26 Eylül 2010 Pazar

İsviçre’de çok dillilik etkinleşiyor

Yeni_Özgür_PolitikaTürkiye’de Kürtler için anadilde eğitim hakkını ‘bölücülük’ olarak algılayan bir devlet gerçekliği dururken, İsviçre her dört resmi dilini de eşit oranda etkili kılmak için bir komisyon kurdu.
Çok dilliliğin en önemli merkezlerinden olan İsviçre, okullarda, ticarette, iletişimde Almanca, Fransızca, İtalyanca, Romence dillerini kullanıyor. Buna rağmen resmi kurumlarda bu dillerin eşit ağırlıkta daha az kullanıldığını belirterek, çok dillilik komisyonu kurdu. Haziran ayından itibaren görevine başlayan delegeler, söz konusu dört ana dil grubunun ülke genelinde kullanımının dengelenmesinin sağlanmasını amaçlıyor. Çok dillilik delegelerinden Vasco Dumartheray söz konusu çalışmaların başında federal yönetimde Fransız ve İtalyan temsilcilerinin payının arttırılmasını amaçladıklarını belirterek, kimi bölgelerde bu iki etnik dilden görevlilerin bulanmadığını vurguladı. Söz konusu dil dengesinin ordu içinde de bulunmadığı, 4 dilin de ordu içindeki görevliler düzeyinde aynı orada kullanılmasının sağlanması da delegelerin amaçları arasında. Çalışmaların İsviçre Ulusal Fonu tarafından da desteklendiği belirtiliyor.

Gücünü farklılıklarla pekiştirdi
İsviçre’nin bağımsızlığını yeniden kazandığı 1815 yılından sonra, 1845 yılında Katolik ve Protestan kantonlar arasında bir iç savaş yaşandı. İsviçre topraklarındaki son silahlı çatışma olma özelliğini taşıyan bu iç savaşta, Katolikler daha üniter bir İsviçre fikrine karşı çıkmışlardır. 1848 Anayasası, bütünleşme yolunda işe yaramış ve kantonların yerel konularda kendilerini yönetebildiği bir merkezi otorite oluşturulmuştu. 1893 yılında “doğrudan demokrasi” uygulamasına yönelik yeniden düzenlenen anayasa günümüzde tek örneğini teşkil etmektedir.

İsviçre kimliğinin dayandığı unsurlar
İsviçre’nin farklı kültürel unsurlara dayanarak oluşturduğu ortak politik kültürün temel unsurları, öncelikle, federalizm, doğrudan demokrasi ve tarafsızlık olmuştur. Ulusal kimliğin önemli unsurlarından birini oluşturan doğrudan demokrasinin federal düzeydeki araçları, anayasal girişim ve referandum olmuştur. Böylece doğrudan katılım teşvik edilerek politik aidiyet vurgulanmaya çalışılmaktadır. 2006 yılında gerçekleştirilen bir ankete göre İsviçrelilerin yüzde 75’i bu kimliği taşımaktan gurur duymaktadır. Aynı anket sonuçlarına göre, İsviçrelilerin dayandığı 3 temel unsur, yine güvenlik, barış ve tarafsızlıktır. Ayrıca, İsviçre’nin ekonomik gücü ve sahip olduğu dünyaca ünlü markaları da bu ülke halkının kendilerini İsviçreli olarak tanımlamalarında önemli unsurlardan biri haline gelmiştir. ‘Willensnation’ (halkının idaresiyle ayakta duran ulus) ifadesi, İsviçre kimliğinin dayandığı önemli bir sembolü tanımlamaktadır.

“Çeşitlilik içinde birlik”(unity while maintaining diversity) deyimi, İsviçre resmi sitelerinde ve belgelerinde yer alan, çok kültürlülüğe ve çok dilliliğe vurgu yapmak amacıyla ve dünyaya İsviçre’yi tanıtırken kullanılan ve övünülen bir özellik olarak ön plana çıkarılmaktadır. Bu bağlamda, birlik ve çeşitlilik arasındaki dengeye vurgu yaparak ayakta kalmayı başaran İsviçre, farklı ulusları, dinleri, dilleri, bölgesel kültür ve ekonomileri biraraya getiren yapısıyla Avrupa Birliği önünde önemli modellerden biri olarak gösterilmektedir.

William Tell bir kahraman ve bir kurucu
AB örneğinde halkların aidiyet hissini artırma amaçlı milli gün, ortak değerler, ortak bayrak gibi sembollere vurgu yapılması örneğinde olduğu gibi, 1848 yılında bütünleşmeye önemli katkısı olan anayasal süreç ile birlikte ve ancak federal devlet kurulduktan sonra İsviçre’de de ulusal semboller aranmaya başlanmıştır. Bu anlamda, kökleri 14. yüzyıla dayanan ulusal bayrak, kantonların orduları arasında birbirlerini tanımalarını sağlamaya yönelik ortak bir sembol olarak 1848 yılında resmen kabul edilmiştir. Bu ulusal sembol, “Unus pro omnibus, omnes pro uno- Hepimiz birimiz, birimiz hepimiz için” parolasıyla pekiştirilmeye çalışılmıştır.

Ayrıca William Tell, bu bağlamda bilinen en önemli ulusal kahramanlardan biri haline getirilmiştir. 14. yüzyılda İsviçre’nin merkezinde yaşadığı söylenilen fakat gerçek varlığı hiçbir zaman kanıtlanamayan Tell, tarihi bir figürü temsil etmektedir. Alplerin cesur kimliğini simgeleyen bir kahraman olarak gösterilen William Tell, canlandırıldığı hikaye ya da oyunlarda 14. yüzyılda İsviçre Konfederasyonu’nun kurucusu olarak şu sözlerle sahnelenmektedir: “Bize tek bir kardeşlik, ihtiyaçta birlik ve tehlikede ayrılmazlık kurmamıza izin verin!” Dolayısıyla İsviçre kimliğinin oluşumu, 14. yüzyıldaki soylu hakimiyetinin yerini kardeşliğin alması olgusuyla mitlerle açıklanmaya çalışılmaktadır. Benzer şekilde, ulusal feminen bir ikon olarak “Helvetia” önemli bir figür olmuştur. Kantonları bir arada tutan federal devleti sembolize eden Helvetia, çocukları arasında uyum yaratmaya çalışan tarafsız orta yaşlı bir anneyi temsil etmektedir ve örneğin bozuk paraların üzerinde bir sembol olarak kullanılmaktadır. Her iki figürde günümüzde hala kullanılmaya devam etmektedir ki Tell, İsviçre halkının özgürlüğü ve bağımsızlığının simgesi ve Helvetia ise konfederasyon içindeki uyum ve birliğin simgesi olarak gösterilmektedir.

Coğrafik etkenler
İsviçre ulusal kimliğinin şekillendirilmesinde bu ülkenin coğrafi özelliklerinden de yararlanılmıştır. İsviçre’yi değerlendiren bazı entellektüellere göre, bazı sembollerin bir ulusun en önemli parçası olduğunu, İsviçrelilerde de bu sembolün Alp Dağları olduğunu belirtiyor. 1800’lerin ortalarında 1870’lere kadar olan Alplerin İsviçre kimliğindeki yerini “doğanın ulusallaştırılması” (nationalization of nature) olarak adlandıran yazar Zimmer, bu dönemden II. Dünya Savaşını’nın sonuna kadar geçen süreyi “ulusun doğalaştırılması” (naturalization of nation) olarak adlandırmaktadır. Bunun nedenini ise, ilk dönemde Alpler hakiki İsviçrelileri yansıtırken, sonraki dönemde Alpin görünümün ulusal karakterin belirleyicisi olarak betimlenmesine bağlamıştır.

Devlet farklılıklara göre şekillendi
Federal yapı içinde İsviçre kimlik düzeyleri, komünal (belediye), kantonal, dil ayrımına dayalı bölgesel (Almanca, Fransızca, İtalyanca ya da Romence konuşanlar), ülkesel ve kıtasal anlamda Avrupa olarak tanımlanabilir. Kimlik kategorilerindeki bu farklılık federal yapıda görevlerin de benzer tabakalar arasında bölünmesine neden olmuştur (federal, kantonal ve komünal görevler). 2000 yılı sonuçlarına göre, bu yapılanma içinde dil bölgelerine olan bağlılık son yıllarda artış göstermektedir. Kısacası, İsviçre kimliği farklı kültürleri bir arada tutan politik bir oluşumun simgesidir.

Dahası İsviçre oluşumu, bir nevi puzzle’dır. Küçük küçük topraklar ve az çok bağımsız ülkeler, bazen tek tek bazen birlikte fetih ya da satın alma ile bir araya getirilmiştir. 550 yıl gibi bir süreçte, merkezi, başkenti ve ortak bir hükümeti bulunmayan bu oluşumda, güvenliğin garanti altına alınmış olması, bu yapının üyeleri için yeterince çekici gelmiştir. Sonuçta, dilsel, dinsel ve kültürel anlamda 26 ayrı kantonu bir arada tutan unsur, “İsviçre federasyonunun kantonlara, kendi bireysel kimliklerini koruma izni vermesidir” diyebiliriz.
ALİ ÖZŞERİK/ZÜRİH

Yeni bir Kürt Konsepti mi Oluşturuluyor?

Son dönemlerde çok fazla basına yansıtılmasa bile Federal Kürdistan'da çok yoğun bir diplomatik trafiğin yaşandığı görülmektedir. Bir taraftan 7 aydan beri kurulmayan Irak merkezi hükümetinin diplomatik görüşmeleri, diğer taraftan bölgedeki Kürtlerin kaderini etkileyecek olan Kürt sorunu merkezli diplomatik görüşmeler yoğunluk kazanmaya başladı.

Irak merkezi hükümetin kurulma çalışmaları ile bölge de Kürt sorunu görüşmeleri her ne kadar birbirinden ayrı gibi görünse iyice irdelendiğinde pekte öyle olmadığı rahatlıkla görülecektir. Irak'ta kurulacak olan yeni hükümette Kürtler ne kadar ağırlık kazanacak, Federal Kürdistan Bölgesi giderek güçlenecek mi yoksa merkezi hükümet tarafında sınırlandırılacak mı?

Kürtlerin bölgedeki ve uluslararası arenadaki konumlarının ne olacağı bölgedeki güçler tarafında yakından takip edilmektedir. Kürtleri inkar politikası yürüten güçlerin tüm çabası Federal Kürdistan Bölgesinin bölgedeki konumunu zayıflatmaya dönüktür. Onun için bu güçler Kürtlerin ağırlık kazanacağı bir merkezi Irak hükümeti istememektedirler.

Bundan bir iki gün önce hiçbir resmiyeti olmamasına rağmen Irak Petrol Bakanı Hüseyin el Şehristani ile Türkiye'nin Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız ile Kerkük-Yumurtalık ham petrol boru hattı anlaşması yenilenirken Iraklı bakan tarafından çok önemli bir başka ayrıntıya imza atıldı.

Türk ve Iraklı bakanlar arasında imzalanan metinde Kürdistan Bölgesi’nden çıkarılan ham petrol ve doğal gaz ihracatını da Irak devletinin iznine bağladılar. Bu adımı eski Kürt parlamenter olan Sami Etruşi bu durumu şu şekilde değerlendiriyor: 'Şimdide bu anlaşmayla Kürdistan'ın Nabucco projesine katılmasını engellemeye çalışıyor. Tabi burada elbette siyasi bir amaç söz konusu, bunu yasalar veya halkın çıkarına bağlamak söz konusu olamaz.'

Uluslararası dev bir proje olan Nabucco'ya Kürt bölgesinin dahil olmasını bölgedeki hangi güç ister. Irak merkezi hükümetin kurulmamasının elbette Kürt sorunundan farklı sebepleri de vardır. Ama Kürt sorununun bölgedeki güçlerin yumuşak karnı olması ve bölgedeki tüm güçlerin üzerinde mutabık kaldığı tek sorun olduğunu unutmayarak bu çerçevede Kürt sorunun Irak'ta hükümet kurma çalışmalarına etkisini görmek lazım.

Kürtlerin geldiği düzey itibariyle bölgedeki güçlerin Kürtleri inkar politikasını sürdürmekte oldukça zorlandıkları görülmektedir. Uluslararası ve bölgedeki koşullar bu güçleri Kürt politikasında değişikliğe zorlamaktadır. Burada dış koşullardan ziyade Kürtlerin kendi iç dinamikleri daha belirleyici bir konumdadır. Kürtler giderek bölgede öz güçlerine dayalı olarak ayakları üzerinde duracak gücü adım adım elde ediyorlar. Bu durum dört parçadaki Kürtler içinde ciddi bir özgüven ve moral kaynağı yaratmıştır.

Kısa bir süre önce Ahmet Türk başkanlığında gelen DTK ve BDP heyetleri hemen arkasında dört parçadaki Kürt kadınlarının ulusal Kürt Kadın Konferansının ikinci toplantısını Hewler'de yapmak için yapmış oldukları toplantı Kürt kamuoyu tarafında yakından takip edildi. Yine Leyla Zana ve heyetinin Federal Kürdistan'da yapmış oldukları diplomatik görüşmeler büyük bir ilgi ile karşılanmış Federal Kürdistan basını tarafında geniş yer verilmiştir. Ahmet Türk başkanlığında gelen heyet oldukça büyük bir ilgi ile karşılanmıştı. Zamanları olsaydı Federal Kürdistan'da toplanan dört parçadaki aydınlar, parti temsilcileri ve çeşitli çevreler görüşme talebinde bulunmuşlardı. Fakat zaman kısıtlığından kaynaklı bu görüşmeler gerçekleşmemiştir.

Bunları dile getirmemin sebebi dört parçadaki Kürtlerin kendi aralarındaki ilişkilerinde nitelik değişikliğinin geldiği düzeyi kısmı de olsa gözler önüne sermeye çalışmaktır. Sınırlar giderek anlamsızlaşıyor beyinlerde, düne kadar hayal olan Kürt ve Kürdistan inşası gerçekleşiyor. Elbette bugünlere kolay gelinmedi, bundan on yıl öncesi düşünüldüğünde bugün gelinen düzeyin birçok eksikliği olsa da azımsanmayacak bir mesafe olduğu görülecektir. İç ve dış koşullar dört parçadaki Kürtlerin giderek çeşitli ortak kurum ve kuruluş çatıları altında bir araya gelmeye zorlayacaktır. Bu tren bu raya girmiştir, ona O dönüşü yaptırmak oldukça güçtür.

İşte tamda bu noktada 21 Eylül 2010 günü Türkiye'nin Bağdat Büyükelçisi Murat Özçelik'in Federe Kürdistan Bölge Başkanı Mesud Barzani ile görüşmesini, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün Amerika ziyaretleri ve yakın zamanda Türkiye İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın Irak, Federal Kürdistan, İran, Suriye ve Avrupa ülkelerine yapacağı diplomatik geziler bölgede oluşan yeni konjektöre uygun bir Kürt politikası oluşturmaya dönüktür.

Mevcut konumda İran, Irak, Suriye ve Türkiye'nin dayanmış olduğu Kürt inkar politikasının hiçbir anlamı kalmamıştır. Türkiye'nin yaşamış olduğu bu telaş onların çokça dile getirdiği gibi demokratik standartları yükseltme telaşı değildir. Onların telaşı Kürtlerin kaderini Kürtlerin ellerine teslim etmeme telaşıdır. Kürtler artık onlardan hiç bir şey beklemeden kendi öz güçlerine dayalı olarak ihtiyaç duymuş oldukları kurum ve kuruluşlarını kurmaya başladılar. Onları tedirgin eden noktada bu durumdur.

Bu diplomatik yoğunluk Kürt sorununu bölgede çözmeye yönelik bir adımdan ziyade biraz daha inceltilerek, Kürt rengi de katarak oluşturmak istenen yeni Kürtleri inkar politikasının ön adımları olarak yorumlamak gerekiyor diye düşünüyorum. 

YUSUF ZİYAD -ANF