11 Haziran 2011 Cumartesi

Din,Tarih ve Ortadoğu

Ortadoğu bereketli topraklar olarak adlandırılır.  Bu Ortadoğu’nun çok yönlü verimliliğini, üretken ve yaratıcı gerçeğini ifade eder. Dil, düşünce, sanat, mimari, edebiyat, mitoloji, tıp, fizik, geometri gibi günümüze yön veren disiplinler Ortadoğu’nun ürünüdür.

Dünyamızın bugün geldiği aşama, tümüyle Ortadoğu’nun ürünü değildir fakat ana doğrultuyu kazandıran olgular, kurallar, normlar Ortadoğu mahreçlidir.

Bu, Ortadoğu’nun yaratıcı, üretken gerçeğini ifade ettiği kadar, toplumsal gelişkinliğini, çeşitliliğini, çelişki ve çatışmalarının keskinliğini de ifade eder.

Hiç durmaksızın devam eden devingenliğiyle Ortadoğu, 500 yıl öncesine kadar öncülük rolünü üstlenmiştir. Batının 500 yıllık bir öncülük üzerinden hareketle tüm insanlık tarihini nasıl sahiplendiğini düşünürsek; Ortadoğu’nun binlerce yıla dayanan yaratıcılık, üreticilik yine öncülük gerçeğine rağmen insanlığın yaratımlarına sahiplenememesi, sahiplenme bir yana onun dışına, uzağına itilmesi, dahası onun hedefi haline getirilmesi söz konusudur. Elbette bu çözümlenmek durumundadır.

Ortadoğu tarihi esasta insanlığın tarihidir
Bunalımları ve sorunları sadece batı akılcılığı ve rasyonalizmi ile giderilemeyecek insanlığın, yaralarının sarılması, ondan da öte yeniden üretilmesi için Ortadoğu’nun analık rolünü yeniden üstlenmesi, tarihsel birikim ve tecrübesiyle yeni bir çıkışla tarih sahnesindeki yerini alması gerekmektedir. Buna ihtiyaç vardır. Zira Ortadoğu kaynaklı olmakla birlikte günümüz uygarlığı insanlığın özüne ve gerçeğine karşıt hale gelmiştir. Yabancılaşmanın had safhada olduğunu anlamak için günümüz uygarlığı içinde Ortadoğu’nun yerine bakmak yeterlidir. Alışılageldiği gibi Ortadoğu’nun günümüz uygarlığı içindeki -dışındaki demek daha yerinde olacak- yerini sadece Ortadoğu’nun gerilikleri, tutuculukları, bağnazlıklarıyla açıklamak bir yanılgı olacaktır. Bu batı mahreçli bir yaklaşım olup, yaşanan yabancılaşmayı izah etmeyeceği gibi yanıltıcı da olacaktır.

Ortadoğu aydınlanması en başta da bu durumu çözümlemek, geri-eski yanları açığa çıkarıp mahkum etmek, yenilenecek yanları devralmak gibi bir misyona sahiptir. Çünkü ne olursa olsun Ortadoğu eğer bir çıkışa öncülük edecekse -ki etmelidir- bunun gücünü yine kendi tarihinden alacaktır. Zira Ortadoğu tarihi esasta insanlığın tarihidir. İnsanlığın kazanma noktaları da kaybetme noktaları da bu tarihte gizlidir. Yine kendi tarihimizden alacağımız perspektifle günümüzü ve geleceğimizi tanımlayabileceğimiz açıktır.

Ortadoğu'nun temel toplumsal formları
Ortadoğu tanımlanırken ya da değerlendirilirken onun temel yanlarından biri olan dinler gerçeği, hemen her konunun ele alınışında, her çelişkinin ortaya konuluşunda ana temalardan birini oluşturur. Bunun izinin düşmediği hiç bir alan yoktur. Maddi, manevi yaşamın her yanında izlerini, etkilerini görebiliriz. Batı kaynaklı milliyetçiliği bir türlü içselleştiremeyen Ortadoğu insanı onu da dini bir görünüm altında yaşamaktadır.

Ortadoğu için aşiret, kabile, tarikat ve cemaat kavramları çok önemli kavramlardır. Bunlar etrafında şekillenen Ortadoğu gerçeğinde söz konusu kavramları çözümlemeden ne siyasal, ne diplomatik, ne ekonomik, ne de askeri bir başarıya ulaşmak imkânsızdır. Ulus, millet kavramlarının altında da çok canlı bir biçimde yaşayan bu kavramlar vardır. Günümüzde bile bunların etkisinin ne denli yüksek olduğu dikkate alınırsa, kökenlerinin ne kadar güçlü olduğu hakkında bir fikir edinebiliriz.

Ümmetçilik biçiminde yayılım gösteren İslamiyet’in çeşitli halklar tarafından kabullenilmesi, bu halkların içinde yaşadıkları sosyal organizasyonların özellikleriyle bağlantılı olmuştur. Sosyal yaşama damgasını vuran organizasyon biçimi ne ise dinin kabulü ve yaşanmasında da o etkili olmuştur. Onun çıkarları, gelenek ve görenekleri, kural ve normları gözetilmiştir. Seçimler bu temelde gerçekleşmiş, din değiştirme çok sık rastlanan bir olgu olmasa da, mezhep ve tarikat değiştirmeler her sosyal organizasyonun çıkarları ve beklentileri temelinde sıkça yaşanmıştır.

Güncel politikayı önemli oranda aşiret, kabile, cemaat ve tarikat olguları kodlamaktadır.
Bu gün tarikat, cemaat, kabile ve aşiretlerle ilişkilenmeden hiç bir güç Ortadoğu ülkelerinin herhangi birinde iktidar olamaz. Yine hiçbir güç, bunları dikkate almadan politika yürütemez. Her Ortadoğu ülkesi bir diğer Ortadoğu ülkesiyle ilişkilerini bunlar üzerinden yürütmekte, yine bunlar eliyle zorlamakta ve etki etmeye çalışmaktadır. Tüm modern görünümünün altında güncel politikaları kodlayan aşiret, kabile, cemaat ve tarikat olguları olmaktadır.

20.yy.ın başında oluşturulan statükosunun parçalandığı bir süreci yaşayan Ortadoğu, yeni bir şekillenme sürecine girmiştir. Bunun yönünün, doğrultusunun, özelliklerinin, karakterinin belirlenmesi olarak da değerlendirebileceğimiz girişimler her güç açısından başlatılmıştır. ABD’nin İngiltere ve İsrail’i de yanına alarak gerçekleştirdiği ve sürdürdüğü müdahale de, İsrail-Filistin çatışmaları da, gelişen isyan dalgası ve gerici ulus-devletçi rejimlerin bir bir devrilmesi gerçeği de yine Türkiye’nin mevcut statükoda ve inkâr-imha politikasında diretmesi ve İran Hizbullah-Hamas arası ilişkiler de bu gerçekle bağlantılıdır.

Şu açıktır ki, bölgenin kazanacağı yeni statüko dünyanın siyasal, sosyal, ekonomik, diplomatik vb. tüm dengelerini belirleyecektir ve dünya yeni süreçte burada gerçekleşen değişimin özelliklerine göre şekillenecektir. Tüm güçler bunun farkındadır ve buna etki etmeye çalışmaktadır. Küresel sermaye güçleri ABD öncülüğünde şimdiye kadar yürütülen politikayı daha geniş bir uzlaşma ve ittifak temelinde sürdürmek istemektedirler. Statükocu bölge güçleri ise Kürtlerin yok sayılmasına dayalı mevcut statükoyu en az değişiklikle sürdürmek için tüm güçlerini ortaya koymaktadırlar. Halk güçleri de, elbette bu sürece demokratikleşme temelinde etki etmek istemektedir. Kıyasıya bir çatışma biçimine gerçekleşen bu sürecin izlerini her yerde sürmek olasıdır.

Tarihsel ve güncel özellikleri nedeniyle Türkiye, bu gerçeklik içinde özel bir öneme sahiptir. Geçen yy. boyunca Avrupa’nın oluşturduğu statükonun bekçiliğini yapan ve kendisi de buna göre yol alan Türkiye’nin mevcut haliyle artık devam edemeyeceği herkes tarafından dile getirilen bir olgudur. Dünyada yaşanan hızlı değişim süreci, Kürt özgürlük hareketi’nin geliştirdiği demokrasi direnişi, ABD’nin Irak müdahalesiyle yaşanan gelişmeler yine AB süreci Türkiye’de değişimin zorunlu olduğunu göstermektedir. İçeride inkar ve imhaya dayalı anti-demokratik siyaset anlayışı dışarıda dengeleri kollamaya dayanan, şantaj, taviz, jeo-stratejik konumu kullanmaya dayalı olarak yürütülen statükocu politika gerçeği yine bunlar ekseninde şekillenen devlet anlayışı, siyaset yöntemleri, araçları ve siyasetçi tipi iflas etmiştir. Fakat yerine neyin konulacağı konusu henüz netlik kazanmamıştır. Bunu toplumsal bir mutabakatla halk güçlerinin mi yoksa egemen işbirlikçi sınıfların mı belirleyeceği henüz belli değildir ve belirlenmesi çetin bir mücadele sürecini gerektirecektir.

Hiç yorum yok: