17 Mart 2011 Perşembe

Marxizmde İktidar ve Ulus-Devlet Yanılgısı


Son iki yüzyılda devrimcilerin başarısızlıklarının temelinde yatan, iktidar ve onun modern somut hali olan ulus-devlet konusundaki yanılgılarıydı. Toplumsal sorunların çözümünde temel halka olarak iktidara gelmeyi öngörüyorlardı. Programlarındaki ilk hedef, iktidarın ele geçirilişi olarak gösteriliyordu. Tüm mücadele biçimleri bu perspektife bağlanmıştı. Halbuki iktidarın kendisi özgürlüksüzlük, eşitsizlik ve antidemokratizmdir. Araç, kendisine bulaşan en sağlam devrimciyi bile hasta edebilecek geleneksel özelliklere sahiptir. Kaldı ki, kurtuluş aracı saydıkları iktidar konusunda tarihsel-sosyolojik bir çözümlemeleri de yoktu. Tarih boyunca iktidarın nasıl oluştuğu, geçirdiği aşamalar, ekonomi ve devletle ilişkisi, uygarlıklar içinde oynadığı rol, toplumda nasıl yer aldığı gündeme bile getirilmedi. Sanki devrimcilerin eline geçerse ‘sihirli bir değnek’ gibi nereye dokunulsa orayı cennete çevirecekti. Hangi soruna değdirilirse hal yoluna sokacaktı. Diktatörlük tarzı bile daha cazibeli olabiliyordu. Burjuva diktatörlüğüne karşı proleterya diktatörlüğü ilan edilmişti. Bundan daha iyi tuzağa düşmek olamazdı. Yüz elli yıllık kahramanlıklar mücadelesi iktidar girdaplarında boğuldu gitti. Sonunda elinde kalan araç olarak iktidarın kapitalizmin en gerici, eşitsizlik, özgürlüksüzlük ve antidemokratik mekanizması olduğu anlaşıldı. Fakat çok şey kaybedilmişti. Hıristiyanlık tarihindeki iktidar hastalığının bir benzeri tekrarlanmıştı.

Ulus-devlete yaklaşım daha felaketli bir hal aldı. Modernitenin bu en milliyetçi, cinsiyetçi, dinci ve bilimcilikle yoğrulmuş Leviathan’ı, içinde mücadele edilecek temel ve doğru çerçeve olarak kabul gördü. İktidarın milliyetçi toptancılık, cinsiyetçi toplumculuk, dinci fanatizm ve bilimci pozitivizmle içi şişirilmiş, tarihin en ucube vatandaşını yaratan, toplumu tümüyle devletin içinde eriten ve sonuçta faşizme götüren yapının temeli olduğu anlaşılan ulus-devlete ilişkin de hiçbir çözümleme geliştirilmemişti. İktidarın toplumun çeperlerine kadar sızdırıldığı bu araç bilimsel sosyalizmin de tercihi olunca, sosyalizmin kaderi belli olmuştu. 1989’daki resmi çözülüş ilanı bir formaliteydi. Sovyetler’in demokratik niteliği daha Ekim Devrimi’nin başlarında kaybedilince, doğacak olanın sosyalizm değil, kapitalizm olacağı anlaşılmalıydı. Ulusal kurtuluşun umut edileni verememesi de bu iktidar biçimiyle yakından bağlantılıydı. Özgürlüklerin, eşitlik ve demokrasinin bastırılmasının temeli olan bir araçla nasıl özgürlük ve eşitlikler inşa edilecekti? Demokrasi zaten iktidarı gevşeten bir araç olarak görüldüğü için, iktidarın başında devreden çıkarılmıştı.

Ulus-devlet, proto-faşizm olarak tarih boyunca toplumun kazandığı zenginliklerin üzerinde buldozer gibi geçip, geleceğin umutlarını da karanlıklara boğuyordu. Geriye en nesnel putçu bir pozitivist milliyetçilik diniyle korunan, kendini tek doğru olarak inşa eden, duygusuz, soykırıma kadar varan gaddarlığıyla tanınan, bizzat tanrılaşan ulus-devlet kalıyordu. Sermayenin beş bin yıllık tarihinde ilk defa ekonomi, siyaset, toplum ve ideolojinin tek potada eritilerek elde edilen bu güç tekelinin kendisi tüm bu sorunların kaynağıydı. Açık ki, ulus-devlet kavram ve uygulama olarak aşılmadıkça, sosyalizm mücadelesi kendini aldatmaktan başka bir anlama gelmeyecekti. Endüstriyalizmi de ulus-devletin ikizi olarak çözümlemedikçe, başta kentin kanserleşmesi ve çevrenin yıkımının önüne geçilemez. Devrimci bir hedef gibi gösterilen endüstriyalizm, devlet tekelciliğinin azami kâr biçimidir. Olsa olsa firavun sosyalizmi olarak anlam bulabilir. Çözülüşe kadar SSCB, günümüzde de Çin sosyalizmi, endüstriyalizmin en kaba uygulayıcıları olarak, kapitalist sistemi en çok besleyen rejim konumuna düştüler. İkisinin en katı ulus-devlet ve endüstriyalizm modernisti haline gelmeleri, liberal kapitalizmin bir zaferiydi.

Finans çağı gibi çok ekonomik olarak kendini sunan sistemi hep tersinden okumak daha öğretici bir metottur. O finans deyince, toplumun çeperlerine kadar yayılmış bir iktidar; o ekonomi deyince, ekonomi dışı ve hatta karşıtı; o neoliberalizm dedikçe, katı muhafazakarlık olarak algılamak, bizi daha doğru yorumlara götürecektir. Ulus-devlet, endüstriyalizm ve finans tekeli sadece kapitalist modernitenin değil, beş bin yıllık uygarlık yapısının da çözülüşünü durdurma araçlarıdır.

Demokratik Uygarlık Manifestosu kitabından alınmıştır.

Hiç yorum yok: