8 Nisan 2011 Cuma

Devletin Yeni Resmi Kürt Politikası


Kürt halkının vicdanı ve sesi olarak özgürlük ve demokrasi mücadelesine ağır bedeller ödeyerek büyük hizmetler yapan Özgür Gündem gazetesinin yeniden yayın hayatına başlamasını kutluyoruz. Özgür Gündem gazetesinin verilen bu ağır bedellere layık olarak halkın vicdanı ve sesi olmayı daha güçlü bir biçimde başaracağına inanıyoruz.

AKP hükümeti Kürt sorununda klasik politikaların yeni versiyonunu uyguluyor. Kürtleri bir toplum ve irade olarak tanımamakta ısrar ediyor. TRT 6’yı açtım, kültürel alanda biraz yumuşatma yarattım; yapacak yeni anayasada yerel yönetimlerin hizmet yapma alanını genişletir ve dil konusunda seçmeli derse imkan tanırsak bu iş biter diye düşünüyor. Yüz yıllık Kürt sorununu bu biçimde “alavere dalavere Kürt Mehmet nöbete” der gibi çözeceğini sanıyor. Daha doğrusu neo-inkarcı yeni bir resmi politika inşa ediyor.
Kürtler demokratik çözümün acil ve ön açıcı dört maddesini ortaya koydu. Bunun için Kürtler ayağa kalktı. Ancak hükümet rahatlıkla karşılayabilecek bu acil talepler için bile oralı olmadı. Kürtler konuşur, yürür, biz bildiğimizi okuruz, dedi.

Dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir sorunda Kürtler kadar makul yaklaşan bir muhatap olsaydı hükümetler böyle bir muhatap bulduğuna sevinir ve sorunu hemen çözerdi. Türkiye söz konusu olduğunda en haklı talepler bile devlet şiddetiyle karşılaşıyor. En demokratik eylemlere bile nasıl saldırıldığını iki haftadır izliyoruz. Bu durum kendisine liberal diyen bir kısım aydın ve basın tarafından normal görülüyor. Hatta Kürtler suçlanıyor.

Basın ve yazarlar açısından 1990’lı yıllardan farklı bir duruş görülmüyor. Dünkü Mehmetçik basın şimdi polis basını haline gelmiştir. Çünkü talimatı ve perspektiflerini Polis Akademisi merkezli psikolojik savaş karargahından almaktadır. Bu nedenle basının görevi resmi hükümet politikasını savunmak oluyor.
Kürt sorunu tüm ağırlığıyla ortadayken utanmadan bu basın “Kürt sorunu önemli oranda çözülmüştür” propagandası yapıyor. Dün “böyle bir sorun yok” denirken, bugün “bu sorun çözülmüştür” diyerek bu sorunu yok sayıyorlar. Zihniyeti bu olanlar açısından Kürt Özgürlük Hareketi’ni psikolojik savaş destekli askeri ve polisiye yöntemlerle çözmekten başka bir yol kalmıyor.

Hükümet şimdi bunun gereğini yapıyor. Baharla birlikte askeri saldırılarını arttırmıştır. Botan ve Bingöl’den sonra şimdi de Hatay’da gerillalar yaşamını yitirdi. Bu açıkça savaşın şiddetlenmesine yol açacak bir provokasyondur. Açıkça ya teslim olursunuz ya da operasyonlar devam edecektir deniliyor.
Bir taraftan siyasi soykırım operasyonu hızından hiçbir şey kaybetmeden devam ediyor, diğer taraftan askeri operasyonlar sürdürülüyor. Demokratik siyasetçileri tutuklayarak Kürtleri siyasi iradeden yoksun bırakmak isteyen politikalardan bir çözüm çıkmayacağı açıktır. Basın bu saldırıları görmezden geliyorsa bunun anlamı savaşın daha da gelişeceğidir.

Kürtler ya AKP'nin yeni siyasi egemenlik ve kültürel soykırım politikalarına teslim olacaktır ya da savaşla ve siyasi soykırım operasyonlarıyla teslim olmayanlar tasfiye edilecektir. AKP'nin politikası budur. Hükümet seçimden sonra bırakalım sorunu çözmeyi, tasfiye için daha şiddetli saldırılar planlamaktadır. Zaten başbakan “Kandil barış fişeği atsın” demiş. Eylemsizlik, ateşkes yetmez, gelip teslim olsunlar çağrısı yapmış. On yıllardır Türk başbakanlarının yaptığını şimdi Tayyip Erdoğan tekrarlıyor.

Kürtler yapacağı her şeyi yapmıştır. Barış için yapmadıkları hiçbir şey kalmamıştır. Barış dilencisi olmuşlardır. Bu nedenle Kürtlerden haklarından vazgeçmeleri ve teslim olmaları istenemez. Bu politika Kürt sorununu yaratmıştır. Kürtler bu politikaya karşı direnmiştir.

Kürt sorununu Türkiye ortaya çıkarmıştır; o zaman çözüm için adım atması gereken de Türk hükümetidir. Başbakan Kürtlerin taleplerini karşılama sözü vereceğine, Kürtler taleplerden vazgeçsin diyor. Zaten yandaş basın “Kürt sorunu çözülmüştür, ama PKK sorunu kalmıştır” diyerek hükümetin zihniyetini ortaya koymaktadır.

Hükümetin bu zihniyeti Kürtlerin AKP'ye karşı çok boyutlu bir direniş içine girmesini zorunlu kılıyor. Zaten çadırlar etrafındaki demokratik direniş de AKP'nin çözümsüzlükte ısrar eden politikalarına karşı yürütülüyor. Kürt halkı bu direnişle hem AKP'ye adım attırmaya çalışıyor hem de olası şiddetli bir savaşın önüne geçmeyi hedefliyor. Halkın demokratik serhıldanları çözüm için hükümete adım attıramazsa, daha doğrusu hükümeti tasfiye politikasından vazgeçiremezse savaş kaçınılmaz olur. Zaten şu andaki operasyonlar AKP'nin tasfiye politikasının sonucudur.

AKP'nin bu tasfiye politikasını kıracak olan siyasi düşüncesi ne olursa olsun Kürtlerin bir araya gelmesidir. Çünkü AKP bir yönüyle de Kürtler arasındaki parçalanmışlıktan ve çatlak seslerden cesaret alıyor. AKP'nin tasfiye politikası ve çözümsüzlükte ısrar etmesinde AKP yandaşı basının öne çıkarıp kullandığı bazı Kürtlerin payı az değildir. Bakın Kürtlerin bir kısmı da bunlara karşıdır, o halde benim politikam tüm Kürtlere karşı değil diyerek tasfiye politikasında ısrar ediyor. Bu nedenle yurtseverim diyen ve sorumluluk duygusu taşıyan tüm Kürtler bu süreçte AKP politikalarını cesaretlendiren tutumlardan kaçınmalıdır.
AKP'nin politikalarına cesaret veren her söz ve tutum Kürt gençlerinin ölümünden sorumlu olacaktır. AKP politikasına destek veren her Kürt çözümsüzlük politikalarına destek verdiğini bilmelidir. TRT 6 gibi bazı şeyleri önemli görmek, Kürtlerin onlarca yıldır yürüttüğü mücadeleyi görmezlikten gelmektir, inkar etmektir. Bu adımlar bu mücadelenin sonucu atılmıştır; ancak sorunu çözmek için değil, tasfiye politikalarının üstünü örtmek ve saldırıyı meşrulaştırmak için!

Hiç yorum yok: