14 Ocak 2011 Cuma

Turkiye Cumhuriyeti Devleti’nin PKK ile Görüşmeleri


       TC ile PKK arasındaki ilk görüşmeler PKK’nin 1984’teki Eruh ve Şemdinli baskınlarından sonra başladı. Görevli albaylar hapisteki PKK’lilerle görüştü.

Türkiye kritik bir eşikten geçiyor. 25 yılı ‘düşük yoğunluklu çatışmayla’ geçen Kürt sorunu günümüzde ‘Türk-Kürt boğazlaşmasının’ işaretlerini veriyor. Süreç, bu ülkenin kaderinde söz sahibi olan herkesi Kürt meselesinde yeni bir karar almanın eşiğine getirmiş bulunuyor.

Ne ki tablo hiç de iç açıcı görünmüyor. Türkiye’nin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Başbuğ, ‘sözün bittiği yerde’ olduklarını söylüyor. Kuzeyi güneyiyle; parlamenteri bölge yöneticisiyle Kürtleri tehdit ediyor. AKP Hükümeti hem generalden yana hem değilmiş gibi bir tutum izliyor. İktidar her zamanki gibi ‘ortayolculuk’ yapıyor. Ana muhalefet partisi CHP sistemin kendisine vurduğu prangaları çözemiyor. Devletin partisi olmaktan çıkıp halkın partisi haline gelemiyor. MHP ise ‘olağanüstü hâl ilan edilmesi’ ve ‘Kandil’e kara harekâtı yapılması’ için bastırıyor. BDP bunlara karşı ‘barış ve demokrasi’ mücadelesi veriyor.

Sivil toplum örgütleri, yazarlar, aydınlar ve sıradan insanlarsa akan kanın durmasını, herkesi tüketen kirli savaşın sonlanmasını istiyor. Kamuoyunun dikkatleri bu amaçla yeniden Öcalan’a ve PKK’ye çevrilmiş bulunuyor. Türkiye toplumunun ezici çoğunluğu PKK’den yeni bir ‘ateşkes’ bekliyor. Öcalan ve PKK’yse bunun ‘çift taraflı’ olmasında ısrar ediyor. Kürt tarafı ordunun operasyonlarına son vermesi gerektiğini söylüyor. Aksi durumda zaten ateşkesin pek bir anlamı olmuyor.

Bu kritik süreçte en çok da ‘PKK’yle görüşme’ meselesi tartışılıyor. Kimileri bunu destekliyor, kimileriyse karşı çıkıyor. Karşı çıkanlar böyle bir şeyin ‘asla mümkün olamayacağını, devletin PKK’yle pazarlığa oturamayacağını’ söylüyor.

Bu yazımda, düşük yoğunluklu çatışmayla’ geçmiş son 25-26 yılda Türkiye Cumhuriyeti Devleti (TC) ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasındaki açık-gizli görüşmeleri yazacağım. Tarihlerini, aktörlerini ve içeriklerini vererek -özeleyazacağım. Ayrıca her görüşme veya ateşkes sonrası gündeme gelen bazı olayları dikkatinize sunacağım.

Taraf gazetesinden Yıldıray Oğur bu konuda iki yazı kaleme aldı. (6 ve 8 Temmuz). Oğur yazılarında PKK’nin 1 Eylül 1998 tarihinde ilân ettiği ateşkes sürecini yazdı. Bunu da 28 Şubat süreciyle irtibatlandırdı. İlk yazısı için ‘Genelkurmay- PKK dayanışması’ başlığını kullandı. Ancak ikinci yazısında ‘dayanışmanın’ yerini ‘görüşme’ aldı.

Objektif olanın ‘görüşme’ olduğuna inanıyorum. Genelkurmay ile PKK arasında ‘dayanışma’ olduğunu söylemek doğru değildir. Kaldı ki Kürtlerin haklı insani; ulusal ve demokratik mücadelelerine ‘Ergenekon gölgesi’ düşürmek, Ergenekon mağduru Kürtleri son derece üzmektedir. Ayrıca bu sorunun barışçıl çözümüne zarar vermektedir.

Elbette varsa bir belge veya bilgi açıklanmalıdır. PKK ve Öcalan’ın bu konudaki tutumları açıktır. PKK birçok kez ‘varsa bildiğiniz, açıklayın’ demiştir. Öcalan, Ergenekon savcılarına birçok dilekçe göndermiştir. Ancak bunlar görmezden gelinmiştir.

TC ile PKK arasında neredeyse 25 yıl öncesinden başlayan ve günümüze kadar devam eden bir dizi görüşme yapılmıştır. Bunların çoğunun içeriği ve sonuçları PKK tarafından yayınlanmıştır.

Türk devleti Türkiye toplumunun balık hafızalı yapısından yararlanıyor. Bu yüzden ‘görüşmem’ ve ‘muhatap almam’ diyor. Fakat, arşivler farklı şeyler söylüyor. Arşivler neredeyse bu savaş başladığından bu yana TC ile PKK arasında ‘görüşmeler’ yapıldığına işaret ediyor. Doğrusu TC ile PKK arasında bu kadar çok görüşmenin yapılmış olması beni şaşırtmıyor.

Çünkü bu, devletin soruna verdiğini önemi ve ‘çok boyutlu’ çalıştığını gösteriyor. Fakat bu görüşmelere rağmen sorunu neden çöz(e)mediği sorusunu da yanıtlamak gerekiyor. Kanımca bunun yanıtını Türkiye’nin ‘irade parçalanması’ ve ‘sorunun uluslararasılaşmasında’ aramak gerekiyor.

Görüşmelerin Tarihleri ve Aktörleri

TC ile PKK arasındaki ilk görüşmeler PKK’nin 15 Ağustos 1984’teki Eruh ve Şemdinli baskınlarından sonra başladı! Genelkurmay’ın görevlendirdiği birçok subay cezaevinde bulunan PKK yöneticileriyle görüştü. Çoğu albay rütbesindeki bu subaylar periyodik olarak PKK’lilerle ‘Kürt sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin’ tartışmalar yürüttüler. Bunlar elbette ‘resmî’ görüşmeler değildi. Bu yüzden tutanak düzenlenmedi.

1988-1991 arasında ise devlet, Öcalan’a ‘aracılar’ gönderdi. Bunların hiçbiri resmî devlet görevlisi değildi. Öcalan bu yüzden basına ‘devlet çekinmesin, bir subayını göndersin, görüşelim’ demecini verdi.

Devlet subay yerine Talabani’yi gönderdi. 1993 yılı başında Cumhurbaşkanı Özal, şimdi Irak’ın Cumhurbaşkanı olan Celal Talabani’yi Öcalan’a gönderdi. Öcalan, Özal’ın önerisiyle 17 Mart 1993’te 25 günlük ateşkes ilan etti. 16 Nisan’da ise yine Özal’ın önerisiyle ateşkesi süresiz olarak uzattı.

Ne var ki 17 Nisan günü Özal şüpheli bir ölümle hayata veda etti. Ateşkes de PKK’nin 33 askeri öldürdüğü ‘Bingöl eylemiyle’ sona erdi. Başbuğ, geçenlerde, o dönem Bakü- Ceyhan boru hattı gündemdeydi, bu eylem o projeyi sabote etmeye yönelikti’ dedi.

Ancak, PKK’nin tek taraflı ateşkesine rağmen gerillaya dönük operasyonların neden devam ettirildiğine ve PKK’nin ‘misilleme’ kararına rağmen, 33 askeri silahsız ve korumasız neden gönderdiklerine değinmedi. Askerleri neredeyse zoraki yola çıkaran komutanın Ergenekon sanığı olarak Silivri’de yattığını da söylemedi!

İkinci öneri Çiller’den geldi

1995 yılında bu kez Çiller devreye girdi. Başbakan Tansu Çiller savunma eski bakanlarından Ercan Vurulhan’ı danışmanlık görevine getirmişti. Vuralhan, 1995 Mart’ının ilk haftasında Avrupa’da gizlice görüştüğü Talabani’ye Çiller’den bir mesaj getirdi. Çiller mesajında, Öcalan’dan ‘ateşkes’ talep ediyordu. Vuralhan’ı Ankara’ya yolculayan Talabani 14 Mart 1995 tarihinde yazdığı bir mektupla bunu Öcalan’a iletti. ‘Tansu Çiller, siyasi bir çözümün peşindedir ‘ diye de ekledi.

Talabani mektubunda Çiller’in taleplerine de yer vermişti. Buna göre, ‘ PKK önce bir yıl sürecek bir ateşkes ilan etmeli, bu süre içinde şiddet eylemlerine girişmemeli ve terörden vazgeçtiğini ilan etmeli’ydi!

PKK lideri Öcalan, Çiller’e -Talabani üzerinden- bir mektup gönderdi. Önce ‘diyalog’ istedi. ‘Halka yönelik saldırılardan uzak durulması, PKK’ye dönük operasyonlardan kaçınılması halinde ateşkes ilan etmeye hazırım’ dedi.

Çiller’in koalisyon ortağı SHP’nin eski Dışileri Bakanı Hikmet Çetin de işin içindeydi. Çetin, Londra’da yaşayan gazeteci Kamuran Karadağ’ı kendine ‘aracı’ seçmişti. O da ‘devleti adına’ üstelik, ‘siyasal çözüm için PKK’nin savaşı sonlandırmasını’ istemişti.

Öcalan, 11 Mayıs 1995 tarihinde Çetin’e de bir mektup gönderdi. Yine ‘karşılıklı diyalog’ istedi. ‘Çözüme ilişkin girişimlerinize anlamlı karşılık vereceğim’ de dedi. Bu karşılık yıl sonunda geldi.

PKK lideri, 15 Aralık 1995 tarihinde MED TV’den canlı olarak yayınlanan, moderatörlüğünü yaptığım programda ateşkes ilan etti.

Ne var ki az kalsın uydumuz düşecekti. Zira, canlı yayın boyunca Türkiye’deki askerî bir üsten (Çanakkale) televizyonumuzun yayın yaptığı uyduya korsan sinyaller gönderilmekteydi. Buna rağmen karar ilan edildi. PKK ikinci kez ateşkes ilan etmiş, çatışmalara tek yanlı son vermişti.

Fakat bunun hemen arkasından Güçlükonak katliamı geldi. 16 Ocak 1996’da Güçlükonak’ta bir minibüs önce tarandı, sonra da yakıldı. Olayda 11 Kürt köylüsü hayatını kaybetti. Genelkurmay hemen bir açıklama yaparak ‘eylemi PKK yaptı’ dedi. Ancak gerçek kısa sürede ortaya çıktı; fail Jitem’di!

Arkasından ‘Öcalan’a suikast’ haberi geldi. Çiller bunun için, dönemin Emniyet Genel Müdürü Mehmet Ağar ile Ergenekon sanığı, emniyet eski Özel Harekât Başkan Vekili İbrahim Şahin’i görevlendirmişti.

Çiller gitti, Yılmaz geldi, ‘Aracı’ değişti

Çiller ‘ateşkes’ istemiş, Öcalan ‘karşılıklı diyalog’ demiş,ardından önce ateşkes, sonra suikast girişimi gelmişti. 1995 seçimlerinden sonra DYP-SHP Hükümeti’nin yerini ANAP-DYP Hükümeti aldı. Şimdi Mesut Yılmaz başbakandı.

Yılmaz da diğer liderler gibi Kürt sorununun yarattığı sorunların altında eziliyordu. Soluk almak, aldırmak istiyordu. Görevi devralır almaz o da PKK’nin kapısını çaldı. Başbakan Yılmaz’ın ‘özel danışmanı’ yazar Alev Alatlı bu amaçla Avrupa’ya çıkarma yaptı.

Alatlı 16 Nisan 1996 günü Brüksel’de PKK’nin Avrupa sorumlusu Abdurrahman Çadırcı’yla buluştu. Alev Hanım, sorunun siyasal çözümü için ‘yapılması gerekenleri konuşmaya’ gelmişti. Alatlı, Çadırcı’nın sorusu üzerine bu görüşmeden Genelkurmay’ın haberdar olduğunu söyledi.

Görüşmelerin ilk turu ‘başarılı’ geçti. Alatlı ikinci gelişinde Öcalan’a gidecekti. Taraflar belli aralıklarla görüşmelere davam edeceklerdi. Fakat bu kez yeni bir suikast girişimi gerçekleşti! 6 Mayıs 1996 günü Şam’daki PKK okulunun yakınlarında C-4 patlayıcılarla dolu bir minibüs infilak ettirildi. Eylemi Yeşil örgütlemişti. Minibüsün bırakıldığı yer Öcalan’ın geçiş güzergâhıydı. Öcalan o esnada okulda değildi ama mesaj verilmişti.

Öcalan o gece yaptığı televizyon konuşmasında ‘biz barış, kardeşlik diyoruz, bu savaşı bitirelim diyoruz, karşılığında bomba alıyoruz’ dedi. Öcalan’ın suikast girişiminden Yılmaz’ı sorumlu tutması üzerine Alatlı bir daha PKK’ye gel(e)medi.

Netanyahu-Karadayı Görüşmesi ve Erbakan’ın Mektubu

Türkiye’de siyasi istikrar sağlanamıyor, hükümetin biri gidiyor, diğeri geliyordu. ANAP-DYP Hükümeti yürümeyince Refahyol hükümeti kuruldu. Erbakan Başbakan, Çiller yardımcısı oldu. Erbakan hükümeti kurar kurmaz karşısında askeri buldu. - Genelkurmay Başkanlığı hükümetin önüne ‘İsrail’le ikili askerî anlaşmalar’ dosyasını koydu.

Genelkurmay Başkanı Karadayı İsrail’e gitmişti. İsrail’de başbakanlık koltuğunda şimdiki Başbakan Netanyahu oturuyordu. Karadayı o ziyarette (25 Şubat 1997) birçok askerî anlaşmaya imza atmıştı. Hükümete bu anlaşmaların içeriği dahi açıklanmamıştı. Hükümet yine de önüne konan bütün dosyaları onayladı.

Ordu, yeni bir Milli Askerî Stratejik Konsept (MASK) hazırladı. Buna göre ‘dış tehditin’ adresi Suriye ve İran’dı. Ardından (Kasım,1997) Milli Güvenlik Siyaset Belgesi (MGSB) değiştirildi. Belgede ‘siyasal İslam baş düşman’ gösterildi.

Ordunun bunları yaptığı günlerde Erbakan Öcalan’a mektup gönderdi. ‘Şiddet dursun, Kürt kardeşlerimizle sorunları konuşarak çözelim’ dedi. Öcalan, Erbakan’a olumlu yanıt verdi. Bunun ardından Erbakan bir yazarı ve bir milletvekilini ‘aracı’ olarak gönderdi.

Erbakan mektubunu ‘resmî’ yollardan, Suriye yönetimi üzerinden göndermişti. Ve Genelkurmay’ın bilgisi dahilindeydi. Oysa Erbakan Öcalan’a mektup yazdığı tarihte Genelkurmay ile PKK zaten görüşüyordu. Başbakan’ın bundan haberi olmadığı anlaşılıyordu.

Genelkurmay Doğrudan Devreye Giriyor

Evet, askerî kanaldan görüşme devam etmekteydi. Bu kez PKK’nin kapısını asker çalmıştı. Bir Kürt işadamının referansıyla Avrupa’ya gelen Genelkurmay Toplumsal İlişkiler Dairesi’nden Kurmay Albay H. D, PKK ‘nin Avrupa sorumlusu Şahin Çilo’yla biraraya gelmişti. Genelkurmay geçen yıl da nabız yoklamıştı. Şimdi iki cepheden birden görüşme halindeydi. Bir albay Avrupa’ya, bir albay da PKK’nin cezaevi sorumlusu Sabri Ok’a gönderilmişti. Bu görüşmelere avukat Selim Okçuoğlu aracılık etmişti.

Genelkurmay, ‘yeni komuta kademesine fırsat verilmesini’ istemekte ve ‘kapsamlı bir dönüşümden’ söz etmektedir. ‘Devlet değişecek, her şey düzelecek ve işler yoluna girecek’ demektedir. PKK de bu tarihsel süreçte ‘devleti dönüştürmek için üzerine düşeni yerine getirmelidir.’

Buna göre ilk aşamada ateşkes ilan etmelidir. İkinci aşamada siyasi taleplerini gözden geçirmeli, bölünmeye yol açacak taleplerini geri çekmeli ve birlikte çözümü benimsemelidir. PKK; Türk-Kürt kardeşliğini esas alan 1920 ruhunun yenilenmesi için gayret göstermelidir. Genelkurmay’dan gelen mesaja göre üçüncü aşama ise geçmiş muhasebesidir. Karşılık olarak yapılan hatalarla yüzleşilecektir!

PKK, buna karşılık ; operasyonlar durmalı, koruculuk sistemi ve Jitem dağıtılmalı, medya üzerindeki ambargo kaldırılmalı, barışçıl çözümün koşulları sağlanmalı ve genel af için hazırlık yapılmalıdır’ demiştir. Genelkurmay bunlara ‘evet’ demiş ve süreç içinde yerine getireceğini söylemiştir. TSK-PKK görüşmeleri bu zeminde devam etmiştir.

MED TV’de her pazar akşamı hazırlayıp sunduğum ve Öcalan’ın telefonla katıldığı programda bu süreç yoğun olarak işlenmiştir. Öcalan bu görüşmelerden çok ciddi sonuçlar çıkacağından emin değildi. Aksine temkinliydi. Zira, 1993’ten bu yanan yaşananlar gözler önündeydi. Yine de kestirip atmak istemiyordu.

O günlerde MED TV’de programlara da katılan Yalçın Küçük, ‘Genelkurmay’dan bugünlerde PKK için önemli bir açıklama gelecek’ bilgisini verdi. Çok geçmeden de açıklama geldi. Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Güven Erkaya, 5 Şubat 1998 günü, ‘irticanın PKK’den daha tehlikeli olduğunu’ söyledi!

Belli ki Türkiye yeni bir döneme girmişti. Şimdi ‘irticayla mücadele’ öne çıkmıştı. Öcalan’a söylenen ordunun ‘yeni bir Türkiye kuracağı’ydı. Gelen mesajlar bu yöndeydi. Kaldı ki siyasal olaylar da buna işaret etmekteydi.

Öcalan o süreçte, Türk-Kürt kardeşliği temelinde Cumhuriyet’in kuruluş sürecini işledi. Kemalist devrimin önemine dikkat çekti ve her fırsatta, ‘yeni Türkiye’yi birlikte kurmaya hazırız’ dedi.

28 Şubat Sürecinde Yaşananlar

1998’le birlikte Kürt sorunu gündemden düşmüş, ‘irtica’ meselesi öne çıkmıştı. 28 Şubat’ta MGK toplanmış, ‘laiklik’ vurgusu yapmıştı. 21 Mayıs’ta Refah Partisi’nin kapatılması için dava açılmış, 17 Haziran’da Erbakan istifa ederek, başbakanlıktan ayrılmıştı.

Bütün bu gelişmeleri yakından izlemiş, tartışmıştık. Ordu bir adım atınca Öcalan da bir adım atıyordu. Ordu, ‘PKK asıl tehdit değil derken, Öcalan, Kemalist devrimin tamamlanması gerektiğini söylüyordu. Bu tür paslaşmalar oluyordu ancak pratikte bunun tersi yaşanıyordu.

Savaş devam ediyor, can kayıpları yaşanıyordu. Ayrıca Şemdin Sakık’ın yakalanmasından sonra (13 Nisan 98) Türkiye, Suriye üzerindeki baskılarını arttırmaya başlamıştı.

30 Haziran’da Mesut Yılmaz’ın başbakanlığında yeni bir hükümet kuruldu. Temmuz’un ilk haftası Yıldız Şimşir arkadaşımla birlikte MED TV’de ‘özel ‘bir program yaptık. Öcalan yine telefonla katıldı. Ancak bir telefon konuğumuz daha olacaktı. Ankara’dan katılacaktı. Ankara’dan katılacak olan görüşmeleri yönlendiren kişi olacaktı.

Programı açtık, PKK liderini aldık ve süreci tartıştık ancak Ankara’dan kimse bağlanmadı. Beklediğimiz kişi faks göndermişti. Faksı alıp, okudum. Faks adı sanı duyulmamış bir haber ajansının antetli kağıdıyla gönderilmişti.Yanılmıyorsam Ankara Ay Ajans’tı. Faks mesajında sorunun çözümü konusunda bilinen öneriler tekrarlandıktan sonra, ‘bu sorunun çözülmesi için Öcalan’ın bulunduğu yerden çıkması gerektiği’ söyleniyordu.

Faksı okuduktan sonra sözü Öcalan’a verdim. Öcalan, ‘eğer Ankara çözüm konusunda yeterli irade gösterirse biz burayı ikna ederiz. Bulunduğumuz alan diplomatik sorun edilmemeli, bu alana baskı yapılmamalı ‘ yanıtını verdi. Bir faks daha geldi. İkinci faksta, ‘Öcalan Suriye’de oldukça çözüm olmayacaktır’ yazıyordu.

Gidişatta bir terslik olduğu belliydi. O fakslar MED TV’nin arşivinde olmalı. Faks numaralarını araştırdık ancak sonuç alamadık. Öyle bir hat sanki hiç açılmamıştı! Ancak o ajansın adıyla birkaç hafta sonra bu kez Kıbrıs Türkleriyle ilgili bir haberde karşılaşmıştım.

1 Eylül 1998 Ateşkesi

Öcalan karşı tarafın ikili oynadığından kuşkulanıyordu. Bu kuşkusunu yakın çevresiyle paylaşıyor ve tartışıyordu. Acele bir ateşkes kararı vermek istemiyordu. Bu arada mesajlar gelmeye devam ediyordu. Temmuz sonunda bu kez Yalçın Küçük Hoca’yla birlikte ‘özel’ bir program yaptık. Hoca, önceden bana , ‘bu programa iyi hazırlanalım Genelkurmay Karargâhı’ndan izleyecekler’ dedi. Aynı bilgi Öcalan’a da gitmişti.

Programı açtıktan sonra ilk sözü sözü stüdyodaki Yalçın Hoca’ya verdim. Yalçın Küçük,’biliyorum, bu gece paşalarımız bizi izliyor’ dedi ve uzun bir değerlendirme yaptı. Hoca’ya göre Ankara’da, özellikle ordu içinde ‘farklı düşünenler’ vardı. Bu programda söyledikleri onların kaygılarını gidermek amaçlıydı!

Tabii, Yalçın Hoca konusunda Öcalan’ın ve bizim düşüncelerimiz netti. Hoca’nın ordu içinde ilişkileri olabilirdi. Ayrıca, Kürt hareketini ‘siyaseten yönlendirmek’ niyetindeydi. Küçük, Kürt meselesinde kendi deyimiyle ‘devletin zihnini açıyordu’! Sık sık,’bizim devletimiz bana gelinceye kadar Kürt ve PKK cahiliydi’ diyordu.

Bunlar bilinen şeylerdi. Herkesin bir hesabı vardı ve olacaktı. Kürt tarafı bunun farkındaydı ve o da kendi hesabını yapmıştı.

21 Ağustos 1998 günü Genelkurmay’dan yeni bir mesaj geldi. Mesajda , ‘basın üzerindeki ambargonun kaldırıldığı belirtiliyor, ateşkesin ilan edilmesinin beklendiği ‘söyleniyordu.

28 Ağustos’ta programı yaptık. Programa NTV, ATV, Hüriyet, Milliyet gibi gazetelerin temsilcileri katıldı. Yeni Özgür Politika gazetesine bu programın ayrıntılarını yazdım. Yıldıray Oğur’un yazısında da var. Sonuçta Öcalan, Genelkurmay’ın talep ettiği ateşkesi ilan etti.

Ancak 6 Eylül’de yaşanan beklenenin tam tersi bir gelişmeydi. Başbakan Mesut Yılmaz İsrail’e gitmişti. Netanyahu ve Yılmaz görüşmesinden sonrası yapılan basın toplantısında Yılmaz, ‘bölücü teröre verdiği destek’ sebebiyle Suriye’nin ‘düşman ülke’ olduğunu söylemişti.

Bu açıklamanın ardından Öcalan, ‘bu bir oyundur’ dedi. Ancak ateşkes ilan edilmişti. 14 Eylül günü Genelkurmay’dan bir mesaj daha geldi. Genelkurmay görüşmelere , ‘ikinci bir gelişmeye kadar’ son verdiğini söylüyordu.

1999-2002 Dönemi

Sonrası biliniyor. Amerika’nın baskısı sonucu Öcalan Suriye’den çıkarıldı. Uluslararası düzeyde aylar süren baskı ve takipten sonra da Kenya’da yakalandı ve Türk devletine verildi. Bu sürede Karadayı emekli olmuş, yerine Kıvrıkoğlu gelmişti.

TSK-PKK görüşmeleri için emri Karadayı-Kıvrıkoğlu ekibi vermişti. Görüşmeler onların bilgisi dahilinde gerçekleşmişti. Öcalan İmralı’da avukatlarıyla yaptığı görüşmelerde orada da birçok kez kendisiyle Kıvrıkoğlu adına görüşüldüğünü söyledi. Kıvrıkoğlu-Ecevit ikilisinin çözüm konusunda samimi davrandıklarını da belirtti. Öcalan’a göre ‘Rahşan affı’ da başta bu amaçla gündeme gelmişti. Ancak daha sonra değiştirilmişti. Ayrıca Ecevit Hükümeti’nin tasfiyesi de bu meseleyle yakından ilgiliydi.

Öyle miydi, değil miydi bilemeyiz. Bildiğimiz; Türkiye’nin PKK’yle görüşmeye başladığı her dönem ciddi sarsıntılar geçirdiğidir. Bazı gözlemciler bu görüşmelerin ‘oyun’ olduğunu söylüyor. Bu kadar ‘oyun’ bana fazla geliyor. Ne de olsa bugün de geçmişten farklı bir şey yaşanmıyor.


Taraf Gazetesi - Istanbul - 10.07.2010
Gazeteci GÜNAY ASLAN
gunayaslan@hotmail.de

Hiç yorum yok: