6 Mayıs 2011 Cuma

Kürtçenin Kaderi Kürtlerin Kaderidir

Yeni_Özgür_Politika‘’Kürtçenin kaderi, Kürtlerin kaderiyle ilgili bir sorun. Kürtlerin geleceği farklı ulus-devletlerin içinde erimek olacaksa eğer, o zaman Kürt dilinin de çok fazla şansı yok. Kürtlerin özgürleşmesi gerçekleşirse, Kürtler de kendi dillerini bir sisteme oturtabilirler.“
18 Nisan 1992 tarihinde kurulan ve İstanbul Nişantaşı’ndaki ilk yerinde açıldıktan birkaç saat sonra tabelası indirilen İstanbul Kürt Enstitüsü, bugün Unkapanı’ndaki yerinde Kürtçe tabelası ve 30 yıla yakın birikimiyle çalışmalarına devam etmekte. Dr. İsmail Beşikçi, İbrahim Gürbüz, Feqî Hüseyin Sağnıç, Musa Anter, Cemşid Bender, Yaşar Kaya, Abdurrahman Durre ve Süleyman İmamoğlu tarafından kurulan İstanbul Kürt Enstitüsü’nün ilk başkanı ise Musa Anter.

Kürt dili, edebiyatı ve tarihi üzerine çalışmalar yürüten İstanbul Kürt Enstitüsü, 2006 yılında dernekleşerek, İstanbul Kürt Enstitüsü Derneği olarak faaliyetlerine devam etti. Yine bu tarihten itibaren Kürt dilinin öğretilmesi çalışmalarına da ağırlık veren Enstitü’nün açtığı dil atölyelerinde, bugün Kürtçe öğrenen insan sayısı yılda bin kişiyi buluyor. Enstitü binasında açılan sınıflarda verilen örgün eğitimin yanında, yaygın eğitimle de hizmet veren Enstitü, çeşitli kurumlardan gelen bu talebi öğretmen göndererek karşılıyor.

Yayın faaliyeti de yürüten İstanbul Kürt Enstitüsü, eğitim materyalleri ve araştırma çalışmaları olmak üzere iki kategoride yayınlar hazırlıyor. Enstitünün inceleme-araştırma dergisi „Zend“ ise üç ayda bir yayınlanıyor. TZP Kurdî’nin de aktif bir bileşeni olan İstanbul Kürt Enstitüsü’nün şu an başkanlığını yürüten dilbilimci Sami Tan’la, Enstitü’nün çalışmaları ve TZP Kurdî’nin İstanbul ayağını konuştuk.

Hocam, öncelikle Enstitü’nün çalışmaları hakkında biraz bilgi verir misiniz?
İstanbul Kürt Enstitüsü, Kürt Dili ve Edebiyatı ve Kürt Tarihi üzerine çalışmalar yapmaktadır. 2006’dan sonra dilin öğretilmesi çalışmalarına ağırlık veren Enstitü, bunu birebir dil atölyelerinin açılması şeklinde sürdürdü. Bu çalışmaların bir parçası da öğretmenlerin yetiştirilmesi ve öğretim materyallerinin hazırlanmasıydı. Enstitü, kendi hazırladığı bu yayınlar üzerinden eğitim veriyor. Bu yayınlar dilin öğretilmesine yardımcı yayınlardır. Ayrıca Kürtçe-Türkçe, Türkçe- Kürtçe iki tane büyük sözlük hazırlandı. Deyimler Sözlüğü, Atasözleri Sözlüğü, Kürt Edebiyat Tarihi yayınlarının dışında bazı Kürt klasiklerinin Latince’ye transkribe edilmesi ve Sözlü Kürt Edebiyatı ürünü çeşitli destan, çîrok ve stranların yazılı hale getirilmesi çalışmalarını yürütüyor. Bu çerçevede bugün 50’ye yakın kitap hazırlandı.

Dil kurslarının kapandığı dönemde Kürt dili ile ilgili çalışmaların yeni bir zemine oturtulması ve başka bir bilinçle sürdürülmesi zorunluluğu ortaya çıktı. Klasik anlamda dili geliştirmeye dönük çalışmaların yeterli olmadığı, bunun yerine daha çok ‘dil aktivizmini’ temel alan çalışmaların sürdürülmesi gerektiği ortaya çıktı.

Sözünü ettiğiniz bu ‘dil aktivizmi’ tam olarak neyi ifade ediyor?
Kürt Dili ve Eğitim Hareketi’nin ortaya çıkışıdır. Bugüne kadar sadece bu dilin öğretilmesine ve materyallerinin hazırlanmasına dönük çalışmalar yapılıyorken, bundan sonra birebir halkın içinde Kürtçe’ye yönelik bilinci oluşturmak, aynı zamanda bu dilin yaşaması için gerekli olan anadilde eğitim meselesinin toplumun gündemine getirilmesi ve bir talep olarak, hak temelli bir mücadelenin yürütülmesi. Bu temelde Kürt Dili ve Eğitimi Hareketi TZP Kurdî oluşturuldu. İstanbul Kürt Enstitüsü de bunun içinde aktif bir bileşen olarak yer aldı. TZP Kurdî içinde Amed ve İstanbul Kürt Enstitüleri, Ankara’da Kürt-Der ve Kurdî-Der yer almakta. Türkiye’de 20’ye yakın yerde örgütlü olan TZP Kurdî, dilin öğretilmesine yönelik atölye çalışmaları yürütmekte. Türkiye geneline baktığımızda 10 bine yakın insan bir yıl içerisinde dili öğrenmeye dönük bu çalışmalara katıldı.

Anadilde eğitim ve Kürt dilinin özgürleşmesi talebinin aktif bir mücadeleyle, dil aktivizmiyle toplumun gündemine yerleştirilmesi, toplumda bir bilinç dönüşümü yaratarak her boyutuyla dili sahiplenme bilinci geliştirirken, devlete ve egemenlere de bunu dayatmaya dönük bir mücadele. Bu mücadele bunun arkasında bir irade olduğunu somut olarak gösterdi ve bunun pratikte yapılabilirliğini yaptığı çalışmalarla ispat etti. Hem öğretmen yetiştirilmesi hem de eğitim materyallerinin hazırlanması çalışmalarıyla bu eğitimin devlete, egemenlere rağmen belli bir noktaya kadar yapılabileceğini gösterdi.

İstanbul ölçeğinde bu örgütlülük içerisinde yürütülen çalışmalar neler?
2008’de başlatılan „Artık Yeter! Anadilimizde eğitim istiyoruz“ kampanyasıyla birebir sokağa inme, toplumun içine girme, orada çalışmalar yürütme süreci başladı. Bu öğretim yılı başında TZP’nin öncülüğünü yaptığı boykot oldukça etkili oldu ve sorunun ciddi boyutta tartışılmasını gündeme getirdi. 21 Şubat ve 15 Mayıs gibi kritik günlerde Kürt dilinin yaygın bir şekilde gündeme getirilmesi, bu anlamda anadil talebinin gündeme getirilmesi, pratik olarak hayata geçirilmesi ve toplumda bir sahiplenmenin yaratılması için çalışmalar yürütüyoruz.

Bu genel çerçevede İstanbul’da da dil atölyelerimize ciddi bir ilgi var. Atölyelerimiz belli bir sisteme kavuştu ve yıllık bin kişiyi kucaklamaya doğru gidiyor. Çeşitli paneller, seminerler düzenliyoruz. Bu sene 21 Şubat dolayısıyla üç farklı yerde paneller organize ettik. İmza kampanyası vardı biliyorsunuz, onun aktif çalışması yürütüldü.

İmza kampanyası nasıl gitti?
DTK öncülüğünde çeşitli sivil toplum örgütlerinin katılımıyla bir imza kampanyası başlatıldı. Anadilde eğitim talebiyle üç farklı yere dilekçeler yazıldı: TBMM, Avrupa Konseyi ve UNESCO. Hedeflenen 1 milyon imza idi, bu sembolik bir rakam olarak belirlendi. Kampanya tamamlandı, şimdi imzaların gerekli yerlere iletilmesi sürecine girdik. İstanbul’da 100 bin imza toplayabildik. Hem bizim daha yaygın bir çalışma yapamamamız, hem de İstanbul’daki örgütlülüğün zayıf olması sebebiyle rakam burada düşük kaldı.

Tabii bu kampanya sadece bizim üzerimizden yürümedi, böyle yürümesi doğru da değildi. Kampanyanın diğer bileşenlerinin de çalışması var. Ancak yine de İstanbul’da ortaya çıkan bu rakam bir zaafiyettir, bunu görmek gerekiyor.

Dil atölyelerinin bir sisteme kavuştuğunu belirttiniz, bu atölyelerde sadece yetişkin eğitimi mi veriliyor? Eğitim ücretli mi?
Evet, şu anda sadece yetişkinler için dil atölyeleri açılıyor, fiziki koşullarımız çok uygun olmadığından sadece iki sınıf açabiliyoruz. Ancak çeşitli kurumlardan talep gelebiliyor. Bu durumda biz öğretmen gönderiyoruz ve toplamda 15 sınıfı bulabiliyor. İmkânlarımız yeterli olsa burada da bu sayıyı bulabiliriz, böyle bir talep var.

Dil atölyelerinin ücretli olup olmaması konusunu çok tartıştık, bu mesele yüzünden bir dönem kurslar tıkandı. Biz bunu ticari bir faaliyet olarak görmüyoruz, dil bir mücadele alanıysa bunu para üzerinden yürütmek doğru değil, o yüzden kurslarımız ücretli değil. Sadece ilk kayıtta bir kereye mahsus olmak üzere 50 Lira ücret alınıyor, bu da kırtasiye masraflarına gidiyor.

Eğitim materyallerini de siz hazırlıyorsunuz, nedir bu materyaller? Bunları da ücretsiz mi sağlıyorsunuz?
Kitaplar için bir ücret alıyoruz. Geçen yıl öyle değildi, ancak çok karışıklık yaşandı. Birçok insandan kayıt ücreti alamıyoruz. En azından kitapların parasını alalım da, kitapların yeniden basılmasını sağlayalım diye düşündük. TZP çalışmalarının başlamasından sonra üç kitaptan oluşan bir kitap seti hazırladık. ‘Hînker’ üç aşamalı olarak dil eğitiminde kullanılan yayınımız. Bunun dışında benim yazdığım bir gramer kitabı var, daha çok bu materyaller kullanılıyor.

Bu materyaller yeterli oluyor mu?
Bizim tüm materyallerimiz şu an tek dilli ve öğretmensiz işe yaramayacak materyaller. Asıl eksik olan ama gündemimizde olan işitsel ve görsel materyaller. Bir de çocuklara dönük materyaller. Amed’de Kürt Enstitüsü’nün ve bazı belediyelerin bu yönde çalışmaları var, masal kitapları gibi. Bunların da sesli bir biçimde hazırlanması gündemimizde, internet üzerinde böyle çalışmalar var ancak bunları bizim yapmamız gerekiyor.

Kültür yayıncılığı anlamında bir faaliyet sürdürüyor musunuz?
Daha çok kendi çalışmalarımıza uygun Kürt Dili ve Edebiyatı ve Kürt Tarihi ile ilgili araştırma çalışmalarını yayınlıyoruz, modern edebiyat ürünlerini basmıyoruz. Ama edebiyatla ilgili ciddi bir araştırma varsa onu yayınlayabiliriz. İki kategoride yayın çalışması yürütüyoruz; eğitim materyalleri olarak kullandığımız yayınlar ve araştırmaya dönük yayınlar. Bunun dışında ‘Zend’ isimli bir dergimiz var. Üç aylık periyotlarla kitap serisi olarak çıkıyor. Kürt dili, edebiyatı ve tarihi ile ilgili yazıların yer aldığı bir araştırma dergisi. Kürtçe literatürün oluşturulmasını hedefleyen bir yayın. Çok farklı araştırma-inceleme alanlarına ilişkin literatürün oluşturulması hedeflendiği için her alandan buna uygun özellikteki yazılara bu yayınımızda yer veriyoruz. Bu dergide de şiir, öykü gibi edebiyat ürünlerine yer vermiyoruz. Bu yöndeki çalışmaları Amed’deki Kürt Enstitüsü’nün çıkardığı ‘W’ isimli dergi yapıyor. Edebiyat alanını onlara bıraktık, biz daha çok dilin araştırılması alanında yayınlar çıkarıyoruz.

Bu noktada Kürtçe’nin terminoloji sorunları var mı? Sizin tespit ettiğiniz eksiklikler neler?
Bazı alanlarda ciddi boşluklar var, pozitif bilimlerle ilgili bir çalışma yapılması gerekiyor. Hem var olanın toparlanıp standartlaştırılması hem de belli türetmelerin yapılması gibi. Çok farklı merkezlerden o dile hâkim olmadan, kurallarını iyi bilmeden yapılan türetmelerin kirliliğe yol açtığı çok açık. Dil mantığına uymayan, tamamen çeviriye dayalı türetmeler zarar da verebiliyor.

Yeni sözcük türetmek gibi daha detaylı dil araştırmaları da yapıyor musunuz?
Biz en son Amed’de dört günlük bir çalışma yaptık. ‘İki dilli hayat’ çalışmaları başlayınca, idari terimler için bir standart oluşturmaya yönelik bir çalışmaydı bu. Büyükşehir Belediyesi’nin idari şemasını aldık, onu Kürtçe’leştirdik. Bu terimlerin birçoğu zaten var. Güney’deki idari sistemin Kürtçe olması, Türkiye’de de 90’lardan beri özellikle ‘Hawar Dergisi’nin yaptığı çalışmalar ciddi bir zemin oluşturmuş, onlardan yararlanarak bu çalışmayı yürüttük. Yeni bir sözcük türetmek gerekliliği oluştuğu zaman önce Kurmancî’ye baktık, sonra Soranî lehçesinde kullanılıyor mu; buna baktık. Eğer ikisinde de yoksa, en yakın dil olan Farsça’ya baktık. Farsça ve Kürtçe mantık olarak birbirine çok yakın, ancak Farsça’nın da bir çıkmazı çok fazla Arapça etkisinde kalmış. Özellikle bilimsel terminoloji Arapça’dan alınmış, çok fazla türetme ihtiyacı duyulmamış. O yüzden aradığınız her şeyi bulamıyorsunuz, farklı dillere de bakmak lazım, sadece Türkçe üzerinden çeviri yapmak da doğru bir anlayış değil. Söz konusu şeyin ne işe yaradığı ya da onun bir fonksiyonunu göz önüne alarak, ona bir isim koymak türetmenin sağlıklı olmasını sağlıyor. Halkta bu çok yaygın zaten, gördüğü şeye kendiliğinden, onun bir özelliğinden ilham alarak isim bulabiliyor.

Bir de lehçeler meselesi var, Kürtçe’nin homojen bir dil olarak yeniden dizayn edilmesi gerekiyor mu? Bu sorun nasıl çözülmeli?
Türkiye’de konuşulan ve bizim yoğunlaştığımız Kurmancî ve Zazakî lehçeleridir. Tabii diğer lehçelerden de kopuk değiliz, Soranî ve Hewramî lehçelerini de izliyoruz. Özellikle Soranî’nin son yüzyılda yasaklanmamış olması, idari ve resmi dil olarak kullanılmış olmasının avantajları var, ondan da yararlanmak gerekiyor.

‘Tek ulusun tek dili olur, o dil de standart olur’ şeklinde belirginleşen ulus-devlet mantığının aşılması gerekiyor. Ulus- devlet mantığı içinde düşünen tüm halklarda bu mantık var. Kürtlere de sirayet eden bu mantık, bugün Güney’de belli ölçülerde sürerken, geçmişte Kürt Ulusal Hareketi’nde belli dönemlerde mevcuttu. ‘Biz bu lehçelerden en gelişmiş ya da en yaygın olanı temel alırız, diğerlerini de buna yamayarak bir dil oluştururuz ve bu bütün Kürtlerin dili olur’ şeklindeki bu anlayış öncelikle Kürtlerin realitesine uymuyor. Elimizde olan eserlere baktığımızda Kurmancî 1400’lü yıllardan beri yazı dili olarak kullanılıyor, aynı şekilde Soranî de 18. yy’dan beri ürünleriyle daha çok edebiyat dili olarak var. Kurmancî’den daha önceki edebiyat Hewramî ile sürdürülmüş. Bu yüzden bunları birbirine yamamak ve tek bir homojen dil haline getirmek doğru değil. Çünkü lehçeler arasında hem morfolojik olarak hem de fonetik olarak ciddi farklılıklar var.

En başta yapılması gereken lehçeler, şiveler, ağızlar haritası şeklinde bir dil haritasının çıkarılması ve bu anlamda lehçelerin kendi içlerinde bir birliğe ve standarda kavuşturarak, onun üzerinden birbirine yakınlaşması sağlanmalı. Bir dil yaratmak kendi doğallığında oluşan bir süreç olduğundan, dışarıdan dayatmalarla bunu yapmak doğru değil. Geçmiş dönemlerde bu iş bir devlet erkiyle ya da bir din üzerinden yapılmaya çalışılmış. Bu yakınlaşmayı daha bilimsel bir temelde yapmak için kendi doğallığıyla ve daha demokratik bir anlayışla yapmak gerekiyor. Aslında Kürtlerin dilinin kaderi, Kürtlerin kaderiyle ilgili bir sorun. Kürtlerin geleceği farklı ulus-devletlerin içinde erimek olacaksa eğer, o zaman Kürt dilinin de çok fazla şansı yok.

Bu noktada Güney önemli…
Evet, orada resmi bir statüsü var ve bugünkü atmosfer içinde Kürt dilinin şanslı olan kısmı Güney parçasıdır. Orada daha çok Soranî lehçesi konuşuluyor, Kurmancî konuşulan bölge Behdînan, ancak şu an orada da Kurmancî’nin sadece konuşma dili olarak kalması ve eğitimden dışlanması sorunu gündemde. Bu ulus-devlet mantığı orada da var. Kurmancî’nin sadece konuşma dili olarak kalmasıyla dilin homojenleşmesi hedefleniyor. Güney’de Soran aydınların bir bölümünde böyle bir eğilim var. Geçen yıl Kürt Dili Akademisi orada bir konferans düzenledi ve bu sorun yüzünden konferans dağıldı ve sonuç bildirgesi çıkaramadı.

Kürtlerin Ortadoğu’da özgürleşmesi gerçekleşirse, demokratik bir Ortadoğu içinde Kürtler de kendi dillerini bir sisteme oturtabilirler ve bir şekilde yakınlaşma olur. Eğer farklı bir biçimlenme olursa, bu farklı lehçelerin farklı dillere dönüşmesi gündeme gelebilir. Tabii bu lehçe meselesi sadece dilbilimsel bir mesele değil kültürel, sosyolojik aynı zamanda kişinin kendisini ne olarak gördüğüyle ilgili mesele. Bence bugün atılması gereken ilk adım, eğer mümkünse bir alfabe birliğinin oluşturulmasıdır.

Son olarak DTK’nin ‘İki dilli hayat’ kampanyasının İstanbul’daki görüntüsü nasıl?
İstanbul’da çok ciddi bir şey yok, çünkü ‘iki dilli hayat’ sistemle ilgili bir şey, demokratik özerklik sisteminin ete kemiğe bürünmesiyle ilgili bir şey. Bir de Türkiye metropollerinde bunun anlaşılması çok kolay değil, sonuçta burada daha kozmopolit bir yaşam var. Kürdistan’da daha rahat tabii, özellikle yerelde iktidar olduğun yerlerde devletin güvenlik güçlerinin engellemesine rağmen birçok şeyi yapabiliyorsun, ama burada bu daha zor. İstanbul’da bugün öncelikle Kürt dilinin yaşatılmasına dönük çalışmalar yapmak gerekiyor. Genç nesilde ciddi bir erime var, özellikle 90’larda zorunlu göçle gelenler, 20 yıl gibi bir zamandan bahsediyoruz, bu süre içinde buradaki sisteme entegre oldular. Kültürel olarak da özellikle genç nesil açısından bir erime ve asimilasyon süreci yaşandı. Şu an bunun önüne nasıl geçilebilir, bu dil nasıl yaşatılabilir bunun üzerine kafa yoruyoruz, buraya yoğunlaşıyoruz. Kürtlerin kendi örgütlülükleriyle bunu yapabilmeleri dışında başka bir imkânı yok. Dilin öğretilmesi gerekiyor, eğitim sürecine girilmesi önemli, bu olmadığı noktada dilin çok fazla şansı yok. Aşağıdan yukarıya doğru bir örgütlülükle bir halk iradesi ortaya çıkarsa, bu ciddi bir örgütlülüğe ulaşırsa, dilin korunması ve bir sisteme oturtulması daha mümkün olur tabii.

Demokratik Özerklik sadece Kürtlerle sınırlı değil, aslında model olarak öngörülen, bu eğitimin hem içeriğiyle hem de diliyle, o yerelin kültürel, dinsel ve diğer özgünlüklerini gözönüne alan bir eğitim olması. Ama inisiyatifin yerellerde olması gerekiyor. Devlet bunun hukuki çerçevesini ve temel ilkelerini belirlemelidir. Nefretin, ırkçılığın, ayrımcılığın, şiddetin olmadığı, insanlığın bugün geldiği noktada temel demokratik prensipleri belirlersin ve bu ilkeler çerçevesinde o bölgeleri serbest bırakırsın.
BETÜL KILIÇ

Hiç yorum yok: