30 Temmuz 2011 Cumartesi

AKP ile TSK'nın Hegemonya Salvoları


Bir ülkede, askeri bürokraside yaşanan istifaların, bu denli ciddi bir sistem krizi olarak algılanması, o memlekette demokrasi olmadığının en açık göstergesidir. En ufak demokratik hak taleplerine karşı şiddet uygulamaktan imtina etmeyen bir iktidarın, ülkenin silahlı kuvvetlerinde demokratik bir yapılanmaya gittiğini düşünmek yanıltıcı olur. Sivil yaşamı, kendi partisinden başlayarak demokrasinin kurumsallaşması için hiç bir çaba serf etmeyen AKP'nin orduyu ”demokratikleştirme” iddiası Recep Tayyip Erdoğan'ın otokratik eğilimlerinin güçlendirilmesinde öte bir anlam ifade etmiyor. Tebasının kendisini, ”kutsal” ilan etmesine göz kırpan Başbakan'dan demokrasi beklemek ne kadar gerçekçi olabilir.

Bu nedenle, hiçbir dönem kamuoyu baskısını bir ölçü olarak almayan TSK kurmaylarının istifa gibi pasif bir yolu seçmelerinin altında yatan, iç dengelerden ziyade dış dayatmaların bir sonucu. NATO'nun en büyük silahlı güçlerinden biri olan TSK'da bu düzeyde bir tasfiyenin yaşanması, Kuzey Avrupa Paktı'nın da bu durumdan bir rahatsızlık duymadığı biçiminde yorumlanabilir.

Geçmişte, siyasal iktidar ve silahlı kuvvetler aynı rejim çatısı altında uzlaşabiliyorlardı. Siyasi erk ile TSK arasında farklılaşmalar olsa da, kol kırılıp yen içinde kalıyor, taraflar sistemin dışına çıkmıyordu. Ancak bugün iktidar partisi ile silahlı kuvvetler aynı ”rejim” konusunda hem fikir değiller. Bu nedenle genelkurmay başkanının ve kuvvet komutanların istifası ile ”restleşme” gibi uç dışa vurumlarla karşılaşıyoruz.

Türk basınında yer alan, ”AKP'nin demokratikleşme kaygısıyla darbeye teşebbüsle suçlanan generallerin ve diğer subayların hemen ordudan ihracı ve balyoz sanığı 14 generalin de emekliye sevkini istiyordu, Genelkurmay'ın ise ya beraat ederlerse diye buna karşı çıkıyordu. Hükümet diretti, asker de tepki verdi” yorumları gerçeği perdelemekten başka bir anlam içermiyor.

Geçen yıl YAŞ'ta halının altına süpürülen iktidar kavgası bugün yaşanan istifaların zeminin oluşturdu. Burada temel meselenin demokrasi olmadığı açık. Yeni rejim tarifinde üzerinde anlaşmaya varılmayan tek başlık demokrasi gibi görünüyor. Kavganın temelinde yatan, yeni demokratik bir rejim değil, ”yeni rejimin” güçler dengesidir. Hegemonyanın el değiştirme kavgasıdır. Kürdistan'daki savaşta başarılı olamayan ordu kademesinin tasfiye edilmesidir.

Demokratikleşmenin kurumsallaştırılması yerine, erke dayalı, ”demokrasi” kavgası AKP ile TSK'nın kurmay heyetini karşı karşıya getirdi. Uzun süredir derin bir sistem krizi içinde olan Ankara, ”yeniden yapılanmayı” başaramıyor. Kamuoyu demokratikleşmenin tamamlanmasını beklerken, AKP ile TSK'nın, iktidarın üleşilmesi üzerinde anlaşmaya varamamaları Genelkurmay karargahında istifalara neden oldu. Genelkurmay başkanı düzeyinde dışa vurulan tepkinin TSK'nin en alt kademelerine kadar sirayet eden bir tepkinin göstergesi olduğu açık. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde TSK'dan farklı kademelerde tepkilerin gelmesi de muhtemeldir. Kendini devletin sahibi aslisi olarak gören ordunun demokrasiye olan ”bağlılığı” malumumuzdur.

Tüm siyasi teamüller hiçe sayılarak, seçilen milletvekillerinin vekilliklerinin gasp edilmesi, cumhuriyetin kurucu partisi olma sıfatının yanı sıra siyasal tarihinde eylem geleneği olmayan CHP'nin yemin etmeyerek meclisi protestosu, sitem krizinin bir başka uç verişiydi.

TSK'nın, ”vesayetini demokratik teamüllerle normalize edeceğiz” derken, kendi sivil hegemonyasını kuran AKP'nin, 12 Haziran seçimlerinde yüzde 50 oyla elde ettiği ”gücü” demokrasinin önüne geçiyor.

Ordunun sivil siyasetin emrinde ve denetiminde olması gelişmiş demokrasilerin olmazsa olmaz gereklerinden biridir. Silahlı gücün, demokratik teamüllerin gereği savunma bakanlığına bağlanması da bunun idari gereğidir. Ancak, silahlı kuvvetler demokratik mecrasına çekilirken, demokrasi yerine sivil oylarla pekiştirilen bir otokrasinin denetimine giren silahlı kuvvetlerin muhalif güçler açısından eskisinden daha tehlikeli bir pozisyon alması kaçınılmazdır. Askerin, antidemokratik uygulamalarının yüzde elli oyla kendisini kuşatmış, megolomanisi iyiden iyiye bilenmiş bir otokratın perdelemesi ile her zamankinden daha tehlikeli süreçlerin yaşanmasına zemin hazırlayacaktır.

Sekiz yıllık iktidarı boyunca Gülen Cemaati'nin de desteği ile polis gücünü kamu güvenliğinden ziyade, ikinci silahlı güç olarak yedekleyen AKP'nin, TSK üzerindeki operasyonu da bu bağlamda ele alınmalı. AKP poliste olduğu gibi TSK'da da Gülen Cemaati'nin desteği ile giriştiği operasyon, demokrasinin kurumsallaşması bir yana, mevcut engelli demokrasinin de infazı tehlikesini doğurur.

Cumhurbaşkanlığı ya da yarı başkanlık sistemi ile Çankaya Köşkü'ne çıkma süreci daralan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, demokrasinin kurumsallaşması yerine kendi iktidarını pekiştirecek bir modeli dayatıyor.

Halen 43 amiral ve generali darbe hazırlığı içinde olma iddiası ile tutuklu bulunan bir ordunun üst kademesinde yapılacak görev değişikliği ile demokratikleşmesini beklemek saf dillilik olur. Burada amaç demokrasiden çok silahlı kuvvetlerin iktidar partisinin denetimine geçmesidir ki bu tüm muhalif güçler açısından endişe vericidir.

Mehdi Atay

Hiç yorum yok: