19 Haziran 2011 Pazar

Fransa Kürtlere Saygılı Olmalı!

“Fransa, Kürtlere dönük politikasını gözden geçirmelidir. Bütün baskılara rağmen biz, demokrasiye saygı duruyoruz. Bize saygı duyulmadığında, bizler de buna göre tutum alırız. Biz şunu söylüyoruz; Fransa bu tutumundan vazgeçmelidir. Gidip Türkiye ile anlaşmalar, ekonomik pazarlıklar yapsın, ama Kürtler bir pazarlık aracı değildir.”
Yeni_Özgür_PolitikaKürt halkının onurlu mücadelesinin en yoğun ve sertleştiği çatışmalı süreçler 90’lı yıllarla başlar. Ülkede günlük yüzlerce kaybın yaşandığı, köylerin boşaltıldığı, gerilla ile TC güçleri arasında çatışmaların üst düzeye çıktığı 90’lı yıllarda, Kürt Özgürlük Hareketi’ne yönelik saldırılar ülkede olduğu gibi Avrupa’da da paralel bir biçimde gelişmeye başlar. Bunun ilk bayrağını Alman devleti çeker. Türk devleti ile kurduğu ekonomik siyasi çıkarlar, sattığı askeri malzeme bunun başlıca nedenlerinden biridir. Aynı dönem savaşın Kürt halkı üzerinde yaratmış olduğu bir diğer ezme politikası da zorla göçtür. Bu zorunlu göç alanlarından en büyüğü Almanya ve bunu diğer Avrupa ülkeleri takip eder.

Almanya, Kürt siyasetçilerine dönük yasak, baskı ve tutuklama girişimlerini 93’lerden sonra hız verir. Bayrak yasakları, kurum kapatmalar, gazete baskınları, televizyon kapatmaları vb. saldırılar yıllar içerisinde sistemliliğinden bir şey kaybetmeden devam etti. Aynı saldırı dalgası bir süre sonra Fransa’da da Kürt yurseverlere yönelir. Almanya kadar kapsamlı olmasa da toplu gözaltı ve tutuklamalar 93’te başlar. Savaşın en yoğun olduğu dönemlerde Avrupa’da yaşanan bu saldırılar, Fransa’da 2006 yılına kadar Almanya’daki gibi bir sistemlilik göstermemektedir. Fransa’da 2006 yılından itibaren “PKK terör listesindedir” gerekçesiyle devam eden sistemli bir saldırı konsepti gelişti. 2005 yılında “terörle mücadele” başlığı altında Fransa’da bulunan iç, dış ve genel istihbarat birimleri üst bir oluşuma giderek, Avrupa’nın diğer ülkeleriyle bir kordinasyon oluşturdu. Bu kordinasyonun oluşturulmasının temel amacı “terör örgütleri hakkında istihbarat paylaşımı” olarak tanımlandı.

Ardından, yine 2005 yılında Sarkozy’nın önerisiyle Fransa Terörle Mücadele Yasası’nın kapsamı genişletildi. Gözaltı süresi 96 saate çıkarıldı. Gerektiği durumda bu süre uzatılmaya açık bırakıldı. Terör kapsamına giren tüm soruşturma, inceleme, tutuklama ve gözaltı yetkisi Fransa’da bulunan dört anti terör yargıcına bırakıldı. Her türlü yetkiyle donatılan bu savcıların emriyle Kürt yurseverler, kurumları, politikacıları izlemeye alındı. Finasman, “terör örgütüne eleman kazandırma” vb. gerekçelerle 2006 yılından bugüne kadar 154 kişi gözaltına alınıp sorgulandı. Bunların büyük bir çoğunluğu 8 ayla 2 yıl arasında değişen sürelerde cezaevinde tutuldu. 5 yılı aşan sorgu süreci, günlük imzaya tabi tutma vb. tüm baskı ve sindirme politikasıyla kontrol altında bir Kürt hareketi yaratılmak istendi. Türkiye ile kurulan ekonomik-siyasal ilişkiler çerçevesinde operasyonlar yürütüldü. Halen 9 Kürt politikacısı Fransa’da tutukluyken; bugüne kadar alınıp serbest bırakılan Kürt politikacılar adli kontrol altında belli bölgelerle sınırlı bir hareket serbestisine sahip olarak dışarda bulunuyor.

Tarihsel sorumluluk!
2006 yılında başlayan ve 2007 yılında ev baskınları, kurum baskınlarıyla gözaltına alınıp tutuklandıktan sonra serbest bırakılan 18 Kürt politikacı 20 Haziran’da ilk defa mahkeme önüne çakacaklar. Bu davanın ana isimlerinden olan ve Türkiye’nin iade talebi üzerine Fransa’da iki yıl boyunca tutuklu kaldıktan sonra adli kontrole tabi tutulan ve son operasyonda yeniden tutuklanan Nedim Seven, kendisiyle tutuklanmadan önce yaptığımız son söyleşide, Fransa’nın Kürt politikası ve uygulamaları üzerine şu değerlendirmelerde bulundu:

Nedim Seven: Bu konuda bir yargı sürecim var ve devam ediyor. Bunu yazılı bir savunma haline de getirdik. Bu ay (Haziran) mahkememiz yapılacak. Bu yazılı savunma mahkeme döneminde incelenebilir. Bu, daha açık ve somut verilerle kamuouyunu bilgilendirmek amacıyla tekrar işlenmesi gereken bir konu. Kürtlerin tarihsel olarak böylesi bir haksız süreçle karşı karşıya kalmalarında en temel sorumlulardan biri Fransa’dır. Diğeri de İngiltere. İlk Ortadoğu paylaşım anlaşması 1916 yılında başlamıştır. San Roma anlaşmasına göre petrol paylaşımı sözkonusudur. Hala bu devam etmektedir. 1916-20’ler sürecidir. I. Dünya Savaşı dönemi Almanlar, İngilizler, Fransızlar Ortadoğu’da vardır. Lozan Anlaşması öncesi yapılan paylaşım adeta İngiliz ve Fransızlar tarafından düzenlenmiştir. Bugün bu kadar sorunlu olan anlayış kaynağını oradan almaktadır. Bir yanı budur.

Diğer yanı ise, Kürt aşiretlerin Osmanlı döneminde çok büyük direnişi olmuştur. Fransızlar oradan Kürtler tarafından kovulmuştur. Oysa Türk tarihinde, hatta filmlerinde bu gerçek başka türlü gösterilir. Ama bu gerçeği yansıtmıyor. Orada Kürt aşiretleri direnmiştir. Sürecin bir de böyle bir yanı vardır. Tarihsel arka planda bunlar da var. Bugün yaşanan sorunun temelinde Fransa’nın da tarihsel sorumluluğu vardır. Siyasal anlamda PKK’nin mücadelesine başlamasıyla, NATO’nun Gladio şahsında PKK’ye karşı bir mücadele komsepti var. Bu 1982’lerde Almanya’da gelişiyor. Kimi provokatörlerle, PKK’yi tasfiye etmek isteyen güçlerle bir işbirliği yapılmıştır. Almanya Gladiosu PKK şahsında Kürtlere karşı mücadele yürütmüştür. Dikkatle incelendiğinde 1999 yılına kadar süren çok keskin savaş döneminde Alman devleti, askeri anlamda Türkleri desteklemiştir. Türk askeri birliklerinin kullandığı tank, silahlar, köy korucularının elindeki silahlar, Alman silahlarıdır. Bunu Türk generalleri bile açıklamıştır. Düsseldorf davasıyla da bu somutlaşmıştır. Önderliğimizi, öncülerimizi yargılaması da bunu göstermiştir. PKK’yi kriminalize edip yargılamaya çalıştı. Ama yapılan siyasi savunmayla tarihsel olarak bu tersine çevrilmiştir.

93’ten sonra başlayan süreç!
Fransa’da bu konseptin içerisinde 93’lerden itibaren yer almaya başlıyor. 93’lerde Almanya ve Fransa Avrupa’da PKK’yi tehlikeli örgütler listesine alıyor. Fransa aynı dönem 100’e yakın Kürt siyasetçisini içeri alıyor. Derneklerini kriminalize ediyor. Sonra bunlar boşa düşüyor. Tazminat ödemek zorunda kalıyorlar. Fransa savcıları, “Biz PKK’yi 93’ten beri terörist olarak görüyoruz” diyorlar. Oysa gerçek öyle değil, kriminalize etmelerine rağmen böyle bir ibare yok. PKK’ye terörist nitelemesi yapılmıyor. Asıl olarak 11 Eylül sonrası başlıyor. Amerika şer üçgeni diye bir şey ortaya atıyor: Terörist olanlar, terör yanlısı olanlar, terör yaratan ülkeler... Bu temelde Afganistan, Irak vb. ülkeleri terörist devletler ilan ettiler. İslamcı bazı hareketleri, ilerici sosyalist, devrimci halk hareketlerini de terör örgütü kapsamına aldılar. Bu listeye PKK de yerleştirildi. Türkiye ile olan çıkarlarından dolayı 2002’de PKK listeye alındı. Ne tesadüftür ki bu Euro para sistemine geçişe denk geliyor. Bu tamamen çıkar siyasetidir. Birleşmiş Milletler de buna uygun yasayı 2002’lerde oluşturdu. BM’yi ekonomik olarak finanse eden zaten ABD. Bu nedenle ABD istemiyle bu gelişti. Bu kirli konsept böyle oluştu.

PKK en kapsamlı savaşımı 90’lı yıllarda veriyor. İlginçtir, bu dönemde PKK terör listesinde yer almamaktadır. PKK 7. kongresinde “ben savaşı durduruyorum ve yeni bir paradigmayla yürüyorum” diyor ve PKK 2002 yılında terör listesine alınıyor. PKK’nin bugüne kadar Avrupa ülkelerinde yürüttüğü bütün çalışma açık ve legaldir. O güne kadar yürütülen çalışmalar nedeniyle Avrupa ülkelerinin hiçbiri PKK ya da PKK şahsında yürütülen çalışmaları terör olarak nitelememiştir. Lokal yönelimler olmasına rağmen bu genel bir hat izlenmemiştir. Ki yapılan hukuksal mücadele sonrası bu listeden PKK çıkarılmıştır. Ama hukukçular tarihi siyasal çıkarlar gereği bugün de 2004 listelerini gerekçe göstererek, PKK’yi ‘terörist’ olarak ilan etmekteler.

Fransa 2005 yılında terörle mücadele ‘öncülük’ rolünü aldı. Daha sonra yasalarını buna uygun şekilde yeniden düzenledi. Türkiye ile ilgili çıkarlarını buna göre düzenledi. Bu sadece PKK’ye karşı değil. ETA’ya karşı, radikal islamcılara karşı da böyle bir politika izledi. Bütün bunların arka planında siyasi-ekonomik çıkarlar çok açık bir biçimde görülmektedir. Kürtlere yapılan yönelimler çok açık görülüyor. ETA içinde aynı şekilde yürütülmektedir. Bunun devamında Fransa’nın 2009 yılında NATO’daki askeri görevini etkinleştirmesi gelmiştir. Bu aşamadan sonra PKK’ye karşı hukuki ve siyasi baskısını giderek arttırmıştır.

Yeni merkez Paris!
2006 yılında jandarma, istihbarat güçlerini, polisi, ulusal polisi, özel görevlileri bu operasyonlarda kullandı. 2006’yla birlikte Terörle Mücadele Komisyonu’nun merkezi Paris oldu. PKK dosyasına bakanlar, Türkiye’nin göndermiş olduğu dosya ve tezler ekseninde bu süreci belirledi. Sözde belli insanları etkisizleştirince PKK’yi bitirecekler anlayışıyla, bir yönelim konsepti oluşturdular. Bu yönelim günümüze kadar sürüyor. Aktif olan kişileri ve kurumları etkisizleştirmeyi hedefliyorlar. Bütün bunu terör listesine dayandırıyorlar. Diğer Avrupa ülkelerinde bu bir baskı aracı olmasına rağmen hukuksal hiçbir altyapısı yoktur. Ama Fransa bunu 2005 yılında ceza kanununa indirgedi. Bu eksende geliştirilen bir konsept var. Fransa, bugün kendi rönesans tarihine ters bir yerde yürüyor. Ekonomik, siyasi çıkarları gereği bunu yoğunlaştırdı. Aslında tümüyle yok etme politikasından çok kontrol altına alma mantığını işletmekte. Örneğin verdiği cezalar çok uzun süreli değil. Adli kontroller uyguluyorlar. Burada amaç kontrol altına alarak, parça parça kontrol altına alınan bir PKK yaratmak istiyorlar. Kimi bireyleri düşürebilirler. Ama PKK ve önderlik hareketinde halk devrimcileşmiştir. Onların deyimiyle elimine etme siyaseti bir anlam taşımamaktadır. Boşa düşmüştür. Adli kontrol sismetiyle Kürtleri siyasetten, kurumlardan uzaklaştıramayacaklarını onlar da görmüşlerdir. Bunu artık anlamaları da gerekiyor.

Ekonomik ve siyasi çıkarlar!
Bugüne kadar 154 kişi gözaltına alınmıştır. Tutuklamalar oldu. Bunlardan ilki gençlik dosyasıydı. Çok alelacele bir buçuk yıllık süreçte yargı süreci bitirilmiştir. Asıl amaç bir sonraki dosyalar için alt bir zemin ve hukuki bir dayanak oluşturmaktı. Birkaç kendini bilmez gencin davranışını, Kürtlere mal etmek istediler. Kürtleri, Kürt siyasetçileri kriminalize etmek istediler. Ama Kürt hareketi siyasal, propaganda, kültürel vb. tüm faaliyetlerinde Fransa’nın hukukunu çiğneyen ya da yasalara aykırı davranan bir noktada hiçbir zaman olmadılar. PKK adına ne Fransa’da ne Avrupa’da faaliyet yoktur. Şu ana kadar Kürtlerin yürüttüğü faaliyetler Fransa yasalarına göre açılmış dernek faaliyetleridir. Buna rağmen korkunç bir şekilde işçi, sığınmacı ya da Fransız vatandaşı olan Kürtler kriminalize edilmiştir. 20-30 yıl Fransa’da yaşamış insanlar kriminalize ediliyor. Gerekçe; “PKK’yi finanse ediyorsunuz.” Bu tamamen ekonomik, siyasi çıkar politikasıdır. Bu inkar edilemez. Her Türk devlet yetkilisinin ziyareti öncesi ya da sonrasında bu operasyonlar gelişmiştir. Bu çok çirkin bir siyasettir. Varsa bu insanlarımızın bir sorunu alsınlar. Bir Fransız’a nasıl yaklaşıyorlarsa, Kürtlere de böyle yaklaşsınlar. Bizler, Kürt toplumu içerisinde yasaya aykırı gelenler yoktur demiyoruz. Cezaevlerinde bu tür suçlardan yatanlarda var. Sarkozy’nin 6 valisi silah kaçakçılığından içerideydi. Bizim karşı durduğumuz nokta yurtsever Kürtlere, Kürt politikacılarına dönük kriminalize politikasıdır. Tezat tam da buradadır; silah kaçakçılığı yapan Sarkozy valisi 6 ay sonra özgür kalabilirken, Kürt politikacıları yıllarca imzaya tabi tutuldular.

Kürtlerinde kendini savunma hakkı vardır!
Fransa’da sorgu yargıçları kurumu var. Bunlar her türlü yetkiyle donatılmış durumdalar. Bu diğer Avrupa ülkelerinde yoktur. Fransa’da buna karşı bir mücadele de var. Fransa’da şu an 5 PKK dosyası sürüyor. Bunlardan sadece biri mahkeme sürecinde, diğerleri sorgu olarak halen sürüyor. Bizim dava 2006’da başladı. Biz, 20 Haziran’da ancak mahkemeye çıkabileceğiz. Ve bugünden şu söyleniyor: “Haziran’da yapılacak mahkemenin sonuçlarını hemen açıklamıyacağız.” Bu Türkiye’yle ilgili bir durum. Siyasal bir süreçtir. Dikkatli davranırsak, Kürtlerin lehine çevirebiliriz. Bizim söyleyeceğimiz Fransa kendi tarihine, Paris komününe, rönesansına geri dönmelidir. Kürtler ne Avrupa’da ne Fransa’da yasalara karşı bir pozisyonda değillerdir. Ama şu da var. Kürtlerde korumasız değildir. Bu kadar yöneldiğiniz bir halkın, kendini koruması kadar doğal bir şey olamaz.

Kendini bilmez Terörle Mücadele Komisyonları kendi tutumunu gözden geçirmelidir. Kürtleri bu kadar baskı altına almaya cesaret etmemeliler. Varsa bir çağrıları adreslerine göndersinler. Çağırdıklarında gelmemişler midir? Bugüne kadar hangi Kürt’ü Fransa devleti çağırdı da, Kürtler gitmedi? Bütün baskılara rağmen biz, demokrasiye saygı duruyoruz. Bize saygı duyulmadığında, bizler de buna göre tutum alırız. Kürtlerin de kendini savunma hakkı vardır. Biz şunu söylüyoruz; Fransa bu tutumundan vazgeçmelidir. Gidip Türkiye ile anlaşmalar, ekonomik pazarlıklar yapsın ama Kürtler bir pazarlık aracı değildir. Derneklerimiz 82 yılından beri var. Yasalara uygundur. Kürt evleri çocuk, yaşlı dinlenmeksizin maskeliler tarafından basılıyor. Bunların psikolojileri hiçbir biçimde dikkate alınmıyor. Bu tepki onlara döner.

100 bin düşman!
Aynı tarzı diğer göçmen gruplarına dönük de yapıyorlar. Romanlara karşı uygulamaları da gördük. Fransa, “yılda 25 bin insanı geri gönderdik” diye övünüyor. 25 bin insan aileleriyle birlikte düşünüldüğünde bu 100 bin insan yapar. Fransa 100 bin düşman kazanmıştır bu politikasıyla. Fransa göçmen politikası, Kürtlere dönük politikasını gözden geçirmelidir.

Kürtlerin demokratik faaliyetine yapılan saldırılar, açılan 5 dosyanın da Amerikan operasyonu olduğunu düşünüyorum. Daha önce ABD öncülüğünde Fransa ve diğer Avrupa ülkelerinin de katılım sağladığı Stuttgart’ta yapılan özel toplantı sonrası gelişen bir süreçtir. ABD 2006’da “biz operasyonların yöntemini göstermişizdir” demişlerdir.

Kürtler şunu çok iyi bilmelidir: Kürt halkının yürütmüş olduğu mücadele haklı ve meşru bir mücadeledir. Hiçbir gizli ve kapalı yanı yoktur. Bütün çalışma yasal ve demokratiktir. Finansmanı gerekçe gösteriyorlar. Bunun adı dayanışmadır. Yasaldır. Bu 20 yıldır yapılıyor. Bundan sonra da yapılacaktır. Kimseden de zorla alınmamıştır. Kimse bundan çekinmesin, Kürt halkı onurlu ve haklı mücadelemizle dayanışmaya devam edecektir. Kürtler bu konuda kendi kurumlarını sahiplenmelidir. Kürtler; halkını, değerlerini, önderliğini, kurumlarını sahiplenmeye devam etmelidir.

SELMA AKKAYA/PARİS

Hiç yorum yok: