21 Mayıs 2010 Cuma

Çerkesler ve 146 Yıldır Süren Trajedi

Murat BJEDUĞ
Kanlı yenilgi sonrasındaki kayıplar yetmiyormuş gibi bir de vatanlarından sürüldüler. Bu sürgün sürecinde yeni kayıplar yaşandı. Sürgünün deniz yoluyla yapılan faslında yaşlılar, hastalar, hastalananlar denize atılırken, anavatanlarından ayrılmak istemeyen ve bu trajediye dayanamayacağını düşünenlerin intiharı daha yoldayken ikinci kaybı yaşattı.
Osmanlı iskan politikası sonucu, çatışan ve uzlaştırılamayan toplulukların aralarına tampon oluşturmak amaçlı yerleştirilmeleri taraf olmadıkları çatışmaların içerisinde kalıp kırılmalarına yol açtı. Sıtmanın yoğun olduğu yerlerdeki zorunlu iskanlar sonucu hastalık kırıp geçirdi. 40 yaşında evlenmek isteyen bir Çerkes delikanlısının "daha dünkü çocuk" diye karşılandığı, 120 yaşın ortalama ömür olduğu Kafkasya'dan sonra sürgünle beraber genç ölüm vakalarının artması zaten topu topu 2 milyon civarında olduğu düşünülen bu halkın daha da azalmasına neden oldu. Zaman içinde son sınırların belirlenmesi ile Türkiye, Suriye, İsrail ve Ürdün'de diaspora Çerkes nüfusu ve sürgün kültürü kendini yeniden üretmeye başladı.

Cumhuriyet

Yeni kurulan Türkiye cumhuriyeti tek etnili, tek mezhepli sınıfsız millet ideolojisi ile azınlıklara kısa zamanda kendini göstermeye, hatırlatmaya başladı. Kürt'ler için "dağ Türk"ü, kart kurtlu bilimsel açıklama getiren asimilasyoncu egemen ideoloji, Çerkesler'i de "Kafkas Türkleri" diye tanımlamakta beis görmedi.
Egemen devlet idelojisi ile hükümet politikaları arasındaki bağın algılanamaması, Çerkes kimliği ile yaşamanın gündelik hayatta getirdiği çok sarsıcı ve üzücü vakaları her gün yaşamanın getirdiği tepkisellikle, aslında Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içinden gelen kurucularının özgürlük umudunu Demokrat Parti'ye (DP), Menderes'e odaklamasına yol açan etkenlerden oldu.
Kendisi de Aydınlı, Türkiyenin sayılı toprak ağalarından olan Menderes ve hükümetinin, Çerkesler için pek bir fark getirmemesi çoğunluğun kırsal alanda küçük toprak sahibi olarak kapalı köy yaşamı süren Çerkeslerde kente göç ve kendi başının çaresine bakma eğilimini güçlendirdi.
Kuzey Kafkas Kültür dernekleri, Çerkes aydınlarının yetişmesinde, mücadelesinde önemli bir işlevi üstlenir. Aynı zamanda kimliğe sahip çıkma, kendi varoluşu için bir takım siyasi / toplumsal taleplerde bulunmaya başlarlar. Asimilasyonun boyutlarının Çerkesleri yokoluşun eşiğine getirmesi, Çerkes aydınlarının ve derneklerin özellikle 60'larda mücadelenin temposunu ve yoğunluğunu hiç olmadığı kadar yükseltir.

1968

Türkiye'de, 68 ile birlikte azınlık milliyet hakları sosyalist solda "ulusal sorun" başlığı altında tartışılmaya başlanınca, ulusların kaderlerini tayin hakkı çerçevesinde bir arayışa girilir.
Aslında daha sürgün sırasında bile, nasıl olsa anavatana er ya da geç geri dönüleceği inancı vardır. mSürgünün ilk kuşağı bu özlemlerini şiirler, ğıbze ve wored -ağıt ve türkülerle anlatır.
1917 devrimi sonrasında Lenin'in, çarlığın göçe zorladığı halkların vatanlarına dönebileceği ve Sovyet vatandaşı muamelesi göreceklerine dair çağrısı az bir nüfusun dönüşünü sağlarsa da henüz travmayı atlatamamış olan Çerkeslerin topluca anavatana dönecek ne mecali ne de öyle bir örgütlülüğü vardır.
Çerkes sorunu özgül bir sorundur ve bir toprak talebi yoktur. Ama asimilasyon o boyuta gelmiştir ki egemen ideolojinin, "komünizm anavatanda da Çerkesleri yok ediyor" teziyle bir anti-komünist damar içselleşir bir kısım Çerkeslerde.
Bu içselleşmenin acı  bir örneğini, bir arkadaşım, 8 yaşında sınıfının en çalışkan öğrencisi olduğu halde, sınıfta arkadaşıyla Çerkesçe konuştuğu için Demokrat Parti-Adalet Partisi kökenli Çerkes bir ailenin kızı olan öğretmeni tarafından ''Çerkesçe konuşma'' azarı işiterek ve suratında patlayan tokatla yaşar. Bu satırların muharririnin de daha 10 yaşında 1970 yılında babasıyla ilk siyasi tartışması bu içselleşmeye ayrı bir örnek teşkil eder:
    -Baba biz neyiz, kimiz?
    -Biz Türk bayrağı altında yaşadığımıza göre Türk'üz.
    -Ama nasıl oluyor; bana sen Çerkeslerin Bjeduğ soyundan lepserij sülalesindeniz diye öğretiyorsun, Çerkesçe de ayrı bir dil, bizim düğünlerimiz de Türkler gibi davul zurnayla değil akerdiyon ve phğeiç ile yapılıyor
    -Senin dersin yok mu oğlum???

Ne yapmalı?

Çerkes sorunu diasporada "ne yapmalı?" sorusu bağlamında uzun uzun tartışılır. 1970'lerin ikinci yarısında, Türkiye, Suriye, Ürdün ve İsrail'de kurtuluşun ancak anavatana dönmek, nüfus üstünlüğünü alıp kendi devletini kurmak olacağı şeklinde kabaca özetleyebileceğimiz bir görüş geniş ilgi görür.
Buna mukabil Türkiye'de sosyalist Çerkesler, bu dönüş yerine ülkede demokrasi ve devrim mücadelesine katılarak sosyalizmle kurtulacaklarını öne sürerler. Ancak anavatandan gelen haberler pek iç açıcı değildir; eğer sosyalizm o şekliyle gelecekse buraya, bu istenen nihai ulusal kurtuluşu pek sağlayacak gibi değildir. Ayrıca Türkiye'deki devrim, Çerkeslerin kurtuluşuna imkan verse de diğer ülkelerdekiler ne yapacaklar sorusu sorulur.
1970'lerde sosyalist solun Kürt meselesi ile yüz yüze gelmesiyle, Türk milliyetçiliğinin, devlet egemen ideolojisinin etkileri ulusal sorun tartışmalarında ortaya çıkar. Kürtler ayrı örgütlenmeye yönelirken, Çerkesler, anavatana dönüş talebini siyasal bir bağlama oturtmaya yoğunlaşırlar.
Zaman zaman sosyalist solun temsilcileri ile yapılan görüşmelerde yaşanan hayal kırıklıkları da Çerkes aydınları arasında bu dönüş tezine daha bir dayanak sağlar. Örneğin Hatay'da yapılan bir görüşmede, bölgede o yıllarda çok etkin olan bir Marksist-Leninist siyasetin bölge sorumlusu '' devrimden sonra size de Hatay'ı veririz '' diyerek, solun azınlıklar konusunda vülger ve sığ bir yaklaşım içerisinde olduğunu adeta örnekler.
1980'lerde Kafkasya'da yaşanan savaşlar, çatışmalar ve içine girilen post-modern zamanların bir iç yansıması olarak Çerkes üst kimliği de çatırdar: yüzyılı aşkın bir zamandır bu kimlikle anılan Abhazlar ve Çeçenler ayrı dernekleşmeye giderek "biz Çerkes değiliz" söylemiyle farklılıklarını öne çıkartırlar. Artık Adigeler de Kabartey ve Abzeğler (bjeduğ, şapsığ ..vb) alt kimlikleri ile varolma savaşı verirler.

SSCB sonrası

Sovyetler dağılmadan önce Gorbaçov döneminde başlatılan glasnost ve perestroika politikaları sonrasında Kuzey Kafkasya'ya gidiş gelişler arttı.
Ama orada da sorunların ve sıkıntıların olduğu ve daha uzun bir süre de devam edeceği görüldü.Türkiye'de yaşayan Çerkesler, asimilasyona karşı iç direnç mekanizmaları geliştirmeye başladılar. Dili öğretme, yaşatma, çocuklarına  Çerkes adları koyma, düğün ve cenazelerde unutulmaya yüz tutan yüzlerce yıllık gelenekleri yaşatma, müziği geliştirme ve yeniden üretme gibi...
Türkiye'de sadece Ermeniler ve Kürtler dil, kültür, ulusal kimlik konusunda mağdur olan halklar değiller; Çerkesler de sessiz sedasız ama bir türlü fark edilmeden benzeri mağduriyeti yaşıyorlar.
1970'lerde, "bu böyle olmayacak en iyisi bizde ÇHKO, ÇHKP-C  gibi adlar ile örgütlenip eylem yapalım, dünyanın dikkatini çekelim" görüşleri dile getirilir ama itibar görmez.

Siyasi temsil

Bu ülkede demokrasi ve özgürlük cenahının Çerkesler'i hesaba katmaları, yaşanan bu trajediyi görmeleri, perspektif geliştirmeleri gerekiyor.
Sevgili Sevda Alankuş, NART dergisinin Mart-Nisan 1998 tarihli sayısına yazdığı Ürdün Çerkesleri başlıklı yazısında şu tespiti yapıyor:
''Türkiye ise bir cumhuriyet ve sorunlu bir demokrasiye sahip. Siyaset yasalara göre siyasal partiler gibi modern aktörlerle yapılıyor ve siyasal alanda etkili olabilmek bu partilerden biri ya da diğeriyle organik ilişkiler içerisinde olmak gerekiyor. Çerkeslik kimliğini siyasal alanda ifadelendirmek böyle bir tablo içerisinde ciddi bir risk taşıyor... Kafkas dernekleri Çerkeslik kimliğinin yeniden yaratılmasında, övünçle ifadelendirilmesinde önemli işlevler üstleniyorlar ancak siyasal partilerden başka aktör tanımayan modern siyasal ortamda siyaseti Çerkesler lehine etkileyemiyorlar.''
Bu durum çok değişmedi ise de, verilen mücadeleler sayesinde bugünlerde imkan ve araçlar bakımından daha elverişli bir ortamın olduğunu söyleyebiliriz.
Tartışmalıyız.(MB/EÜ)
bianet