30 Nisan 2011 Cumartesi

Kan Tutulması


Kan tutulmasına uğrayan kişi kendinden geçer. Aklını, serinkanlılılığını ve muhakeme yeteneğini kaybeder.

Böyle biri bilincini yitirdiği, bilinçsizleştiği için konuşarak, daha doğrusu sayıklayarak tepki verir.

Yeniden kendine gelinceye kadar bilinçaltını ele veren bir sözcüğü takılmış plak gibi sürekli tekrar eder.

Tıp bilimi kan tutulmasının bildik bütün korkuların dışında ‘özel bir korkudan‘ kaynaklandığını söylüyor ve bunun sık karşılaşılan bir durum olduğunun altını çiziyor.

Kişileri kan tutar da sistemleri tutmaz mı? Siyaset bilimi bunun mümkün olduğunu söylüyor.

Irkçı, baskıcı ve despotik rejimlerin kan dökerek ayakta kalmaya çalıştıklarını, kanla her şeyi halledeceklerine inandıklarını, bu yüzden tarihten ders ve ibret alma gibi bir kaygılarının olmadıklarını söylüyor.

Türkiye’nin ırkçı ve baskıcı militarist sistemi kanla ayakta kalmaya çalışan rejimlerin başında geliyor.

Türk militarizmi kansız geçen bir gün ülke yönetiminde zaafiyet yaratırmış gibi kan dökmeden yapamıyor.

Kansız geçen her gün onu huzursuz ediyor. Bunu kendi varlığına yönelik bir tehlike olarak algılıyor ve bu nedenle her fırsatta kan dökmeye çalışıyor.

PKK’nin ilan ettiği ateşkese rağmen operasyonlarını sürdürüyor. Dağı taşı bombalıyor. Bir baştan bir başa Kürt ülkesini yangın yerine çeviriyor ve halkının haklı özgürlük kavgasına katılmış Kürt gençlerini hunharca katlediyor.

Türk militarizmi kana doymuyor, doyacak gibi de görünmüyor. Uzak- yakın tarihten, yaşanan olaylardan ibret alacağa da benzemiyor.

Yaşanan bunca acıya, ödelen bunca bedele ve gelinen bu aşamaya bakıp ders alacağına, kan dökmeyi durduracağına hala Kürt halkının canını yakarak sonuç almaya çalışıyor.

Bundan birkaç hafta önce Hatay’da, geçen hafta Maraş’ta ve Bingöl’de, dün de Dersim’de PKK gerillalarını acımasızca katletmesi bunu gösteriyor.

Türk ordusu PKK’nin sabrını ve tahammül sınırını zorlayarak, tahrik ve hakaret ederek kendisiyle birlikte aslında Türkiye’yi de ateşe atıyor…

Ateşkes sürecinde PKK’ye karşı yapılan operasyonların ve halka yönelik baskıların PKK’yi karşılık vermeye zorlamak amacıyla yapıldığı biliniyor.

PKK de bunun farkında ve o da çok zorlansa da kendini tutuyor.

PKK, barışçıl-demokratik çözüm sürecinin ilerlemesini ve bu amaçla yapıldığı söylenen İmralı görüşmelerinin bir biçimde neticelenmesini bekliyor.

Ne var ki Türk ordusu, polisi ve AKP Hükümeti el ele vermiş bunu bir fırsata dönüştürmek, yoğun şiddet kullanarak Kürtleri sindirmek, şiddeti yeniden egemen hale getirmek istiyor.

Ortadoğu’dan yükselen ateşin Türkiye’nin de ateşini yükselttiği, devletin ‘Kürt fobisinin‘ depreştiği anlaşılıyor.

Devletin bildik refleksi yeniden devreye giriyor ve Türkiye bir kez daha şiddetin önünü açıyor. Ateşkes dönemindeki operasyonlar ve halka yönelik baskılar bu anlama geliyor.

Bu durumda PKK’nin daha fazla ‘savunmada‘ kalması mümkün olmayacaktır.

Hiç arzu etmiyorum ama görünen odur ki böyle devam etmesi halinde savaş bütün şiddetiyle yeniden başlayacaktır.

Kürtlerin kabaran öfkesi taşacaktır. Kan tutulması yaşayan Türkiye’de yeniden birçok insanın hayatı kararacaktır.

Ve elbette yazık, çok yazık olacaktır.

Tabii, Türkiye’de sadece kan tutulması yaşanmıyor; bu ülkenin sivil dinamikleri; siyasi partileri, sivil toplum örgütleri ve demokratik muhalefeti de akıl tutulması yaşıyor.

Türk ordusu dağları taşları ateşe veriyor, Kürt gençlerini öldürüyor; Türk polisi ‘Demokratik Çözüm Çadırlarını‘ yerle bir ediyor ve yaşlı, hasta, çocuk ve kadın demeden herkesi dayaktan geçiriyor, AKP Hükümeti de bunlara açıktan destek verip teşvik ediyor ama kimse de çıkıp bu vahşete dur demiyor.

Özellikle Ana Muhalefet Partisi CHP operasyonlar ve halka yapılan baskılar karşısında dut yemiş bülbül gibi suskun kalıyor.

Türkiye’de genel olarak akıllara ziyan bir duyarsızlık yaşanıyor.

Memleketin ortak aklı başka bir yöne kilitlenmiş gibi kimse Kürtlere yapılanlara bakmıyor ve olabilecekleri düşünmüyor.

Oysa yarın çok geç olabilir!

Bu işin şakaya gelir yanı yok; halkların kaderi, bir ülkenin geleceği hepsinden de önemlisi insanların hayatları söz konusu.

Dolayısıyla yüksek bir sorumluluk duygusuyla hareket etmek, kan tutulması yaşayan Türk ordusu, polisi ve hükümetinin önüne geçmek, halklarımızın kaderini bunların kanlı ve kirli emellerine terk etmemek gerekiyor.

Yoksa, Kürdistan’dan yayılacak olan ateş Türkiye’yi de saracaktır.

Kaldı ki Kürt sorunu eninde sonunda masada; diyalog ve müzakere yoluyla çözülecektir ve bu yönde hayli ilerleme de sağlanmıştır.

Türkiye imkanı yok barışçıl-demokratik çözümden kaçamayacaktır.

Tarihin akışı, dünya insanlığının gelmiş olduğu aşama, Ortadoğu’daki yeni denge arayışları, Türkiye’nin mücadele birikimi, küresel çağdaki yeri ve misyonu; yani nesnel süreç bunu zorunlu kılmaktadır.

Dolayısıyla bu ülke kan ve akıl tutulmasından ne kadar erken kurtulursa o kadar iyi olacaktır.

Hiç değilse fatura kabarmayacaktır…

Günay Aslan

Hiç yorum yok: