11 Haziran 2011 Cumartesi

Hangi Nato

Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü, NATO olarak bilinen uluslar arası örgütü duymayan yok gibidir. NATO olarak bilinen dedik demesine de gerçekte ne kadar bilindiği tartışma götürür bir konudur. Sadece isim olarak bilinir. Gerçekte ne olduğu, işlevi, dünya halklarına ne gibi yararları ve ya zararları olduğu ilgili olmayan çevrelerde bilinmez. Bu nedenle de, resmen yürürlüğe girdiği 24 Ağustos’un 62. yıldönümünde bu uluslar arası askeri örgütü biraz irdelemekte yarar var.
Başlıktan da anlaşılacağı üzere kaç tane NATO olduğu tartışma götürür bir konudur. Bizce en az iki NATO vardır. Bunlardan birincisi kuruluşunu da kısaca anlatacağımız 24 Ağustos 1949’da yürürlüğe girmiş resmi NATO’dur. İkincisi ve daha da önemlisi, dünya halklarının başına bela olan, sayısız işgal, talan, askeri faşist darbe, kitle katliamları, adam kaçırma, uyuşturucu kaçakçılığı, beyaz kadın ticareti, yargısız infaz ve silah ticareti gibi insanlık suçlarının faili olan GİZLİ NATO’dur.
Bugün Afganistan’ı işgal altında tutan ABD adına NATO, kuruluş anlaşmasının ünlü 5. maddesine dayanarak Afganistan’da bulunan NATO’ya üye ülkelerin askeri işgal kuvvetleri kime ya da kimlere karşı savunma yapmaktadırlar? Hangi savunma anlayışıyla Afgan halkının başına tonlarca bombalar yağdırmaktadırlar? Afganistan’da elde edilen tonlarca uyuşturucudan elde edilen kara para GİZLİ NATO’nun hangi gizli operasyonlarının finansmanında kullanılmaktadır?
2. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrasında SSCB’nin sözde devrim ihracını engellemek, Avrupa’nın güvenliğini sağlamak, ekonomisi yakılıp yıkılmış Avrupa’nın savunma giderlerini azaltmak amacıyla ABD’yi de bu oluşuma dâhil ederek Batı dünyasının emperyalist hegemonyasını sürdürmek amacıyla kurulmuş uluslar arası askeri bir örgüttür NATO.
Daha pragmatik ve biraz da dönemin siyasi literatürü ile NATO, İngiliz Lord Ismay'ın deyişi ile "Rusları dışarıda, Almanya'yı alaşağı edilmiş halde ve ABD'yi içeride" tutmak için kurulmuştur. Bu nedensel tanımlama bir ölçüde NATO’nun kuruluş amacını izah etmektedir. “Yani amaç salt SSCB'ye karşı güvenlik değil, aynı zamanda Avrupa'nın güvenliği için ABD'nin katkı koymasını sağlamak, Almanya'nın yeniden silahlandırılmasını bölgeye tehdit oluşturmadan gerçekleştirmektir.”
İlk adım, 17 Mart 1948’de İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika ve Lüksemburg arasında “Brüksel Antlaşması”nın imzalanmasıyla atıldı. Buna göre, bu beş devlet, olası bir saldırı karşısında kuvvetlerini birleştirmeyi ve ortak davranmayı kabul ediyorlardı.
Brüksel Antlaşması, NATO’ya giden çizginin başlangıcıydı. Fakat bu beş devletin askeri gücü, muhtemel bir SSCB saldırısını durdurabilmekten çok uzaktı. ABD’nin yer almayacağı askeri bir ittifakın, fazla bir gücü olamazdı. ABD ise Avrupa politikasına karışmama konusundaki geleneksel politikasından uzaklaşmış bulunuyordu. Sınırlarının bütünlüğünü korumak için, bir “Atlantik Duvarı” oluşturulmasından yana idi. İşte bu nedenle Nisan 1949’da ABD, İngiltere, Fransa, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İtalya, İzlanda, Kanada, Danimarka, Norveç ve Portekiz arasında Kuzey Atlantik Antlaşması imzalandı. Antlaşmaya daha sonra Türkiye, Yunanistan, F. Almanya ve İspanya katıldılar.
NATO Antlaşması’na göre taraflardan birine ya da birkaçına yapılacak bir saldırı, üye ülkelerin tümüne yapılmış sayılacaktı. Ancak burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, kuruluşundan beri üye ülkelerin hiçbirinin saldırıya uğramamasıdır. Ama üye devletler tek başlarına ya da ittifak halinde birçok ülkeye saldırdılar; işgal edip yağmaladılar. Aradan geçen yıllar boyunca, “kimi esnek karşı saldırı anlayışları” geliştirildi. 1990 yılı başlarında SSCB ve Doğu Bloğu ülkelerinde yaşanan baş döndürücü siyasal ve sosyal gelişmeler sonucunda sosyalist sistemin çökmesi, beraberinde NATO’nun karşıt gücü Varşova Paktı’nın da dağılmasını (Şubat 1991) getirdi.
ABD önderliğindeki yenidünya düzeninde NATO’nun işlevinin sona ereceği düşüncesi, Körfez Savaşı (Ocak-Şubat 1991), korkunç saldırı ve yıkım ardından gelen Yugoslavya’nın dağılması, Sırpların Bosna Hersek Cumhuriyeti’ni haritadan silme çabaları (1992-1996), Afganistan ve Irak işgalleri vb. birçok yaratılmış mizansenle boşa çıkarıldı. Bu yaratılmış çatışma ve savaşlarla beraber varlığına anlam kazandırma, kendisini dünya düzeni için vazgeçilmez gösterme çabaları, insanlığa büyük acı ve felaketler getiren NATO’nun gerekliliği düşüncesine baskın hale getirdi.
Buraya kadar biraz da NATO’nun kuruluşu ve gelişmesi serüveninin çok kısa bir özeti var. Ne NATO’nun müdahaleleri yukarıda belirtilenlerle sınırlıdır, ne de bu kadarı NATO’yu tanımaya yeterlidir. Buraya kadar şu söylenebilir: ABD 2. Paylaşım savaşı sonrasında dünyanın yeni hegemon gücü olarak Avrupa’yı bir biçimde denetim altında tutmadan hegemon olamazdı. Avrupa ise, savaşta uğradığı büyük ekonomik ve askeri tahribatı giderebilmek için zamana ihtiyaç duyuyordu. Ayrıca, Avrupa ve dünya halklarının savaşın ağır yükünü itirazsız taşımaları için uydurulan “Komünizm Heyulası”na karşı uluslar arası askeri bir örgütlenmenin başına ABD’yi oturtarak yeni yüklerden de kurtulmuş olacaklardı. ABD’nin Atlantik duvarı projesi ile Avrupa devletlerinin istemleri çakışıyordu. NATO devletlerarası bu uzlaşmanın sonucunda doğmuş oluyordu.
NATO basit bir savunma antlaşması değildi. ABD Dışişleri Bakanı Acheson, 4 Nisan 1949 günü Anlaşmanın imzalanması sırasında yaptığı konuşmada bu ittifakı şöyle tanımlıyordu: "Antlaşmanın gerekçesi burada temsil edilen milletler topluluğunun inanç, fikir ve menfaat birliğidir. Hedefi, ortak bir iktidara ulaşmak değildir. Bütün vasıtalara başvurarak, korumak ve sürdürmek istedikleri bir yaşama biçiminin gerektirdiği manevi ve ahlaki değerlerin savunulmasıdır." ABD'nin bu blokta başrolü oynayacağı açıktı. Anlaşmanın resmi belgeleri Washington'da muhafaza edileceklerdi. Yirmi yıllık süre sonunda ayrılmak isteyen devlet, ABD'ye başvuracaktı. Böylece, Pakt çerçevesi içinde ortaklaşa savunma(!), karşılıklı yardım ve dayanışma amacı ile birleşen bağımsız(!) Batılı devletler, ABD'nin himaye ve üstünlüğünü, yani hegemonyasını kabul etmiş oluyorlardı.
NATO, toplam 14 maddeden oluşan bir Antlaşmanın sonucunda kuruldu. Ancak resmi NATO’nun bizi en çok ilgilendiren yanı, kurucu antlaşmanın 5. Maddesidir. Özellikle bu madde ile birçok askeri işgal, askeri darbe, ulusların içişlerine karışma, tehdit ve şantaja sözde meşruiyet zemini hazırlanmaktadır. ABD’nin fiili denetiminde olan uluslar arası kuruluşlarda da NATO’nun açık ve gizli operasyonlarına bu madde çerçevesinde meşruiyet zemini sunulmaktadır. Kuşkusuz bu yönlü kararlara karşı itiraz ve karşı direnişler de geliştirilmektedir. Ancak orantısız güç karşısında bu itiraz ve direnişler de fazla etkili olamamaktadır. Mücadelemize karşı NATO’nun yeterli desteği sunmadığından yakınan Türkiye devletinin de en çok atıf yaptığı bu maddedir. Nedir bu ünlü 5. Madde?
5.Madde: Taraflar, Kuzey Amerika'da veya Avrupa'da içlerinden bir veya daha çoğuna yöneltilecek herhangi bir silahlı bir saldırıyı tüm ülkelere yöneltilmiş bir saldırı olarak değerlendirir ve eğer böyle bir saldırı olursa, BM Yasası'nın 51. Maddesinde tanınan bireysel ya da toplu öz savunma hakkını kullanarak, Kuzey Atlantik bölgesinde güvenliği sağlamak ve korumak için tek başına ve ya diğerleri ile birlikte, silahlı kuvvet kullanımı da dahil olmak üzere gerekli görülen eylemlerde bulunarak saldırıya uğrayan Taraf ya da Taraflara yardımcı olurlar.
Böylesi herhangi bir saldırı ve bunun sonucu olarak alınan bütün önlemler derhal Güvenlik Konseyi'ne bildirilecektir. Güvenlik Konseyi, uluslararası barış ve güvenliği sağlamak ve korumak için gerekli önlemleri aldığı zaman, bu önlemlere son verilecektir.
Öz Türkçe ile ifade edersek, üye devletler arasında güven ve karşılıklı yükümlülük geliştirilmesi için gerekli düzenlemeler yapılmış, bu antlaşmaya taraf olmayan güçlere (başta SSCB ve müttefikleri ve Ulusal Kurtuluş Hareketleri olmak üzere) ortak saldırılar geliştirilmesi için her türlü teorik ve hukuki(!) altyapı hazırlanmıştır.
Antlaşmanın 6. Maddesiyle de üye devletlerin sömürgelerinin de bu güvenlik şemsiyesi altına alınması ihmal edilmemiştir. Şöyle buyuruyor 6. Madde:
6.Madde: Madde 5 açısından, Taraflardan bir ya da daha çoğuna karşı silahlı saldırı, aşağıdakileri de kapsar:
- Tarafların Avrupa ya da Kuzey Amerika'daki topraklarına, Fransa'nın Cezayir Bölgesine,  Türkiye topraklarına veya Taraflardan herhangi birinin egemenliği altında olan ve Yengeç Dönencesi'nin kuzeyinde yer alan adalara yapılan silahlı saldırı;
-  Bu topraklarda ya da bu toprakların üzerindeki hava sahasında bulunan, ya da Antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihte Taraflardan herhangi birinin işgal kuvvetlerinin üstlenmiş bulunduğu herhangi bir Avrupa toprağında veya Akdeniz'de, ya da Yengeç Dönencesi'nin kuzeyindeki Kuzey Atlantik bölgesinde bulunan Tarafların herhangi birine ait kuvvetlere, gemilere, ya da uçaklara yapılan silahlı saldırı.
Antlaşmanın yürürlüğe girdiği tarihten uzun bir süre sonrasına kadar da Cezayir Fransa’nın sömürgesiydi. Bu nedenle orası da NATO’nun güvenlik şemsiyesi altına alınıyordu. Tek başına bu örnek bile antlaşmanın sömürgeci karakterini gözler önüne sermeye yeterdir. Ayrıca, ABD ve İngiltere başta olmak üzere hemen tüm imzacı devletlerin sömürge sahibi devletler olması da antlaşmanın tüm aksi söylemlere rağmen, tam bir sömürgeci devletler topluluğu oluşturduğu gerçeğini açıkça ortaya koymaktadır.
Kısacası; NATO'nun etkinliği dış güvenlik ile sınırlı kalmamıştır. 1950'li yıllarda İtalya'dan başlayarak NATO ülkelerinde gizli Özel Harekât daireleri kurulmuştur. Gladio adı ile anılan bu birimler ülkelerdeki devrimci sol hareketler başta olmak üzere her tür muhalefete karşı bir önlem olarak oluşturulmuştur. Bu birimler aynı zamanda Derin Devlet kavramının da ortaya çıkmasında büyük rol oynamıştır. Pek çok ülkede daha sonra bu birimler ortaya çıkarılarak sorumluları yargılandıysa da, Türkiye dâhil çoğu ülke bu süreci henüz yaşamamıştır. NATO, Soğuk Savaş sonrası Gladio kurumlarının dağıtıldığını iddia etse de, bu birimlerin şu anki durumu hakkında kesin bir bilgi bulunmamaktadır.
Bu antlaşmanın Türkiye halkları açısından neler getirip götürdüğü üzerinde durulması gereken esas konudur.
Türkiye, 17 Ekim 1951’de düzenlenen protokol ile NATO’ya üyeliği onaylanmış, 18 Şubat 1952’de Adnan Menderes hükümeti döneminde NATO’ya resmen üye olmuştur. Hemen ertesinde, ABD’li uzmanlarla aynı binayı kullanan ve maaşları ABD Hükümetince ödenen elemanlardan oluşan MAH (Milli Asayiş Hizmetleri) adı altında örgütlenen istihbarat-Kontr-gerilla örgütlenmesiyle Türkiye’nin Gladio’su oluşturulmuştur. Daha sonraları Kontrgerilla, Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler Komutanlığı, JİTEM vb… isimler altında bugüne kadar da varlığını korumuş, devlete egemen bu yapılanmayla özdeşleşmiş Derin Devlet kurumlaşmıştır.
27 Mayıs 1960 darbesinin MBK (Milli Birlik Komitesi) üyesi Albay Alparslan Türkeş’in de içinde bulunduğu birçok subay, polis, gazeteci, akademisyen, işadamı, bürokrat vb. ABD’de kontr-gerilla eğitimlerinden geçirilerek Türkiye’de devletin kilit noktalarına yerleştirilmişlerdir. Böylece hem devlet tamamen kontrol altına alınmış, hem de tüm toplumsal gelişme dinamikleri bastırılmıştır.
12 Mart, 12 Eylül askeri faşist darbeleri; Çorum, Sivas, Maraş Katliamları; Kuzey Kürdistan’da 5000 kadar köyün yakılıp-yıkılması, milyonlarca insanın yerinden yurdundan edilerek göç ettirilmesi, 17.500 faili meçhul cinayet ve Kürdistan Özgürlük Mücadelesine karşı tarihte eşine ender rastlanan özel savaşın örgütlendirilip sürdürülmesi de bu emperyalist devletlerarasındaki kirli suç ortaklığı örgütü olan NATO’nun stratejisinin sonuçları olarak değerlendirilebilir.
Türkiye Devrimci Demokratik Hareketinin öncü kadrolarının işkence hanelerde, darağaçlarında, çatışma süsü verilmiş yargısız infazlarda katledilmelerinde de bu kuruluşun rolü belirleyicidir. Türkiye Devrimci Demokratik Hareketine karşı geliştirilen özel savaşla tasfiye harekâtı önemli oranda başarıldı denilebilir. Halen de bu tasfiyenin şokunu atlatamamış olmasında, özel savaşın sızmalarının rolü yadsınamaz. Aynı yöntemlerle Kürdistan Özgürlük Hareketini de tasfiye etmeye çalışan Türkiye özel savaş rejimi, kendi tarihsel deneyimleriyle, NATO ve üyesi sömürgeci emperyalist devletlerin deneyimlerini birleştirerek sonuç alabilmek için her yolu denemiş ve halen de denemektedir.
NATO, Afganistan’da ABD-İngiltere işgal güçlerinin yanında resmen yer alırken, NATO antlaşmasının 5. Maddesini dayanak olarak göstermektedir. Bosna-Hersek ve Sırbistan’da ise BM çatışı altında yer aldı. Ancak, Kürdistan’da hiçbir meşruiyet temeli, yasal dayanağı ve resmi ilanı olmadan 1986’dan beri NATO Antlaşmasının 5. maddesi illegal olarak uygulanmaktadır. Türkiye, sanki bu madde uygulanmıyormuş gibi zaman zaman NATO’ya sitem eder görünerek bu gerçeğin üstünü örtmeye çalışmaktadır. 15 Ağustos 1984 Atılımı’nın hemen ardından yapılan bir NATO askeri komite toplantısında, PKK ve Kürdistan Özgürlük Hareketinin yalnızca Türkiye için değil, tüm Batı değerleri(!) açısından ciddi bir tehlike olduğundan hareketle, NATO’nun PKK’ye karşı mücadelenin koordinatörlüğünü üstlenmesi gerektiği sonucuna varıldığı dönemin gazetelerine yansımıştı. Avrupa düzeyinde PKK’yi terörize etme görevini o dönemin Federal Almanya Cumhuriyeti üstlenmişti. İsveç’in sosyal demokrat Başbakanı Olof Palme’nin katledilişini haksız biçimde PKK’ye mal ederek sonradan beraat eden Duran Kalkan, Ali Haydar Kaytan gibi PKK-MK üyelerinin de içinde bulunduğu birçok Kürt tutuklandı. Ünlü Düsseldorf yargılamaları sonucunda aklanan PKK, mahkûm olan ise Alman Devleti oldu. Olof Palme cinayetinin ise, İsveç İstihbarat örgütü SAPO ve Türkiye Milli İstihbarat Teşkilatı MİT’in ortak bir operasyonu olduğu ortaya çıktı. Daha başka karanlık noktaları da vardır mutlaka. Ama bunlar kamuoyuna açıklanmadı.
Kürt halkının sesi olan MED-TV’nin kapatılması davasının altında da yine NATO güçlerinin illegal faaliyetleri vardı. Yakın zaman önce bu dava da Kürtlerin aklanmasıyla sonuçlandı. Aynı tezgâh şimdi de ROJ-TV’nin kapatılması için kurulmaya çalışılmaktadır.
9 Ekim 1998’de başlayıp 15 Şubat 1999’da Kenya’da Önderliğimizin korsanca kaçırılıp faşist Türk devletine teslim edilmesi ile sonuçlanan uluslar arası komplo da baştan sona bir NATO operasyonu idi. Bu operasyonu, daha 15 Ekim 1998 günü MED-TV’de katıldığı panelde açıklayan Önder APO, tüm NATO güçlerinin harekete geçirilerek Suriye’den çıkarılmasının sağlandığını söyledi. Çıkmaması durumunda Türkiye ve İsrail’in yanı sıra İskenderun Körfezi’ne konuşlanan NATO’ya bağlı gemilerden füzelerin ateşlenerek Suriye’nin tüm stratejik devlet kurumları ve askeri tesislerinin vurulacağını açıkladı. Hollanda’ya inmemesi için tüm Avrupa havaalanlarının Önderliğimizin içinde bulunduğu uçağın inişine NATO kararıyla kapatıldığı o dönemin gazetelerine de konu olmuştu. Kısacası, operasyon baştan sona tam bir kirli NATO operasyonuydu.
1984’ten itibaren mücadelemize karşı yalnızca Türkiye özel savaş rejimi değil, bir bütün olarak NATO devrededir. ABD ve Almanya’nın her yıl NATO yardımları kapsamında Türkiye’ye hibe ettikleri en son teknolojik silahların, siyasi desteğin, ortak operasyonların, istihbarat paylaşımının, mali, ekonomik ve ticari desteğin arkasında da bu durum yatmaktadır. Dikkat edilirse, 15 Ağustos 1984’ten 2 Ağustos 1999’a kadar savaştığımız halde Avrupa devletleri ve AB bizi “terör örgütleri” listesine almamışken Kürt sorununa Barışçıl, demokratik ve siyasi çözüm stratejisini geliştirdikten sonra Avrupa Birliği’nin bizi “terörist örgütler” listesine alması manidardır. Lahey Adalet Divanı “PKK’nin terörist örgütler listesine alınması Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesine aykırı, hukuki değil siyasi bir karardır ve düzeltilmelidir” kararına rağmen, Avrupa Konseyi’nin bu kararı yok sayması da yine bu durumla ilgilidir.
Varşova Paktı’nın dağılmasından sonra, dünyanın önde gelen bilim adamları, siyasetçileri, aydınları vb. NATO’nun da varlık nedeninin ortadan kalktığı varsayımından hareketle dağıtılması gerektiğini ileri sürdüler. Ancak, o sadece NATO gibi bir karşı-devrim askeri saldırı örgütü için asma yaprağı rolü oynuyordu. Asıl amaç Batı Hegemonyasını kalıcı kılmaktı. ABD imparatorluğunun koçbaşı rolü oynattığı bir örgütlenme olduğu artık açığa çıkmıştır.
İnsanlık, kapitalist modernitenin boyunduruğundan kurtulup insanca bir yaşama ulaşabilmek için, her şeyden önce Onun kirli saldırı organizasyonu NATO’ya karşı ciddi bir mücadele geliştirmekle yüz yüzedir. Bu kirli saldırı örgütü, dünyanın dört bir yanını bir örümcek ağı gibi saran askeri saldırı üsleri, açık ve gizli işkence haneleri, zindanları, toplumların tüm gözeneklerine sızan ajan örgütleri vb. insanlık dışı tüm kurum ve uygulamalarıyla ortadan kaldırılmadıkça, insanlığın rahata erişmesi de mümkün olmayacaktır.
NATO ve onun kirli savaşları hakkında düzinelerce kitap yazılmıştır. Bu kısa bir yazıda genel hatları ile bazı temel belirlemeler yaptık. Türkiye’de de bu konuda değerli çalışmalar yapılmıştır. Kürdistan’daki NATO’nun kirli yüzünü açığa çıkartacak ciddi çalışmaların henüz yapılmadığını ancak yapılmasına da acil ihtiyaç bulunduğunu belirtmek gerekmektedir.

Hiç yorum yok: