9 Haziran 2011 Perşembe

Kürtler Bu 'Hukuk' Oyununu da Bozar


Resmi yazılı metinlerinde aksi iddia edilse de, TC laik, demokratik, anayasal bir hukuk devleti değildir. Zira, Anayasası faşizan, baskıcı devlet aygıtını ve onun himayesindeki egemen sınıfları korumak üzere kaleme alınmıştır. Hoş bugün yarım yamalak İstanbul burjuvazisi dahi bu anayasaya karşıdır. Bugün sahip çıkanlar AKP eli ile palazlanan kendini, “kaplan” sanan hurda burjuvazidir.

Hukuk bu kirli düzene başkaldıranları cezalandırmak, hatta intikam almak üzere uygulanmaktadır. Laiklik İslamı Türkleştirmek ve dini bu kirli düzenin bir payandası yapmaya hizmet eder, bu nedenle TC’de laiklik, demokrasiden daha kıymetlidir. Dolayısıyla bu rejimin en olmadığı da demokratlıktır.

Başbakanının, yargılama süreci bitmiş bir hükümlüyü asmaya gönüllü olduğunu açıkladığı bir rejim demokrasi olabilir mi? Hem de yönetmeye talip olduğu coğrafyanın genişçe bir bölümünde yaşayan milyonlarca insanın Lider olarak gördüğünü beyan ettiği bir insanı öldürmeye namzet olan bir başbakan hukuka bağlı mıdır?

Kürdistan genelinde ciddi bir oy kaybına uğradığı kamuoyu yoklamalarınca da saptanan AKP, seçim kampanyasının hemen tümünü “tetikçi” yargıyı Kürt siyasetine karşı harekete geçirmeye dayamanın, “semeresini” toplama peşinde.

Seçimlere dört gün kala milletvekilliğini almasına tüm çevrelerce kesin gözü ile bakılan Diyarbakır bağımsız milletvekili adayı Hatip Dicle hakkındaki bir dava Yargıtay’da Dicle’nin aleyhine karara bağlanıyor. Bu yolla hüküm giydiği kesinleşen Dicle’nin seçilse de milletvekilliğini sürdüremeyeceği gibi, “hukuki” bir durum yaratılıyor.

KCK davası kapsamında rehin tutulan Dicle’nin, seçilmesinin kesin olduğunu dünya alem biliyor. Yargıtay bu kararı ile aslında Dicle’ye milletvekili seçilip hapisten çıksa da, bir başka esaret planlıyor.

Zira, yargıtayın kararı 22 Mart’ta verilmiş adaylık başvuruları ise nisan ayının başında yapıldı ve aynı ayın ortasında da kesinleşti. Bu nedenle Yargıtay’ın kararı Dicle’nin adaylığını etkilemiyor. Yani Dicle’nin adaylığı YSK tarafından onaylandı.

Bu nedenle şu anda görünen, Yargıtay kararının muhatabı YSK değil Meclis.

Dicle seçildiğinde karar meclise tebliğ edilir ve o zaman Yargıtay kararı uygulanır.

Ancak, pazara kadar yargıtay YSK’ya kararı iletir gereğini isterse durum değişir. Görüldüğü gibi, amaç “demokrasiyi” bir tehdit unsuru olarak kullanmak suretiyle, Kürt siyasal kadrolarını dışarıda da siyaseten rehin almak.

Burada temel soru şudur, Yargıtay 22 Mart’ta aldığı kararı neden açıklamadı? Ne zaman açıklamayı planlıyordu? Madem Yargıtay bu kararı açıklamak için başka bir zemin bekliyordu o zaman bu böyle bir kararın varlığını kim neden sızdırdı? Hukuku alet ederek Kürt sivil siyaseti üzerinden bazı hesaplar yapıldığı görülüyor. YSK’nın bir grup bağımsız aday hakkında verdiği veto kararı ardından kimi çevrelerce AKP’ye çizilen, “mağdur” rolüne yeni kostümler mi biçiliyor?

Bu durum Kürtler tarafından asla ve kata kabul edilmez. Bu hukuk değil. Bu gayri hukuki bir dava yoluyla zindanda esir tutulan bir siyasetçi üzerinden Kürtler’i “hizaya” sokma çabası. Bu, “hukuk mu, o da ancak bana hizmet ettiği oranda vardır” demenin ahlaksız pervazsızlığıdır. O nedenle, Kürtler’in bu kararın her hangi bir yolla telafisini kabul etmeleri düşünülemez. Çünkü bu karar Kürtler açısından geçersizdir. Karar ne olursa olsun Diyarbakır Hatip Dicle’ye oy vermeli O’nu seçtiğini belgelemeli.

YSK’nın kararı şu ya da bu güne bekleterek seçimi geçirmesi bir anlam ifade etmiyor. Kürt siyaseti, adına hukuk dedikleri bu cendere yüzünden özgürce kendi mecrasında hareket edemiyor. Periyodik olarak kıskaca alınıyor, sıkıştırılıyor, siyaset yapmak yerine bu “hukuk” tuzağı ile oyalanmak isteniyor. Kürtler artık bunu kabul etmeyecektir.

Açık bir biçimde görülüyor ki, gelecek dönemde seçilen bağımsız adayları daha ciddi saldırılar bekliyor. Bu nedenle yeni bir dizi eylemlilik bu saldırgan tutuma ve hukukun bu iktidar tarafından siyaseti infaz etmede devreye sokulan bir silah olarak kullanılmasına verilecek ciddi bir yanıt olacaktır.

AKP’nin ve temsil ettiklerinin bu saldırganlığının altında yatan, yüzde on baraj engelini bertaraf etmek amacıyla seçime bağımsız giren Emek, Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun, yüzde on oy alamasa da, siyasetin yüzde yüzünü belirliyor olmasıdır aslında. Ayakları havada, akli olmakla değil, “çılgınlıkla” göz boyayan projelere karşılık, adım adım oluşturulan demokratik özerkliğin vaat ettiği özgürlük korkutuyor bunları.

Kuvvetler ayrılığı ilkesinin yargı ayağı bugün Ankara egemenliği eli ile feodal dönemin de gerisinde, bir intikam aracına dönüşmüştür. Tüm yargı süreçleri adaletsizliğin, “hukuk” adı altında makyajlanmasıdır. Ne Yargıtay’ın-ki Ankara’da herkes o Yargıtay’da para ile her kararın alınabildiğini bilir. Hatta davaları sadece yargıtay aşamasında alıp sonuçlandırmasıyla ünlenmişi avukatlar vardır- ne Anayasa Mahkemesi’nin, modern hukuk indinde bir kıymeti yoktur.

AİHM’nin Kürdistan’da görülen davalara ilişkin, iç hukuk yollarını tüketmeden AİHM’ne dava götürülebilmesi yönündeki kararı, Ankara merkezli hukukun Kürtler’e karşı çifte standartlı oluşunun uluslararası tescilidir. Ancak bu uluslararası karardan da hicap duymayan Ankara direnen Kürt’ten intikam alırken hukuku bir kez daha bir kez daha ayaklar altına almakta bir beis görmemektedir.

canerdem2126@gmail.com

Hiç yorum yok: