29 Temmuz 2011 Cuma

Brüksel Yolculuğu ve Heci Ehmedi’nin Anlattıkları


Dr. Fahrettin Adsay’la, hafta sonu, NATO ve Avrupa Birliği merkezi, Belçika Krallığının başkenti Brüksel’e tren yolculuğu yaptık. Tren dolu, herkes toplumsal terbiye gereği yanındakiyle fısıltılı konuşup, elindeki kitaba, gazete ya da dergiye döndüğü için bulunduğumuz vagon, kimse yok sessizliğindeydi.

Köln-Brüksel hattında, vagona yerleşen Türklerin elinde kitap, gazete ya da dergi görülmedi. Yüksek oktavlı „sohbetlerini” herkes dinledi. Anlayanlar, kişisel ve ailevi bütün sırlarını öğrendi. 
Hemen yanımızdaki koltukta, esmer, kalın enseli bir Türk oturuyordu. Annesini gömmüş, mezarlıktan yeni dönmüş gibi asık yüzlüydü. Telefonu sıkça çalıyor, ya da kendisi arıyordu, birilerini. Davudi sesinden yayılan, „ayağına gitme, o pezevengin. İki bin Euroyu getirsin”, „sonrasını kendisi düşünsün”, „o dümbüke söyle, ben adamı pişman ederim” cümlelerini, en uzaktakiler duydular. 
Dr. Fahrettin Adsay, „bu da vatansever Türk Mafya şefi olmalı” dedi.
Bilet konrollerinde, TC’de alışık olduğumuz, „biletimi kaybettim abicim, elini ver öpim. Bu defa affet” diyeni duymadık, görmedik.
Kontrolsüz sınırlar geçip, üç bölgeli Federal Beçkika Krallığına girdik. Ülkede üç ayrı resmi dil var. Felemenkler Flenemçe, Valonlar Fransızca ve Almanlar da Almanca.

TC’deki gibi kimse, telefonla farklı dille konuşanın linç etmeye kalkışmıyor. Öte yandan, Felemenklerle Valonlar, ayrı birer devlet olma mücadelesinde. Ama Kraliyet ordusu TC’de alışık şekliyle, bir yerleri yerden ve havadan bombalamıyor. Mevzilerde, kum torbaları gerisinde parmakları tetikte adamlar, sağa, sola ateş eden polis ve asker de yoktu.

Tuhaf bir medeniyetti, bu. NATO ortağı TC’den de esinlenmemişlerdi. Mesela, onca ayrılık çabasına rağmen,  köyler yakmıyor, ortalığı kan, revan bırakmıyor, sivil giydirilmiş adamlar, „ben galeyana geldim abi” naralarıyla talana çıkıp, insan gırtlaklamıyor, hapishaneler leba leb doldurulmuyordu.

Trenden inince bir taksiye binip, Kürdistan Ulusal Kongre (KNK) binasına gittik. Kürdistan devriminin sürgündeki üç Kürt lideri KONGRA-GEL Başkanı Remzi Kartal, PJAK lideri Heci Ehmedi ve KNK’nin bir dönem önceki Başkanı Zübeyr Aydar’la randevumuz vardı.

Taksi şoförü esmer biriydi. „Türk” zannettik. Değilmiş. İstanbul’daki gibi „abicim ben karşı tarafta taksiciyim, buraları bilmiyorum” kurnazlığıyla bizi soymaya kalkışmadı. Bizi, kestirmeden şehrin merkezindeki, tarihi KNK binasına götürdü. 

TC’nin „ileri demokrasi” ile İran’ın „İslam cumhuriyeti”nin terörüne karşı polis koruması altında olan Kürt liderler, Kartal, Ehmedi ve Aydar’la sohbet maratonumuz bazen hüzün bulutlanmaları, bazen kahkaha patlamalarıyla akşam yemeğinde de devam ederek, gece saat 02.00’ye kadar sürdü.

Konuşulan konular arasında, bir bilinmeyen yoktu. Fakat Amerika, İran’la resmen ilan edilmemiş savaş halinde, bir yandan İran’ın Kandil Dağlarına taarruzuna derin sessizliğiyle, „gayri resmi müttefik” portresi çiziyordu. Heci Ehmedi’ye „neler oluyor?” diye sordum. Bir zamanlar dağlarda İran ordusuyla savaşmış, yıllardır sürgünde yaşayan, saçları, kaşları apak gerilla lideri, „şaşılacak bir şey yok, yeni konsept meselesi” diye gülümsedi.

 „Konsept” hem kimin eli, kimin cebinde belli değil nitelikte karışık, hem de Ortadoğu kurnazlığı çemberinde zelal, açıktı. TC, dünyanın neresinde olursa olsun, Kürtler güneş yüzü görüp, gülmemesin hastalığından mustaripti. Onun için, „senin düşmanına düşmanım” diyen Amerika, sonra „gel beraber ortak düşmanımızı ezelim” söylemli İran tarafından kandırılıp, oradan buraya sürüklenerek, çıkar oyunlarında kullanılıyor, zeka çapı dar olan kimileri de, „biz dünya devleti, bölgesel güç olduk” diye seviniyordu. Bu sevinç yettiği için kimse, ne kaybettiğinin farkında değildi, o zekayla...
Misal, Amerika „sen bana, ben de Kürtler konusunda sana” diyerek, TC’yi Libya bataklığına sürmüş, onbinlerce kişinin ekmeğini berbat etmişti. Amerika ardından, Suriye’ye el atınca, „gel beraber oradaki Kürdistan’ı darmadağın edelim” çağrısıyla, düne kadar ortak Bakanlar kurulu toplantısı yapacak kadar içli dışlı olduğu Suriye’ye, bir sabah aniden düşman kesilmiş, oradaki ekmeğinden de olmuştu.
Heci Ehmedi anlatıyordu:

„TC, Amerika’nın bölgedeki muhafız gücü, ama Kürt korkusu uykularını kaçırdığı için şakın. İran, Suriye’den sonra sıranın kendisine geleceğini biliyor. Onun için, TC’yi Amerika’nın kucağından alıp, yanına çekmek için, „İran rejim yıkılırsa burada da Kürdistan kurulur, gelin beraber Kürtleri ezelim” diyor. TC, bunun üzerine „bak İran düşmanımla savaşıyor” deyince Amerika sessiz kalıyor. Aynı Amerika, sadece TC’nin ağzına şirinlik vermiş görünmek için, İran’la savaş halinde olan PJAK’ı da kara listeye almıştı.“

Konsept, buydu. Her biri kendini akıllı sanıp, karşı tarafı kandırıyor, günü kurtarıyordu. Amerika, sadece TC’ye şirinlik olsun diye, banka hesabı nedir bilmeyen Kürt liderlerinde Amerika’daki „qeşomaşo” mal varlığına da el koyma kararı almıştı.

Heci Ehmedi devam ediyordu:
„İran, TC eliyle Amerika’yı suskun tutup, Kandil Dağları üzerinden Federal Kürdistanı istila ve ele geçirmek istiyor. TC, pay verileceği hesabıyla yardım ediyor. Federal Kürdistan yönetimi de, oyunun farkında. Ama gerilla direnişini kırmaları, dünyanın bir imkansızıdır.”
AHMET KAHRAMAN
akahraman61@hotmail.com

Hiç yorum yok: