29 Temmuz 2010 Perşembe

Türk devlet operasyonu

Kürtlerin karşılıklı rıza üzerine kurulu barışçıl adımın sevincine muhtaç olarak Habur'da bir kez olsun gözyaşlarını mutluluk için akıtması, Türk tarafını incitmişti. Türk devlet erkanı, siyasi partileri, medyası ve entelijensiyası, Habur’daki barış coşkusu karşısında afallamış, sarsılmış, öfkelenmiş ve nihayet özüne rücu etmişti. 'Açılımın mimarı' diye anons edilen Başbakan, ıslık çalmakla yetinince, faşizmin transparan hali İzmir'de; kolektif hali de Bayramiç'te sahaya sürülmüştü.

Bayramiç'te Kürtlerin hedef alındığı gecenin ertesinde yani 27 Kasım 2009'da şunları yazmıştım: Türk devlet sistemiyle 200 yılı aşkındır sorunları olan, 86 yıldır hem sorunları katmerleşen hem de nispetinde direniş geliştiren Kürtler, hiçbir zaman karşısındaki gücü ‘Türkler’ diye somutlaştırmadı. Hesaplaşmaları devlet aygıtıyla oldu. İşte bu hesaplaşmanın güncel formatıyla tanışan Türkiye halkı, devlet filtresinden geçen bilgilerle donatıldı. Devlet bütün sistemi, yansıtmak istediği gibi organize etti ve evlatlarını alarak kurban ettiği Türklerin, salya sümük ‘bölünmez bütünlük’ edebiyatı yapmalarını sağladı. Devlet, ‘siz çok hassasınız’ dedi. Onlar da ‘evet yoksulluk içindeyiz, zihinsel dünyamızı, tarih algımızı, insani hasletlerimizi dumura uğrattın, yetinmedin evlatlarımızı alıp geri vermedin ama dediğin gibi bizden olmayanlara karşı çok hassasız’ dediler. Bu mutabakat, toplumun hatırı sayılır bir bömünü galeyana hazır, komut vereni de muteberli kılmaya devam etti/ediyor. İşte Bayramiç, bu müsamerenin pratikleştiği ilk yerlerdendi. 1991 yılı, yani artık Kürt serhıldanının istenmeden duyulduğu ve Batı yakasının da cenazelerle tanıştığı yıllar. Kayseri’de Diyarbakırspor’a yönlendirilen milliyetçi kusma test edilince, Bayramiç’te uygulandı. Kürtlere yönelmek için gerekçe bulmakta hem rahat davranıldı hem de öyle bir noktadan başlatıldı ki, ‘haketmişler’ denilebilsin. Bir keçiye tecavüz ettiği iddia edilen bir Kürt inşaat işçisine tepki biçiminde başlayan olaylar, Kürt karşıtı bir kalkışmaya dönüştü, cinayetler işlendi ve ilçedeki Kürtlerin önemli bölümü göç etmek zorunda kaldı. Daha sonra olayın, öyle olmadığı anlaşıldı. Bu durum Karadeniz, Ege, Akdeniz bölgelerinde de devam etti. Kimi zaman ‘cenazemiz geldi’, kimi zaman ‘kızımıza laf attı’, kimi zaman ‘amele geldiler işveren oldular’, kimi zaman da ‘huzurumuzu bozdular’ gerekçe oldu.

İnegöl'den Dörtyol'a

Bakın İnegöl ve Dörtyol'da da gerekçeler benzerdir. Ancak izah etme güçlüğü yaşanıyor. Dörtyol için PKK'nin 'polisleri öldürmesi'ni gerekçe olarak sunanlar, İnegöl'den PKK'siz bir seçeneği izahta zorlanıyor. İnegöl için 'rant, ticari anlaşmazlık, Bahçeli'nin konuşması'nı gerekçe sunanlar, bu kez Dörtyol'da bambaşka bir durumla karşılaşıyor. İşin içinden çıkılamaz 'referandum süreci ve AKP karşıtlığı' izahı ise başka dert.

Kimse kendisini kandırmasın; hele Kürt siyasetçiler hiç kandırmasın. 1 Haziran kararı ve sonrasındaki gelişmeler üzerine 18 Haziran'da durumu şöyle özetlemiştim: Tarihi, güçlüyken daha da büyüme, yenerken yoketme ve uzlaşmazlık üzerine kurulu talancı bir egemenlikle kurgulanan; yenilgiyi tadınca da iyi bir barış ve uzlaşma partneri olan Türk devleti, yenemediği, yok edemediği ama yenilemediği Kürtlerle son savaşını yapmak istiyor. Buna o kadar hazır ve bir o kadar da istekli ki kendi içindeki kargaşa ve minik iktidar oyunlarını rafa kaldırıp toparlandı; Yasama, Yürütme, Yargı, Asker ve Medya hemen topyekun mücadele moduna geçti... Kürt tarafının AKP'lileşerek sisteme entegre olmayı reddetmesi ve saldırı dalgasını fark ederek pozisyon değiştirmesi ardından devlet, kitlesel kıyım dışındaki tüm kozlarını sahaya sürdü...

Tuzağın birinci ayağı

Bu kozlar, KCK iddianamesinin kabulünden gerilla cenazelerine işkenceye kadar geniş bir uygulama alanını kapsıyordu.

Yine dikkat ederseniz bir de işin havuç kısmı tedavüle girdi. Savaş karşıtı bir cephe dizayn etmek; ancak bu cephe ve oluşturacağı barış refleksini Kürt gerillaların karşısına dikmek istediler. Bunun kabul görmeyeceği olasılığına karşı da sicili temiz olmayan maharetli kalemleri eliyle 'ya teslimiyet ya da ayrılık' seçeneği pompalandı. Fakat Kürt illerindeki sivil toplum örgütleri bu tuzağa düşmedi. PKK'nin karşısına dikilmesi istenen 649 sivil toplum örgütü devletin bütün günahlarını hatırlattı, ardından mevcut iktidarın sicilini ekledi, nihayetinde savaşan iki güce çağrı yaptı. Unutmayın ki sivil iradenin bu deklarasyonu Taraf'tan Yeni Şafak'a kadar AK Parti'ye yakın medyada kaale alınmadığı gibi diğerlerinin de dikkatine mazhar olamadı.

Tamamlayıcı ikinci ayak

Sıra 'ya teslimiyet ya ayrılık' seçeneğine geldi. Çünkü bu seçeneğin muhatabı Türk kentlerindeki Kürtlerdi: Burada rahat yaşamanın şartı Kürt siyasetinin karşısına dikilmendir. Entegrasyon sürecini hızlandır, asimilasyonla taçlandır. Aksi taktirde geldiğin yere geri dönersin... Şimdi yapılan diğer iki alandaki uygulamalarla eşgüdümlü terbiye etme operasyonlarıdır. Bunun için pilot bölgeler seçiliyor. Yoksa İstanbul'dan başlamak büyük risk taşırdı. Siz bakmayın birbirleriyle itişip kakıştıklarına. Devlet, kontrollü bir operasyon yürütüyor. Başarısızlığı, Kürtlerin basiret ve sebatı birleştirerek savunma başarısına bağlı...

Kürtlerin karşısındaki devlettir

Kürt siyasi tutsaklar, 14 Temmuz'dan beri Türk mahkemelerini boykot ediyor. KCK ve BDP 'Demokratik Özerklik'in meşruiyetini hatırlatıyor. Referandumla ötelenecek yeni anayasa istemi için boykot seçeneğini tartışıyor. Tarihinin kirli mirasını sahiplenen bir devletin boş duracağını mı sanıyorsunuz? En sağından en soluna kadar bu aralar yükselen sesleri duyuyor musunuz?

Kürtler, 'Ülkücüler', 'Alperenler' vesaire diyerek kendilerini avutmasın. Bu teşhis Türk metropollerindeki halkımızı Türk liberal sağının merhametine sığınmaya zorlamaktan başka birşey değildir. Karşımızda, ceberrut bir devlet vardır. Bu devlet, organizasyon yeteneğini defalarca 'tek millet' itirazcılarının gözüne sokmuştur. Bundan kurtulmanın tek yolu Türk devlet vesayetini ve bütün ideolojik gömleklerini reddetmektir. Yoksa İngiltere Başbakanı ile kahkahalar atan Başbakan Erdoğan'ın 'dostum David' rahatlığıyla niye günlerdir 'aziz milletim sakin ol' demediğini anlayamayız.

Kürt'ün işi çok zor

Bayramiç için yazdıklarımın son bölümüyle kapatayım ama siz oraya İnegöl veya Dörtyol da diyebilirsiniz: Köyleri yakıldı, ocakları söndürüldü; babaları, kardeşleri katledildi. Yaylası yasaklandı, arazisi mayınlandı; aç, perişan bırakıldı. Topraklarından sürüldü. Mecburen ‘Bayramiç’teki Kürt’ oldu. 30 yıl önce Bayramiç diye bir yerin olduğunu bile bilmiyordu. Şimdi herkes kendisini gece 24:00’te evi taşlanan, küfür edilen ‘Kürtler dışarı’ diye seslenilen Bayramiç’teki Kürt’ün yerine koysun. Karakol’da polis dayağına maruz kalırken kapıya biriken binlerce kişinin ‘bize verin’ diye beklediği Kürt’ün yerine koyun. Bayramiç’teki Kürt, bu kin ve nefretin altındaki ırkçı duygunun dışa vurumu karşısında kendisini nasıl savunsun? Bin yıllık kardeşlik güzellemesinin, yemin billah bölünmezliğin, en ufak bir sinyalle ‘gidin’e dönüşmesini nasıl yorumlasın?...

Kürt’ün işi çok zor...

Kaynak: http://tuncelfikret.blogspot.com/

Yeni Bir Dönem Başladı

“Yeni bir dönem başlıyor” diyor Beşir Atalay ve kendilerince bugüne kadar koordinasyon yetersizliklerini aşmak için kurulan, özel yetkilerle ve uzman kişilerin yer alacağı “Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarlığı ile yeni bir süreci başlatacaklarını” söylüyor.
Biz ise “başladı” diyoruz. Yeni süreç dedikleri esasta ne kadar faşizan yol yöntem varsa hepsini yeniden devreye koymaları olacaktır ya da geçmişte uyguladıkları ancak kendilerince eksik kalanları da ekleyerek bunu yapacaklardır. Bu bağlamda “Yeni bir dönem başlıyor” cümlesi TC devleti hükümeti ve devleti açısından manidardır. Yeni süreci nasıl değerlendirmek gerekiyor? 
Öyle görülüyor ki: 
1-Faili meçhuller son zamanlarda gündeme geldiği gibi yeniden daha sistematik ve planlı gündeme getirtilecektir.
2-Özel savaşın insanları tereddüt içerisine sürükleyerek korku dolu bir yaşamı insanlara empoze ederek, insanlar etkisizleştirilmeye çalışılacak
3-Milli mutabakat oluşturularak Kürtlere karşı bir cephe oluşturulacak
4-Kürtlere karşı esasta batıda son zamanlarda artan linçlere hız verilecek
5-Sivil insanlara 1990’larda ki gibi rastgele yönelinecek ve ‘tesadüfen’ patlayan mayın ve mermilerle Kürt insanları katledilerek ölüm sendromu yaratılacak
6-Şoven bir dalga yeniden inşa edilerek Kürtlere yaşam zehir edilemeye çalışılacak
7-Bolca denenen ancak bir türlü vazgeçilmeyen PKK’ye karşı savaşımda ne kadar çirkin yol ve yöntem varsa hepsi uygulanacak
8-Bol bol manipüle edilecek yani yalanlar adeta yalan makinesi gibi üretilecektir. 
‘Belki de yeni dönem başlıyor’ derken daha fazla maddeyi sıralamak gerekir. Ancak yukarıda sıralanan birkaç husus bile sürecin ‘Adaletsiz Kâfirler Partisi’nce nasıl idare edileceği ya da yönetileceği anlaşılmaktadır.
Sözü çok uzatmadan: son süreçlerde cumhurbaşkanından tutalım da cenazelerle oynamayı onaylayan başbakanına kadar, Kürtlere yeterince Türkçe öğretemediklerini dile getiren hükümet sözcüsünden tutalım da çıkın dağa giden diyen genelkurmay başkanına kadar, Kürtlere “şerefsiz” diyen bir dönemin bakanından tutalım da Kürt kadınlarını kendilerine kapatmalık olarak gören bir belediye başkanına kadar. Dile getirilenler, bu dile getirmelere denk tavır göstermeleri esasta çok sert geçecek yeni bir sürecin yaşanacağının işareti olduğu açığa çıkıyor. İçişleri bakanı ise sadece bunu alenen formüle ediyor. 
Evet, yeni bir süreç başlıyor değil, yeni bir süreç çoktan başlamıştır. Önemli olan biz Kürtlerin, demokratların bu kadar alenen deklare edilen bir faşizan zihniyete ve uygulamalara karşı yapacaklarımız ne olacaktır? Biz Kürtler ve demokratlar açısından esas olanda bu sorudur. ‘Olmak ya da olmamak mı?’ demişti büyük şair? Soru budur. Biz bu savaş ilanına nasıl cevap vereceğiz? 
Bugüne kadar halkımız görkemli bir şekilde direnişini yükseltti. Dayatılan onursuzluğu kabul etmedi, ancak her türden barış girişimine kapısını da açık tuttu. Ne var ki devletin Kürtlere karşı politika üretmekten sorumlu olan iktidar gücü olan hükümet ise bu barış ve uzlaşma arayışlarını görmezden gelerek biz Kürtlere karşı yönelimlerini daha da azgınlaştırarak sürdürdü. Bunu faşizan söylem ve uygulamalara kadar getirdi. 
Bundan böyle yapılacak olan ise artık kendi yolunu çizmektir. Biz toplumsal ilişkilerde biliriz ki zoraki ilişkiler, dayatmalara dayanan ilişkiler, kapatmaya dayalı ilişkiler insan onurunu kıran ilişkilerdir. Ya bu ilişkiler ret edilecek ve kendi yolunu çizeceksin ya da var olan, köle statüsünden daha beter bu geri durum kabul edilerek tümden metres haline getirilirsin.
Biz Kürtler onurlu duruşumuzu sürdüreceğimiz kesindir. Aynı zamanda girilen özgürlük yolunu da asla ama asla bırakmadan; eşit, özgür ve adaletli bir dünya ve ilişkiler yaratana kadar kavgamızı sürdüreceğiz. Ve gerekirse-öyle görülüyor ki gerekiyor-kendi kaderimizi kendi elimize alarak kendi kendimizi yönetmeye yöneleceğiz. 
Kendi kendine yönetmeyi kim nasıl anlarsa anlasın, önemli olan kendimize dönük olan kararları başkalarına bırakmadan kendimizin alıp uygulamasıdır. Bu aynı zamanda onurlu olmanın vazgeçilmez ilkelerinden sadece ve sadece bir tanesidir. Ancak önemli bir tanesi…
Bu ise esasen yeni bir sürecin başladığı anlamına geliyor. Artık gün kendi yolunu çizmenin ve kendi kendini yürütmenin zamanıdır.  
Kasım Engin