11 Haziran 2011 Cumartesi

PKK’ye NATO Müdahalesi


Türk Başbakanı Erdoğan’ın son süreçteki söylemlerine bakılırsa, iktidarını ciddi anlamda sağlama almışa benziyor. Gittiği her toplantı ve mitinglerde Kürt Özgürlük Hareketine karşı yaptığı tahrik edici açıklamalar, kontrolüne aldığı yargı ile Kürt siyasetçilerine uygulattığı siyasi soykırım operasyonları, yeni oluşturduğu Polis gücü eliyle Özgürlük ve Demokrasi bloğu mitinglerini terörize etmek, kılınan Sivil Cuma namazlarını dahi, ‘bunlar dini kullanıyor’ diyerek etkisizleştirmek, TSK eliyle gerilla alanlarına yoğun top atışları ve operasyonlar, Türk Başbakanı Erdoğan’ın, İngiltere ve ABD’den yeni ve daha etkili operasyonlar için tam gaz "yeşil ışık" aldığını gösteriyor.

Sömürgeci güçlerin BOP için seçtiği Erdoğan ve ekibi, bunlardan aldığı talimatlar doğrultusunda sinsi ve gizli "yok edici" planlarını devreye koymuşa benziyor. Mensubu olduğu Fetullah Gülen cemaatinin istihbarat verileri doğrultusunda ve psikolojik sinir odalarında kurgulanıp hazırlanan kışkırtıcı ve toplumu kaosa itici/hazırlayıcı haberlerin yandaş medyalarında halklara sunulup servis edilmesinden de anlaşılıyor ki Erdoğan, PKK’yi ciddi anlamda tahrik ediyor.

Seçimlere birkaç gün kala Erdoğan’ın gittiği her mitingde BDP, PKK ve Sayın Öcalan’a karşı sarf ettiği sözler ve kullandığı üslubun, sadece seçim yatırımı ve MHP tabanından oy kapma olduğunu düşünmek sanırım sürece yüzeysel bakmak anlamına gelecektir. Bu şekilde yapılacak yorumların da, sömürgecilerin gerçek niyetini perdeleyici ve bilmeden destekçi olucu bir hal alacağı ortadadır. Erdoğan’ın bu tarz ahlak sınırını aşan ve savaş ortamını yaratan bir düzeyde saldırganlaşmasının altında, ne tek başına üslup sorunu vardır, ne de milliyetçi oylara göz dikme.

Erdoğan’a vaad edilip verilen yetki ve görevler, sadece Türkiye iktidarını elinde tutma ile sınırlı değil, Kürdistan ve Ortadoğu’nun geneliyle ilgili olduğu da anlaşılıyor. Bu anlamda Davos şovu da, bunun bir başlangıcıydı. Yoksa tüm Ortadoğu’ya pazarlanmaz ve medya kullanılarak liderlik havası yaratılmazdı. Bu anlamda Yeni Ortadoğu projesi de Gülen’li ve Erdoğan’lı olacağa benziyor. Kim bilir belki ikinci bir Vatikan, Ortadoğu’da inşa edilir ve başına da Fetullah Gülen getirilir.

İngiltere ve ABD, bunlar sömürgeci; istihbaratları da inanılmaz derecede işlemektedir. Her ekipleri anlık değerlendirme içerisinde büyük bir özveriyle çalışmalarını sürdürmekteler. Bunlar sömürgeci; kurmuş olduğu devletçiklerdeki istihbarat eleman ve ekipmanları 24 saat 3 vardiya olarak çalışmaktadırlar.

Kürt Özgürlük hareketinin stratejik olarak demokratik çözümü esas alması bu güçlere huzursuzluk vermekte, planlarını alt üst etmekte ve çılgına çevirmektedir. Dolayısıyla sistemin yöneldiği Kürd siyasetçi ve gerillalar, yani siyasi ve askeri operasyonların son hız devam ettirilmesi, tahrikin yanında çılgınlığın gelmiş olduğu son aşamadır.

Fetullah Gülen’in Pelsinvanya’dan ilettiği talimatlar doğrultusunda Türk-İslam çizgisiyle basın ahlak ve anlayışına komplo ve tezgahlarla yeni bir boyut katan Zaman ve güdümlü diğer medya kuruluşları da, asparagas, yalan ve menşei ABD ve sömürgeci kokan haberleriyle mevcut ortamı tahrik edici ve halkları birbirine kırdırmak isteyici haberlere imza atıp, gelişebilecek kaos ortamına planlı benzin taşımaktadırlar.

Erdoğan’ın en son, Sayın Öcalan’ı kastederek, "İmralı’dakinin işi bitmiştir" şeklinde sarf ettiği sözleri, "Kasımpaşa ağzı" gibi basit geçiştirmelerle açıklamak, yine işgalcilerin planlarını perdelemek ve bilmeden planlarına ortak olmak anlamına gelecektir. Erdoğan arkasına yer Tanrısı İngiltere’yi almasaydı, böylesine hakaret edemez ve ahmakça bir açıklamayı yapamazdı.

Dikkat edilirse, onca tutuklama ve gerilla şahadetlerine rağmen HPG, etkin ve aktif savunma pozisyonuna girmemiş, dahası misilleme eylemlerini gerektiği düzeyde sergileyememiş veya bilerek sergilememiştir. HPG’nin aktif savunmadaki bu yetersiz görünen tutum ve durumu ve BDP’nin etkin ve sonuç alıcı olmada pek yeterli olmayan sivil itaatsizlik eylemleri dahi, sömürgecileri adeta çılgına çevirmeye yetmiştir. Normal şartlarda gerillanın eylemsizlik pozisyonunda olması barışın tesisi için fırsat olarak değerlendirilmesi gerekirken, TC’nin aksi tutumu barış yerine savaşı dayatmakta ve sömürgeci istemin bu yönlü olduğu gözlemlenebilmektedir.

Sistemin bu çılgın halini anlamak ve buna göre bir yorum geliştirmek gerekirse; Gerillanın, TC’nin tüm tahrik edici yönelimlerine karşı, sert bir şekilde eylemlerini Türk metropollerine sıçratması ve isyan tarzında bir savaşı başlatması demek, AKP iktidarının sömürgeci planlarının başarılı bir şekilde sürdürülmesi demek olacaktı, tarzında bir yaklaşım, herhalde abartılı olmayacaktır. Sömürgeci işgalci güçlerin amaçladığı; Bizler siyasi ve askeri operasyonlar yapıp Kürt halkına yöneldikçe, gerillada bize yönelecek ve böylelikle savaş yeni bir boyut kazanacak ve biz istediğimiz şekilde PKK’ye yöneleceğiz.
Tamil kaplanlarına karşı gerçekleştirilen yönelimin HPG gerillalarına karşı olması her ne kadar da coğrafi şartlardan dolayı mümkün gibi görünmese de, karşıdaki bu güçlerin sömürgeci ve işgalci olduğunu unutmamak gerekir. Fetullahlı ve Erdoğan’lı tekçi zihniyetin her türlü tuzağına düşüp direniş yerine de isyanı başlatmak, bir NATO müdahalesine bile açık hale gelmeye yetecektir. Çünkü sömürgeci ve işgalci sistem Kürt halkını "Yabani ot" kendisini de "Kültürel Bitki" ilan ediyor. Nasıl çiftçiler ektikleri tohumların filizlenmesiyle aynı anda yeşeren "toprağın asıl sahibi otlara" karşı her türden zirai müdahale geliştiriyorlarsa TC sistemi de yüzyıldır bu tarz müdahalelerde bulunuyor ve bu mantıkla gidildiği sürece de toprağı toptan kimyasallayarak o alanı ekilemez yani yaşamsız kılıp mücadelesine devam edecektir. Bu temelde Kürdistan özgürlük hareketinin Sömürgeci zihniyetli Erdoğan iktidarının tahriklerine gelmemesi ancak diğer taraftan da Kürt halkının yaşam alanlarını her türden özgürleştirmesi için yerinde ve zamanında pratiğini geliştirip tepkisini koyabilmesi hayati onemdedir.

09.06.2011
mehmet_serhat_polatsoy@hotmail.com

Hiç yorum yok: