21 Ekim 2010 Perşembe

Laleş İzlenimleri-2

     Ezidilerin Hacları her yılın 6 Ekim'inde Laleş'te başlayıp tam yedi gün boyunca sürmektedir.
    Ezidilerin Hacları her yılın 6 Ekim'inde Laleş'te başlayıp tam yedi gün boyunca sürmektedir. Hacca çocuk, kadın, yaşlı ve gençler olmak üzere herkes ailesiyle birlikte bir gün, iki yâda daha fazla gün kalmak için hazırlıklı (yatak, bataniye, ekmek v.b) bir biçimde gelir. İçinde yatılacak ev ya da barınak olmadığı için insanların çoğu açık havada iç içe buldukları bir iki günlüğüne kalmak için kalıyorlar. Laleş'e Şengal, Şexan, Behedir, Rusya, Ermenistan, Avrupa, Türkiye ve Suriye'den Êzidiler geliyor. Ezidilerin yanı sıra dünyanın birçok yerinde Müslüman, Hıristiyan ve diğer dinlere mensup insanlarda geliyorlar. Laleş Êzidilerce kutsal bir mekân olarak görüldüğü için Laleş'e girmeden önce herkes ayakkabılarını çıkarıp yalın ayakla girmek zorundadır. Hayatımda ilk defa bu kadar insanın yalın ayakla gezdiğine tanık oluyorum. Yalın ayakla gezmek acı hissetmek ibadetlerini daha da kutsal kılıyor. Onun için insanlar kaya, taş, diken v.b şeylere aldırmadan rahatlıkla yürüyorlar. Bu duruma alışkın olmayanlar bir iki gün yürümekten üşeniyorlar bir iki gün sonra bu duruma rahatlıkla ayak uydurduğunu fark ediyorsun. Hac bayramının ilk iki günü o kadar kalabalık olmuyor ancak üçüncü günden sonra binlerce insanın Laleş'e girdiğini fark ediyorsun. Sırtlarında yatakları, ellerinde yiyecek ve içecekleriyle kadın, erkek ve çocukların Laleş'e girdiğini görürsün. Laleş'in girişi sabah beşten gece 12'ye kadar sürekli tıklım tıklım insanla doludur. Kimileri ziyaretlerini bitirip dönerken kimileri daha yeni ziyaretgâha geliyorlar. Laleş'e yedi gün boyunca sabah beşten akşam saat iki üçlere kadar tam bir festival havası hâkimdir. Bir yerlerde birkaç dengbejin bir araya gelip kurduğu divan, başka yerlerde Zember,  eşliğinde tutulan dilanlar,  yapılan özel yemekler, uzun yıllardan beri birbirlerini görmeyen dostların kucaklaştığı kareler, dünyanın birçok yerinde gelen Ezidilerin tanışıp edindiği yeni dostlukları gözünün döndüğü her yerde görmek mümkündür. Bunun yanı sıra genç kızlar ve erkeklerin süslenip en güzel elbiselerini giydiği, sabahın erken saatlerinde aynalarını eline alıp açık arazide saçlarını tarayıp makyajlarını yenilediğini her yerde görülsün. Yedi gün boyunca Laleş'te genç kızlar dolaşma serbestîsini elde ediyorlar. Bu yedi gün boyunca genç kızlar sabah erkenden çıkıp gece geç saatlere kadar dolaşabiliyor. Dostluklar ve arkadaşlıklar ediniyorlar. Beklide yılda bir defaya mahsus böyle bir fırsatı yakalayan genç kızlar bu durumu iyi değerlendirerek kendilerine yeni bir kapı açacak bir kısmet peşindeler. Bu durum oldukça normalleşmiştir. Diğer taraftan yaşlı ana ve babalar Kürt ve Kürdistan motiflerini taşıyan rengârenk ulusal kıyafetleriyle ortama bambaşka bir ruh katıyorlar. Yedi gün boyunca Laleş'te tüm evlerin kapıları herkese açıktır. Tanıyıp tanımamak hiç önemli değildir. Acıkmışsan gördüğün açık sofraya bir selamla oturabileceğin gibi, kurulmuş bir sohbet cemaatine dalıp oturabilirsin. Kimse yabancı bir gözle bakmaz. Burada her şey Kürtçedir. Söylenen şarkılar, dualar, beyitler, semalar, ağıtlar v.b her şey ama her şey Kürtçedir.  Aslında burada tüm edinilen kültürün derinliklerinde şifrelenmiş Kürt kültürünün ruhunu görmek mümkün. Her ne kadar egemen güçler tarafında asimilasyona uğratılarak boğuntuya getirilmek istenmişse dahi mevcut konumda temsil edilen gelenek ve görenekler içinde taşınarak buraya kadar geldiğini görüyorsun. Êzidi kültürü derinlemesine deşildiğinde varılacak son durağın Hurri, Mittani, Guti ve Medlerin ortak birikimleriyle yoğrulup günümüze kadar taşınan Kürt Kültürü olacağını rahatlıkla söyleyebilirim. Bunun açık örneği her ailede bir dengbejin olmasıdır. Genci, kadını ve yaşlısıyla dengbejliği çok önemsiyorlar.

    Bunun yanı sıra üzülerek söylemek zorundayım ki gençleri çok ağır bir biçimde pop ve hipop kültürünün etkisi altındadırlar. Gençler yabancı ülkelerden geldiğini görünce çok sıcak yaklaştıklarını fark ediyorsun biraz sohbet ettiğinde Avrupa'ya gitmek istediklerini açık bir biçimde söylüyorlar. Bu kadar yardım edip etmeyeceklerini öğrenmek istiyorlar. Yüzleri yaşadıkları yerlere değil Avrupa'ya dönüktür. Yaşadıkları yerlerde "hayat yok" diyorlar. Yine gençlerin çok eğitimsiz olduğunu hemen fark ediyorsun. Oldukça genç bir nüfus ama bir o kadar da eğitimsiz kalmışlar. Kimle sohbet edersen et belli bir süre sonra hepsinin sana söyleyeceği ortak şey " biz sahipsiz bırakıldık ve tam yetmiş iki katliama uğradık" der. Bununla içinde bulunduğu koşullara teslimiyetini meşrulaştırmaya çalışır. Bu topraklardan kaçışının da önünü açıyorlar. Sen eğer Êzidi değilsen ne kadar onlar lehine konuşursan konuş tam olarak sana güvenmez. Her zaman temkinli yaklaşır. Êzidi olup olmadığını da rahatlıkla anlıyorlar. Bu güvensizlik inançlarından dolayı geçirmiş oldukları katliamlardan kaynaklıdır. Her gelen din onlara ferman yazdırmış. Irak düştükten sonra bazı İslami grupların Êzidilere yönelik yapmış oldukları eylemler onları oldukça ürkütmüş ve giderek içlerine büzülmüşler. Yine Güney Kürdistan hükümetinin sürekli Êzidilere politik yaklaşımlarının yanı sıra burada ki Müslüman Kürtlerin Êzidilere ait hiç bir şeyi almamaları bunları haram saymaları onlarda ki güven duygusunu daha da derinleştirmiştir.

Yusuf Ziyad

Laleş İzlenimleri-1

     Biliniyor Laleş Güney Kürdistan sınırları içinde yer alan ama idari olarak Musul'a bağlı olan dini bir mekândır. Laleş Êzidi Kürtlerin en kutsal mekânıdır.
 
    Biliniyor Laleş Güney Kürdistan sınırları içinde yer alan ama idari olarak Musul'a bağlı olan dini bir mekândır. Laleş Êzidi Kürtlerin en kutsal mekânıdır. Çünkü kendilerine peygamber olarak gördükleri Şex Hadi ve diğer ruhani liderlerin mezarları bulunmaktadır. Laleş'te yaklaşık olarak 336 kutsal türbe ve ziyaret olduğu söyleniyor. Kısacası adımını attığın her köşe başı, girdiğin her evde bir türbe ve önünde onun bakımını yapan bir aile bulursunuz. Zaten onun içindir ki laleş'e girmeden önce herkes ayakkabılarını çıkartmak zorundadır. Bir kasaba büyüklüğünde olan Laleş'in her yerini çıplak ayakla dolaşılır.

    Laleş'e girerken ilk dikkatimi çeken şey üzerine kurulmuş olduğu coğrafyaydı. Laleş etrafı dağlarla çevrili derin bir vadinin tam boğazında kurulmuş bu da kurulurken güvenlik mantığının esas alınarak kurulduğuna işaret ediyor. Zaten Laleş'in daha önce
Kilise olduğunu söyleyenlerde az değildir. 

    Daha sonra Laleş'e girmeden önce "Pira Selatê" denilen bir köprü var. Bu köprü Ezidilerin hac merasiminde oldukça önemli bir yer tutuyor. Laleş'e gelen her hacı Laleş’e girmeden önce bu köprüden geçmek zorundadır. Köprüden geçen her kimse öbür dünyada sualsiz bir biçimde "Pira Selatê" köprüsünden de geçeceğine inanılır.  Laleş'te kendini dine adayan ve tamamıyla dünya'dan elini çeken Bavê Çavuş ve Koçek'ler ilk etapta dikkatimi çekenler oldu. Bu her iki kesimin de evlenme, mülk, mal edinme gibi durumları olmaz. Bavê Çavuş anladığım kadarıyla güvenlik işlerinde sorumlu başkomutandır. Mevcut konumda askeri bir düzenleri olmadığı için bu yönleri çok fazla ön planda tutulmuyor.  Koçekler ise kadın olup Tawusî Melek tarafında seçilmiş kişiler olarak yorumlanılıyor. Laleş'e geldiğim ilk gün onca insan arasında beyaz elbiseler içinde yirmili yaşlarda bir genç kız dikkatimi çekmişti. Yaşından daha olgun ve gereğinden fazla ciddi bir sima görünümüne sahip olması dikkatimi çekmişti. Dini merasimler esnasında bir iki defa karşılaşsak ta konuşma imkânım olmadı. Daha sonra müritleri aracılığıyla tanışma fırsatım oldu. Koçekliği nasıl seçtiniz,  bu yaşamın ne gibi riskleri ve zorlukları var? Dediğimde bana biraz daha yaklaşarak Êzidilik’te rüyalar oldukça önemlidir. Rüyalar geleceğe yönelik işaretler taşıdığı gibi günü birlik olayları da bildirebilir. Onun için bizde rüyaları yorumlayan ocak vardır. İşte Koçekler'de seçilirken gördükleri rüyalar yorumlanarak karar veriliyor. Seçilen çocuk yaşta olabileceği gibi evlenmiş çoluk çocuk sahibi olan birileri de olabiliyor. Bu insanlar yani bizler kendimizi tümden dine adadığımız için etrafta ki insanlarca kutsal olarak görülüyoruz. Çünkü onlara göre her şeyden önce bizler yaşamış olduğumuz bu dünyadan vazgeçmişiz. Oysa ki işin aslına bakarsanız dünyadan vazgeçtiğimiz falan yoktur. Bu dünyada önemli olan şey yaşadığın her gün mutlu olmasına bilmektir. Biz seçtiğimiz yaşamdan moral ve güç alıyoruz. Buda bizi mutlu ediyor. Bize göre onların yaşadıkları, mutluluk aldıkları değer kaynaklarının çok sıradan basit demeyeyim de mutluluk alabileceğim kaynaklar olmadığından kaynaklı bu tercihi yapmışım. Oysa onlar kendimizi dünyanın zevklerinden mahrum ettiğimiz için büyük bir fedakârlık yaptığımızı söylüyorlar. Onların bu yaklaşımlarını tümden anlamsız bulmuyorum. Kendi içinde ciddi bir değer veriyorum. Hatta bizi ayakta tutan bize moral ve güç verende Êzidi halkımızın bize vermiş olduğu bu değer ve saygı olduğunu söylemek isterim. 

    Bu işin sırrı ya da zorluklarına gelince başta sana söyleyeyim sen Êzidi değilsin çünkü Êzidiler bu soruyu bize sormazlar. iraz önce dünyevi yaşamın ne kadar sıradan ve basit olduğunu söylesem de işin gerçeği oldukça cazibeli ve çekici kılınmış her yönüyle insanın duygu ve güdü dünyasına hitap eden bir gerçekliğinin de olduğunu unutmamak gerekir. Onun için bu yola giren biri her şeyden önce her gün kendi nefisleriyle bir mücadele içindedir. Bu mücadeleyi sürekli ve kesintisiz bir biçimde devam ettirmek zorundadır. Bu mücadeleye dayana bilmek için büyük bir inanç ve derin bir anlam gücüne kavuşmak gerekiyor. Buna ulaşmadan bazı dini dogma ve ezberlerle bu geri dönüşü olmayan yola girmek oldukça tehlikeli ve risklidir. Çünkü dogma ve ezberler bir yere kadar götürebilir. Bir yerden sonra her şey anlamını yitirebilir. Her şeyin anlamını yitirdiği o andan sonra yaşamın her saniyesi kendini o yola adayan kişiler için adeta işkence haline gelir. Onun için bu yolda ikna, derinlemesine anlama ve kendini adadığın amaçtan moral kaynağı yaratabilmek oldukça önemlidir. İnsanı ayakta tutan hatta dünyevi olan her şeyi anlamsız kılanda bu yaratılan moral kaynaklarının gücünden gelir. Bunu yapa bilmenin sırrı ise sana inanan insanlara sürekli bir şeyler verebilmek onlara moral kaynağı olabilmek ve onların çözemediği sorunları çözerek sevgi ve saygılarını kazana bilmekten geçer. Halk sevgisinin ve bağlılığının aşamayacağı hiçbir engelin olmayacağını düşünüyorum. Bu sevgi ve bağlılık insana her şeyi yaptırır. Hasan Sabbah’ın fedaileri her halde çokça yazdıkları gibi sahte cennet vaatleriyle kandırılmadılar. Şayet onlar sahte cennet peşinde olsalardı beşeri dünyanın sahte bir cennet olduğunu unutmayalım. Onlara cesaret ve gücü verenin inandıkları değerler olduğunu yadsıyorlar. 

Yusuf Ziyad