Tarihi geçmişte yaşanmış olaylar bütünü olarak adlandırmanın eksik bir tanım olduğu ve günümüzde yaşanan olay ve tartışılan olguların anlaşılması açısından oldukça önemli bir veri tabanını teşkil ettiği birçok farklı düşünce ve ideolojinin ortaklaştığı bir düşünce. Özellikle post modernitenin yarattığı ‘günlük’ hatta ‘anlık’ yaşayan insan gerçeğine ilaç olabilecek bu düşüncenin uygulanması önündeki zorluklar tabii ki tarih eksenli tartışmalarda temel bir sorun teşkil ediyor.Nereden bakılırsa bakılsın tarih boyunca söylenen sözler, gerçekleştirilen olaylar, uygulanan pratikler bugün ve yarın açısından kader tayin edici olabiliyor. Fakat bunda söz ve pratik uyumu olarak da adlandırılabilecek olan ‘istikrar’ olgusunu temel bir değerlendirme ölçüsü olarak tespit etmek, önemsemek gerekir.
Tutarsızlık ya da uyumsuzluk bu ölçü üzerinden değerlendirildiği takdirde söz ve eylem sahiplerine duyulması gereken güvenin, inancın korunması ya da terk edilmesi sonucu daha rahat açığa çıkabilir.
Geçtiğimiz 2009 yılının bugünlere denk gelen bir zamanında Türk devletinin birinci derecede sorumlusu olan cumhurbaşkanı Abdullah Gül, gazeteci Hasan Cemal’in KCK Yürütme Konseyi Başkanı Murat Karayılan ile yaptığı röportaj ardından Türkiye’de başlayan tartışmalara katılmış ve “Türkiye’nin en önemli sorunu Kürt sorundur. İster terör ister güneydoğu ister Kürt sorunu densin, bu Türkiye’nin birinci sorunudur ve halledilmesi lazım. Asker, sivil, istihbarat bu konuda iyi şeyler konuşuyor, bu Kürt sorunun çözümü için umut yaratıyor. Sorunun çözümü için önemli bir ortam yaratılmıştır. İyi şeyler olacak fırsatın kaçırılmaması gerekir.” demişti.
Bunu tarif etmek, adlandırmak, gerçeğe hakkını teslim etmek açısından oldukça önemli… Bunu dillendirecek, var olan durumu tespit ederek, çözümleyerek yanlış giden durumun düzeltilmesine fayda sağlayacak tespitleri yapmak bu işte sorumluluk üstlenmiş siyasilere düşer. Fakat bu tespitler yapılmadığı gibi bunun üzerini örtecek suni gündemler, çarpıtmalar, yanıltmalarla kamuoyunu farklı konular ekseninde tartıştırmaya çalıştığı için siyasiler tarih karşısında hesap verme pozisyonunda bulunuyorlar.
Cumhurbaşkanı iyi şeyler olacak dediğinde toplumu bir iyimserliğe itti ve cumhuriyetin en önemli sorununun belki de barışçıl siyasi yollarla çözülebileceğine dair oluşan umuda destek sundu. Bunun devam ettirilmesi, siyasi, kalıcı sonuçlara sevk edilmesi gerekirken iktidar ve muhalefet tarafından şiddetin diline davetiye çıkartıldı. Hem yürütülen pratiklerle şiddeti Kürt halkı karşısında en amansız bir şekilde uygulamasıyla hem karşısındaki gücün her türlü kutsalıyla oynayarak tahrikçi söylem ve pratiklere başvurarak şiddetin bu topraklarda tekrardan gündeme gelmesine sebep oldular.
Bunun karşısında Kürt halkının temsilcilerinden olan Aysel Tuğluk’un kalkıp “Dilim varmıyor ama kötü şeyler olacak” demesi, yani var olan gerçeği tespit etmesi bu sefer kötü şeyleri yaratan, örgütleyen, uygulayan kesimlerce tepkiyle karşılanıyor. Ne olsun o zaman diye sorası geliyor insanın.Tutarlılığın, uyumun hangi söylemlerde daha fazla olup olmadığı vicdan sahibi insanın kendine vereceği cevaplarda gizli…
İyi şeyler olacak deyip de bunun eylemine başvurmayan, oluşan olumlu ortamda kendi iktidar ve çıkar dünyası ekseninde fayda sağlayan, halkların temel sorunlarına çözüm üretmeyen, ısrarla şiddeti körükleyen, baskı, yıldırma, asimilasyon politikalarında ısrarcı olan, demagoji ile halkı yanıltan, kamuoyunu etki ve yetki alanı sayesinde yanıltan, topluma gerçekleri ve doğruları yansıtmaktan sorumlu olan medyayı da ipotek altına alan, kendi propaganda gücü haline getiren ve tüm bunların sonucunda kötü şeylerin gelişmesine yol açan bir kesim var.
Bunun karşısında bu politikalar karşısında ezilen, baskı gören, işkenceye uğrayan, asimilasyonla yetişen, ölümle, şiddetle, açlıkla terbiye edilmeye çalışılan, buna rağmen demokrasi ve barış ortamının gelişmesi için haksız rekabet ortamında ses olmaya çalışan, halkını aydınlatmaya, eğitmeye ve örgütlemeye çalışan, eksikleri ve yetmezlikleri olmakla beraber temsil ettiği halkın ve o halkla birlikte yaşayan tüm halkların geleceğini kurma adına yaşayan, mücadele eden bir kesim var.
İnsan iradesine dayalı, özgür, barışçıl, demokratik bir siyaset yönteminin en önemli avantajları açıklığı ve halkla birlikteliğidir. Temsilin bedel ödemekle eşdeğerde olduğunu Kürt Özgürlük Hareketi’ne gönül vermiş herkes bunu yakından bilir. Tarihin sayfalarında bu konuyu tüm çıplaklığıyla ortaya koyan birçok olay da yaşanmış, hatırlardadır.
Bu anlamıyla acı çekerek, bedel ödeyerek kimi haklara kavuşmuş temsil edilme ve kendi kendini yönetme hakkına ulaşmış bir halkın ucuz vaatlerden çok gerçeği ve var olanı tespit edebilen, bu konuda her türlü yargıyı, hakareti, saygısızlığı göğüsleyebilecek ve halkının haklı davasını bu ortamda bile savunabilecek öncülere ihtiyacı vardır.
Kendi haklarının mücadelesine devam eden tüm kesimlerin bu ihtimalin farkında olarak tarihin aydınlatıcılığında, asla günübirlik yaşama hastalığına, postmodernizmin balık hafızalı toplum projelerine düşmeden, onurlu ve insanca bir gelecek yaratma hayalini asla yitirmemeleri, her türlü zor ve şiddete karşı da özgürlük ruhunun yaratıcılığında, yol göstericiliğinde arzu ettiği geleceğe ulaşabileceğini bir an bile aklından çıkarmaması gerekir…
Umut Yeniçağ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder