7 Haziran 2011 Salı

Seçim İzlenimleri - Hakkari

Colemêrg, Başbakan'ın "asabını bozan" şehir. "Kasımpaşalı kabadayılık" Bölge'de artık sökmüyor. Ama asıl önemlisi, Erdoğan'ın "halkı zorla evlerine kapadılar, kapamasaydılar, hepsi benim mitingime gelirlerdi" diye sayıklaması. Yaşlı bir kadın Kürtçe yanıt veriyor ona: "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, Başbakan'ın ampulü 12 Haziran'a kadar yanmış olacak. Sonra sönecek. Ortalık Kürdün 'güneşiyle' aydınlanacak..."
Selahattin Demirtaş'la sohbet ediyoruz. "Herhangi bir yerde yüzde yetmiş, seksen oy alabilirsiniz. Bunun anlamı, halkın sizin programınızı desteklediğidir. Doğaldır böyle bir birlik. Ama Hakkari'de durum farklı. Burada aşiret bağları, Urfa ve Mardin gibi kentlerden farklı. Topraktan çok kan bağına dayanıyor. Bir bakıma yirmiyi aşkın aile, iki bölükte iki büyük aşiret oluşturuyor. Bunlar tarih boyunca birbirleriyle savaşmışlar. Devlet onları birbirine kırdırmış. Örneğin İsmail ağa (Özbek) isyan ettiğinde, Zeydanlar gidip devletle anlaşmış. Ama işler değişti. BDP İl Başkanı olan Orhan Koparan Zeydanların bölgesinden. Kendi geleneğine sırt çeviren Muttalip Özbek'e karşılık, Fevzi Özbek şimdi bağımsız adayların yanında. Ve Hakkari'de bizim oylarımız gösteriyor ki, geçmişte paramparça olmuş, aşiret kavgalarıyla acı çekmiş Hakkari halkı, kendi kimliği, dili ve örgütü etrafında birleşiyor. Bu yepyeni bir olgudur. İki yüz yıllık aşiret kavgalarına, düşmanlıklarına son verdik."

Sokakta kime sorsanız, diyorlar ki, "bir tarafta Necip Zeydan, diğer tarafta Hakkari. Hem Zeydan'a oy vermek, hem de Hakkarili olmak mümkün değil..." Halk meseleyi böyle koyuyor. Burada seçimin hal-i pür melali Başbakan açısından tastamam böyle... O Hakkarililer yerine Zeydan'a ipini bağlamış. İp de çok çürük çıkmış. 12 Haziran'da kopacak...


Ortalık Kürdün 'güneşiyle' aydınlanacak


Hakkari Başbakan'ın "asabını bozan" şehir. "Kasımpaşalı kabadayılık" Bölge'de artık sökmüyor. Ama asıl önemlisi, Tayyip Erdoğan'ın "halkı zorla evlerine kapadılar, kapamasaydılar, hepsi benim mitingime gelirlerdi" diye sayıklaması. Referandumda da Hakkari halkı yine evlerine kapanmıştı. O zaman da Başbakan aynı iftirayı savurmuştu.


Şimdi seçim zamanı. Sandıklar kurulacak. Halk "evlerinden çıkacak", "sandık başına" gidecek. Oylarını verecek. Nasıl bir sonuç çıkacak? AKP mitingine ve referanduma katılmayıp evlerine kapanan kadar oy çıkarsa ne olacak? AKP'nin başı "halkı zorla evlerinden çıkarttılar, zorla sandık başına götürttüler, zorla bağımsızlara oy verdirttiler, öyle olmasaydı, halk evlerinden çıkmaz, sandık başına gitmez, oy vermezdi mi diyecek?


Soruma yaşlı bir kadın Kürtçe yanıt veriyor, tercüman çeviriyor (Hakkari'de artık her Türk yanına bir tercüman almalı.) "Yalancının mumu yatsıya kadar yanar, Başbakan'ın 'ampulü 12 Haziran'a kadar yanmış olacak.' Sonra sönecek. Ortalık Kürdün 'güneşiyle' aydınlanacak..."


Hakkari'de seçim, aslında Başbakan'ın mitingini boykot eylemiyle ve tutuklamalara karşı onbinlerin dağa doğru yürüdüğü 12 Mayıs'ta yapılıp, bitmiş. Gün görmüş bir BDP'li diyor ki, biz 12 Haziran'da sandığa, 15 Haziran'a hazırlanmak için gideceğiz. Çıkacak oylar hazırlığımızın ve kararlılığımızın ölçüsü olacak, o halde 15 Haziran sonrası için 12 Haziran'da sandık başına..."


Siyabo, Revas, için dağa çıkanlar


Yolda bir grup gençle karşılaştık. Selamlaştık. "Hayrola nerelere böyle?" diye sordum. "Dağa gidiyoruz amca" demezler mi? Aklım karıştı. Sağıma soluma kuşkuyla baktıktan sonra, "bir gören olursa..." diye yavaş sesle konuştum. "Görürse görsün" dediler. "Neden dağa gidiyorsunuz?" diye sordum: "Uçkum, Qorî, Mendi, Siyabo, Peygıcık, Çarşînk, Bike, Kenger filan için" dedi gençlerden biri.


Allah insanı bilmediği bir yerde, bilmediği hadiselerle karşı karşıya getirmesin. Ben "Arkadaşlarınızın intikamını mı alacaksınız?" deyince, bu defa gençler hep bir ağızdan "Sen ne diyorsun amca" diye bağırdılar. "Ot toplamak için dağa çıkıyoruz." Tam o sırada elinde bir demet sebzeye benzer bir şey tutan gençten biri yanımıza yanaştı, "Kürt muzu, 2 lira" dedi.


Kürt muzu ekşimsi bir ot. Buna "gerilla muzu" da diyorlarmış... Kürtçesi Revas.


Çok güzel.


Söz aramızda, insan bu güzel otlar için "dağa çıkar."


Yüksekova'ya AKP'nin 'mazot şantajı'


Yüksekova AKP'nin "ekonomik şantajla" düşürmek istediği bir ilçe. Burası ekonomik olarak "Türkiye metropollerine" bağlı değil. Yani "Türkiye'den bağımsız." Bu "bağımsızlık" bir "ayrılma" değil elbette. Birincisi Türk devleti Hakkari'yi bütün ilçeleriyle birlikte kendi kaderine terk etmiş, yatırım matırım yapmamış; ikincisi, Yüksekovalılar da bakmışlar "Kuvayi Milliye sınırları" içinde onlara ekmek yok; haritadaki Türk-İran sınırını silip başlamışlar "sınırötesi ticaret" işine. Bunların en legali "mazot" alım-satımı. Yıllarca nice Yüksekovalı, İran'a çeyrek depoyla mal götürüp, full depoyla geri dönerek ekmeğini kazanmış. Çünkü mazot İran'da ucuz, Türkiye'de pahalı... Sonra?
Sonrasını ismi lazım değil, bir kamyon şoförü anlatıyor: Yıllarca depomu fulleyip, Türkiye ile İran arasındaki mazot fiyatı farkından yararlandım. Çocuklarımı bu farklı mazot fiyatları sayesinde okutmaya, onların karınlarını doyurmaya başladım. Derken Yüksekova her seçimde kendi kendine oy vermeye başladı. Bunun üzerine AKP birkaç yıldır ekmeğimizi kesti. Şimdi İran'dan döndüğümüzde, depomuza şiş sokuyorlar ve eğer depo full ise mazotumuzu boşaltıyorlar. Buna karşılık Şemdinli'nin korucu köylerinden gelen kamyonlar sınırda kontrol bile edilmiyor. Yani sınır ticareti korucuya serbest, Yüksekovalı'ya yasak..."

Açıyoruz telefonumuzu, Edirneli bir TIR şoförüyle konuşuyoruz. "Bulgaristan-Türkiye sınırında deponuz full ise mazotunuza el konuyor mu?" diye soruyoruz. Şoför şaşırıyor. "Ne diyorsun abi?" diyor. Elbette Trakya'da böyle bir uygulama yok. O halde ne var?


Hem Kürt coğrafyasının bir kesimine karşı ayrımcılık var; hem de Türkiye'nin Batısı'nda gümrük başka, Doğusu'nda gümrük başka... Yani ortada, şu Başbakan'ın dediği gibi "tek" değil, "iki" ülke var.


İşte Adil Kurt ve arkadaşları, biz bu "ikiliğe son verip, birbirinden farklı gümrük uygulayan iki ülkeyi birleştireceğiz ve Yüksekovalıların sınır ticaretinin önündeki siyasi/ekonomik şantaja son vereceğiz" diyorlar.


Haydi bakalım, söyleyin kim Türkiye'yi bölüyor, kim birleştirmek istiyor..?


AKP 'karargahını çökerten' eski CHP'li vekil


Esat Canan'la Bajerge köyünün düğün evinde buluştuk. Halkın ona büyük sevgi ve saygısı var. Şemdinli'de Mutkili Alilerin suikast eylemindeki dürüst duruşu ona duyulan saygı ve sevgiyi arttırmış.
"Geçen dönem ayrı ayrıydık. Ben kendim bağımsız aday oldum. Altı yedi bin oy aldım. Bu defa DTK üyesi olarak halkımı temsil etmek, Kürtlerin ulusal demokratik birliğine katkı sunmak için bana verilen adaylık görevimi, tam da AKP 'karargahı' sayılan bölgede yapıyorum. Başaracağım demiyorum, başardım."

Ona CHP'nin durumunu soruyoruz: "Şemdinli olayları nedeniyle TBMM'de kurulan komisyona, olayın tam içinde olduğum halde CHP beni seçmedi. Askerin baskısı altındaydılar. Şimdi Kılıçdaroğlu bazı olumlu sözler söylüyor. Ama ben, CHP'nin ulusalcı güçlerinin fırsat vermeyeceğini düşünüyorum."


Esat Canan, Şemdinli olayları sırasında bir uzatmalının açtığı ateşten son anda kurtulmuştu.


Kürt parlamenter ahlakı


Selahattin Demirtaş'ın en büyük sorunu "bölge ihlali." Ben hayatımda "Bana sakın oy vermeyin" diye "komşu" bölgelerde propaganda yapan bir başka milletvekili adayına rastlamadım. Demirtaş nerede bir Şemdinlili kendisine yaklaşıp selamlasa, nerede bir Yüksekovalı'yla tokalaşsa, daha hal hatır sormadan "Sakın bana oy vermeye kalkmayın, ben sizin bölgenizin adayı değilim, benim bölgem Hakkari" diyor.


Aynı ilden üç bağımsız adayla seçime girmek kolay iş değil. Çünkü biz, gezdiğimiz (Adil Kurt ve Esat Canan'a oy verecek olan) Yüksekova ve Şemdinli bölgelerinde, özellikle AKP ikinci sıradan aday gösterilen "Mele Kasım"ın, "Bana oy vermeyin, gidin Selahattin Demirtaş'a oy verin" diye kirli bir oyun tezgahladığını çok kişiden duyduk. Zeydan'ı seçtirme umudu kalmayanlar, işte böyle bir oyuna başvuruyor. Buna karşılık, halk gerekli önlemi almış.


Hakkari halkı, Kürt parlamenter ahlakını işte bu kirletilmiş ortamda yaratıyor. Bencillik, kardeşinin oyuna el atma, kendi çıkarı için başkasının seçmenine göz dikme gibi kirlilikler tasfiye ediliyor. Şu anda her aday, diğer iki aday için, "Bana oy verme, bölgendeki adaya oy ver" çağrısı yaparken, işte bu ahlakı oluşturuyor. Oyları kardeşçe paylaşamayan, yaşamı ve nimetleri, sevinçleri ve kederleri nasıl paylaşır? Hakkari'de "paylaşmacı, kolektifçi" duygu işte bu parlamenter ahlakın manevi temelini oluşturuyor.


Bir de Geylani ailesi var. Eski vekil Hamit Geylani, bu defa aday değil. Eski, çıkarcı, feodal, bencil "madem adaylık yok, çalışmak da yok" anlayışını Geylani ailesi yıkıyor. Hamit Geylani BDP Eşbaşkanı oldu ve Eşbaşkan Filiz Koçali ile birlikte o il senin, bu il benim koşturuyorlar. Şemdinli'de onları böyle andığım bir sırada, bir kadın geldi. Tanıştık. İsmi Azade, soyadı Geylani. "Hamit'in neyi olursunuz" diye sordum. Meğer onun eşiymiş. Geylani ailesi bu seçimlerde kolları sıvamış. Azade Geylani henüz Iğdır'dan gelmişti. Köyleri gezmiş. "Pervin Buldan oyları ikiye katladı bile" diye müjdeyi verdi.


İğrenç parlamenter, ahlaksızlık ve bencillik dünyasında bu resim içimizi ferahlatıyor.


Deli delinin halinden anlarmış


Esat Canan'la buluşmak için Bajerge köyüne gitmek üzere Yüksekova'dan hızla yola koyulduk. Birden bir patlama. Servet usta şoför. Arabayı durdurdu. Lastik parçalanmış. Yolda duran büyükçe bir taşa çarpmışız. Biz etrafımıza bakınırken, düğüne giden bir araç, ardından bir kamyon, sonra da bir başka kamyon yardımımıza koştu. Şaşırdık. Hepsi de bizi tanımışlar.


"Verilmiş sadakanız varmış dedi Naim Geçirge. Page köyünden bu genç şunları anlattı: Burada herkesin 'deli' dediği birisi varmış, Adı Abdülmenaf. (Soyadını yazmıyoruz.) Yüksekova'dan Hakkari'ye gitmek istediğinde yoldan geçen araçları durdurmaya çalışıyormuş. Hiç yıkanmadığı için onu arabalara almıyorlarmış. O da kızıp, Hakkari'ye doğru yola çıkıyormuş ve on-on beş metrearalıklarla yola taşları diziyormuş. Biz bu taşa çarpmışız. Geçirge "110 kilometre hızla ucuz kurtuldunuz" diyor.


Tesadüf tam o sırada Abdülmenaf'ın babası da Yüksekova'ya gidiyormuş. Minibüs durdu. Babasıyla tanıştık. Abdülmenaf'a selamlarımızı söyledik. Baba kızmadığımıza çok şaşırdı. İçimden, "Eh, dedim, deli delinin halinden anlar." Bu yaşta Menaf'ın taş dizdiği yollarda akıllının işi ne?


Şemdinli'de seçim iki şehide adandı


Şemdinli'de Seferi Yılmaz'la buluştuk. Seferi yedi canlı. Allah uzun ömür versin. 1984 Şemdinli baskınına katılanlardan. 15 yıl hapis yatıp çıkmış, tam bir dükkan açıp, sivil hayata alışacakken, dükkanı Ergenekoncu askerler tarafından bombalanmış. O hayatını kendi deneyimiyle kurtarmış. Ama Mehmet Zahir Korkmaz orada şehit düşmüş. Ardından da Esat Canan'ın da aralarında bulunduğu kitleye açılan ateş sonucu dört kişi yaralanmış, Metin Korkmaz şehit düşmüş.
Sonra ne olmuş? Öldürülmek istenen Seferi Yılmaz bir yıl daha hapse atılmış. Bomba atanların tümü serbest bırakılmış.

Şemdinli'de Esat Canan'ın seçim bürosundan bir grup arkadaşla çıktık. Hemen yakındaki mezarlığa gittik. İki şehit yan yana yatıyordu.


Şemdinliler diyorlar ki, "Biz Esat Canan'ı Meclis'e göndereceğiz. Onun mazbatasını hukuken YSK imzalayacak. Ama Canan'ın mazbatasını tarihi, ahlaki ve toplumsal anlamıyla iki şehit imzalayacak..."


Şemdinli'de seçim çalışmaları işte bu iki şehide adanmış...

Korucular 'sığınaktan' çıkıyor, halkla buluşuyor

Şırnak'tan beri kimle konuşsak, koruculuk sisteminin iflas ettiğini söyledi. Biraz şüpheyle dinledik. Ne de olsa seçim dönemindeyiz. Korucuların yüzde doksanı bağımsızları destekleyecek sözlerini ambargolu not ettik.


Derken, Hakkari merkezde aday olan Selahattin Demirtaş ve ardından Yüksekova bölgesinde aday olan Adil Kurt ve korucu köylerinde kampanya yürüten Esat Canan da "koruculuk sistemi çöktü" deyince, koyduğumuz ambargodan bu defa kendimiz kuşkuya düştük. Bir gün kaybetme pahasına bu işin peşine düşme kararı verdik.

Bu kararlılıkla yola koyulduk. Sürücü arkadaşa bir tepenin üstündeki taş binanın ne binası olduğunu sorunca, laf lafı açtı, derken bir rastlantıyla yolumuzun üstünde, Yüksekova'nın "işlemeyen" havaalanına yakın bir yerde, yani devletin Beşbulak dediği Dara'da iki korucu sığınağının halk tarafından geçen yıl yıkıldığını öğrendik. Biz gerçeği ararken, gerçek "ayağımıza" değil, "arabamıza" gelmişti.


Geçtiğimiz yıl operasyonlara karşı kitlesel canlı kalkan eylemi sırasında, Yüksekova halkı Selahattin Demirtaş'ın ve öteki BDP yöneticilerinin de katıldığı havaalanına doğru 7-8 kilometrelik yolu yürüyüp, sonlandırdığı bir anda işte bu iki korucu sığınağını yıkma kararı vermiş. Gençler harekete geçince, ilçe başkanı koruculardan sığınağı terk etmelerini istemiş. Korucuların elinde kalaşnikoflar, filan varmış. Gençlerin elinde ise araba levyelerinden ve rastlantıyla orada bulunan kazmadan başka bir şey yokmuş... Ve gençler yılların öfkesiyle granit kayalarla temellendirilmiş, iki katlı betonarme sığınağı yerle bir etmişler.


Resme bakınız. Nasıl? Tıpkı depremde yıkılmış "kamu binalarına" benziyor, değil mi? Doğru. Burada bir deprem oluyor ve önce koruculuk sistemi yıkılıyor, sıra diğerlerine geliyor. Yerle bir edilen bu sığınak, Türk devletinin Kürdü Kürt'le bastırma siyasetinin iflasını simgeliyor.

Hiç yorum yok: