6 Ocak 2011 Perşembe

Yoksulluk Yardimi Siyaseti-1





Yeni_Özgür_PolitikaTürkiye’de 2000’li yıllarda yoksulluk oranı düşmesine rağmen yoksulluk yardımları patladı ve Kürt illerine, aynı derecede yoksul olmalarına rağmen, İç Anadolu’daki illere göre fazla yoksulluk yardımı verildi. Bunlar gösteriyor ki, yoksulluk yardımlarını belirleyen şey, yoksulluk değil. Bu yardımlar siyasetin aracıdır. Yardımlarla AKP, alt sınıfları, ama özellikle de Kürt olanları, BDP’nin etkisinden çıkarıp ‘ehlileştirmeye’ çalışmaktadır. 
Yoksulluk yardımları, AKP’nin Kürtleri BDP’den koparma stratejisinin bir aracı ise, bu durumda geliştirilecek karşı strateji ne olmalıdır? Bu yazı dizisinin amacı bu sorunun cevabına katkı sağlamak ve bir siyaset önerisinde bulunmaktır. Bu dizide Türkiye’deki yoksulluk yardımlarının seyri, yoksulluk yardımlarının tarih boyunca ve diğer ülkelerde devletleri yönetenler tarafından nasıl kullanıldığı ve yoksulluk yardımlarının bugünün Türkiye’sindeki siyasi işlevini gösterip, “peki ne yapmalı” sorusuna bir yanıt vermeye çalışacağım.

Yoksullukla yoksulluk yardımının ilişkisi yok
“Eğer bugün Ankara’da bir sosyal patlama yoksa, yapılan sosyal yardımların ve sosyal projelerin buradaki etkisi çok olmuştur”. Ankara Belediye Başkanı Melih Gölçek, geçtiğimiz Mart ayında bunu söyleyerek benim bugün ilk olarak soracağım iki sorunun da cevabını kısmen vermiş oluyor. Birincisi, Türkiye’de yoksulluk oranı 2002’den beri azalmasına rağmen, yoksulluk yardımları neden 20-30 kata kadar artış gösterdi? İkincisi, İç Anadolu ve Doğu/Güneydoğu Bölgeleri’nde yoksulluk oranları yaklaşık aynı oldukları halde, neden Doğu/Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde İç Anadolu’da dağıtılan yoksulluk yardımının 5-10 katı yoksulluk yardımı dağıtıldı?

Türkiye İstatistik Kurumu’nun verilerine göre gıda yoksulluğu oranı 2002’de yüzde 1.35 iken, 2008’e kadar giderek azalarak yüzde 0.54’e düştü. Aynı şekilde, gıda ve gıda dışı yoksulluk oranı da yüzde 27’den yüzde 17’ye düştü. Aynı dönemde yoksulluk yardımları ise dağıtılan yardım miktarı ve faydalanan insan sayısı açısından patlama yaptı: Günlük yemek yardım harcamaları 11 katına; dağıtılan kömür miktarı 3 katına, kömür alan aile sayısı 2.5 katına; şartlı nakit transferi harcamaları 147 katına, yardım alan kişi sayısı 50 katına; eğitim yardımları 18 katına, yardım alan kişi sayısı 2.5 katına; yeşil kart harcamaları 4.5 katına, yeşil kart alan kişilerin nüfusa oranı ise 3 katına çıktı.

Yoksulluk yardımı yoksulluğu azaltmıyor
Bu rakamları gören bir AKP’li diyebilir ki, “İşte tam da bizim verdiğimiz yoksulluk yardımları sayesinde yoksulluk azalmıştır”. Ancak, durum öyle değil. Devlet Planlama Teşkilatı tarafından 2009’da yayınlanan “Türkiye’de Sosyal Transferlerin Yoksulluk Üzerindeki Etkileri” başlıklı çalışma, 2000’li yıllarda yoksulluk oranındaki düşüşün yoksulluk yardımları sayesinde “gerçekleşmediğini” gösteriyor. Yapılan sosyal yardımlar, yani yeşil kart, gelir transferleri ve ayni yardımlar, yoksulluk oranındaki bu düşüşü sağlayabilecek şekilde ve miktarda dağıtılmıyor ve yoksulluk sınırının altında olan insanları yoksulluk sınırının üzerine çıkarma işine de yaramıyor. Yani bu rapora göre, yoksulluk oranının düşmesinin sebebi yardımlar değil. Dolayısıyla da, “yoksulluk oranı düştü, çünkü yoksulluk yardımları arttı” diyemiyoruz. Tam tersine, başka bir soru sormak gerekiyor: “Yoksulluk oranı düşmesine rağmen, yoksulluk yardımları neden patladı?”.

Kürtler neden daha fazla yardım alıyor?
İkinci sorumuzla ilgili olarak: İç Anadolu Bölgesi ile Doğu/Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nin yoksulluk oranları yaklaşık olarak eşit; ilkinin yüzde 32.01 ve ikincisinin de yüzde 33.97. Ancak, yoksulluk yardımları Doğu/Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde, yani Kürt illerinde İç Anadolu Bölgesi’ne göre kat kat fazla dağıtlıyor. 2007 yılında, Şartlı Nakit Transferi sağlık yardımı alanların oranı tüm Türkiye’de yüzde 1.67, İç Anadolu’da yüzde 0.95 iken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri’nde yüzde 5.58 oldu. Eğitim yardımı alanların oranı, tüm Türkiye’de yüzde 0.99, İç Anadolu’da yüzde 0.42 iken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da yüzde 3.91. Yeşil kart sahibi olanların oranı, Türkiye genelinde yüzde 13.2, İç Anadolu’da yüzde 8.1, ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da ise yüzde 37.7 oldu. Yani, Doğu ve Güneydoğu’da, İç Anadolu’ya göre, eğitim yardımları 9 kat, sağlık yardımları 6 kat, yeşil kart ise 5 kat fazla dağıldı.

Özetlemek gerekirse, birincisi, 2000’li yıllarda yoksulluk oranı düşmesine rağmen yoksulluk yardımları patladı; ve ikincisi, Kürt illerine, aynı derecede yoksul olmalarına rağmen, İç Anadolu’daki illere göre kat be kat fazla yoksulluk yardımı verildi. Bunlar gösteriyor ki, yoksulluk yardımlarını belirleyen şey, yoksulluk değil. Peki, nedir o zaman?

Yardımlar siyasetin aracıdır
Modern kapitalizmin tarihi boyunca devletleri yönetenler, yoksulluk yardımlarını ya siyasi olarak “tehlikeli” sosyal grupları kontrol altında tutmak için, yahut da, halk gruplarını harekete geçirip, yani mobilize edip, kendi kitleleri haline getirmek için kullanmışlardır. Türkiye’de de bugün olan budur. Son sekiz yılda yoksulluk yardımları şiddetle artmıştır, ama bunun sebebi yoksulluğun şiddetle artması değil, AKP, CHP ve DTP/BDP arasındaki siyasi mücadelenin şiddetle artmasıdır. AKP, alt sınıfları, ama özellikle de Kürt olanları, BDP’nin etkisinden çıkarıp “ehlileştirmeye” çalışmaktadır. Aynı zamanda da, bu insanları kendi çatısı altında mobilize edip, CHP ve kemalist bürokrasiye karşı elini güçlendirmeye çalışmaktadır.

Ne yapmalı?
Peki, ne yapmalı? Kürt hareketi, yukarıda bahsettiğim devlet stratejisinin pekala farkında ve bugüne kadar da yoksulluk yardımlarına iki temel yaklaşımı oldu. Birincisi, yardımları, bir sadaka kültürü yaratması ve halkın onuru ile oynaması sebebi ile reddetmek oldu. Bunun neticesinde Kürt halkını devletin yoksulluk yardımlarından “korumak” için mümkün olduğu çaba sarfedildi. İkinci olarak, yoksulluk yardımları konusunda AKP ve devlet ile rekabete girmek yolu seçildi. BDP’li belediyeler de gıda yardımları dağıtmaya başladı.

Ben, bu iki yaklaşımın dışında, daha işe yarar ve daha kolay bir yolun olduğunu düşünüyorum: Madem AKP ve devlet yoksulluk yardımı dağıtmak istiyor, biz de daha fazlasını talep edelim. Yani, eğer AKP ayda 25 lira çocuk yardımı veriyorsa, BDP’nin talebi bunun 75 lira olması olabilir, eğer AKP kırk yılın başı yemek yardımı yapıyorsa, BDP bunun bir hak olarak düzenli olarak haftada bir yapılmasını talep edebilir. Eğer AKP yeşil kart dağıtıyorsa, BDP yeşil kartla sunulan sağlık hizmetinin kalitesinin artmasını talep edebilir.

Daha fazla yardım talep etmek
Peki nedir bunun faydası? Bir kere, ilk yaklaşım neticesinde, BDP, yardımları yoksul Kürtlerden uzak tutmaya çalışınca, kendi kitlesi ile arasına, tam da AKP’nin istediği gerilimi sokmuş oluyor. AKP diyebiliyor ki, BDP, o özgürlük istediği halkının karnının aç kalmasını mı istiyor? İkinci yaklaşımda ise, devletin, IMF’nin, Dünya Bankası’nın milyar dolarlık yoksulluk yardımı projeleri ile, BDP’nin yarışmasının imkanı yok. BDP’li Belediyelerin yaptığı şey son derece önemlidir, ama tek başına yapıldığı zaman kaybedilecek bir yarışa girmektir. AKP, asıl olarak, bu yardımları düzensiz, keyfi, aynı sadaka gibi verdiği için Kürtleri etkileyebilmektedir. Sanki yardımları devlet değil, AKP dağıtıyormuş hissiyatı uyandırmaktadır. Bu yardımları düzenli hale getirmeyi, miktarını artırmayı, bir hak haline getirmeyi talep etmek, AKP’nin sınırlarını zorlamak, üstelik de bunu bir halk hareketinin talebi olarak yükseltmek, AKP’nin kendi kalesine gol atmasına sebep olabilir.

Dünyada ve tarihte yoksulluk yardımları
Dünyanın bir çok ülkesindeki sosyal refah devleti uygulamalarına bakınca, refah devletinin ortaya çıkışını ve geçirdiği değişimleri belirleyen şeyin asıl olarak siyasi saikler olduğunu görüyoruz. Devleti yönetenler, birincisi, tehlikeli toplumsal grupları kontrol altına almak, ikincisi de, belirli toplumsal grupları siyasi olarak harekete geçirmek için sosyal refah devleti araçlarını kullanırlar. İlkinde, devletler, siyasi tehdit oluşturan, ayaklanma, eylem, isyan, kalkışma içerisinde olan ve olabilecek grupları, veya radikal siyasi akımları destekleyecek grupları zaptedebilmek, kontrol edebilmek veya ehlileştirebilmek için bu grupları sosyal refah uygulamaları ile “satın almaya çalışır”. Bu gruplar, çoğu zaman işçilerdir, etnik ve ulusal gruplardır. 19. yüzyılda İngiltere’de işçiler ayaklanınca ardarda gelen “Yoksulluk Kanunları” ile geniş kitlelere yoksul yardımları dağıtılmıştır; 1930’lardan itibaren, yükselen işçi hareketini zaptetmeye çalışan Sovyetler Birliği’nin dibindeki Avrupalı devletler, modern sosyal demokratik refah devletlerini inşa etmişlerdir; 1960’larda Amerika’da siyahlar ayaklanınca da yoksulluk yardımları inanılmaz biçimde patlama yapmıştır.

Toplumsal kontrol ve mobilizasyon
Bu toplumsal kontrol işlevinin yanısıra, devletler refah uygulamalarını halkı siyasi olarak herekete geçirmek, yani mobilize etmek amacıyla da kullanırlar. Birincisi, devleti yöneten veya yönetmek isteyen farklı elit grupları birbirleri ile mücadeleye girdiklerinde, iktidarı elinde bulunduran grup, ihtiyaç duyduğu toplumsal desteği elde etmek için sosyal güvenlik ve yardım seviyelerini artırıp halkı kendi etrafında mobilize etmeye çalışır. İkincisi, savaş zamanlarında, devletler yüzlerini yine halka, yani emekçi ve ezilenlere dönerler, zira savaşacak olan, desteğine ihtiyacı olunan bu insanlardır. Hem savaş sanayiinin grevlerle kesintiye uğramaması lazımdır, hem de halkın askere alınırken itiraz etmemesi sağlanmalıdır. Bu amaca yönelik milliyetçi vatansever propagandanın yetmediği durumlarda da refah devleti kullanılır. İşçi ücretleri artar, sendikalar güçlendirilir, vatandaş-işçiler kıymete biner. İngiltere’nin, Almanya’nın, ABD’nin refah devletlerinin tarihi, bunun tarihidir.

Amerika, 1960’lar
Bu tarihe biraz daha yakından bakınca, “Türk devleti, Kürtler ve yoksulluk yardımları” arasında bugün varolan ilişkinin, 1960’larda “Amerikan devleti, siyahlar ve yoksulluk yardımları” arasındaki ilişki ile çarpıcı benzerlikler gösterdiğini görebiliriz. 1960’larda da yükselen siyah hareketi zaptedebilmek amacı ile Amerikan devleti yoksulluk yardımlarında bir patlama yaratmıştır. Bu süreç ise 1950’lerde Amerikanın güneyindeki tarımsal modernizasyon ile başlamıştır. Güneydeki çiftliklerde çalışan siyah işçiler, tarımda modern teknolojinin kullanımı ile atıl duruma gelmişler, bu da güneydeki ırkçı baskılarla birleşince, dört milyon siyah kuzeydeki büyük metropollere göç etmek zorunda kalmıştır. Kuzeyde göç ettikleri New York, Philadelphia, Chicago, Detroit, Baltimore gibi sanayi kentlerinde ise, onları daralan bir istihdam ve ırkçılık beklemektedir. Dolayısı ile, varolan az sayıdaki işe girmekte de oldukça zorlanan siyahlar için kuzeyde işsizlik, geçici, güvencesiz, düşük ücretli işler, ve yoksulluk temel kentsel tecrübeler olmuştur. Ama, bu durum 1950’lerden itibaren gerçekleşmekle beraber, yoksulluk yardımlarının hızlı yükselişi ancak 1964 sonrasında gerçekleşmiştir. Amerikan sosyoloji ve siyaset bilimi literatürlerinde çokça tartşıldığı üzere, yoksulluk yardımları ancak siyahlar ayaklandığı ve aynı zamanda bir seçmen gücü olduğu zaman patlama yapmıştır.

Sosyolog Francis Fox Piven ve Richard Cloward, Amerika’daki yoksulluk yardımlarının patlamasının altında yatan sebebin vatandaşların “objektif yoksulluğunu” giderme kaygısı olmadığını, asıl derdin, toplumdaki siyasi karışıklığı zaptetmek olduğunu göstermişlerdir. Onlara göre, 1960’ların ortalarında yükselen siyah özgürlük hareketinin (civil rights movement) etkisi ile siyahlar büyük kentlerde şiddetli ayaklanmalarda bulunmuşlardı. 
Objektif olarak yoksulluk uzun süre hep var olmasına rağmen, Amerikan devleti ancak ve ancak siyahlar ayaklandığı zaman yardımları bol keseden dağıtmaya başlamıştır.

Kürtler, siyahlar ve yoksulluk yardımı
Şimdi, 1960’ların Amerika’sı ve 2000’lerin Türkiye’si arasındaki paralelliklere bir kez daha bakalım. Amerika’da 1950’ler ve 1960’lar boyunca dört milyon siyah, güneyin kırsallarından kuzeyin metropollerine, Piven ve Cloward’ın deyimi ile, zorunlu göçe (forced migration) tabi oldu. Benzer şekilde, 1990’larda Türkiye’de 2-3 milyon arası Kürt, bu kez doğunun kırsallarından batının metropollerine (ve ayrıca bölgedeki metropollere) zorunlu göçe tabi oldu. Amerikan metropollerine gelen, ama azalan istihdam olanakları ve ırkçılıkla karşılaşan siyahlar ya işsiz kalmışlar ya da geçici, güvensiz ve düşük ücretli işlerde çalışmak zorunda kalmışlardır. Türkiye’de de benzer şekilde, benim daha önceden tarif etmeye çalıştığım gibi, metropollere göç eden Kürtler proleterleşmiş, Türkiye proleteryası da gittikçe Kürtleşmiştir. 1960’larda siyahlar Amerikan metropollerinin siyah gettolarını, 1990’lardan bu yana Kürtler de Türkiye’nin varoşlarını mesken tutmuşlardır. Son olarak da, “siyah özgürlük hareketi”nin etkisi ile siyahlar 1960’ların ikinci yarısı itibariyle metropollerde ayaklanmışlar, bu da onları önemli bir siyasi aktör, Amerikan devleti için de siyasi bir tehdit haline getirmiştir. Benzer şekilde Türkiye varoşlarındaki Kürtler de Kürt siyasi hareketinin etkisi ile gittikçe siyasileşmiş, bu siyasileşme şehirlerin varoşlarında eylemlere, çatışmalara, zaman zaman da küçüklü büyüklü ayaklanmalara yol açmıştır. Aynı zamanda, aynı 1960’ların Amerika’sında olduğu gibi, gittikçe kalabalıklaşan ve politikleşen Kürtler, 2000’lerde seçim zamanlarında da kritik bir pozisyon da tutmaya başlamışlardır. Bu seçim gücü, ayaklanma eğilimi ile birleşince kentli Kürtleri Türkiye’deki en önemli siyasi aktörlerden birisi konumuna getirmiştir. Nasıl Amerika’da yoksulluk yardımları siyahları kontrol etmek için artırılmışsa, Türkiye’de yoksulluk yardımları da Kürt proleterleri kontrol ve mobilize etmek için artırılmıştır. Yarınki yazımda, Türkiye’deki sürecin daha yakından bir analizini yapmaya ve AKP’ye yöneltilebilecek karşı staretejinin detayları üzerine tartışmaya çalışacağım.
YARIN: Siyasi alandaki rekabet, yoksulluk yardımlarındaki ‘dengesiz patlamanın’ en önemli sebebidir.

ERDEM YÖRÜK

Hiç yorum yok: