10 Mayıs 2011 Salı

AKP’nin Sertlik Stratejisi


AKP daha önceki tüm seçimlerde KCK ile ilişki kurarak gerillanın ateşkes yapmasını istemiştir. Nitekim 22 Temmuz 2007 seçimlerine ateşkes ortamında girilmiştir. AKP bu seçimi, “bakın benim zamanımda olaylar olmuyor” propagandasıyla kazanmıştır. 2009 seçimleri öncesi de ateşkes istemiş, KCK olumlu cevap vermiştir. 2009 29 Mart yerel seçimleri de ateşkes ortamında geçmiştir. KCK’nin tek taraflı ilan ettiği ateşkese 29 Mart öncesi Türk ordusu da fiilen uymuştur. 2010 Referandum öncesi AKP İmralı’ya heyet göndermiş, tek taraflı ateşkes istemiştir. Kürt Halk Önderi, KCK ve HPG’ye 13 Ağustos’ta eylemsizlik çağrısı yapmış, gerilla da bu çağrıya uymuştur.

2010 12 Eylül referandumundan sonra da İmralı’da yapılan görüşmeler sonucu eylemsizliğin seçim sonrasına kadar sürdürülmesi kararı çıkmıştır. Ancak AKP olumsuz politikalarıyla bu ortamı sürekli provoke etmiştir. Bunun üzerine KCK Şubat’ın sonunda AKP’yi uyarmıştır. Saldırılar olursa cevap vereceğini, ama gerillanın üzerine gelmeyen güçlere karşı bir hareket içinde olmayacağını belirtmiştir. Polisin halka karşı olumsuz tutumu bırakmasını istemiştir. Mart ayında AKP’nin politikalarının sürecin karakterini belirleyeceğini açıklamıştır.

Ancak AKP seçim yaklaştıkça daha da sert politikalara yönelmiştir. Önceki seçimlerde ortamın yumuşak olmasını isterken, bu defa sertleşmesini tercih etmiştir. Anlaşılıyor ki yumuşak ortamda değil de, sert ortamda seçim kazanacağına inanmış ve böyle hareket etmektedir. Bu tutum aslında izlediği politikanın sonucudur. Milliyetçi söylemlere o kadar sarılmıştır ki, bu söylem ortamında yumuşak politikalar izlemesi mümkün değildir. Milliyetçi oyları almak için hem söylemini sertleştirmiş, hem de Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı askeri ve siyasi operasyonları arttırmıştır.

AKP için bu seçim önemlidir. Kürtlere karşı yumuşak yaklaşarak değil, sertleşerek seçim kazanma stratejisi hedeflemektedir. Bu aynı zamanda AKP’nin üzerine oturduğu yeni politikayı ifade etmektedir. AKP artık ilk hükümet olduğu dönemdeki karakterinde değildir. O zaman kısmi demokratik söylemi vardı. Çünkü 1924 Anayasası’ndan sonra Kürtler ve solcular gibi siyasi İslam da dışlanmış ve baskı görmüştü. Ancak 2007 Erdoğan-Yaşar Büyükanıt arasındaki uzlaşma sonucu siyasal İslam’ın devlet içine alınması önündeki engeller kaldırılınca sınırlı demokratik söylem ve tutumlarını bırakmıştır. AKP, devlet içine alınınca 2002 sürecindeki sınırlı demokratik söylem ve tutumları da sona ermiştir.

AKP, şimdi devletçi ve milliyetçidir. Milliyetçi-muhafazakar denilen toplumsal kesimi esas tabanı haline getirmeyi ve kendini buna dayandırmayı hedeflemektedir. Bu nedenle bu seçimde MHP ile milliyetçilik yarışına girmiştir. Böyle bir yarışa giren tabi ki Kürt halkına saldırıyı temel politika haline getirir. Kürt halkı üzerindeki baskı neden bu kadar ağırlaştırılmıştır sorusunun ilk cevabı budur.

Sertleşmesinin diğer nedeni ise, bu seçim yumuşak geçerse BDP’nin büyük bir zafer kazanacağını görmüş olmasıdır. Bu nedenle sert söylem ve politikalarla ortamı provoke etmektedir. Çadırlara polis saldırısı, askeri ve siyasi operasyonların amacı ortamı sertleştirip seçim öncesi BDP’yi çalışamaz hale getirmektir. Böylece Demokrasi ve Özgürlük Bloğu’nun Türkiye ve Kürdistan’da yarattığı olumlu havayı ve sinerjiyi kırmak istemektedir. Sertlikle BDP’yi yıpratıp bağımsız adayların alacağı milletvekili sayısını en aza indirmeyi hedeflemektedir. Hatta yapabilirse bu milletvekili sayısını 20’nin altına düşürmeyi hesaplamaktadır. Bunu da sertlik dışında başarması mümkün değildir. Yumuşak ortamda Demokrasi ve Özgürlük Adayları büyük bir umut olarak çok geniş çevrede oy alacaktır. Yumuşak ortam BDP’ye yarayacaktır.

Her seçim ortamında sertlik uyguluyorlar söylemi yalan olduğu gibi, şu anda BDP’nin sertlik yapmaktan hiçbir çıkarı yoktur. Bu nedenle Aysel Tuğluk, Hükümet’in bu sertlik politikasını eleştirmiş ve kaygılarını dile getirmiştir. Özel savaş bu konuşmayı da tersyüz ederek, AKP’nin sertlik politikasının ve yapılan saldırının üstünü örtmeye çalışmaktadır.

Bu sertliğin ve saldırının en önemli amacı ise, seçim sonrası yapacağı tasfiye politikasına zemin yaratmaktır. Aslında seçim sonrası izleyeceği gerçek politikayı şimdiden başlatmış bulunmaktadır. Ancak seçim öncesi olduğu için niyetini açık ortaya koymuyor. Bu saldırısını gerekçelendirmeye çalışıyor. ‘Kürt sorunu yoktur’ sözü de seçim sonrası politikalarla ilgili söylenmiştir. Seçimden sonra yapacağı anayasa ve öngördüğü siyasal sistem bir restorasyon olacaktır. Bu nedenle şimdiden ‘Kürt sorunu kalmamıştır’ diyerek Kürtlerin doğal taleplerinin önü kesilmektedir. Demokratik Özerklik ve anadilde eğitime şimdiden hayır denilmektedir. Bu saldırılar seçimden önce ya bizim dediklerimizi kabul edersiniz ya da ezilirsiniz mesajıdır.

AKP, öngördüğü anayasa ve buna dayalı siyasal sistemin kabul edilmeyeceğini bilmektedir. Çünkü öngörülen anayasa Kürtler üzerinde siyasal sömürgeciliği ve kültürel soykırımı yeni koşullarda sürdürecek siyasal sistemin hukuki çerçevesini sağlayacaktır. Bu durumda Kürtlerin direnişi yükseltmesi normal bir durum olacaktır. AKP şimdiden saldırarak kendi tasfiye politikasına karşı direnişi zayıflatmayı düşünmektedir. Bu kadar azgınca saldırının başka bir izahı olamaz. En demokratik mücadeleye bile saldırması, yüzlerce insanı tutuklaması başka türlü izah edilmez. Zaten BDP demokratik mücadeleyi hak etmiyor denilerek bu saldırılar meşrulaştırılmıştır. KCK operasyonlarının bizzat Başbakan’ın talimatıyla gerçekleştiği netleşmiştir.

AKP devletin başat gücü olmak için Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezme kararı almıştır. Kürt sorununda demokratik siyasal çözüm kararı olmadığı müddetçe tasfiye politikası devrede olacaktır. Şu anda da demokratik çözüm değil, tasfiye politikası devrededir. Eğer çözüm politikası yoksa Türkiye’de iktidar olmanın yolu Kürt Özgürlük Hareketi’ni ezmekten geçmektedir. Bu, Türkiye’de iktidar olmanın kanunu ve diyalektiğidir. AKP de mevcut durumda Kürt Özgürlük Hareketi’ni tasfiye etmeden, bu konuda başarılı olmadan iktidarda kalamayacağını görmüştür. Bunu başarmazsa, şu anda elde ettiği mevziler bile tehlikeye girer. Kürt Özgürlük Hareketi’ne öfkesi bu nedenledir. Çünkü AKP’nin tasfiye politikasına karşı direnerek AKP iktidarının sonunu hazırlamaktadır.

AKP’nin çözüm politikası olsaydı böyle bir sertlik politikası izlemezdi. Kürt sorununun demokratik çözümü temelinde de Türkiye’nin en temel siyasi gücü olurdu. Ne var ki AKP bu yolu tercih etmemiştir. Bu cesareti yoktur. İzlediği çakal politikasıdır. Dengelerden yararlanarak, fırsatçılık yaparak, birilerinin sırtına binerek iktidar olmak istiyor. Bu da şimdi Kürtlerdir. Kürtlerin Özgürlük Mücadelesi’ni bastırarak devletin başat gücü olmayı amaçlıyor. Türkiye’de iktidar olmanın kanunu hala budur. Bu nedenle ne devlette ne AKP’de köklü bir değişimden söz edilebilir. Toplumdaki değişim hala devlette ve AKP’de karşılığını bulmamıştır. Bülent Arınç için de bir şeyler söylemek gerekir. Bu adam AKP içindeki en ukala ve densiz bir adamdır. Ataerkil devletçi zihniyet tam da bu zatta ifadesini buluyor. Demokratik zihniyetin zerresi bu adamda yoktur. Saçından tırnağına kadar otoriter karakterde bir kişiliktir. Bu nedenle tam bir kadın düşmanıdır. Adam karşısında bir Kürt, hem de kadın görünce çıldırıyor, kendini kaybediyor. Bir Kürt’ün kendi egemenlikçi zihniyetine karşı çıkmasını havsalası almazken, bu karşı çıkan bir kadın olduğunda öfkesi daha da artıyor. Kendine hakim olamıyor, ağzına geleni söylüyor. Daha önce Emine Ayna, Sebahat Tuncel’e yönelik histeri nöbeti içinde küfürler etmişti. Şimdi aynı saldırganlığı Aysel Tuğluk için yapıyor.

Her nedense bu konuda kadın örgütleri harekete geçmiyor. Sözkonusu Hükümet olunca KADER gibi bazı kadın örgütleri suskunluğu yeğliyor. Kürt kadını Türkiye kadının onuru iken, bu sessizlik kabul edilemez. Bu sessizlik sadece erkek egemenlikli zihniyetin etkisinde olmakla açıklanabilir.
Türkiye’de gerçek bir kadın hareketi varsa, bu kadın düşmanı adama ağzının payını vermelidirler. Aksi halde Türkiye’deki kadın hareketleri kimlik kazanamaz.

Hiç yorum yok: