6 Ocak 2011 Perşembe

Savasin Kadinlari-2

Katliamlarda Kürt kadınları iğrenç yöntemlerle cezalandırıldı. Dersim'in 'kayıp' kızları, Zilan'ın götürülen 'kızları', Enfal'ın Arap ülkelerine satılan kızları hâlâ unutulmadı

YABAN ELLERE GÖNDERİLDİLER

Dersim'in "kayıp kızları" hikayesi, belgesele çekildiği gibi belgelendi, ancak Cumhuriyet'in ilk yıllarında Dersim'deki uygulamalar başka yerlerde de hayata geçirildi. Zilan Katliamı'nda en az 15 bin insana mezar olan Zilan Deresi'nde yüzlerce genç kadın tecavüz edilip öldürüldü, yüzlercesi de arabalara bindirilip götürüldü.

ARAP ÜLKELERİNE SATTILAR

Kürtlere yönelik vahşi uygulamaların belki de en beteri 1986-1988 yılları arasında Irak'ta Kürtlere karşı düzenlenen Enfal Soykırım Harekatı'nda yaşandı. 182 bin Kürt öldürülürken, ele geçen belgelere göre toplama kamplarına getirilen çok sayıda kadın, fuhuş sektöründe çalıştırılmak üzere Arap ülkelerine gönderildi.



Katliamların 'kayıp' kızları


Dünyanın çeşitli ülkelerinden örnekler vererek açıklamaya çalıştığımız kadına yönelik vahşet, Kürt toplumu içinde de çeşitli dönemlerde yaşandı. Kürtlere yönelik her harekat sırasında sadece Kürtlerin kimlikleri inkar edilmedi ve toplumsal yapısına zarar verilmedi. Aynı zamanda Kürtlerin mücadelesinin bastırılmasının bir izdüşümü olarak Kürt kadınları da en vahşi uygulamalara maruz kaldı. Ancak bunlar çoğunlukla ya bilinemedi ya gizlendi ya da bilinmezden gelindi.

Son yıllarda 1937-1938 yıllarında gerçekleşen ve binlerce insanın yaşamına mal olan Dersim Katliamı ile ilgili gerçekler tartışma konusu oluyor. Çok yeni olan ve henüz katliamla ilgili gerçeklerin bütün boyutlarıyla ortaya çıkarılmasına yetmeyen bu tartışmalarla birlikte önemli bir gündem daha oluştu.


Sanatçı Nezahat Erdoğan'ın Dersim Katliamı sırasında ailelerinden koparılan ve kendilerinden bir daha haber alınamayan kızların öyküsünü belgesele taşıması, söz konusu farklı ve yeni gündemi oluşturdu.


Katliamdan geriye kalan Dersimlilerin hep anlatageldiği bir konu, küçük yaşlardaki çocuklarının askerler tarafından kendilerinden alındığı ve bilinmeyen yerlere götürüldüğü idi. Nezahat Erdoğan da bu anlatıların peşine düştü ve gerçekten de yıllar önce ailelerinden koparılan çocuklardan bazılarına ulaştı. Söz konusu çocukları yaşlı halleriyle memleketlerine getirdi, aile fertleriyle buluşturdu. Erdoğan bu yaptıklarını da "Dersim'in Kayıp Kızları" adıyla belgesele çekti ve böylece katliamın bir başka trajik yönüne dikkat çekti.


Dersim'de ailelerinden koparılan kız çocuklarının sayısı net olarak bilinmiyor, ancak yüzlerle ifade ediliyor... Bugün ortaya çıkan çocukların hikayeleriyle bu insanlık dışı uygulama belgelenmiş oldu... BDP Milletvekili Fatma Kurtulan da 16 Aralık 2010'da Meclis Başkanlığı'na sunduğu önerge ile "Dersim'in kayıp kızları"nı sordu ve ailelerinden koparılan çocukların durumunun ve sayısının aydınlatılmasını istedi...



Zilan'ın ağıdı: 300 kızı yaban ellere gönderdiler


Dersim'in hikayesi belgesele çekildiği gibi belgelendi, ancak cumhuriyetin ilk yıllarında Dersim'deki uygulamalar başka yerlerde de hayata geçirildi. Örneğin Cumhuriyet gazetesinin verdiği bilgiye göre en az 15 bin insana mezar olan Zilan Deresi'ndeki katliam sırasında nelerin olduğu pek bilinmiyor... 1930'da Zilan Deresi'ndeki olaylar ve Ağrı İsyanı sonrasında yaşananlara ilişkin henüz güçlü belgeler açığa çıkmış değil. Buna rağmen halk arasında anlatılanlar ve günümüze ulaşan bazı veriler yaşananların boyutlarını da gözler önüne seriyor.

Kürt sözlü kültürünün taşıyıcısı konumundaki dengbêjlerin Van'ın Erciş yöresinde dillendirdiği bir ağıt Zilan Deresi'nde yaşanan trajediyi anlatıyor. Söz konusu ağıtta dikkat çekici bir bölüm var ki, Zilan Deresi'nde yaşanan olaylar sonrasında "kayıp kızları" haber veriyor.


Xecê digot Husna, Ferîde
Ez nemînim, ji kê re nizanim
Bigirîm ji halê kîjan eşîrê ra
Ez nemînim ji hêsirên Geliyê Zîla ra
Sêsed qîz û bûkên Geliyê Zîla
Kirin makînan, şandin nav dîwelan
Lawo belkî felek mala te mîrat be
Ji kê gazîndê bikim
Ezê îro ji bona xelqê Geliyê Zîla
Dayê bêjim hêsir im, hêsir im, hêsir.

(Xecê Husna, Feride diyordu
Ben öleyim, kime bilemem
Hangi aşiretin haline ağlayayım
Ben öleyim Zilan Deresi'nin gözyaşlarına
Zilan Deresi'nin üç yüz kızı ve gelinini
Doldurdular arabalara, yolladılar yaban ellere
Kör olasın Felek evin yıkılsın
Kime edeyim sitemimi
Ben bugün Zilan Deresi halkı için
Anam diyeyim, çaresizim, çaresizim, çaresizim)


Bu ağıtta dile getirilenler, Dersim'de yaşananları hatırlattığı gibi, aydınlatılması gereken hususların olduğunu da gösteriyor...


Bu arada Zilan Katliamı sırasında Kürt kadınlarının karınlarının yarıldığı, bebeklerinin öldürüldüğü tanıkların ve ortaya çıkan bulguların ortaya koyduğu bir gerçek. Aynı dönemde başka bölgelerde Kürt kadınlarına yönelik uygulamalar da kayıtlara geçti. Bunlardan en çarpıcı olanı     General Mustafa Muğlalı tarafından 1926'dan sonra Şark Islahat Planı kapsamında Kürt illerinde başlatılan tenkil (nakletme, zorla göçertme) ve tedip (uslandırma) harekatı sırasında karşımıza çıkıyor. Van Özalp'ta 33 Kürt köylüsünü kurşuna dizmekle adından söz ettiren Muğlalı'nın asıl büyük katliamları 1926 yılından sonra yaptığı nedense pek bilinmez. Muğlalı 1926'da Dersim'de yüzlerce kişinin ölümüyle sonuçlanan Koçuşağı harekatı düzenledi, ardından da 1927'de Diyarbakır, Muş, Bingöl, Mardin, Malatya ve hatta Osmaniye'ye kadar uzanan bölgede geniş kapsamlı bir harekat düzenledi. Elbette merkezi hükümetin talimatıyla ve Şeyh Said İsyanı bahane gösterilerek başlatılan harekat kapsamında en az 20 bin kişinin öldürüldüğü, yüz binlerce kişinin de sürgüne gönderildiği kayıtlara geçti.


Muğlalı'nın düzenlediği harekat kapsamında her kesime yönelik olduğu gibi kadınlara da vahşetin beteri uygulandı. Örneğin 1930'da yazılan ve doğrudan yerel tanıklardan alınan bilgilere dayanan Kürt Sorunu / Kökeni ve Nedenleri kitabında anlatılan şu olaylar insanın kanını dondurmaya ve nasıl bir insanlık suçunun işlendiğinin anlaşılmasına yeter: "(Lice'ye bağlı Şexlat köyü) İdam mangasının Kumandanı Ankaralı Türk Çavuş Hasan Köşe tarafından üç tane gebe kadının karınları yarıldı ve iki bebek beşiklerinde boğazları sıkılarak öldürüldü. (Lice'ye bağlı Dayla köyü) Suvari sınıfının kaptanı Hıfzı Bey, köyün en güzel 12 genç kızını seçtikten sonra ikisine askerlerinin önünde tecavüz etti ve bu zavallıların ırzlarına geçmesi için askerlerine teslim etti. Bu vahşi acının ardından hepsi öldürüldü."



Enfal'de Kürt kızlarını Arap ülkelerine sattılar


Kürtlere yönelik vahşi uygulamaların belki de en beteri 1986-1988 yılları arasında yaşandı. Irak'ta Saddam Hüseyin rejimi tarafından Kürtlere karşı Enfal Soykırım Harekatı düzenlendi. Yedi bin civarında Kürt'ün kimyasal silahlarla bir defada katledildiği Halepçe Katliamı'nın da dahil olduğu Enfal Soykırım Harekatı neticesinde yaklaşık 182 bin Kürt öldürüldü. Enfal Soykırım Harekatı, tasarlanışı, yöntemleri ve sonuçları itibarıyla Yahudilere karşı İkinci Dünya Savaşı sırasında hayata geçirilen Nazi Soykırım Harekatı'na benziyordu. Sonuçları itibarıyla tam bir trajedi yaşatan Enfal Soykırım Harekatı'nın hâlâ ciddi tartışma konusu yapılmayan yönleri de bulunuyor. Bunların en önemlisi de kadınlara karşı hayata geçirilen uygulamalar...

Kürtler arasında hâlâ Enfal Soykırım Harekatı sırasında çok sayıda genç kızın ve kadının alınıp bilinmeyen yerlere götürüldüğü konusu konuşuluyordu. Kadınların bazılarının Arap ülkelerinde fuhuş sektöründe çalıştırıldığı da dile getiriliyordu. Ancak bu konuşulanların artık bir söylenceden ibaret olmadığı, gerçek olduğu belgeleriyle ortaya çıktı.

Azadiya Welat gazetesi 21 Kasım 2010 tarihinde çok önemli bir belge yayınladı. Irak askeri kaynakları tarafından Irak Devlet Başkanlığı'na yazılan gizli ibareli belgede Enfal Soykırım Harekatı kapsamında toplama kamplarına getirilen kadınların Arap ülkelerine fuhuş sektöründe çalıştırılmak üzere gönderildiği yazılıyordu. Söz konusu belgede bir isim listesi de yer alıyordu ve bu kadınların Mısır'a gönderildiği kaydediliyordu. Aralarında 12 yaşındaki küçük kızların da yer aldığı listedeki isimler şöyleydi: Gelavêj Adil ëbrahim (12), Çîmen Nazim Abbas (23), Leyla Abbas Cevher (29), Naîma Qasim Omer (18), Peyam Şukur Mustafa (19), Hurasan Abdullah ëbrahîm (20), Qedriye Ahmet ëbrahîm (22), Kulîlk ëbrahîm Alî (19), Hevle Ahmet Fehreddîn (25), ësmet Qadir Ezîz (24), Necîbe Hasan Alî (18), Hasîbe Emîn Hemze (21), Şilê Hasan Alî (20), Şukriye Rustem Mehmet (22), Hasîbe Hamadamin ëbrahîm (15), Kuestan Abbas Mewlîd (21), Sirve Osman Ekrem (12), Sozê Mecîd Behrem (29).


Bu belgeyle ortaya çıkan durum Kürtlere yönelik uygulamaların Bosna, Raunda, Somali, Vietnam, Taylan ya da Çin'den farklı olmadığını gözler önüne seriyor. Bir soykırım harekatı ve bu kapsamda diğer bütün uygulamalarda olduğu gibi kadınlara yönelik işlenen insanlık suçu... Kadın bedeni üzerinden cezalandırılan bir halk ve sergilenen berbat bir iktidar gösterisi... Kadınların savaş veya soykırım harekatları neticesinde bir ganimet olarak ele alınması... Enfal kelimesi de Arapça'da zaten ganimet anlamına geliyor ve bu soykırım harekatı sırasında Kürt kadınlarının gerçekten bir ganimet olarak ele alındığı ortaya çıkıyor.



Sonuç: Kadına karşı iki kez savaşılıyor


Savaşların en yıkıcı etkileri kadınlar şahsında ortaya çıkıyor. Kadına yönelik şiddetin en uç noktası kuşkusuz savaş ortamlarında sergileniyor. Bu durum iktidar ve egemenlik mekanizmalarının nasıl bir zihniyetle harekete geçirildiğini gösteriyor.


Öte yandan savaş dönemlerinde veya soykırım harekatları sırasında kadınlara yönelik uygulamaların özel bir anlamı olduğu ortaya çıkıyor. Bu anlam simgesel değeri ifade ediyor. Kadın şahsında bir bütün olarak mensubu olduğu halk, kimlik ve toprak cezalandırılıyor, işgal ediliyor, ele geçiriliyor...


Böylece aslında kadın bedeni üzerinden iki savaş ve soykırım gerçekleştiriliyor. Birincisi doğrudan cinsiyetine ve cins kimliğine; ikincisi ise mensubu olduğu toplumsal kimliğe ve değerlere karşı verilen savaş...


Bugün hem ülkeler düzeyinde hem de uluslararası alanda kadına yönelik şiddete karşı yeterli oranda bir mevzuatın, hukukun oluşturulduğu veya mücadelenin verildiği söylenemez. Bu durum da kadına yönelik her türlü şiddetin daha pervasızca uygulanmasını cesaretlendiriyor. Her ne kadar Uluslararası Savaş Mahkemesi tarafından kadına yönelik savaş ortamında uygulanan cinsel şiddet "insanlık ve savaş suçu" olarak kabul edilse de, daha güçlü mücadeleye ve kesinlikle bir zihniyet değişimine ihtiyaç olduğu ortadadır...


Aynı zamanda hem ülkeler arasındaki savaşta hem de iç savaşlarda kadına yönelik uygulanan suçların şimdiye kadar ortaya konulduğu ve gerekli hesaplaşmanın yaşandığı söylenemez. Savaşların ardından genellikle "barış" anlaşmaları imzalanıyor, ancak şimdiye kadar "barış" anlaşmalarının herhangi bir yerinde kadınlara ve çocuklara yönelik suçları ortaya koyan ve en azından bir özür dileğini ifade eden hiçbir emareye rastlamak mümkün olmadı. Bu durum da en azından zihniyet dönüşümü açısından köklü bir yüzleşmeyi ve hesaplaşmayı gerekli kılıyor.

Hiç yorum yok: