19 Nisan 2011 Salı

Sinsi Proje

Bir televizyonun başında yapılabilecek en zor işi yapmaya çalışıyorum. Gündemi anlamak. Arka arkaya sıralanan haberler içinde ülkenin en temel sorunu olanı,
Bir televizyonun başında yapılabilecek en zor işi yapmaya çalışıyorum. Gündemi anlamak. Arka arkaya sıralanan haberler içinde ülkenin en temel sorunu olanı, gündem yaratması gerekeni anlamak için uğraşıyorum. Nedense hep saklanıyor çünkü.
Sonra arka arkaya beş haber geçiyor. Şiddet, parçalanan cesetler, yıllarca toprak altında kalan küçük bedenler v.b. haberler karşısında içim kararıyor ve çekip gidiyorum. Gündemi alsın başını çalsın diyorum. Bana temiz hava lazım.

Bu nasıl bir ülke ki demokrasinin en fazla ‘geliştiği’ (!) dönemde bu kadar insan dışılık yaşanıyor. Acaba demokrasinin yeni bir tanımı yapıldı da biz mi bilmiyoruz. İnsanların kendilerini her şeyin yerine koyduğu bir dönemin ismi mi demokrasi? Bilmiyorum.
Ama bildiğim bir şey var ki o da bu yaşananların nedenini iyi anlamak zorundayız. Birlikte yaşayan, aynı topluluğu oluşturan insanlar arasındaki bu şiddet eğilim anlaşılmaz, en yakını olarak gördüğü, adlandırdığı, uğruna methiyeler dizdiği insanları parça parça edebilen zihniyet çözümlenmez, insan ilişkilerinde ahlakı yırtan, alt üst eden düşünceler analiz edilmezse bu yaşamın çok da anlamı olmayacaktır. Gömülen, parçalanan, katledilen insanlığımız çünkü…

Çünkü er ya da geç bir şekilde sana ucu dokunacaktır yaşananların. Nitekim Kürt toplumu içinde de Türk toplumu içinde de buna benzer yaklaşım ve zihniyetlerin olduğuna yönelik ciddi gözlem ve tanıklıklarımız var. Fakat bu sorun salt Kürt veya Türk toplumlarını ilgilendiren bir sorun değil. İnsan olmakla ilintili bir sorun.
Bunun yanında bu sorunun özellikle son on yıl içerisinde artan bir ivmeyle gelişim kazanmasının tabii ki siyasal sistem ve iktidar politikalarıyla bağlantısının görülmemesini getirmez. Sonuçta insanlar devletin ve hükümetinin yürüttüğü politikaların propagandası üzerinden bir yaşam planı sahibi olmaya çalışıyor. İçinde yaşadığı sosyaliteyi direkt etkileyen, insan yaşam ve psikolojisinde dolaysız etkileme gücüne sahip bir güç bu...
Ekonomi politikalarından tutalım, sosyal, kültürel, siyasal, hukuksal ve daha birçok boyutta toplum yaşamını belirleyen politikaları oluşturanların insansal olarak adlandırdığımız bu sorunun oluşmasındaki sorumluluğu tabii ki birinci derecededir.

Bu genel tespitin yanında AKP hükümetinin yürüttüğü özel savaş rejiminin toplumlara verdiği gizli ve açık mesajların bir yansıması olarak da değerlendirmek gerekir. Çünkü karşımızda yaşanan bu insansal sorunun kendisi… Toplumu oluşturan bireylerde çok ciddi bir karamsarlık ve nihilizm anlayışı yaratan bu olaylar toplumsal dayanışmayı ve ahlakı da zedeleyen bir özellik taşıyor.

Eğer insanlar “gelecek” düşüncelerinden koparlarsa ki postmodernizmin ve liberalizmin temel düşüncesi olan anı yaşa, düşünme, tasarlama, itaat et politikalarının en iyi temsilcisi AKP iktidarının bundaki gücünü görmek, hakkını vermek lazım- birlikte yaşadığı toplumun ahlaki ölçülerini, birlikte yaşama kurallarını çok fazla önemsemeyeceğini görmek zor değil.

Çünkü birey eğer bir gelecek planı kuruyorsa bunu içinde yer aldığı toplumun yarattığı avantajlarla gerçekleştireceğini bilir. En basitinden yakın çevresiyle iyi ilişkiler kurmadan sağlıklı bir ruh dünyasını dahi oluşturamayacağını bilir. Bunun teorisi bir yana herkes bir şekilde tecrübe edindiğinden bundan mümkün mertebe kaçmaya, insanlarla, yakın çevresiyle iyi ilişkiler kurmaya çalışır. En basit günlük ilişkiden tutalım, en kapsamlı ticari ilişkilere değin tüm toplum ilişkilerinde geçerli olan bir kural bu.

Fakat gelecek tasarısı yapamayan bireylerin geçim sıkıntısından tutalım, geleceği karşılayacak kişiliğin, ruh halinin ve toplumsal yaşamdaki rolünün nasıl olması gerektiğine dek maddi ve manevi alanda yaşadığı sıkıntılar çok derin çelişkileri yaratabiliyor.
Kopuşun yaşandığı nokta burasıdır. Yok etmek. Uymak zorunda kaldığı her şeyi hem de…

Gelecek tasarısına sahip olup da bunu gerçekleştirme imkân ve umudunu taşımayanların yaşadıkları daha da karmaşıklaşabiliyor. İsyanı içinde taşıyan fakat bunu yönlendirecek yol bulamayanlar açısından yaşam pamuk ipliğine bağlı kalıyor. Nereden kopacağı, nerede sonlanacağı belli olmayan bir şekilde isyanın yarattığı şiddetin kendini dışa vuracağı mekân aradığı insan psikolojisi bu anlamıyla oldukça da tehlikeli bir konum arz ediyor. Neredeyse ayaklı mayın gibi kendisini patlatacak yer arıyor. “Ne bakıyorsun u…” ile başlayan ve bilmem kaç kişinin öldüğü ya da yaralandığı olayların tetikleyicileri de biraz böyle psikolojiler oluyor.
Amaçsızlaşmış, gelecekten kopmuş, umudu tüketmiş insan psikolojilerinin pratiklerinin düşünce ve mantık ekseninde değerlendirilemeyeceğine inanıyorum. Bu nedenle normal insan açısından oldukça mantıksız gelen, insanın içini kaldırmadığı olaylar yaşanıyor. Tamamen güdüler ekseninde yaşamaya endekslenmiş, kendini baskı altında hisseden, kendini ifade etmekte zorlanan, içinde yaşadığı dünyanın yaşanmaya değmediğini düşünen insanların pratikleri olarak görebiliriz yaşananları.

Fakat bu ortamı ve psikolojileri yaratan, bunun oluşmasını bilinçli bir politika çerçevesinde öngörerek uygulayan siyasi iktidarın da iyi görülmesi gerekir. İnsanları daha güçlü denetim altına alabilmek için parçalamayı, birbirinden uzaklaştırarak kendi dünyalarına hapsetmeyi öngören bu politikalar, insanları dünyanın kendi yaşamları kadar dar olduğuna inandırmaya çalışıyor. 
Toplumsal sorunları çözmek yerine zamana yayarak çürütmeyi esas alan küresel kapitalizmin Türkiye kolu, AKP hükümetinin politikaları Türkiye ve Kürdistan toplumunu ciddi bir şiddet sarmalına sürüklüyor. AKP hükümeti siyaseten uyguladığı kışkırtıcı, şiddeti ve savaşı teşvik eden politikaların yanında bu şiddet ve savaş ortamlarında kullanacağı insan psikolojilerini de hazırlamak konusunda ciddi bir öngörü sahibi.

Toplumu suça teşvik eden ortamları yaratmanın yanında insanların birbirleriyle olan ilişkilerinde şüpheyi, kuşkuyu derinleştiren politikalar dayanışmayı dinamitleyerek iktidar karşıtı bir toplumsal iradenin oluşmasını da engellemeye çalışıyor. 

Çok titiz, incelikli ve sinsice hazırlanan bu projelerin iktidar açısından ne anlam taşıdığı, yarattığı avantajların ne olduğu konusu ise üzerinde önemle durmayı gerektiren bir husus… Bunun çözümlenmesi bireyin yaşadığı olayları algılaması ve bunun karşısında takınması gereken tutumu görebilmesi açısından da oldukça önemli. 

Belki Orwell’in Büyük Birader’i değil karşımızdaki ama devlet eksenli güvenliğe ihtiyacımız var ve birilerinin bizi kontrol etmesi gerekiyora kadar giden bir yolun taşlarının örüldüğünü görmek lazım gelir. Velhasıl, tehlikeli bir gidiş…

Umut Yeniçağ

Hiç yorum yok: