6 Mayıs 2011 Cuma

'Yalancı ve Şerefsiz Hükümet'

AKP Hükümeti ABD’nin bölgemize yönelik yeni işgal harekâtının başarısı için kullandığı bir piyon, daha doğrusu İslam kültürüne bağlı Ortadoğu’yu fethetmek için devreye soktuğu bir Truva Atı’dır.

Ali H. Yerkan
1937 yılının başları olmalıdır. Dersim’e yönelik tenkil, tedip ve tehcir harekâtı hazırlıklarında sona doğru gidilmektedir. Dersim’in yaşlı manevi lideri Seyit Rıza devlet yetkilileri tarafından Elazığ’a çağrılmıştır. Bu bir görüşme çağrısıdır ve daha önce de hükü-metin Dersim’deki aşiret liderleriyle benzer görüşmeler yaptığı kesindir. Davet edilen yalnızca Seyit Rıza değildir; birçok aşiret reisi benzer bir davet almış ve davete icabet etmiştir. Ne var ki Elazığ’a giden bu aşiret liderlerinin hemen hepsi tutuklanacaktır. Çok cılız da olsa bu çağrıda bir komplo kokusunu alan Seyit Rıza, direkt Elazığ’a gitmek yerine önce Erzincan’a uğramayı seçmiştir. Ancak bu kadarlık bir tedbir sonucu değiştirmeye yetmemiş, Seyit Rıza yolda tutuklanmış ve Erzincan üzerinden Elazığ’a sevk edilmiştir. Görüşmeyi beklerken tutuklanmak bu koca çınarı epeyce öfkelendirmiş, kendisini darağacına götürecek olan bu hile karşısında ağzından dökülen sözler küfürlü bir tanımlama olmuştur: “Hukumato bê şeref u zureker” (“Yalancı ve şerefsiz hükümet”). Dönemin hükümeti Dersim’in saf aşiret reislerinin belini esas olarak yalan ve hileyle kırmıştır.

Bugün de TC Hükümeti İmralı’da rehin tutulan Önder Öcalan ile görüşme halindedir. Görüşmelere devlete ait kurum temsilcileri-nin katılması Erdoğan Hükümetinin bu görüşmelerin dışında olduğunu göstermez. Tersine görüşmeleri isteyen aslında iktidardır. Görüşmelerin genel gerekçesi Kürt sorununda barışçıl bir çözümün önünü açmaktır. Görüşmelerin öncelikli hedefi ise 12 Haziran seçimlerinin sağlıklı bir ortamda yapılması ve bunun için de Kürt tarafının ilan ettiği tek yanlı ateşkesin sürdürülmesidir. Önder Öcalan ve Kürt tarafı görüşmelerin amacına bağlılığını defalarca kanıtladığı halde, aynı şeyi Erdoğan Hükümeti için söylemek mümkün değildir. Demokratik güçlerde AKP Hükümetinin bir oyalama taktiği izlediği kanısı giderek güçlenmektedir. En son Dersim’de düzenlenen operasyonda yedi gerillanın katledilmesi ve halkın hak arayışına polisin Gestapo tarzı şiddetiyle karşılık vermede ısrar edilmesi, hükümetin oyalama çabası içinde olduğunu gösteren somut örneklerdir. Dolayısıyla Seyit Rıza’nın döne-min hükümeti için yaptığı tanımlama Erdoğan Hükümeti için de aynen geçerlidir: “Hukumato bê şeref u zureker!”

Erdoğan’ın Kasımpaşa kabadayısı tavırlarına bakıp aldanmamalıyız. Gerçekte Cumhuriyet tarihinin en işbirlikçi hükümeti ile karşı karşıya bulunuyoruz. AKP Hükümetinde bağımsız irade aramak, tekeden süt sağmaya çalışmaktan farksızdır. El Kaide ne kadar emperyalizm karşıtı ise, Erdoğan Hükümeti de o kadar bağımsızlıkçıdır. AKP iktidarının Washington patentli olduğu ve ABD’nin Irak’ın işgali ile başlayan kapsamlı müdahalesi öncesinde işbaşına getirildiği herkesçe bilinmektedir. Dolayısıyla Erdoğan için kullanılan ‘Dünya Lideri’ tanımlaması fazlasıyla abartılı olup içi boştur. AKP Hükümeti ABD’nin bölgemize yönelik yeni işgal harekâtının başarısı için kullandığı bir piyon, daha doğrusu İslam kültürüne bağlı Ortadoğu’yu fethetmek için devreye soktuğu bir Truva Atı’dır. El Kaide’nin ABD emperyalizminin soğuk savaşın son yıllarında Sovyet sistemine karşı kullandığı İslam maskeli bir yapılanma olurken, AKP’nin de onun reel sosyalizmin yıkılışı sonrasına uyarlanmış hali olarak ele alınması en doğrusu olacaktır. İradesiz olan böylesi bir yapılanmanın Kürt sorunu gibi bir sorunu çözmesi düşünülemez. Kürt sorununu çözmek için öncelikle AKP iktidarından bir an önce kurtulmak gerekir.

Türkiye’de gelenekselleşen dışa bağımlılığın ve bunu gizlemek için milliyetçilik silahına sarılmanın en önemli nedeni Kürt soru-nundaki çözümsüzlüktür. Kürt sorununda çözümsüzlükte ısrar, Türkiye için kesinlikle dışa bağımlılıkta ısrar olmuştur. Türki-ye’nin sorunu imhacı yöntemlerle çözme yaklaşımında ayak sürümesi en çok da ABD ve AB’nin işine yaramıştır. Bu iki uluslararası gücün silahlı direnişi geri plana itip demokratik barışçıl çözümü öne çıkaran Kürt Özgürlük Hareketi’nin boynuna ‘terörist’ yaftasını geçirmesini Türkiye’nin hayrına bir tutum olarak değerlendirmek sakattır. Kürt sorununun çözüme kavuşturulmasının emperyalist Batı’yı Türkiye’yi kendine bağlamakta kullandığı elverişli bir karttan yoksun bırakacağı açıktır. Batı’nın PKK’ye düşmanlığı tam da bu kapsamda değerlendirilmelidir. Kamuoyunun demokratik çözüm konusunda beklenti içine sokulduğu ve barışçıl çözümün koşullarının olgunlaştığı bir süreçte ABD ve AB’nin PKK aleyhinde açıklamalarda bulunmaya hız vermeleri, bu güçlerin ‘Kürt kartı’na hala ne denli ihtiyaç duyduklarını açıkça ortaya koymaktadır.

Kürt sorunundaki çözümsüzlüğün iç ve dış politikadaki karşılığı şiddetin giderek tırmandırılmasıdır. AKP “Yurtta sulh, cihanda sulh” deyişinin içini boşaltmıştır. Bu işbirlikçi yapılanma sureti haktan görünüp değerlerin başına çöreklenen ve el attığı her değe-rin özünü emip kabuktan ibaret hale getiren bir kemirgeni andırmaktadır. Söz konusu yapılanmanın İslam’a yaklaşımı da budur. Nitekim sözüm ona İslamcı geçinen Erdoğan Hükümeti, ABD ve NATO’nun İslam kültürüne bağlı Ortadoğu halklarına karşı açtığı savaşın ortasında yer almıştır. CIA Başkanı’nın beş güne yayılan Türkiye ziyareti AKP Hükümetini bu savaşa daha fazla bağlamak içindir. Bunun karşılığı ise devletin Kürtlere arzu ettiği biçimde yönelmesine göz yummak olacaktır. Başka bir deyişle AKP Hükümeti’ne Kürt sorununda istediği biçimde hareket etme icazeti verilmiştir. İktidara gelişi Kürt sorununa olan AKP Hükümeti, iktidarını kalıcılaştırmak için Güreş-Çiller-Ağar ekibine rahmet okutturacak bir yaklaşım içinde bulunmaktadır. Erdo-ğan’ın artık Kürt sorununun kalmadığını söylemesi Güreş-Çiller-Ağar çetesini sollamaya çalıştığını göstermektedir.

Kısa ama çarpıcı bir Kürt hikâyesidir: Soğuk zemheri ayazında eli tüfekli avcının yaşaran gözlerine bakan yavru serçe, üzüntü içinde “Bak anne, zavallı avcı nasıl da ağlıyor” der. Anne serçe, hayatı henüz tanımamış yavrusuna göre çok daha tecrübelidir. “Sen onun sahte gözyaşlarına değil, kardeşlerimizin kanına bulaşmış ellerine bak” diye karşılık verir. AKP’nin sözde Kürtlerden yana görünen bazı söylemlerine takılıp asıl gerçeği olan ‘Kürt kasabı’ misyonunu görmemek, bu hikâyedeki yavru serçenin konumuna düşmektir. Bu kıssadan çıkarılması gereken hisseyi çıkarmak yalnızca Kürtler için değil, emekçi Türk halkı ve onun öncüsü olma iddiasını taşıyan güçler için de geçerli bir görevdir. Bir siyasal yapılanmanın gücü politikalarının tutarlılığıyla ölçülecekse, o zaman AKP iktidarının aslında en güçsüz iktidar olduğu kabul edilmek durumundadır. Kürtler AKP’nin koyun postuna bürünmüş kurt olduğunu deşifre etmişlerdir. Erdoğan Hükümeti’nin Gestapo yöntemleriyle donattığı polisini harekete geçirip kadın-erkek, genç-yaşlı ayrımı yapmaksızın Kürtlerin üzerine saldırtması bunun kanıtıdır. Kürtlerden sayısal olarak daha kabarık bir işbirlikçi kesim derleme iddiasındaki AKP Hükümeti Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olma noktasına gelmiştir.

Kürt sorunu da dahil Türkiye’nin tüm sorunlarının çözüm gücü 12 Haziran seçimlerine ortak adaylarla katılan Özgürlük ve De-mokrasi Bloku’dur. Türkiye’nin aydınlık geleceğinden yana olan ve AKP’nin ABD ve NATO uşağı politikalarından rahatsızlık duyan herkes bu blokun adaylarının Meclise girmesi için her şeyini ortaya koymakla yükümlüdür. Türkiye’de halkların birliğinin öncü prototipi olacak böylesi bir Meclis Grubu demokrasi mücadelesinin başarısı doğrultusunda atılmış dev bir adım olacaktır. Yalan siyasetinin şereften yoksunluğuna karşılık, doğruluk ve hakikatte ısrarın onurlu duruşunu temsil edecek olan bu grup, AKP’nin daha fazla kan dökmeyi öngören uğursuz politikaları önünde önemli bir bent oluşturacaktır.

Hiç yorum yok: