22 Şubat 2011 Salı

Postal ve Patik


Postal ve Patik, bir 12 Eylül anı kitabı. Ancak özgün bir yanı var: Kitapta, gözaltına alınıp tutuklandığında hamile olan bir kadının, Metris Cezaevi koşullarıyla birlikte annelik duygusunu okuyoruz. Postalların bütün düşleri, umutları darmadağın ettiği o günlerde, patikte simgelenen umut, bir bebeğin dünyaya gelişi anlatılıyor Postal ve Patik’te. O günleri yaşayan herkesin hikâyesi belki de!

“Geldik bebeğim. Yeni ‘yuva’mıza geldik. Bakalım neler yaşayacağız seninle burada, neler öğreneceğiz.” “Bebeğim, seni öpüp koklamama az kaldı. Bakalım, nerede, nasıl olacak ilk karşılaşmamız”. “Arkadaşlarım sevinç çığlıklarıyla karşılıyor bizi. Metris’in ilk bebeği Eren, bu koğuşta!” “Son kez. Son kez… Deyip bir daha, sonra bir daha emziriyorum oğlumu.”

Postal ve Patik’ten bu sözler. Bebeğini, 12 Eylül’ün o kara günlerinde Metris Cezaevi’nde doğurmak zorunda kalan bir annenin, Ayşen Göreleli’nin kitabı Postal ve Patik. Okurla buluşturan ise İlya Yayınevi.

Ayşen Göreli, darbenin tüm ağırlığıyla gece ve gündüze çöktüğü o günlerde soğuk bir Mart günü gözaltına alındığında hamileydi. Sıkıyönetim hukuku düşünüldüğünde bebeğini cezaevinde doğuracaktı. Öyle de oldu.

Çocuklar, koğuşların neşesi olur hep. Sevinç çığlıklarıyla karşılanır. Eren bebek de öyle karşılandı; ablaların, teyzelerin neşe kaynağı olurken, tüm koğuş yaşamı, Eren’in ihtiyaçlarına göre düzenlendi. İlk haftalarını Metris’te geçiren Eren, daha sonra akrabaların yanına gönderildi. O günlerin, annesi babası tutsak binlerce çocuğu gibi akrabaların yanında büyüdü.

Postal ve Patik, hamile bir annenin o günlerde neler yaşadığını, neler hissettiğini anlatıyor tüm samimiyeti, yalınlığı ve açıklığıyla.

HERKESİN HİKÂYESİ ASLINDA

Bir iç dökme. Belki de anımsatma ya da yüzleşme. Bu ‘belki’lerin yanında net olan ise; sadece Ayşen ile Eren’in hikâyesi değil, 12 Eylül’ün mağdur ettiği binlerin, on binlerin öyküsü bu.

Göreleli de, yaşadığı deneyimin ortak bir tarihin parçası olduğunu düşünerek yazmaya karar veriyor: “12 Eylülden sonra bir araya gelip 12 Eylül sürecini ve cezaevi sürecini konuşmaya başladı. Anlatırken, arkadaşlarım, ‘sen bütün ayrıntıları hatırlıyorsun, yazsana bunları’ dedi. Yazmak bana eskiden beni haz veren bir şeydi. Sonra küçük notlar halinde yazmaya başladım, yayınlamak için değil, cezaevinde doğan oğlumun çeyiz sandığına koymak için yazmaya başladım. Nerede nasıl koşullarda doğduğunu bilmesini istedim. Sonra yazdıkça fark ettim ki, bu sadece ben ve oğlumun kişisel tarihi değil. Ortak bir tarihin parçası. O zaman bunu paylaşmak istedim.”

BAHAR HAVASINDA BİR KİTAP


Yazma süreci sancılı olmuş. “Zaman zaman ağladım, güldüm, hüzünlendim” diyor. Çünkü bu süreç aynı zamanda insanın kendi geçmişiyle, kendisiyle de yüzleşme süreci. Ayrıca, o günleri birlikte geçirdiği arkadaşlarından biri kanser hastalığı nedeniyle kaybetmiş Ayşe. Bir de hala arayıp bulamadığı arkadaşları var. Sonunda yazma isteği ağır basmış ve yazmış.

Kitabın üst başlığı, Metris’te Her Mevsim Kış. Ancak kitabın içinde ise daha çok bahar rüzgârı var. Neden bu üst başlık? Yanıtı şöyle: “Metriste her mevsim kış… ilk başlangıçta dosyaya koyduğum attı. Dosya oluştuktan sonra baktım ki, ben sadece kışı anlatmamışım, baharları da anlatmışım. öyle de yaşadık zaten, biz ah ne zor şeyler yaşadık diyen bir kuşak değiliz zaten. Kitabı okuyanlar da bilir, çok güldük biz o acıların yanında, hüznün yanında umut ve neşe var zaten. Bu yüzden postal ve patiği, patiğin umudu, yeniği, bir doğumu simgelemesi açısından bunu uygun gördüm. İlya yayınevinden arkadaşım, metriste her mevsim kış ille de olsun deyince o da üst başlık olarak kaldı”

Eren’in kitap karşısındaki tutumu nasıl oldu? Ayşen Göreleli, bu soruya şu yanıtı veriyor: “Eren belli bir yaşa geldikten sonra, zaman zaman nerede doğduğunu, kim olduğumuzu biraz anlatmıştım ama ayrıntıları bilmiyordu. Yazma sürecinde de yanımda değildi. Kitabın basıldığının ertesi günü İstanbul Kitap Fuarı’na gittim, orada kitabı gördüğünde ve daha sonra okuduğunda, bana dediği, ‘seninle gurur duyuyorum anne’ oldu.”

İŞLERİNİ YOLUNA KOYMAK BİRKAÇ ON YILI ALDI


12 Eylül darbesinin üzerinden 31 yıl geçti. Göreli, o günlerde 22 yaşındaydı. Son beş yıldır yazıyor. Bu kadar geç yazmasının da temel nedeni 12 Eylül darbesi: “Kadınlar genel olarak geç yazmaya başlıyor. Ancak benim bu kadar gecikmemin nedeni, 12 Eylül o kadar darmadağın etti ki bizi, öyle zor koşullarda var olmaya çalıştık ki kendimize gelmemiz uzun zaman aldı. Okullarımızdan atılmıştık, ailelerimizle bağımız kopmuştu, işimiz yoktu, diplomamız yoktu, paramız yoktu, evimiz yoktu. Önce bunları oluşturmaya çalıştık. Bu arada yüzleşmeler, yüzleşmeler, yüzleşmeler… Ancak işleri yoluna koyabildik, bu da birkaç on yılımızı aldı, artık sıra yazmaya geldi dedik, beş on yıldır yazmaya çalışıyoruz.”

Postal ve Patik, Göreleli’nin ilk çalışması. Daha önce ortak bir çalışmada öyküleri yer almış. Dergilerde de öykü ve yazıları yayınlanmış. Önümüzdeki günlerde ise öykülerden oluşan bir kitap yayınlamayı planlıyor ve “İşin başındayım ama bundan sonra yazmaya devam edeceğim” diyor.

Hiç yorum yok: