16 Kasım 2010 Salı

Ahmet Kaya'sız 10 yıl

    ‘Kendine iyi bak su akar yatağını bulur’ dizeleriyle yıllar önce adeta bu ülkenin yakın gelecek siyasi tarihinin seyir defterini çıkaran milyonların ‘bahtiyar’ı Ahmet Kaya’nın ölümünün üzerinden tam 10 yıl geçti. Kaya’yı adım adım sürgünde ölüme götüren nedenler ise bugün bizzat devletin en üst yetkililerinin açıktan konuştuğu olgular haline geldi.

    12 Şubat 1999’da düzenlenen Magazin Gazetecileri Derneği’nin ödül gecesinde bütün salon birden ayaklanmıştı. Çatallar ve bıçaklarla beraber küfürler de aynı yere yönelmişti. Bir tarafta garsonların kurduğu barikatı aşmak isteyen ve hep bir ağızdan 10. yıl marşını okuyan onlarca faşist ‘sanatçı’dan oluşan bir güruh, ki bunların arasında yıllar sonra Kürtçe film ve müzikleriyle etrafta dolaşacak ‘Kürt’ isimler de vardı, bir tarafta ise olanlara oturduğu masadan bakan bir ‘vatan haini...’

    Ahmet Kaya “Önümüzdeki kasette Kürt asıllı olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum. Bu şarkıyı yayınlayacak yürekli televizyonlar arıyorum” dedi ve demesiyle ölüm yolculuğuna çıkması bir oldu. Zira 10. yıl marşı eşliğinde çatal yağmuruyla linç edilmek istenen Kaya, ardından başlatılan soruşturma ve tutuklama girişimlerinin ardından yurt dışına çıkmak zorunda kaldı.

    Hakkında çıkan ve çıkaranlar tarafından bile doğrulanmayan iddialar yüzünden ülkesini terk etmek zorunda kalan Kaya gittiği Paris’te sürgün yaşamına fazla dayanamadı ve 16 Kasım 2000’de hayatını kaybetti.

    ‘KÜRT KELİMESİNİN YASAĞINDAN ÖCALAN İLE MÜZAKEREYE’

    Kaya’nın geride bıraktıkları ve özellikle de sürgüne gitmesine neden olan fikirleri ise ‘demokratikleşme’ veya ‘açılım’ söylemleri altında bugün bizzat Kaya’yı adım adım ölüme götürenler tarafından ağızdan düşürülmüyor. O gün, sadece Kürt lafından dolayı Kaya’yı ölümün dolaylı kergefine yollayan zihniyet, bu gün Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan ile Kürt sorununu müzakere edecek bir masaya oturdu. Öyle ya, dediği gibi şairin, ‘Hangi duvar yıkılmaz ki, sorular doğruysa?’

    ‘Diyarbakırlıymış kod adı Bahtiyar’ dizeleri okuduğunda konser salonlarını adeta bir miting meydanına çevirmeyi başaran, duruşuyla her daim kimliği ve Kürtlüğünü sahiplenmiş bir sanatçı olarak Kaya’nın yaşamı ve sanatsal icraatları da yeri asla doldurulamayacak nitelikler taşıyor.

    1957 yılında Adıyaman’ndan Malatya’ya göç etmiş Kürt bir baba ile Türk annenin beşinci çocuğu olarak doğan Kaya, ilkokulu Malatya'da okudu ve kendi hayatını anlattığı bir belgeselde müzikle altı yaşında babasının hediye ettiği bağlama ile tanıştığını anlatıyordu.

    Ailesinin geçim sıkıntısı çekmesi nedeniyle 1972 yılında İstanbul’a göç etmesinin ardından Kaya okulu bıraktı. İşportacılık ve çıraklık gibi çeşitli vasıfsız işlerde çalıştı. Bu dönemde küçük bir yerleşim yerinden, büyük bir şehre taşınmanın ve alışmanın sıkıntılarını yaşadı. Bu sıkıntılarını ‘Aynalar’ isimli belgeselde şöyle dile getirdi:

    ‘’Onlarla konuşmuyordum çünkü onlarla konuşamıyordum. Giyimleri başkaydı, konuşmaları başkaydı. Onlar gibi konuşmaya çalışıyordum. Mesela terziye gidip, onlar gibi pantolon diktirmeye filan başlamıştım. Terzinin yaptırdığı pantolonların üzerime uymadığını görüyordum. Onlara yakışıyordu bana yakışmıyordu. Bir kız vardı bizim okulda, herkesin bir aşkı vardır, çocukluk aşkı. Bir gün gittim dedim ki: ‘Biraz seninle konuşsak beş dakika, kaçıyorsun hep’. Bana dedi ki: Rica ederim. Öyle bir ağrıma gitti ki : Ben de sana rica ederim dedim. Ben o zaman anlamını bilmiyordum, yani onu bir küfür zannettim.’’

    Sonraki yaşamı tamamen siyasetin içinde geçecek olan Kaya, 16 yaşında yasak afiş basmaktan hapse atıldı. Daha sonra birkaç arkadaşıyla birlikte Halk Birimleri Derneği’ni çalışmalarına katıldı. Bu çalışmaları sırasında çeşitli etkinliklerde bağlama çalmaya devam etti. 1 Mayıs 1977 yılında yaşanan olaylara tanık oldu. Boğaziçi Üniversitesinde yapılan bir etkinlikte Ruhi Su ile tanışma fırsatı buldu. Askerlik dönüşü Emine Kaya ile evlendi ve 1982 yılında kızları Çiğdem doğdu.

    İLK PROFESYONEL ÇALIŞMALARI

    İşsizlik ve parasızlık sebebiyle ekonomik zorluklar çeker. Bu sırada eşi kendisinden ayrılır. Bu ekonomik sorunlarından kurtulmak için kendi deyimiyle "sistemin tersine hareket" ederek hapse girmeye çalışır. Bunun için uzun uğraşlar sonucu çıkardığı ‘Ağlama Bebeğim’ albümünü 1985yılında yayımlar. İstanbul Şan Tiyatrosu’nda minik bir konser verir. Yayımlandığı yıl albüm toplatılır, fakat daha sonra sansürü kaldırılır. 1985’te ikinci albümü ‘Acılara Tutunmak’ için birinci albümde olduğu gibi Değişim stüdyosuyla anlaşır. Stüdyonun sahibi, o sıralarda Metris Askeri Cezaevi’nde olan Selda Bağcan’ın kardeşidir. Cezaevinde tanıştığı Gülten Hayaloğlu ile Ahmet Kaya'nın tanışmasına aracılık eder. Albüm yayınlandıktan sonra evlenirler. Gülten Hayaloğlu hapishanede idam cezasına mahkum olan Nevzat Çelik’in ‘Şafak Türküsü’ şiirini Ahmet Kaya'ya iletir.

    Yusuf Hayaloğlu ile tanışmasının ardından ‘Yorgun Demokrat’, ‘Başkaldırıyorum’, ‘Resitaller 1’, ‘İyimser Bir Gül’, ‘Resitaller 2’ ve ‘Sevgi Duvarı’ isimli albümlerini hazırlayan Kaya, ‘Şarkılarım Dağlara’ isimli albümüyle rekor kırarak, 2 milyon 800 bin adet satar. Ancak bu albümde yer alan ‘Özgür Çağrı’ isimli şarkıda geçen ‘Abin bir gün dağdan döner, sarılırsın yavrucağım’ gibi sözler nedeniyle albümü toplatılır, konser vermesi yasaklanır.

    Kendine has müzik tarzı hiçbir kategoriye girmediği için ‘Devrimci Arabest’ olarak ya da protest müzik olarak tanımlanan Kaya, bu tanımlamaları kabul etmez.

    ‘BENİM HİÇ MERCEDESİM OLMADI’

    Yasal suçlamaların yanında, bazı topluluklar tarafından yoksulluk edebiyatı yapmak, lüks yaşam sürmek gibi konularda eleştiriler alır. Bu eleştirilere yanıtı:

    ‘Benim hiç mercedesim olmadı. Şimdiki arabam mercedesden daha pahalı, jeep olduğu için gözüne batmıyor insanların. Salaklaşmamak lazım bunlar önemli şeyler, yani.. Biz insanların yoksulluğunu savunmadık, bizler yaşamımız boyunca insanların zenginliğini savunduk...Yani ben jeepe binsem mercedese binsem bunlar önemli şeyler midir? Ben tarihin yüklediği misyonu yerine getiriyor muyum bu önemli...Tam 30 sene aç yaşadım bu ülkede, 30 yıl boyunca..Bütün lokantaların kenarlarına gidip, o lahmacunların nasıl çıktığına baktım...Artık ben bu saatten sonra bunu yerim ve kimse bunu engelleyemez.’’

    Toplumun değişik kesimlerince, hatta milliyetçi kesimlerce bile büyük bir tutkuyla dinlenen Kaya’nın ‘Yılın En İyi Sanatçısı’ seçildiği ödül töreni gecesinde yaptığı konuşmadı, “Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum’’ dedi.

    DAVALAR, HAPİS CEZALARI, MANŞETLER

    Bu sözleri demesiyle başına gelenlerin bir olduğu Kaya, 1993 yılında Berlin’de Kürt İşadamları Derneği’nin düzenlediği bir gecede verdiği konsere ilişkin fotoğrafların Hürriyet gazetesinde yayınlanması üzerine "bölücü PKK örgütüne yardım ve yataklık yaptığı ve halkı ırk farklılığı gözeterek kin ve düşmanlığa tahrik ettiği" iddiasıyla hakkında İstanbul DGM’de toplam 10.5 yıl ağır hapis istemiyle iki ayrı dava açıldı.

    Haziran 1999'da Türkiye'den ayrılan sanatçı, yargılamaların sonucunda toplam 3 yıl 9 ay ağır hapis cezasına çarptırıldı. Ancak yurt dışında olduğu için hapse girmedi. Daha sonra bu görüntülerin düzmece olduğu belirlendi.

    Bu arada Ordu Valiliği faşizan bir uygulamayla Kaya'nın kasetlerinin kentte satılmasını ve bulundurulmasını yasakladı. 1999 yılında Münih'de düzenlendiği konserde ‘‘Arabamı o şerefsizlerin memleketinde bıraktım’’ dediğini iddia eden Hürriyet gazetesi haberi için hakkında DGM tarafından bir kez daha soruşturma başlatıldı.

    3 TANE ŞEREFSİZ YÜZÜNDEN…

    9 Şubat 2000 yılında Zaman gazetesine yaptığı röportajda Ben "3 tane şerefsizin yüzünden ülkemde arabama bile binemedim" dedim diyerek yalanladı. Yine Almanya'da 1999 yılında Münih şehrinde Barış, Demokrasi ve Özgürlük Festivali isimli organizasyonda verdiği konserde ‘Kürdüz Ölene Kadar, Vallahi biz dostu özledik, Kürdüz sonuna kadar, Vallahi Apo'yu özledik" sözlerinin geçtiği şarkıyı söyledi.

Ahmet Kaya, 2000 yılında ‘Hoşçakalın Gözüm’ isimli albümünün kayıtlarını yaparken, Paris'in Porte de Versailles semtindeki evinde bir gece kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Bu albümde Karwan isimli şarkıyı seslendirdi. Cenaze merasimi Paris Kürt Enstitüsü'nde yapıldı.

    Ölümünden sonra, 2002 yılında Ahmet Kaya'nın şarkılarını 20 ünlü sanatçının söylediği ‘Dinle Sevgili Ülkem’ isimli bir albüm yapılmış, Magazin Gazetecileri Derneği'nin gecesinde duyurduğu Kürtçe Karwan (Kervan) parçasının ve klibinin de bulunduğu ‘Hoşçakalın Gözüm’, ‘Biraz da Sen Ağla’ albümü yayımlandı. Père-Lachaise mezarlığındaki mezarı 2003 yılında tekrar düzenlendi. Sürgünde ölen kaya geride büyük bir müzik mirası, milyonlarca insanın saygıyla eğildi devrimci bir sanatçı duruşu ve söylediklerinin yıllar sonra yasa olarak çıkacağı bir portre bıraktı. Açılım tartışmalarıyla birlikte hükümet Kaya’nın mezarını Türkiye’ye getirme teklifinde buluncu ancak eşi Gülten Kaya bu teklifi geri çevirdi.