19 Mayıs 2011 Perşembe

Kürt Kanı Üzerinden İktidar Hesapları




Geçen yılın ortalarında, orduya yakın duran ve ulusalcı kanattan olan bir siyasal gözlemciyle bir Türk televizyonunda karşılaşmış, tv’nin müdürü, yöneticileri ve Atatürkçü Düşünce Derneği’nin Avrupa yöneticilerinin de olduğu lobide sert bir tartışma yapmıştım.

Bu kişi Kürtlerin Türk ordusunun Kürt halkına karşı izlediği şiddet politikasından şikayet etmelerinin anlamsız olduğunu söylüyordu! Kürt siyasetini asıl bu şiddetin büyüttüğünü iddia ediyor ve bunun bilinçli bir politika olduğunun altını çiziyordu.

Ona göre Irak’ın işgaline kadar Kürtleri (PKK) bastırmak amacıyla şiddet kullanan ordunun içinde işgal sonrası ciddi görüş ayrılıkları yaşanıyordu.

Türk ordusu içindeki baskın eğilimin bölgeyi cemaatler ve AKP aracılığıyla yeniden sisteme entegre etmeye ve kendi Kürdünü yaratmaya karar verdiğini, Amerika’nın da bu projeyi desteklediğini söylüyordu. ‘Radikal ulusalcı’ diye tabir edilen bir kesimse buna itiraz ediyordu.

Kendisinin de desteklediği ‘radikal ulusalcı’ ekibin, bünyesinde ‘çağdaş-laik’ öğeler barındıran Kürt siyasetini ‘Ilımlı İslama’ tercih ettiğini belirtiyor ve benim gibi, ‘liberalizmin etkisinde kalmış Kürt aydınlarının’ bunu görememesini eleştiriyordu!

Bu fanatik ulusalcı, Türkiye’de asıl olarak ordu içinde bir ‘iç çatışmanın’ yaşandığını, birilerinin bunu kamuoyuna bilinçli olarak ‘AKP-Ordu çatışması’ olarak yansıttığını da belirtiyor, ülkede yaşanan gerilimleri ‘ordu içindeki çatışmayla’ açıklıyordu.

Ayrıca ‘erken zafer havasına kapılan’ Gülen Cemaati, AKP ve yandaşları ile bunlara umut bağlayan Kürtlerin hayal kırıklığı yaşayacaklarını, ordu içindeki muhalefetin yükseleceğini kendinden emin bir şekilde ifade de ediyordu.

Ergenekon Davası’nın rafa kaldırılmasının ardından PKK’nin ilan ettiği ateşkese rağmen gerillalara pusu kuran ve nokta saldırıları yapan Türk ordusunun yarattığı dehşet ortamına bakınca insan fanatik ulusalcının söylediklerini düşünmeden edemiyor.

Kaldı ki Türk medyasında hem Dersim ve hem de Uludere’deki baskınları düzenleyen komutanların Ergenekoncu oldukları iddia ediliyor. Geçen yıl Eylül ayında; İmralı görüşmelerin kritik bir aşamasında Hakkari’de 9 köylünün katledildiği mayınlı saldırı emrini de bölgeye geçici olarak Ergenekoncu bir general vermişti. HPG açıklamasında bu generalin ismi verilmiş, deşifre edilmişti.

Son olaylar ordu içindeki savaş yanlısı ekibin elinin güçlendiği ve seçimler öncesi harekete geçtiğini gösteriyor. Bu koşullarda seçimin yapılması da kolay olmayacağa benziyor.

Tabii, hemen belirteyim, ordu içindeki ‘radikal ulusalcı’ ve şiddet yanlısı kesimin Kürtleri ‘laik ve aydınlanmacı’ özellikleri yüzünden tercih ettiği düşüncesi bana saçma geliyor. Türkiye’de Kürdün başına ne geliyorsa özgürlüğünü talep ettiği için geliyor. Bu gerçek bütün çıplaklığıyla ortaya çıkmış bulunuyor. Kaldı ki Kürt halkı devleti de orduyu da iyi tanıyor.

Elbette, Kürdün yükselen gücü, birikimi ve dengeleri etkimele potansiyeli birçok şey gibi Türkiye’nin iç siyasi dengelerini de derinden etkiliyor. Ve elbette Kürt meselesi ve bunun öncüsü Kürt siyaseti bu ülkedeki iktidar mücadelesinde önemli bir tutuyor.

Kürtlerle savaşın iktidar mücadelesinde yaşamsal bir yeri olduğu da zaten biliniyor. Kürtlerin buna alet olmadıkları, dinci AKP gibi ırkçı orduya karşı da demokrasi ve özgürlük mücadelesini sürdürdükleri ve sorunların demokratik zeminlerde çözümü amacıyla birbiri ardına ateşkes ilan ettikleri, barışçıl çözümlere fırsat verdikleri de biliniyor.

Ne var ki bunun kıymeti dün olduğu gibi bugün de bilinmiyor. Türkiye’nin sözüm ona ‘siyasi iradesi’ AKP Hükümeti’nin bunun kıymetinin herkesten çok bilmesi gerekiyor ama bilmiyor. Kendisinin de altında kalacağı savaşa göz yumuyor. Öcalan, ‘’savaş yeniden başlarsa AKP 3 ay dayanmaz’’ diyor, AKP bu uyarıyı da dinlemiyor. Bu yüzden de zaten dökülen ve maalesef daha da dökülecek olan kanların vebalini taşıyor.

AKP binbir rica ve minnetle İmralı üzerinden elde ettiği ateşkesi anlamsız hale getirilmesine adeta destek sunuyor. Onun günahı da zaten savaş yanlısı kesimle hesaplaşmayı değil, uzlaşmayı tercih etmesinden kaynaklanıyor.

Dolayısıyla işlenen suçların ve dökülen kanın hesabının ordu kadar AKP’den de sorulması gerekiyor. Kimsenin kuşkusu olmasın sorulacaktır. Ayrıca Kürt kanı üzerinde iktidar hesapları yapanların hevesleri de kursaklarında kalacaktır.

***

Uludere’de 12 gerillanın katledilmesinin ardından tepkilerini ileten birçok Kürt yurtseveri bu kayıpları anlamakta zorluk çektiğini belirtiyor ve komuta kademesini sorumlu tutuyor. KCK’den de bunun izahını yapmasını istiyor.

Aynı şekilde İmralı görüşmelerinden bir beklentileri kalmadığını, ordusu ve hükümetiyle Türk devletinin Öcalan’ı ve PKK’yi oyaladığını düşünüyor ve operasyonlar ile tutuklamalar son bulmayıncaya kadar görüşme yapılmaması gerektiğini söylüyor.

gunayaslan@hotmail.de

Hiç yorum yok: