4 Mayıs 2011 Çarşamba

'AKP Savaşı Sürdürmek İstiyor'


"Demokratik Açılım", "Barışçıl Çözüm" hoş bir hayal olarak geride kalmış görünüyor. Artık "Kürt sorunu yok"! 'Savaş' değil 'Barış'ta ısrar eden; silahlı eylemler yerine, demokratik eylem biçimlerini tercih ederek sivil direnişe geçen Kürt halkına adeta savaş açmış bir iktidar var. Halkın üzerine ateş açıldı, ölüleri tekmelendi ama kimse hakkında soruşturma açılmadı. Kimsenin kılı kıpırdamadı. Evet bu toplum bunu ilk kez yaşamıyor. Daha önceki iktidarlar döneminde de kitle katliamlarına, seri cinayetlere, yargısız infazlara kurban verdik. Ama AKP hükümetini diğerlerinden ayıran tek propaganda aracı, 'ileri demokrasi' vaadiydi.

AKP'nin Kürt meselesi konusunda bu keskin dönüşünün, yeni bir inkar sürecine girmesinin, özellikle KCK operasyonlarıyla imha politikasına hız vermesinin yarattığı kaotik ortamı Türkiyeli aydınlardan, hukukçu Ergin Cinmen'le konuştuk.      


Susurluk dönemini yakından izlemiş, sürekli aydınlık için bir dakika karanlık eylemleriyle kamuoyu baskısı yaratılmasında öncülük etmiştin. Ergenekon süreci ile  'derin devlet'in tasfiye edildiğini düşünüyor musun?


-Militarist yapının görünen bölümünü yargılıyor. Dolayısıyla derin devleti tasfiye edip etmediği henüz belli değil. Ben askeriye ve onun bürokrasisini kast ediyorum; tasfiye edildiği söylenemez. Ama militarist düşünce yapısına bir şekilde darbe vurdu. 200'e yakın, muvazzaflar da dahil, general ve subay var içerde şu anda. Yani askere dokunulabildiği gösterildi. Şu an itibariyle herkes farkında ki, kim darbeye tevessül ederse o takibata uğrar, dokunulur. Tabi bu arada bir sürü hukuki hata da yapıldı.


Nelere dokunulmadı?


-Bireysel suçlara dokunmuyorlar. Susurluk döneminde en fazla iddia altında kalan kişi Veli Küçük'tü. Veli Küçük şu anda içerde ama, bireysel suçlara dokunmuyorlar. Bu örgütlenme sadece örgütlenme olarak kalmadı ki. Pek çok suç işlendi. JİTEM'inkiler başta. Veli Küçük de bunların içindeydi ama bir tek somut öldürme eyleminden dava açılmadı. Bunlar hepsi bir örgüt ama örgüt olarak kalmışlar gibi.


Neden?


-Şunun için: Susurluk süreci bildiğiniz 'devlet'in (tırnak içinde) 'meşru', 'illegal' faaliyeti içinde yapıldığına ilişkin bir düşünce var. Özellikle 90'lı yıllarda uygulanan geleneksel devlet faaliyetleri içinde meşru sayılan bir şeydi. Veli Küçük, Abdullah Çatlı ve arkadaşlarına Genelkurmay'da, MGK'de görev verildiği konusunda gazetelerde yazılar çıkmıştı. Ama Susurluk sürecinde de örgüt davası açıldı, bireysel suçlarla ilgili hiçbir dava açılmadı.


Madem askeri vesayet devre dışı kaldı. Neden bu kez de dava derinleşemiyor?


-Belki oraya doğru da gelecektir. Ama Türkiye'de Kürt meselesi çok önemli. Korkarım, bu süreç içerisinde bu iktidar da eski yöntemlere ihtiyaç duyabilir. Bu hükümet eski yöntemlere başvurabilme olanağının kapısını kapamak istemiyor belki de. Neden olmasın? Bir KCK operasyonu yapılmış... KCK operasyonu dediğimiz olay, halkın seçtiği insanları siz alıyorsunuz, hapse tıkıyorsunuz. Arkasından anadilde savunma talebi nedeniyle tamamen davaları bir çıkmaza sokuyorsunuz, buradan ne kazanmayı umuyorsunuz? Anlaşılır bir şey değil. Hem Kürt meselesini çözmeyi amaçladığınızı söylüyorsunuz ama öbür taraftan da doğrudan halkın seçtiği insanları hapse atıyorsunuz. Bütün yöre halkının oy verdiği insanlar bunlar. O halka meydan okuyorsunuz, demektir. Ben o dosyayı biliyorum, bir tek tırnak çakısı yok. Dolayısıyla KCK davası gibi davalarda zorlama kanıt yaratmak mecburiyetindesiniz.


KCK davasında hukukun boşluklarından mı yararlanılıyor, yoksa tamamen hukuk dışı mı?


-1990 öncesi olsaydı, yasalar uygundur diyecektim. O sırada 141. madde vardı. 141. madde, sosyal bir sınıfın diğer bir sosyal sınıfın üstünde tahakküm tesis etmek için veya Türkiye'yi bölmek için oluşmuş silahsız yapılanmalara ceza getiriyordu. 141, 142, 163, Özal döneminde, Terörle Mücadele Yasası'nın geçici maddeleriyle ortadan kaldırıldı. Kaldırıldı ama onun ruhu Türkiye mahkemelerinde hep dolaştı. Bir türlü sindiremediler çünkü o maddelerin kaldırılmasını. Sonra da o maddeler fiilen Ceza Kanunun bir başka maddesinin içine, anlayış ve yorum itibarıyla sokulmak suretiyle KCK gibi davaların açılması mümkün kılındı. Bu bana göre yöre halkını yıldırma harekatı.

Siyasi iradenin dışında mı peki?


-Siyasi iktidarın iradesi dışında değil. Siyasi iktidar 'ne yapayım yargı yapıyor' diyemez. Çünkü soruşturma, savcılık ve polisle başlıyor. Savcı, siyasi iradeye bir şekilde bağlı. Ve onun emrindeki polis, doğrudan İçişleri Bakanlığı'nda bir bölüme bağlı. İçişleri Bakanlığı dediğin siyasi irade. Yani siyasi irade, bu KCK davalarını açma deseydi, bu davalar açılmayacaktı. Siyasi irade KCK davalarını açtırdı. Ve hala yeni dosyalar ekleniyor.


Mahkemeye bakan heyet de ilginç. Bu heyet aynı zamanda Habur'dan gelenleri belki Kürtçe de konuşturan heyetin içindeki hakimler var bu heyette. Orada, bence doğru bir şekilde gelenler salıverildi ama şimdi KCK davasında insanları resmen hapishaneye çaktılar. Dil meselesi yüzünden. Mahkemede şu anda Kürtçe savunmaya izin verilmemesi hukuka uygun değil. Çünkü ceza mahkemesi kanununu, uluslararası belgeleri de göz önüne alarak uygulayacaksın. AİHS ve AİHM'in vermiş olduğu kararları ve Lozan'la birlikte iç hukuku yorumlamak gerekir. Mahkeme büyük bir açmaza soktu davayı.


Davayı kilitlemekle hedeflenen ne?


-Türkiye'de geleneksel bir devlet anlayışı vardır. Bu anlayış; ben izin verirsem olur. Sen kendi kendine hak alamazsın, "hak verilir" anlayışı bu. Sanıklar, kendi kendilerine siyasi iktidar tarafından bir hak verilmediği halde Kürtçe savunma hakkını kullanmak istediler. Bu bizim devlet geleneğimize göre olamaz, hatta talep edilemez.


İktidar, neden geleneksel devlet anlayışına geri döndü?


-AKP, kendini korumak için militarizmin ortadan kaldırılması gerektiğini düşündü. Ama ileri demokrasi için değil. Hepimiz biliyoruz ki, 80'lerin, 90'ların, 2002'lerin askeri ile AKP iktidar olamazdı. Gerçekten de kaç tane darbe teşebbüsü olmuş. O nedenle de iki yola gitti. Bir, AB sürecini hızlandırmaya çalıştı. Çünkü darbeyi yapanlar da AB ile ilişkileri düşünmek zorunda. İki, Ergenekon soruşturmalarını başlattı. Kendisi için yaparken herkesin de lehine olan bir şey yaptı. Ama kendisi için yaptı. Bence bu çok çok önemli bir fark. Ergenekon soruşturmasında, ÇYDD'ne yapılan operasyonla beraber, bu soruşturmanın aslında gerçek yüzü ortaya çıktı. Hem kendisine düşman bir militarizme, arkasından da kendi ideolojisine düşman olanlara bir darbe vurmaya başladı. Her defasında bu oraya, bir buraya vurmaya başladı. En sonunda bizim Ahmet Şık ve Nedim Şener olayında kabak gibi ortaya çıktı bu.  Çünkü kendilerinin bir ideolojileri var, bu ideolojiyi de hayata egemen kılmak istiyorlar. Şu anda AKP'nin 2002'den 2011'e çizdikleri hat böyle bir hat.    


"İleri demokrasi nerede kalıyor bu hatta?


-Buna ileri demokrasi nasıl diyebiliriz ya... Şu anda basın davaları 4 binin üzerinde bir sayıya ulaşmış durumda. Kürt meselesinde en yapılmayacak şeyleri yapıyorlar, KCK davası bunun örneği. Hala köylerin, ilçelerin Kürtçe isimleri iade edilmedi. Bunun neresi ileri demokrasi? Buna klasik demokrasi bile denmez. Bunları oturalım kendileriyle konuşalım, geçsinler karşımıza. Bakın AB 2010 İlerleme Raporu'na.  Demokrasi, kriterleri tek tek sayılıyor. Ve eleştiriler sayılıyor. Koca bir liste var. Orada Türkiye'nin demokrasi sorunları tek tek sıralanıyor. Ve sayılanlar da AB'nin asgari kriterleri.


Mesela şunu söyleyeyim. "Aferin iyi yapmışsınız" dedikleri iki şey var: Biri Ahdamar'da, diğeri Sümela'da ayin yapılması. Yani buralarda ayin yapılması Türkiye için olumlu bir şey oluyor. Bizim standardımız da bu. AB de aslında Türkiye'ye ilişkin standardını indirmeye başladı. Bu iki olayı örnek göstermesi bile, demokrasiyle falan hiç alakamız olmadığının göstergesi.


AB hedefinden vazgeçti mi AKP?


-Şu andaki görünüme göre Evet. Çünkü "one minute" dedi. Arap alemi ayağa kalktı. Türki Cumhuriyetlerle arası fena değil. AB liginde sonuncu olacağıma K. Afrika ve Arap liginde şampiyonluğa oynarım, diye düşünüyorlar. Aşırı milliyetçi yapılar bunu zaten çok da dillendiriyor. Bunlar da aslında Türk- İslam sentezci. Türkiye'nin temel taşlarından birisidir Türk-İslam sentezi. Mesela Strasburg'da "azınlıkların teminatı benim" diyor. Hakların teminatı hukuk devletidir, hukuksal kurumlardır. İstediğin kadar 'ileri demokrasi' de. Hiçbir demokrasi de bir hakkın teminatı benim, denemez.


Demokrasilerde 'sivil itaatsizlik' şiddetle karşılanır mı?


-Zaten demokratik ülkelerde sivil itaatsizlik düşünülebilir. Sivil itaatsizlik, demokratik olmayan ülkelerde netice almaz. Herhangi bir demokratik ülkede olsaydı mesela bu çadır eylemi,  kimse kurulmasına müdahale etmezdi. Demokratik olmayan ülkelerde bu baskıyla karşılanır. Böylesi ülkelerde sivil itaatsizlik akamete uğruyor. Demokratik bir ülke olsa, iktidardakiler burada bir sorun olduğunu düşünür ve konuşmaya çalışır. Burada ise, önce çadırlar kaldı ama sonra yukardan birileri "çadırları yıkın" emri verdi.


Diyarbakır'da halkın üzerine ateş açıldı. Bir çocuk öldü, iki kişi ağır yaralandı. Ve o çocuklara herkesin gözü önünde işkence yapıldı. Buradaki suçun tanımı nedir? Ve bu suç yukarıya doğru silsile olarak yürümez mi?


-Bu ülkedeki geleneksel sorun sürüyor. Polis suç işler ve cezasız kalır. Devlet polisini -Süleyman Demirel'in lafıdır- aman eli soğumasın, diye kollar. AB ilerleme raporunda bu zaten eleştiri olarak yöneltiliyor. Oransız bir güç kullandığı ve oransız güç kullanan polisin yargılanmadığı, cezasız kaldığı tespiti yapılıyor. İçişleri Bakanı 'orantılı güç' demese, soruşturma açmak zorunda. Polis de olsa görev başında suç işleyemez. Hürriyeti tahdit suçunu ben işlesem bana verilecek cezadan daha ağırdır polise verilmesi gereken suç örneğin. Dövdüyse, müessir fiildir. Ama bunların yargılanması için önce iç mekanizmanın çalışması lazım. Ben avukat olarak gazete haberleriyle hukuki değerlendirme yapmayı doğru bulmuyorum. Ama eğer gazetede yazıldığı gibiyse, bu olayda TCK'nın bütün hükümleri ihlal edilmiş demektir.


AKP ne yapmak istiyor?


-AKP Kürt sorununu çözmek istemiyor. Çünkü geleneksel devlet anlayışı sürüyor. İşte TRT Şeş'i verdik diyor ve bunu yeterli sayıyor. Benden bu kadar diyor. Anladığımız kadarıyla attığı adım bu kadarmış. Seçim beyannamelerinde de Kürt meselesiyle ilgili hiçbir şey yok. Dolayısıyla bugüne kadar yaptıklarını yeterli görüyorlar belli ki. Niyetleri herhalde savaşı sürdürmek.


Burada BDP'ye çok önemli işler düşüyor. İyi adaylar çıkardı. Çünkü Kürt hareketinin milliyetçiliğe kayma tehlikesi vardı. Bu da doğaldır, Türkiye Cumhuriyeti'nin geleneksel milliyetçiliği mutlaka milliyetçilik doğurur. Sanırım onlar da bunu gördükleri için sola açıldılar. Çok da doğru yaptılar. BDP'nin mecliste güçlü olması, sesinin daha gür çıkmasını sağlar ve uygun çözümleri dile getirirse kamuoyuna duyurabilir. Türklerde de çözüme yönelik kanaat oluşturabilir. Çünkü aslında bunun adı Kürt sorunu değil Türk sorunudur. Geleneksel Türk devleti mantığı doğurdu bu sorunu. Bütün toplumu kucaklayacak, Kürt meselesi ile bu toplumun artık yaşayamayacağını anlatacak yol ve yöntemleri BDP'nin de bulması lazım.


AKP'nin seçim beyannamesinde yeni anayasa sözü de var. Ancak, anayasa ile başkanlık sistemine yol açılmak isteniyor. Başkanlık sistemi Türkiye'yi nereye götürür?


-Diktaya götürür. Bu toplum ve bu toplumun ürettiği liderlere göre bir sistem oluşturmamız lazım. Eğer kalkıp da bir Başbakan AP'de  "Her şeyin teminatı benim" diyorsa, bu da bir Başkan olursa eğer, orada demokrasi falan olmaz. Başkanlık sistemine geçerseniz orası diktatörlüğe gider. Bu çok açık.  Demokratik gelenekleri fazla gelişmemiş ülkelerde kuvvetleri ayırmak lazım. Bu tam çözüm getirmeyebilir ama kuvvetlerin birliğini gözeten rejime göre daha az zarar verir. Demokratik ilkelerin gelişmemiş olması başkanlık rejiminde çok büyük sorunlar doğurur. Ama kalkar da yeni anayasayı başkanlık rejimine uygun bir halde ortaya koyar ise o zaman yeni anayasa olmaz Türkiye'de. Tayyip Erdoğan'ın aklında başkanlık istemi var, o çok açık ama orada uzlaşılmaz.


Kendi aklındaki anayasayı referanduma götürür ve onay da alırsa meşruiyet kazanmış sayılır mı?


-Olmaz. Dünyanın artık her yerinde anayasalar toplumsal mutabakatla kurulur. 12 Eylül darbe anayasası da onay almıştı ama meşruiyeti olmadı. Referandum meşruiyet sağlamaya yetmez. Referandumlar, aynı zamanda büyük baskıcı rejimlere de çok ciddi payanda olmuş, demokrasi araçlarıdır. Demokrasiyi de getirebilir, tam tersine faşizmi de getirebilir.

Toplumsal mutabakatı sağlayacak bir Meclis de yok. Baraj zaten mutabakatı mümkün kılmıyor. Bir kurucu meclis de iktidar tarafından hiç dillendirilmiyor. En fazla, anayasanın yapımı hakkında bir kanun çıkartırsınız, meclisteki partilerin dışında sivil toplum kuruluşlarının bu çalışmaya ne şekilde katılacaklarını da oraya yazarsınız. Böyle bir düzen içinde sivil toplumu da katabilirseniz. Öyle işaret ederek, istedikleri kurumları katmak değil, tüm sivil toplum kuruluşlarını katmak gerekir. Böyle bir şey olursa yüzde 10 barajına rağmen bir mutabakat sağlanabilir. Ama ben buna ilişkin bir işaret de görmüyorum. Yeni bir anayasa yapmaya niyetli olduklarını da sanmıyorum.


Yeni anayasanın olmadığı, barajın kalkmadığı, mutabakat aranmadığı, bölgede polis şiddetinin arttığı ve operasyonların yeniden başladığı bir seçim sürecinde, iktidar da değişmeyecek gibi göründüğüne göre Türkiye nereye sürükleniyor?


-Böyle giderse yine o savaş atmosferine, düşük yoğunluklu savaş atmosferine döneceğiz diye düşünüyorum. Öcalan'ın devletle görüşmeleri önemli. Bunu hem kendisi söylüyor hem de Başbakan söyledi. Bu nasıl sonuçlar doğurur, bu tamamen kapalı bir kutu. Görmediğimiz için onu bir kenara bırakalım Ama gördüğümüz şey, KCK operasyonları ortada. Halkın seçtiği insanları içeri atmanız açısından önemli. Hukuksuzlukları falan koyun bir yana. Bunun adı halka meydan okumadır. "Sen seçersin ama ben de hapse atarım kardeşim" diyor. Delil falan yok. İddianamesini okudum, dosyayı çok iyi biliyorum. Hepsi AİHM'e gidince dönecek olan dosyalar. Bunu yaparken, çözüm için de hiçbir öneri yok ortada. Seçim beyannamesinde söyle ki insanlar ona göre oy versin. Onu da söylemiyor. Anadilde eğitim, insanların somut talebidir. Türkiye'nin genel talebidir ademi merkeziyetçilik, sadece bu bölgenin derdi değil ki. Bütün belediyelerin derdi vardır, merkezi yönetimle. Buna yönelik de bir şey söylemiyorlar. Çünkü Güneydoğu Anadolu'da BDP'yi çok ciddi olarak bir rakip olarak görüyorlar. Sanki bu talepleri kabul ederlerse, onlara prim vermek olacak, diye düşünüyorlarsa bu çok geri bir düşünce. Bu sorunu en başta kendileri için çözmeleri lazım. Çünkü burası topraklarında savaş olan bir memleket. Topraklarında savaş olan bir memlekette iktidar olmayı kim ister ki?


Veli Küçük gibi isimler hakkında hiçbir somut öldürme olayından dava açılmaması ile bu meydan okuma ve savaş hali arasında bir ortaklaşma görüyor musunuz?


-Bu yöntemlere yine başvurabilirler. Çok net bir düşünce ileri sürmek mümkün değil. Ama eğriyi doğruyu ayırabilen, sağduyulu herkes "bir siyasi iktidar bunu niye çözmeye çalışmasın" sorusunu soruyor. Bunu devam ettirerek ülkeyi yönetemezsiniz. Bir anomali yaşanıyor şu an. Bunu da BDP ile mücadelesine bağlıyorum. Yani çözecek ama siyasal olarak da kaybetmek istemiyor.

Hiç yorum yok: