüm bilimlere olduğu gibi sosyal bilimlere de damgasını vurmuş erkeklik söyleminde de kadından bahseden satırlar, gerçekliğe hiç dokunmayan propagandatif yaklaşımlarla yüklüdür. Kadının gerçek statüsü bu söylemlerle tıpkı uygarlık tarihlerinin sınıf, sömürü, baskı ve işkenceyi örtbas etmesi gibi belki de kırk kez örtülmektedir. Feminizm yerine Jineoloji ( kadın bilimi) kavramı amacı daha iyi karşılayabilir... Feminizmi de kapsayan kadın bilimine dayalı kadının özgürlük, eşitlik ve demokratik hareketi, açık ki toplumsal sorunların çözümünde başat rol oynayacaktır.’’

Önder Apo gündemimize kuşkusuz çok yeni bir kavram koymaktadır. Bu durum kadın özgürlük mücadelesinde çığır açıcı bir adımı ifade etmektedir. Kadın, toplumun sadece fiziki olarak yarısını veya yarısından fazlasını oluşturmuyor. Kadın aynı zamanda toplumun ve toplumsal doğanın temel anlam gücüdür. Toplumsal yaşama anlam ve değer katan esas güç, kadının maddi ve manevi dünyasından süzülerek maddi ve manevi kültür gerçekliği kazanan kadın doğasıdır. Toplumsal doğayı bundan uzak tanımlamak onu doğru tanımlamamaktır. Bu açıdan kadın doğası doğru tanımlanmadan toplumsal doğayı doğru tanımlamak mümkün değildir. Kadın zihinsel, ruhsal, duygusal, fiziksel, sosyal, siyasal, ekonomik olarak neden, nasıl sömürgeleştirilmiştir? Bu soruya tam ve doğru bir cevap verilmeden kadın doğasını anlamak söz konusu olamaz. Bu anlaşıldıkça erkek egemenlikli sömürgeci zihniyet ve sistem de derinliğine anlaşılmış olacaktır. 

Kadını toplumda yer edinmiş, ana, eş, sevgili, namus, statüleri içinden çıkararak ele almak gerekir. Bu noktada cinsellik ve aşk olgularının hakikate göre ele alınıp çözümlenmesi ve yeniden tanımlanması oldukça önemlidir. Erkek iktidar sistem tarafından doğal bir soy sürdürme, toplumsal doğayı-yaşamı devam ettirme eylemi olan cinsellik, kadını sömürgeleştirerek tüm toplumu sömürgeleştirmenin temel bir iktidar silahı haline getirilmiştir. Aşk yalanlarıyla bu silah daha da etkili kılınmış, ortaya vahşet bir kadın soykırımı çıkmıştır. Erkek iktidar sistem, sömürgeci ve vahşi karakterini aşk maskesi takarak örtbas etmeye çalışmış ve çalışmaktadır. Bu biçimde beş bin yıllık tecavüz kültürünün üstü örtülmektedir. Kapitalist modernite ile daha da tırmanışa geçen, tecavüz, cinayet, dayak, küfür, şiddetin her biçimi sevgi ve aşk sözcükleri ile karanlıkta tutulmaya çalışılmaktadır.  Kapitalizm hiçbir dönemde olmadığı kadar kadını kapsamlı bir sömürgeleştirmeye tabi tutmaktadır. Önder Apo’nun ifadesiyle ‘‘Tüm emeklerin anası, ücretsiz emeğin sahibi, en düşük ücretli işçi, en çok işsiz, erkeğinin sınırsız iştah ve baskı kaynağı, düzenin çocuk doğurma makinesi, yetiştirme ebesi, reklam aracı, seks-porno aracı vb.’’ Bu ifadeler kadının sömürgeleştirilme düzeyini ve kapsamını çok çarpıcı ortaya koyduğu gibi kapitalist sistemin korkunçluğunu ve azılı kadın düşmanı karakterini de çok net gözler önüne sermektedir. 

Günümüzde kadın, hukuki eşitlik mücadelesinde ileri bir noktayı yakalamıştır. Ancak tehlikeli olan şu ki, bu eşitlik anlayışının içeriği boş kalmış, biçimsel bazı uygulamalarla kadını sistem ile uzlaşmaya çekmiştir. Kadını erkek egemen iktidar sistemi ile uzlaştırmıştır. Görünüşte kadın erkekle, insan hakları, siyasal, sosyal, ekonomik haklar bakımından eşit gibidir. Peki, işin özü gerçekten öyle midir? Acaba en büyük kandırma burada gizli değil midir? İşte yine bütün bu konular jineolojinin araştırma ve çözümleme kapsamına giren konulardır.

Kısacası iktidar uygarlığının ürettiği tüm toplumsal sorunların aşılmasında cins çelişkisinin çözülmesi ana çözüm durumundadır. Kadının özgürlüğü, eşitliği, demokratik siyaset yapma hakkı, kendisiyle ilgili tüm ilişkilerde söz ve irade hakkı tam sağlanmadan toplumsal özgürlük mümkün değildir. Kadın ahlaki politik yani demokratik toplumun esas gücünü oluşturmaktadır. Kadının yaşamla, toplumsal ve fiziki doğayla bağı, erkeğe oranla çok daha fazla gelişkindir. Bu kaynağını kadının gelişkin duygusal zekâsından almaktadır. Kadının irade kazanıp özgürleşerek duygusal zekâsı ile analitik zekâsını birleştirmesi, ahlaki politik toplum kültürünü geliştirecek ve bu kültürü tüm topluma hâkim olan bir kültür haline getirecektir. 

Ekonomi de Jineoloji kapsamına giren konulardan biridir. Tarihte ekonomi kadına ait bir faaliyet iken, egemen erkek ve devlet iktidarı bunu kadının elinden almıştır. Tefeci, tüccar, para, faiz, sermaye ekseninde ekonomi üzerinde tam bir iktidar tekeli kurulmuştur. İktidar-devlet sistemi gasp ve hırsızlıkla gün gün sermayesini arttırırken gerçek ekonomi sahibi olan kadın ise tam bir sömürü nesnesine ve dilenciye dönüştürülmüştür. Ev yasası anlamına gelen ekonomi, yeniden gerçek sahiplerinin eline geçmek durumundadır. Bunun için de kapsamlı bir bilimsel,  teorik çalışmaya ve mücadeleye ihtiyaç olduğu kesindir. 

Jineolojik çalışma kadının gerçek doğasını ve sömürgeci erkek iktidar sistemin karakterini çok net bir biçimde ortaya çıkaracağı gibi, kadının eşitlik, özgürlük, demokratik mücadelesinde çok güçlü bir çözüm perspektifini de ortaya çıkaracaktır. Ortak perspektif ile tarihe bakan kadınlar, birlik olmanın önünde hiçbir engel ile karşılaşmayacaklardır. Ortak bir kurtuluş ideolojisi ve felsefesi ekseninde bir araya gelip, küresel çapta demokratik bir kadın hareketi düzeyine ulaşarak yeni bir toplumsal sistemin inşacıları olacaklardır. Ve yaşam kadınların ellerinde yeniden kendi hakikati ile buluşacaktır. Yaşamın her yerinden anlam fışkıracak ve her anlam damlası, bütün insanların yüreğini mutluluk ve sevinçle dolduracaktır.

Hiç yorum yok: