19 Mayıs 2010 Çarşamba

AKP Rusya’ya CHP Amerika’ya Açılıyor


AKP, Avrupa Birliği yerine artık ‘Avrasya Seçeneği’ peşinde koşuyor. Hükümet, Türk ordusunun Soğuk Savaş sonrası Türkiye’nin önüne koyduğu bu seçeneği hayata geçirmek için son yıllarda yoğun çaba harcıyor.

Ergenekon hapiste ama AKP onun ‘Rusçu‘ fikirlerini uyguluyor. Bundan dolayıdır ki Amerika ile Rusya arasındaki ‘Türkiye rekabetinde’ ibre giderek Rusya’dan yana kayıyor.

AKP, gerçekleşeceğine inanmadığı Avrupa Birliği üyeliğini bir kenara bırakıp Avrasya’ya açıldığı içindir ki Türk- Rus ilişkileri herkesi şaşırtacak biçimde gelişiyor. İlişkiler artık ‘stratejik ittifakla‘ tanımlanıyor. İki ülke arasıdaki ticaret hacminin beş yıl içinde 100 milyar dolara çıkarılması hedefleniyor.

Enerji ihtiyacının üçte ikisini Rusya’dan sağlayan Türkiye, tek yanlı olarak bu ülkeye bağlanıyor. Günümüz dünyasında enerji demek güvenlik demek, ekonomi, siyaset her şey demek. Rusya enerji üzerinden Türkiye‘yi her açıdan kendisine bağımlı kılıyor.

Bu politikanın mimarı olan TC Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ‘stratejik derinlik‘ adını verdiği politikası da aslında Ergenekon davasından tutuklanan Doğu Perinçek’in, ‘Batı Asya Konfederasyonu‘ politikasıyla bire bir örtüşüyor.

Perinçek, “Türkiye, Suriye, Irak, İran ve Azerbeycan’la kurumlaşmaya gitmek, Kıbrıs’la bütünleşmek, Rusya ve Ermenistan’la stratejik ilişkiler geliştirmek, bu ülkelerle gümrüklerini indirmek, vizeleri kaldırmak, ticareti geliştirmek zorundadır” diyor. AKP işte tam da bunu yapıyor.

Kaderin cilvesi; Amerika’nın binbir entrikayla iktidara getirdiği AKP, şimdi Türkiye’yi Rusya’nın himayesine sokmaya çalışıyor.

Öte yandan elbette Rus-Türk işbirliğinin ‘stratejik derinlik‘ kazanmasının nedenlerini bozulan Türkiye-Amerika ve Türkiye- Avrupa Birliği ilişkilerinde aramak gerekiyor.

Soğuk Savaş sürecinde Türkiye’yi ‘çöpçü ve bekçi‘ olarak kullanan, ardından da ortada bırakan Amerika ve Avrupa bu ülkenin yeniden Batı sistemine girebilmesi ve uluslararası demokratik toplumla bütünleşebilmesi için ‘değişmesi‘ gerektiğini söylüyor. Batı dünyası militarist sistemle değil ‘hukukla‘ yönetilen bir Türkiye talep ediyor.

Türk ordusu ise buna direniyor. Ordu ayrıcalığını elden bırakmak istemiyor. Ergenekon davasıyla birilerini kurban veriyor ancak asıl amacından da bir türlü vazgeçmiyor. Teslim aldığı AKP aracılığıyla Türkiye’nin yörüngesini Batı’dan Doğu’ya çeviriyor.

Aslında bu ‘eksen kayması‘ Erdoğan’ın bilinçaltına nüfuz etmiş ‘Batı karşıtlığıyla‘ da örtüşüyor. Türk başbakanı bu yüzden her geçen gün biraz daha Ahmedinejad’laşıyor.

Tabii, Türkiye‘nin Amerika ve Avrupa ile olan askeri, ekonomik ve siyasi bağları dikkate alındığında bu ülkenin yörüngesinden çıkmasının ve hatta Batı karşıtı bir konuma gelmesinin kolay olmayacağını da söylemek gerekiyor. Yani; Ahmedinejad gibi Erdoğan‘a da gelecek görünmüyor.

Kaldı ki Türkiye, İran gibi kendi gücü ve birikimiyle ayakta kalabilecek bir ülke değil. Bu ülkeyi önemli oranda ele geçirmiş küresel sermaye meydanı kolay kolay Rusya’ya terk etmez. Göründüğü kadarıyla Türkiye üzerindeki Rus- Amerikan çekişmesi devam edecektir. Soğuk Savaş dönemindeki kadar sert olmasa da çekişme sürecek ve yüzyıl öncesinde olduğu gibi ülkenin kaderini bu belirleyecektir. 1920’lerde başını İngiltere’nin çektiği Batı dünyası ile Sovyetler Birliği Türkiye’ye ‘tampon ülke‘ misyonunu biçmişti. Bu ‘ileri karakol‘ demekti ve bunun kanlı sonuçlarını hep birlikte yaşadık.

Küresel süreçte Amerika ve Rusya’nın Türkiye‘ye ‘denge ülke‘ görevi vereceği söyleniyor. Bu da içeride ‘çok dinli, çok uluslu, çok kültürlü, çoğulcu‘ bir sistemin kurulacağı, çürüyüp yozlaşan ‘ulus-devlet‘ modelinin terk edileceği anlamına geliyor!

Ergenekon ile AKP’nin aynı dalga boyuna gelmesi aslında Türkiye‘nin gidişatını gösteriyor. ‘İç çalkantı‘ buradan kaynaklanıyor. Türkiye’nin Rusya ile ‘stratejik‘ anlaşmalar imzaladığı bir süreçte Baykal operasyonu yapılıyor.

Ulusalcı ekip Baykal’ın ipini Amerika’nın çektiğini söylüyor. Kılıçdaroğlu’nun ‘Amerikancı‘ olduğu imaları da yapılıyor.

Bundan olsa gerek CHP genel başkanlığına aday olan Dersimli, Kürt ve Alevi kökenli Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyen CHP Genel Sekreteri Önder Sav bir çırpıda ‘CIA ajanı’ ilan ediliyor.

Buradan Kılıçdaroğlu’nun adaylığına gelecek olursam; Şimdi CHP’de yeni bir dönem başlıyor. Gerçi kurultay haftasonu yapılıyor ancak, Kılıçdaroğlu’nun seçilmesine kesin gözüyle bakılıyor.

Tabii ki Baykal’ın koltuğuna Kılıçdaroğlu’nun oturması sorunları çözmeye yetmiyor. CHP’nin bundan sonraki süreçte izleyeceği siyaset burada önem kazanıyor. Kılıçdaroğlu’yla birlikte CHP hem kendisiyle hem de Cumhuriyet’in geçmişiyle yüzleşecek mi?

Yaşanan acılardan ötürü özeleştiri verecek mi?

Ayrıca CHP yenilenecekse hangi temeller üzerinde yenilenecektir? Türkiye’nin insan hakları, temek hak ve özgürlükler temelinde yeniden yapılanmasına, o ülkede gerçek manada demokratik hukuk devletinin kurulmasına öncülük edebilecek mi?

Kılıçdaroğlu liderliğinde CHP Kürt sorununda nasıl bir siyaset izleyecek? Sonradan geri adım atsa da, Dersim isyanını katliamla bastıran Kemalist yönetime övgüler dizen Onur Öymen’in istifasını isteyen Kılıçdaroğlu, bu güne kadar PKK’nin öncülük ettiği isyanın katliamla bastırılmasından yana olan CHP’nin kana ve gözyaşına dayanan politikasını sürdürecek mi?

‘Kürtlere ettiğimiz zulüm artık yeter‘ diyecek mi? Sorunun demokratik barışçıl çözümü için gayret gösterecek mi?

Kısacası CHP, Türkiye halklarının eşitlik, özgürlük ve kardeşlik ekseninde biraraya gelmelerine hizmet edecek yeni bir siyaset izleyecek mi? İnsan haklarına, temel hak ve özgürlüklere sahip çıkarak AKP’nin Rusya’yla ve İran’la bütünleştirmeye çalıştığı Türkiye’nin rotasını uygar dünyaya doğru çevirecek mi?

Yoksa lideri değişse de kendisi kaldığı yerden devam mı edecek? Bu sorular CHP kadar Türkiye’yi; Türk, Kürt vd. hepimizi ilgilendiriyor. CHP Kurultayı bunların bir kısmına yanıt verecektir. Bekleyip göreceğiz.

gunayaslan@hotmail.de
yeni özgür politika

İç Savaş için Linç Kültürü Besleniyor!


İnsanlık tarihinin katliamlar tarihi olduğu herkesçe kabul gören bir saptamadır. Belli siyasi güçler, siyasal amaçlarını hayata geçirmek, egolarını tatmin etmek için kendilerinden olmayan halkları ve farklı dini görüşü benimsemiş kitleleri ortadan kaldırmak veya sindirmek için, insanlık dışı yollara baş vurmaktan çekinmezler. Hedefe varmak için, her yol ama her yol mubahtır(!!!)
Onların insanlık ve acıma duyguları, süresiz tatile gitmiştir. Yaşlı, çocuk, hamile, hasta ayırımı yapmazlar. Hedefe kilitlenmiş bomba taşıyan uçak gibiler... Menzile varmak için, her zaman B,C, planları vardır. Hele bunlar Osmanlı’nın torunları ise, onlardan oyun, tuzak boldur. Kurdukları hükümetleri araç olarak kullanırlar. Ülkenin kalkınmasını, halkların refahını, mutluluğunu düşünmezler. Refahı, kendi dar çevrelerine sunarlar. Çağdaş demokrasi kuralların etrafından dolanırlar. Yasalarında eşitlik yazılı olmasına karşın, bunu kendi yandaşları için uygularlar. Buna karşın, demokrasi sözcüğünü ağızlarından düşürmezler. Birleşmiş Milletlerce kabul gören evrensel değişiklikleri benimser, imzalar; çucuk hakları, kadın hakları gibi.... Ama ülkesinde polise taş atan çocukları, büyükler gibi özel ağırceza mahkemelerinde yargılayıp 20 yılı aşan ceza vermekten çekinmezler. Ülkemizde, 3000 çocuk cezaevinde. Kimi hükümlü ve kimide yargılanıyor ya da bir yıldır yargılama sırasını bekliyor.
Anadolu ve Mezopotamya’da yaşıyan halklar, bu cenderenin içinde yaşam mücadelesini veriyor. Asuriler, Keldani’ler,... bu güçler tarafından, göçe zorlandı; soykırıma uğratıldı, yok edildi. Ermeniler, pekçok dünya devletlerin parlementolarında onaylandığı gibi soykırıma uğratıldı. Şimdi sıra Kürt ve Alevilerde. Aleviler kuyulara dolduruldu. Kılıçtan geçirildi. Canlı canlı yakıldı. Kurşunla, kör bıçakla öldürüldü. Kürtlerin 4 bini aşkın köyü haritadan silindi. 50-60 bin insanı öldürüldü. 20 bini faili meçhul kılıfıyla yok edildi. 3-4 milyon insanı baba ocağından sürgüne gönderildi. 20 milyon insanın kültürü, dili, örf ve ananesı yok sayıldı /sayılıyor da halen.
Katliam yapmak için kendilerine bazı gerekçeler üretiyorlar: Dini duygulardan ve hiyanetçilerden, haramzadelerden yararlanıyorlar. Genellikle dini duyguları kullanarak halkı kışkırtıyorlar. “Din elden gidiyor.”, “Bunların katli, dinimizce caizdır.”, “Din uğruna şehit düşen cennete gider.”... ve “Cihad Allah’ın emridır” gibi sloganlarla halkı galayana getiriyorlar. Karnı doğru dürüst doymayan köylü ve ezilen asker, cennette rahat etmek için, önüne gelen canlıyı katlediyor.
Birkaç örnek vermek gerekirse: Dersim katliamın mimarlarından, Bitlis’li Kürümoğlu ailesinden olup Kürt kökenli, o günün başbakanı İsmet Paşa, Alevilerin deyimiyle bir haramzade olarak, “Milliyet yegane vasıta-i iltisakımızdır (milliyetçilik tek birleştiricimizdir). Vazifemiz, Türk vatanı içinde bulunanları behemahal Türk yapmaktır. Türklere ve Türkçülüğe muhalefet edecek anasırı kesip atacağız.” (Vakit gaz. 27 Nisan 1925) diyor. Keza, Sivas demir yolun açılışında diyor ki: “Sadece Türk milletin bu ülkede etnik ya da ırki bir takım haklar istiyebilir. Başka hiç bir kişinin buna hakkı yoktur.” (Milliyet gaz. 31.8.1930). Bu görüşlerini, Şark Islahat planıyla hayata geçirmek için, katliam, yakma, yıkma ve sürgünlerle hayata geçirmeye çalışıyor. Hiyanetçi, Seyid Rıza’nın yeğeni Reyber’den para karşılığı yararlanırlar.
Koçgiri İsyanı’nda, Hiyanetçi Ginyan aşiret Reisi Murar Paşa ve Kureşan aşiret lideri Kör Paşo kullanılmıştır. Malatya katliamında (17 Nisan 1978), cami hoparlöründe, Kur’an okunur. “Din elden gidiyor. Camiler bombalanıyor” anonsları yapılır, halk galayana getirilir.
4 Eylül 1978’de Sivas’ta, yine dini duygular kullanılır. “Ey Müslümanlar! Ne duruyorsunuz? Aleviler, Koministler namazdan çıkan Müslümanlara saldırdı. Aleviler, camilere bomba attı, 300 dindaşımız öldü. Gün cihad günüdür” diyerek halk yönlendirilir katliama. Keza, 4 Temmuz 1980, Çorum’da, 5 Mart 1971’de Kırıkhan’da, 1978’de Maraş’ta ve 2 Temmuz 1993’de Madımak’ta aynı konular işlendi, katliamlar gerçekleştırıldı. Gaye hep aynı: Türk olmayan veya Türklüğü kabul etmeyen ve Hanefi mezhebini benimsemeyeni yaşatmamak, asimile etmek, sindirmek....
25-30 yıldır ülkede kirli bir savaş sürdürülüyor. Bundan başarı sağlanmıyor. Şimdi de, aleni bir iç savaşı çıkartmak için linç kültürü geliştirmeye çalışılıyorlar. Son olarak, Muğla’da bir üniversite öğrencisini linç etmeye girişmişler. Kürt öğrenci hastahanede ölüm mücadelesını veriyor. Bir çok işyeri kurşunlanmış ve tahrip edilmiş. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek ise, BM İnsan Hakları İnceleme komisyo’nunda “Biz çocukları kelepçelemiyoruz. Hiç kimsenin cinsel, dinsel ve etnik kimliğinden dolayı ayrımcılık yapmıyoruz” diyor. Yalan söylüyor. Polislere taş attıkları için çocuklara 10-15 yıllık ceza veriliyor. 3000 çocuk halen içerde. Islık çalan çocuklara bile ceza veriliyor. Azadiye Welat gazetesının yazı işleri müdürüne 166 yıl ceza... Kürtçe selam verdikleri için siyasilere yine mahkümiyet... 
Bunun sonucu iç savaşa gitmez de nereye gider? Tek çıkar yol: İktidarını pekiştirmek için, anayasanın ucunda birkaç madde değiştirmek değil; Tüm halkların sesı olacak demokratik, çağdaş bir anayasanın hayata geçirmesiyle, halklar kardeşçe yaşar ve akan kanlar son bulur, ülke huzura kavuşur.
Yanılıyor muyum????
elbistanliali@fsmail.net

Karadeniz'de Yeni Güç Dengeleri

1853 senesinde, müttefikler İngiltere, Fransa, Piyemote-Sardinya ve Osmanlı Devleti ile Çarlık Rusya’sı arasında Kırım savaşı yapılmıştı.Bu savaş, Akdeniz ve doğu Avrupa’da çarlık Rusya’sının yayılmacı politikaları sebebiyle çıkarları tehlikeye giren Batı’nın ilk kez Rusya’ya açtığı savaştı. Kırım tarih boyunca jeostratejik konumu sebebiyle çekim merkezi olmuştur.Osmanlı’nın 300 yıllık kapalı denizi Karadeniz, enerji mücadelesinin öne çıktığı 21. yüzyılda da yeniden ısınmakta olup bu mücadelede Kırım en stratejik bölgeyi oluşturmaktadır.

Öte yandan 2006’dan itibaren Rusya, ortaya çıkan bazı belirtiler de eski Doğu bloku lideri Rusya ile ABD arasında kılıçların kınından çekildiğine dair öngörüleri doğruluyor.Bir yanda ABD’nin Rusya’yı çeşitli bölgelerden kuşatmaya yönelik faaliyetleri yoğunlaşırken öte yanda bundan rahatsızlık duyan Rus yetkililer ise askeri faaliyetlerini artırarak ABD’yi tehdit etmekten geri durmuyorlar.ABD’nin eski doğu bloku ülkelerindeki etkinliğinin artması,örneğin Polonya ve Çek Cumhuriyetinin füzesavar sistemlerini topraklarına yerleştirmeyi kabul etmesi,Romanya ve Bulgaristan’ın ABD’ye üs vermesi Rusya’yı ciddi anlamda rahatsız etmektedir.Ancak Rusya’yı bunlardan çok daha fazla huzursuz eden husus ise ABD’nin bir süredir durulmuş gibi gözüken Karadeniz üzerindeki emellerinden vazgeçmemiş olması gerçeğidir.

ABD 2006’da NATO Riga zirvesinde ‘demokratik çok taraflılık’ fikri bağlamında ‘küresel işbirliği’ şemasını ortaya attı.Müttefikleri tarafından isteksizce ve birazda muğlak bir şekilde desteklenen küresel işbirliği şemasına göre, NATO görev alanı dışındaki bölgelerde de bölge ülkeleriyle askeri operasyonlar dahil işbirliği yapmalıydı.Büyük Ortadoğu projesinin yan ürünü olarak ortaya atılan Geniş Karadeniz veya Büyük Karadeniz projesi,canlanan transatlantik ilişkilerin ve aynı zamanda ‘demokratik çok taraflılık’ fikrinin uygulanması olarak görülmelidir.Eski Sovyet alanında sınırlı etki araçlarına sahip olduğunun farkında olan ABD,söz konusu bölgenin genişlemiş Avrupa ve geniş Ortadoğu arasında bulunmasından ve kilit enerji transit bölgesi olmasından dolayı,Avrupa güvenliği açısından hayati önem taşıdığı gerekçesiyle büyük Karadeniz’in Avrupa tarafından kapsanması gerektiğini ileri sürmektedir. Avrupa ve ABD’nin ortak çıkarlara sahip olduğu savıyla temellendirilen Geniş Karadeniz bölgesinde transatlantik işbirliği fikrinin doğal sonucu olarak Ukrayna,Moldova,Azerbaycan ve Ermenistan’ın NATO yoluyla Batı’ya bağlanması ‘kalıcı barış’ adına ABD tarafından önerilmektedir.Rusya’nın muhtemel tepkisinden dolayı bazı NATO ülkeleri bu plana tereddütle yaklaşmışlardır. Nitekim Putin,2007 Münih konferansında bu plana oldukça sert tepki vermiştir.

KARADENİZ’İN STRATEJİK DERİNLİĞİ


ABD’nin Rusya çevresinde girememiş olduğu tek bölge olan kapalı deniz Karadeniz’ de, Aktif Çaba adlı NATO deniz gücünün konuşlandırılması planları bilindiği gibi Türkiye ve Rusya’nın müşterek gayretleriyle 2006’da engellenebilmişti.Ne var ki,Bulgaristan ve Romanya’da deniz üsleri kurmak için anlaşmalar yapan ABD,isteğini ertelemiş gibi görünse de Karadeniz’e girmekte ısrarlıdır. Stratejik önemi olan Karadeniz’de bayrak gösteremezse Rusya’yı kuşatma politikasında zaafiyetler oluşacağı, gelecekte özellikle enerji hammaddelerinin güvenli geçişi ve Kafkasya’dan Orta Asya’ya uzanan İslam ülkelerinin Ilımlı İslamcı yeşil kuşak ile kontrolü açısından sorunlar çıkabileceğinin farkındadır.Bu nedenlerle Karadeniz çevresinde ve özellikle Ukrayna ve Gürcistan’da gün geçtikçe güçlenen ABD’nin, emperyalist emellerini sadece havadan sağladığı bağlantılarla gerçekleştirmek isteyeceği düşünülmemelidir.

ABD’NİN KARADENİZ HEDEFLERİ


ABD’nin Karadeniz ve çevre bölgelerine ait ana hedefi:
• Soğuk savaşın sona ermesini takiben ortadan kalkan Avrupa’daki Rus etkisinin yeniden canlanmasını önlemek.
• Ukrayna ve Gürcistan’ı NATO’ya entegre ederek Rusya’nın Karadeniz’deki stratejik konumunu daha da kısıtlamak.
• Kendisinin ve Avrupa’nın enerji güvenliğini sağlamak amacıyla gerektiğinde Kafkasya ve Hazar bölgesine müdahale edebilmek için Karadeniz’de jeostratejik üstünlüğü ele geçirmek.
ABD bu üç hedefe ulaşabilmek için Kafkasya bölgesinde,caydırıcı ve politik kontrolü sağlayabilecek daimi bir askeri gücü konuşlandırmakta kararlıdır.Romanya ve Bulgaristan ile birlikte fotoğrafın parçaları bir araya getirildiğinde ABD’nin Sovyetler Birliğinin dağılmasından sonra NATO’nun genişleme stratejisini kullanarak askeri yığınağını Avrupa’dan Karadeniz ve Kafkasya’ya kaydırmaya çalıştığı açıkça görülmektedir.

KİLİT ÜLKE: UKRAYNA


Ukrayna, Gürcistan ve Azerbaycan ile birlikte ABD‘nin plan ve stratejilerinde kilit ülke konumundadır. Ukrayna’nın politik olarak tamamen ABD’ye entegrasyonu halinde (NATO ve AB üyeliği) Hazar enerji bölgesine 1000 km daha yaklaşılmış olacak,Karadeniz bağlamında doğu-batı ekseninde en süratli ve ucuz enerji akışı sağlanacaktır.Ayrıca Ukrayna’nın saf değiştirmesiyle Rusya, Soçi ile Novorisisk arasındaki dar bir kıyı şeridine hapsedilerek donanması kontrol altına alınıp Rus anavatanı kıskaca alınacaktır.

ABD uluslar arası siyasi konjonktöre bağlı olarak en geç 5 yıl içinde Ukrayna’yı NATO üyesi yapmayı planlamaktadır. Turuncu ‘devrimle’ ABD saflarına çekilmeye çalışılan Ukrayna’da yönetim NATO’ya girmekten yanaysa da ülkenin doğusundaki halk Rusya’nın etkisiyle buna açıkça karşı çıkmaktadır.Kaldı ki Rusya ile ilişkilerinde enerji bağımlılığını azami ölçüde yaşayan Ukrayna’nın NATO üyeliğinin kolay olmayacağı açıktır.

NATO HEVESLİSİ GÜRCİSTAN


Ukrayna’da durum bu şekildeyken,Türkiye’nin stratejik yaşam alanında, Karadeniz’le Kafkas ülkeleri arasında köprü konumunda ve Kafkasları kontrol açısından stratejik bir konumda olan Gürcistan’da hem yönetim ve hem de halk NATO üyeliğinden yana eğilim göstermektedir.

Ne var ki NATO’ya giriş kriterleri anımsandığında bunun çok da kolay olamayacağı açıktır.Çünkü üyeliğe kabul edilecek ülkenin sınır anlaşmazlığı ve iç çatışmalarla malul olmaması gerekmektedir. Gürcistan açısından ise bu tür sorunlar çok büyük boyutlarda mevcuttur. Gürcistan Güney Osetya ve Abhazya konularında Rusya Federasyonu ile ciddi şekilde çatışma içerisindedir.Gürcistan’ın NATO’ya birkaç yıl içerisinde girmesi halinde Rusya’nın, etkin olduğu Ermenistan ve bir ölçüde etkili olduğu Azerbaycan’daki gücü giderek azalacaktır.Rusya’nın bugün bu ülkelerle Abhazya ve Güney Osetya üzerinden sağladığı bağlantı da ortadan kalkacaktır. Bu husus Rusya’nın kuşatılma psikolojisini ve Gürcistan’a karşı son bir yıl içerisinde takındığı sert ekonomik ve siyasi tavırları açıklayan nedenlerden birisidir. Gürcistan’ın olası NATO üyeliği bu ülkeye Rusya’ya karşı bir dokunulmazlık kazandırırken diğer yandan Gürcistan’ı militan bir ön karakol ve hatta harekat üssü olarak ABD’nin emrine verecektir.Geçmişte Kırgızistan ve Ukrayna örneklerinde olduğu üzere bölgenin ‘renkli devrimlerini’ desteklemiş olan Gürcistan, Rusya ve Orta Asya içlerine bir hançer gibi saplanarak ABD adına 5.kol faaliyetlerinde daha militanca tavırlar sergileyecektir.Keza Gürcistan kendi kaderlerini tayin etmek isteyen halklar ile (Örneğin Megrel’ler) de facto olarak kendinden ayrılmış Abhazya ve Güney Osetya’nın statülerine ileride daha da çok direnecektir.Yumuşak karnı Güney Kafkasya’da ki etkinliğinin giderek azalacak olması Rusya’yı oldukça rahatsız etmektedir.
Gürcistan’ın yakın gelecekte NATO’ya girecek olması ileride Türkiye açısından da büyük sorunlar ve ikilemler ortaya çıkarabilecek bir husustur.Türkiye ve Rusya’nın desteğiyle, barış içerisindeki Karadeniz’de, NATO’nun genişlemesi ve ABD etkisine girmesi durumunda dengelerin değişmesi yüksek olasılıktır.Rusya ile olan dengeli ekonomik ve siyasi ilişkilerin bozulması söz konusudur. Gürcistan’ın NATO üyeliği Karadeniz’deki politik ve askeri dengeleri kökten sarsarak çok tehlikeli gelişmelere yol açabilir.

ERMENİSTAN SENARYOSU


ABD Ermenistan’ı Batı blokuna entegre ederek Gürcistan-Ermenistan-Azerbaycan’dan oluşan güney Kafkasya zinciri ile Rusya’yı güneyden,İran’ı Kuzeyden kuşatmayı planlamaktadır.Bunun içinde Ermenistan’ın Rusya’ya bağımlılığının sona erdirilmesi gerekmektedir.ABD’nin Karadeniz’e yerleşmesi ve Türkiye’nin yardımı halinde (ABD Türkiye’nin Ermenistan sınırını açmasını bunun için de ısrarla istemektedir) bu planlar kolayca hayata geçirilebilecektir.

KIRIM’DA ARTAN İSTİKRARSIZLIK


Kırım bölgesi yakın gelecekte Karadeniz’deki istikrarlı ortamın bozulmasına neden olacak potansiyel bir tehlike alanı olarak görünmektedir.Ukrayna sınırları içinde kalan Kırım Yarımadasının esas sorununu son 50 senedir yerleştirilen Rus asıllılar teşkil etmektedir.

Rusların Sivastopol’daki kiralama döneminin bitimine 10 yıl kala Kırım’daki istikrar gittikçe bozulmaktadır.Rusya’nın nihai hedefi,nufusun % 68’i Rus kökenli olan Kırım’ın referandumla önce otonom bir cumhuriyet haline getirilmesi,daha sonra Rusya’ya katılmasıdır.Bu oluşumu NATO üyesi Ukrayna’nın kabul etmemesi halinde NATO anlaşmasının 5.maddesi gereğince NATO üyesi ülkeler Ukrayna’yı destekleme durumunda kalacaklardır.Bu durumda Türkiye hem askeri destek vermek hem de NATO donanmasına Boğazları açmak zorunda kalacaktır.Böylece Türkiye Batı-Rusya çatışmasında, 150 yıl önce Kırım savaşında olduğu gibi bir kez daha cephe ülkesi olacaktır.Bu senaryo Gürcistan ve hak iddia ettiği Abhazya otonom bölgesi için de aynen geçerlidir.

KARADENİZ’DEKİ GÜÇ DENGELERİ


Dağılan Sovyetler Birliği sonrası ABD önderliğindeki Batı, Kuzey Moldovya,Beyaz Rusya ve Ukrayna hariç tüm eski Sovyet peyklerini emperyalist sisteme bağlamıştır.Bundan sonraki ABD plan ve stratejilerinin amacı Karadeniz,Hazar ve Orta Asya üzerinden benzer bir jeostratejik konuma ulaşmaktır.Bu açıdan Karadeniz,batıdan doğuya doğru uzayan jeostratejik eksenin en önemli enstrümanını oluşturmaktadır.Alternatif enerji kaynakları bakımından zengin Karadeniz ile Hazar’daki enerji kaynakları ve hidro karbonların Batı Avrupa’ya güvenli bir şekilde ulaştırılması konusunda ABD’nin petrol ve gaz devleri, Rusya’nın enerji çarları ile büyük bir mücadeleye hazırlanıyor.

Rusya’nın güvenliği açısından Karadeniz kesinlikle taviz verilmeyecek ve hiç çekinmeden savaşı göze alacak derecede önemlidir.Nitekim Rusya,ABD veya NATO askeri alt yapısının kendi sınırlarına kadar uzanması halinde,1990’da Paris’te imzalanan Konvansiyonel kuvvetlerin sınırlandırılması anlaşmasından çekileceğini açıklamıştır.

SON YERİNE


• ABD kendisi ve Avrupa’nın enerji güvenliği-sömürüsü için Karadeniz üzerinden Kafkasya yoluyla Hazar enerji bölgesine ulaşmak istemektedir.Bu maksatla NATO’yu kullanmaktadır.
• Rusya’nın kararlı duruşu sonucu şimdilik Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO’ya girişinin ertelenmesi sağlanmıştır.
• Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği Karadeniz’deki politik ve askeri dengeleri kökten sarsarak savaş nedeni olabilecektir.
• Kırım, Ukrayna-Rusya arasında çıban başı olarak durmaktadır.Barışçı bir çözüm bulunamaması halinde 250 senelik Rus şehri Sivastopol’un da sınırları içinde bulunan Kırım casus belli olabilecektir.
• Karadeniz’deki bir çatışmada Türkiye’nin tarafsız kalması mümkün olmayacaktır.Bu nedenle Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliğine karşı çıkılmalıdır.
• Türkiye ABD’nin Karadeniz’e yerleşmesine ve Montrö anlaşmasının en küçük bir tadiline bile izin vermemelidir.Zira Karadeniz’e yerleşen ABD , Ege ve Akdeniz’den sonra Karadeniz vasıtasıyla Türkiye’yi çepeçevre kuşatmış olacaktır.
• Türkiye ,Rusya ile yakın işbirliği içinde Karadeniz’in sadece bu denize kıyısı olan ülkelerce korunmasını ve savunulmasını sağlamalıdır.



Yazı: Ahmet HACALOĞLU K., 30.09.2007

Lazca'nın Geleceği Üzerine


2000’li yılların basamaklarını tırmanırken AB sürecine giren ülkemiz, bir yandan da demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmaktadır. Şüphesiz bunların en başında geleni anadil eğitimi ve anadilde yayın hakkıyla ilgili atılan adımlardır.

Devlet alışagelmiş, katı ve baskıcı kurallarını yumuşatıp ılımlı bir duruş sergilemeye çalışırken, çok değil 6-7 yıl öncesine göre dudak uçuklatacak kararlar alabilmektedir. Ülkemizde demokratikleşme adına atılan bu adımları desteklediğimizi belirtirken, değişik yönde gelen eleştirilerin ana başlıklarını hatırlamakla yetinelim.

Bir kere hatırı sayılır bir kesim var ki bu gelişmelerden memnun görünmektedir. Memnuniyetin dışında kalanlardan kimileri gelişmeleri şaşırtıcı bulurken, kimileri de sakıncalı bulduklarını dile getirmekte. Kimileri de iktidarın seçim yatırımı olarak görmektedir. Yalnız ortada hiç kimsenin pek ilgilenmediği önemli bir kitlenin de oldukça enteresan görüşleri var ki, o görüşler de benim dudağımı uçuklatacak cinsten. Hayatı boyunca demokratikleşmeye karşı çıkıp, Türkiye’nin çok dilliliği ve çok kültürlülüğünü hiç sahiplenmeyip karşısında olanlar, bugün devletin bu işleri ihmal edip çok geciktiğini söyleyebilmekteler. Ben de bu kadarına da pes vallahi diyorum. Bu insanlar bunca zaman neyi savunmuşlar ki?

Biz bu tartışmaları muhataplarıyla baş başa bırakarak devletin bu tutumunu destekleyip demokratikleşme adımlarını sürdürmesini istiyoruz. Ülkemizin çok dilli ve çok kültürlü konjonktüründe bu ülkenin vatandaşlık onurunu taşıyan herkese devletin her kademede aynı mesafede durması gerektiğine inanıyoruz.

Ülkemizin demokratikleşme sürecinde hem var olabilmek, hem de bu sürece katkı sağlamak için Lazların şapkasını önüne koyup ona göre sağlam bir duruş belirlemesi gerekiyor. Bu süreçte var ya da yok olmayı bu duruş belirleyecektir. Devletin katı ve inkârcı tutumuna direnildiği gibi süreç içinde de ne gördüm delisi olmadan ipin ucunu kaçırmamak gerekir. Bunun için devleti karşısına almayan, devletle cebelleşmeyen politikalar geliştirilmelidir. Bugüne kadar kısır bir döngüde hapsedilip içeriden ya da dışarıdan çeşitli senaryolarla bölücülük fobileri geliştiren baskıcı ve inkârcı zihniyetin kuşatması kırılırken, hak ve hukuk kavramından yoksun, taleplerin bilincinde olmayan, dik başlı ve slogan varı söylemlerle öne çıkmak hiç kimsenin işine yaramaz. 

Bir kültürün gelecek kuşaklara taşınmasında olmazsa olmaz tek araç dildir. Halı hazırda Lazcanın günümüz kullanımıyla geleceğe taşınamayacağına kuşku yoktur. Daha doğrusu yazılamayan hiç bir dilin geleceğe taşınabilme şansı bulunmamakta. Öncelikle bunun altını çizdikten sonra Lazcanın kitlelerce okunup yazılması çalışmalarını yoğun bir şekilde sürdürmek gerekiyor. Şu an Lazcanın yazılıp okunabilecek bir alfabesi olduğunu çok az sayıda insan biliyor. Oysa yirmi yıla yakın bir zamandır ülkemizde Lazca yazılıp çizilmekte ve çeşitli yayınlar yapılmaktadır. Şu an bütün diyalektlerin yazılışını karşılayan Lazca alfabe vardır. Lazların bunu bilmemelerinin çeşitli nedenleri olabilir. Bunlara mazeret uydurmanın mantığı yok.

Lazlar için kültürel milat sayılan 1993 yılından bu yana yaptığımız çalışmaların yetersizliği ortada. Daha doğrusu müzik dışında birkaç kişinin yayınları ve iki tane web sitesinin ötesinde sürdürülen bir şey yok. Müzikte de on beş yılda var olabilen bir isim dışında misyonu devralacak birinin yetiştirilememesi kendi alanında derin bir boşluk.

Ne yapılmalı?
 
Ne yapılmalı sorusuna çok uzun soluklu bir süreci kapsayabilecek bir cevabı oturtabilmek gerekiyor. Basın-yayın ve dernek-vakıf gibi örgütsel yapılanmaların ötesinde bir süreçtir sözünü ettiğim. Örgütsel yapılanmaların gerekliliği elbette ki tartışılmaz. Ama kuşaklar arası bir süreçte dilin ve kültürün korunup geleceğe taşınmasında tek lokomotif güç halktır. Bugüne kadar böyle olduğu gibi bundan sonra da böyle olacaktır. Bunun için Lazcayı hızla yazılı dil haline getirmek gerekiyor. Lazcanın okunup yazılması ne derneklerle, ne web siteleriyle ne de basın yayın yoluyla yapılabilir. Devletin vereceği bir televizyon yayını da bu işlere araç olamaz. Mesele devlete Lazcayı kabul ettirmek değildir. İş bununla bitmiyor. Mesele Lazca eğitimi alabilmektir. Bunun için ona verdin bana da ver mantığı terk edilmeli. Biz devletten sus payı istememeliyiz. Sus payı yerine bizzat devletin anadil eğitimine el atmasını istemeliyiz. Lazca, konuşulan bölgelerin eğitim ve öğretim müfredatına zorunlu yerel dil veya seçmeli yerel dil olarak girebilir. Devlet bir anadil politikası geliştirmedikçe derneklerle, dergilerle ve nihayetinde özel kurslarla bu işler yürütülemez. Öncelikle halk anadiline sahip çıkarsa, halkın bu isteği devletin anadil politikası geliştirmesine manivela olabilir.
Devamında Laz Dili ve Edebiyatı kürsüsü ve nihayetinde bir Laz Enstitüsü olmadan bu dilin ve kültürün geleceğe taşınması hayalperestlik olur. Geçmişte bıraktığımız yirmi yıllık süreç bu açıdan çok kısa bir süreç değildir. Hiç değilse Lazlardan bir dilbilimci, filolog ve bir Lazolog yetişebilirdi. Bu alanda akademisyenler yetişmedikçe; dilin fonetiğini ve yapısını inceleyen gramerler ve özgün kültüre ilişkin bilimsel eserler üretilemedikçe; kültürü, edebiyatı ve sanatı yazılıp gelişemedikçe bu dilin geleceğe taşınması boş bir beklenti olacaktır.

Kâmil Aksoylu

Çernobil Felaketinin 23. Yıl dönümünde ve Hızla Artan Kanser Hastalıkları

Çernobil faciasında yetkililerin komiklikleri 
karikatürlere konu olmuştu
Çernobil yağmurları üzerimize yağdı
Ses çıkarmadık sustuk hayatımız karardı
Yaprak dökümü gibi tek tek gitti yiğitler
Eskiden aramızda cesur yürekler vardı

Karadenizlileri nasıl bilirsiniz? Esprili, cana yakın, el attığı her işte başarılı olma azmine ve dinamizmine insanlar olarak mi? Dünyanın neresine gitseniz mutlaka bir Karadenizli’ye rastlarsınız. Onlar gurbet insanıdır. Bölgenin coğrafi yapısı ve tarım alanlarının yetersizliği Türkiye’nin hatta dünyanın dört bir yanına savurmuştur onları... Son yıllarda buna bir neden daha eklendi: KANSER.

Cerrahpaşa Hastanesi Onkoloji Servisi’ni ziyaret etmeyen ordaki dramları görmeyen bu yazıya farklı gözle bakabilir.

26 Nisan 1986 Karadeniz’de takvim yaprağı döndü

1986 yılı, Nisan’ın 26 günü Karadeniz’de takvim yaprağı dondu. O gün Ukrayna’nın Kiev kenti yakınlarındaki Çernobil nükleer santralinin 4 numaralı reaktöründe bir patlama meydana geldi. Patlama ilk önce pek önemsenmedi çünkü kimse radyasyon denen şeyin ne olduğunu henüz bilmiyordu. Adı ÖLÜM olan bu dehşetin boyutları yıllar sonra anlaşılacaktı. Çernobil’den yayılan radyoaktif serpintinin 160 bin km2’lik bir toprağı kirlettiğini, bu bölgede radyasyonun tamamen yok olması için 48 bin yıl geçmesi gerektiğini söyleyecekti uzmanlar. Kazanın insan ve çevre üzerindeki etkilerinin zamanla artacağını açıklayan uzmanların söyledikleri 19 yıl sonra Karadeniz ve Trakya bölgelerinde görülen acı verici kanser vakalarıyla somut gerçekliğe dönüştü maalesef. Bugün Cerrahpaşa ve Çapa Tıp Fakültesi Hastaneleri’nde tedavi görmekte olan her 100 hastanın 70’i Trakya ya da Karadeniz bölgesindendir.

Karadeniz bölgesinde radyasyon havaya, suya ve toprağa bulaşmıştı

Çernobil’deki patlama ikinci dünya savaşı sırasında Japonya’nın Hiroşima ve Nagazaki şehirlerine atılan atom bombalarının 200 katı büyüklüğünde bir etki yaratmıştır. Bu patlamadan etkilenen Karadeniz bölgesinde radyasyon havaya, suya ve toprağa bulaşmıştır. Buradan da hayvanlara ve insanlara geçmiştir. Bu döngü neticesinde de kanser vakalarında kazanın ardından başlayan süreçte anormal bir hızla artış meydana gelmiştir.

Biraz radyasyon iyidir

Başbakan adına Müsteşar Hasan Celal Güzel imzalı acil bir mektupla Çernobil faciasıyla ilgili yazı ve araştırma yasaklanmış, sadece dönemin Sanayi ve Ticaret Bakanına konuşma yetkisi verilmiştir. O da ekran karşısında çay içerek “Dinine imanına inanan radyasyon var diyemez. Biraz radyasyon iyidir. Biraz radyasyonlu çay daha güzel oluyor.” şeklinde, tarihe geçen bu korkunç sözleri sarf etmiştir. Bu talihsiz açıklamayı Karadenizliler’in unutması mümkün değildir, öyleyse bile KANSER hatırlatmıştır. Çünkü bütün bölge büyük bir travma yaşıyor.

Buraya kadar verdiğimiz veriler karşısında eli boş durmayan ve harekete geçen sivil toplum kuruluşları da var elbette. Yöre dernekleriyle koordinasyon halinde çalışmalarını sürdüren Trabzon Dernekler Birliği bu facianın her yıl dönümünde etkinlikler düzenliyor ve kanserin önemine dikkat çekiyor.

Kazım Koyuncu : Kanseri kanser olmayan birinin anlaması zor
Trabzon Dernekler Birliği’nce 23 Nisan 2005’te organize edilen “Çernobil’in Etkileri ve Hasta Hakları” konulu panelde bu sorunlar masaya yatırılmıştı. Kazım Koyuncu hasta olduğu halde panele konuşmacı olarak katılmıştı. Yaptığı konuşmada “Kanseri kanser olmayan birinin anlaması zor. Sizler kanseri 100 tane kitaptan öğrenirsiniz. Ben benimkini öğrendim. Bir hasta gelse ilaç verebilecek durumdayım. Volkan Konak da söylüyor. “Doktorlar da ne bilur? İstatistik nerede? O koca burnumu her şeye soktuğum için bu hastalığın da tanrıdan geldiğini düşünüyorum” sözleriyle dinleyenleri güldürmeyi başarmıştı. Konuşmasında, “Bir kaset yaptım, gazete çıkarır gibi yazdım. Hayatta hep gıcık işlerle uğraştım. “Beni kanser ettiniz” demek istiyorum. Her şeyin içinde bulunmak zorundaydım. Sistem bizim gibi insanları dinlemiyor. Asi, muhalif... Kanser beni ilgilendirmiyor. Beni yaşamlar ilgilendiriyor. Mücadele edin. Güç bizde. Yönetenlerden kanserden ölen var mı son dönemlerde? Ben Türkiye’de her şeyin bir sektör olduğuna inanıyorum. Türkiye’de hiç radyasyon olmasa da sistemin kendisi yeter zaten. Ama hiç merak etmeyin bundan sonra da muhalif, illet, deli bir herif olmaya devam edeceğim” diyordu. Ayrıca panelde sarf ettiği ve altını önemle çizmek istediğim “Türkiye’de bir sistem sorunu var. Beni radyasyon değil Türkiye’deki sistem kanser etti” cümlesini unutamıyorum.

Sibel Kalaycı : İhraç edilemeyen fındıkları okullarda bize yedirildi
Ve Sibel Kalaycı. Onu o gün yüz yüze tanımıştım. Çektiğiği büyük acılar sonrası sonsuza uğurladık. O gün yaptığı konuşmada : “Ben çocuktum o zaman. İhraç edilemeyen fındıkları okullarda bize yedirildi. Kanser hastasıyım ve 3,5 yıldır kemoterapi görüyorum. İnsanlar yerinde tedavi edilmeli. Başka bir şehre gidince hasta, yakını nerede kalacak? Hastalar olabildiğince kendi bildikleri ortamda tedavi edilmeli diye düşünüyorum” demişti.

Çernobil faciasında yetkililerin komiklikleri karikatürlere konu olmuştu

Biri içti diğeri yüzüne sürdü. Eski Sanayi ve Ticaret 
Bakanı Cahit Aral
 
Biri içti diğeri yüzüne sürdü. Eski Sanayi ve Ticaret Bakanı Cahit Aral bütün dünya radyasyona karşı önlem alırken halkı “sükunete” çağırmış, radyasyondan halka zarar gelmeyeceğini halka kanıtlamak için televizynlarda ve basının önünde sık sık çay içmiş, “Türklere radyasyon dokunmaz” demişti. Çevre Bakanı Doğan Akyürek’te bir zarar olmadığını göstermek için yüzüne sürmüştü

Karadeniz: ABD'nin Yeni Ortadoğusu



SSCB’nin yıkılmasından sonra tek süper güç olarak kalan ABD, emperyalist ihtiraslarını gerçekleştirmek üzere 2000 yılından itibaren yeni bölgesel politikalar geliştirdi. Bu politikaları stratejik bölgelerde mutlak söz sahibi olma esasına dayandırdı.


Sanayi ve teknolojideki hızlı gelişme sonucunda, enerjiye duyulan ihtiyaç olağanüstü boyutlara vardı.Hem ABD ve hem de sanayileşmiş ülkelerde kullanılan enerjinin büyük oranda ithal edilen petrol ve doğal gaza dayalı olması onları üretici ülkelere bağımlı hale getirdi. İşte tamda bu noktada,tek süper güç pozisyonunu devam ettirmek isteyen ABD, yeni bir stratejik anlayış geliştirdi.Enerjiyi kontrol eden ülkenin 21 nci yüzyıla hükmedeceği gerçeği.

ABD bu anlayış çerçevesinde, enerji yollarının geçtiği Kuzey Afrika, Kafkasya, Orta Asya ,Hazar havzası,Basra Körfezi,Kızıldeniz,Doğu Akdeniz ve Karadeniz gibi stratejik bölgeleri denetimi altına alarak ‘yeni dünya düzenini’ oluşturmak üzere adımlar attı.Bu adımların en kapsamlısı genişletilmiş Ortadoğu ve Kuzey Afrika projesidir(BOP). Bu projenin sınırları Ortadoğu,Türkiye,Kafkasya’dan Asya’nın ortalarına kadar gitmektedir.

ABD’nin yeni politikaları ve stratejik anlayışında Karadeniz havzasının önemi daha da artmıştır.Ortadoğu’nun üzerinde bir şemsiye gibi durmakta olan Karadeniz Hazar havzası ve Orta Asya petrol ve gazının Batı pazarlarına erişiminde etkin bir bölgedir.Ayrıca son senelerde Doğu Karadeniz’de saptanan alternatif enerji hidrojen, bölgenin enerji konusundaki önemini daha da artırmıştır.

Karadeniz Kafkasya’yı doğrudan denetleyebilecek bir konumda olmamasına karşın, Avrupa’daki Rus etkisinin yeniden canlanmasının engellenmesi, Rusya’nın stratejik konumunun daha da kısıtlanması ve ABD elebaşılığındaki emperyalizmin enerji güvenliğinin sağlanmasında önemli bir işlev görecektir. ABD bu üç hedefe ulaşabilmek için NATO’nun genişleme stratejisini kullanarak Karadeniz’de caydırıcı bir askeri güç konuşlandırmakta kararlıdır. Stratejik denklem içerisinde Karadeniz’in rolü ABD açısından olağanüstü artmıştır. Karadeniz 21 inci yüzyıl stratejik denklemi içerisinde ciddiye alınması gereken yeni bir odak olarak ortaya çıkmıştır.



Karadeniz fotoğraf Black Sea photo picture



ABD, Karadeniz denkleminde rol alabilmek üzere 2003 Eylül’ünde Bulgaristan ve Romanya ile bir dizi anlaşmalar yaparak üsler konusunda kolaylıklar sağladı.Yine ‘renkli devrim’leri Ukrayna,Gürcistan gibi Karadeniz ülkelerinde başlattı.Buna ilaveten 2005 senesinde Doğu Akdeniz’de NATO bünyesinde oluşturulan AKTİF ÇABA (Active Endevaur) operasyonu görev alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesi için bölge ülkelerini görüşmeye davet ederek ikinci adımı attı.Karadeniz’in doğrudan kontrol altına alınması ABD’ye,Ukrayna ile ilişkinin perçinlenmesi,Gürcistan’daki Abhazya ve Osetya sorunlarına müdahil olma şansını vermesi, Azerbaycan ile ilişkisini güçlendirmesi, Ermenistan’daki etkinliğini artırması,Hazar havzası ve Orta Asya’daki hareketliliğini kolaylaştırması,bu bölgedeki doğal enerji kaynakları üzerinde kontrol sağlaması,Rusya’nın etkinliğinin kırılması olanağını yaratacaktır.ABD,Irak’a yapacağı müdahaleden önce Trabzon limanında üs kolaylığı isterken de esas olarak bu amacı gütmüştür.

ABD’nin bu girişimini Karadeniz’de kıyısı olan Bulgaristan, Romanya, Ukrayna ve Gürcistan desteklerken Rusya ve Türkiye karşı çıkmıştır. Rusya yumuşak karnı olarak gördüğü Kafkasya’da ABD’nin etkili konuma gelerek egemenliğinin Güney’den daha da sınırlanmasına engel olmaya çalışırken Türkiye, Montrö boğazlar sözleşmesinin ihlali anlamına geleceği ve dolayısıyla boğazlardaki egemenliğinin tartışılacağı kaygısını taşımaktadır.

ABD,2006 senesi Mayıs ayında aniden aktif çaba operasyonu görev alanının Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesi önerisinden vazgeçtiğini açıkladı. Bunda hiç şüphesiz Irak bataklığında içinden çıkılmaz durumda olması ve daha da önemlisi İran ile olan gerginliğin rolü oldu. ABD, İran sorununda Rusya ve Türkiye’nin etkin şekilde rol alabileceği düşüncesindedir.Keza Türkiye üzerinden Kazak petrolünün Avrupa’ya iletilmesi projesi de etmen olmuştur.Ancak konuya küresel açıdan ve emperyalist ihtiraslar penceresinden yaklaştığımızda geçici geri çekilme olduğu açıktır.Koşullar olgunlaştığında,Ukrayna ve Gürcistan’ın NATO üyeliği gerçekleştiğinde Karadeniz için aktif çaba operasyonu projesinin doğrudan veya ‘küresel NATO’ adı altında tekrar gündeme getirilmesi beklenmelidir.Tabiidir ki Karadeniz konuşulurken Montrö rejiminin revize edilmesi de masaya yatırılacaktır.



ABD’nin Karadeniz’de yükselen askeri varlığı Boğazlardan geçişin önemini artırmış olup ortamı ısıtmaktadır. ABD Karadeniz’in kilidinin Boğazlar olduğunun farkındadır ve bir kez o bölgeye sokulursa çıkarmak mümkün olmayacaktır.


Ahmet HACALOĞLU              www.karalahana.net 

LAZİSTAN Mebusu OSMAN NURİ BEY (ÖZGEN) - 1890-1943


LAZİSTAN MEBUSU OSMAN NURİ BEY (ÖZGEN) - 1890-1943Rize'nin Çayeli Kazası'na bağlı,Gündoğdu Nahiyesi'nin Akpınar (Kalamoz) köyünde 1890 yılında dünyaya gelmiştir.Altı
kardeşin en büyüğüdür. Babası,Batum sınırlarımız içerisinde olduğu zaman,orada fabrikası bulunan,daha sonra Rize'ye
gelerek Belediye Başkanlığı yapmış olan,İsmailoğlu Tevfik Bey,annesi de Cemile Hanım'dır.

LAZİSTAN MEBUSU OSMAN NURİ BEY (ÖZGEN) - 1890-1943İlkokulu Rize'de,orta öğrenimini Trabzon Lisesi'nde tamamlayıp,daha sonra İstanbul'a giderek imtihanla Mühendis
Mektebi'ne girerek İnşaat Mühendisi olarak mezun olmuştur.Tatillerde babasının Batum'daki fabrikasına giderek hem
çalışmış hem de gayet iyi derecede Rusça konuşmayı öğrenmiştir. Ayrıca Fransızca lisanı da mükemmel idi.Fevziye Kurtuluş
Hanımefendi ile evlenerek,Cahit,Nahit,İbrahim,Saadet,Tevfik ve Selma adlarında altı çocukları olmuştur.

Milli heyecan ve o günkü koşullar içerisinde Vatan Meseleleri'ne kesinlikle ilgisiz kalmamış ve o günkü deyimi ile
Lazistan Mebusu olarak Osmanlı Mebusan Meclisi'nde bir müddet çalıştıktan ve Milli Mücadele'nin zaferle sonuçlanmasının
ardından,birçok arkadaşı ile birlikte,Milli Hükümet'in prensip ve davranışlarını benimseyerek,Mustafa Kemal emir ve
komutasındaki hareketlere katılmak üzere Ankara'ya gelmiştir.Osmanlı Meclisi Mebusanı'nda çalışırken de gizli olarak,sık sık Mustafa Kemal ile temaslar içinde idi.Milli Hükümet'in prensiplerini benimseyen diğer Mebuslarla birlikte,Beşiktaş'daki gizli yerlerinde çok önemli toplantılar yaparak,Anadolu Hükümeti ile bütünlüğü sağlarlardı.Mustafa Kemal'in Anadolu'ya
geçmesini istediği Vatanseverler,Osman Nuri Bey'in organizasyonu ile,o zamanlar boğazlara hakim olan Rize'li taka sahipleri
vasıtası ile Anadolu'ya gönderilirdi.Bu görev Osman Nuri Bey tarafından yürütülürdü. Ayrıca birçok silah ve cephane de aynı
yolla Anadolu'ya kaçırılırdı.Anadolu'ya yine Vatansever gönderildiği bir gün yapılan bir ihbar sonucunda,Hüseyin Cahit ile
Yalçın Bey ve bazı arkadaşları,korkmaları ve güvenemedikleri için,teslim olarak İngilizler tarafından Malta'ya sürgüne
gönderilmiştir.Hüseyin Cahit Bey'in kendisine ait hatıratında bu olaylar açıkça belirtilmiştir.

 
LAZİSTAN MEBUSU OSMAN NURİ BEY (ÖZGEN) - 1890-1943Ankara'daki politik çalışmaları sırasında bir taraftan Milli Mücadele'nin sözcülüğünü yapmış ve bundan başka Yunus Nadi
nin çıkarmış olduğu Yenigün Gazetesi'nde;
* Anadolu'ya Tedip,
* Mecliste Gruplar,
* İlm-i Hayat-Nazar-ı İnkılap,
* Meclise sunduğu 1 nolu takriri ve bunlardan başka daha birçok enteresan ve değerli yazıları vardır.Bunlardan başka
Dr.Fethi Tevetoğlu'nun Türkiye'de Sosyalist ve Komünist Faaliyetleri kitabı (1910-1960) sayfa 219 da;
" Çoktanberi Anadolu'dan gelecekleri beklenmekte olan Türkiye Büyük Millet Meclisi Elçileri'nden fevkalade heyetin Tuapse
yolu ile Moskova'ya vardığı haberi Meclise geldi.Bu heyet Atatürk tarafından seçilmiş olup,başta Büyük Millet Meclisi İktisat
İşleri İcra Vekili Yusuf Kemal Tengirşenk ve Hariciyeİşleri Vekili Bekir Sami,Lazistan Mebusu Osman Nuri Bey,Müşavir
Dr.İbrahim Tali ve Seyfi Efendi'lerden mürekkepti.Kafkasya yolu açılıncaya kadar,Sovyet silah,cephane ve para yardımı
toplama ve transit merkezi Moskova idi.Karadeniz kıyısındaki Tuapse'den Lazistan Mebusu Osman Nuri Bey'in nezaretinde
motor ve vapurlarla Trabzon'a beşyüzbin altın Ruble,silah,cephane ve Alman tüfek cephanesi (1626 sandık) garp cephesinde
kullanılmak üzere Samsun ve İnebolu'ya gönderilmişti". Bu aralarda çok mühim olan 1920 Bolu-Gerede-Düzce isyancılarına
bilhassa Osmanlı Hükümeti tarafından vazifelendirilen Anzavur adlı kimse her gittiği yerde halkı isyana teşvik etmekte
idi.Mustafa Kemal'in halkı teskin ve uyarması vazifesi ile gönderdiği kimselerden bazıları yakalanarak zincire vurularak
öldürülmüş,bir kısmı Bolu ve Düzce'ye götürülmeleri sırasında dayanamayıp hastalanarak ölmüş,sağ kalanlar ise devamlı
işkence görmekte idi.Bu durum devam ederken,1920 senesinde Mustafa Kemal tarafından değerli Vatansever bu
arkadaşların kurtarılması için,Trabzon Mebusu Hüsrev Bey,Gerede-Bolu Mebusları Şükrü ve Fuat Bey'le birlikte
Lazistan Mebusu Osman Nuri Bey bu seyahate,Rize'den getirttiği 250 silahlı Vatansever'i de yanına alarak gitmiştir.Bu
heyetin vazifesi yörenin ileri gelenleri ile konuşup nasihat etmek ve Milli Kuvvetler'e karşı isyandan vazgeçmelerini istemekten
ibaretti ve başarı ile sonuçlandırılmıştı.Bu heyetin Gerede-Bolu ve Düzce'deki vazifeleri sırasında başlarından geçen olaylara
ve Lazistan Mebusu Osman Nuri Bey' e,Yunus Nadi' nin"Kurtuluş Savaşı Anıları" adlı kitabının 289.sayfasından sonra
genişçe yer verilmiştir.

1923 senesinden sonraki Parlamento hayatına girmemiş,Mühendislik mesleğinde,Samsun-Çarşamba,Samsun-Amasya,Samsun
Sivas,Malatya Zonguldak,Ankara ve daha birçok yerin demiryollarını,ortağı Abdurrahman Naci Demirağ ile birlikte
kurdukları şirketleriyle yapmışlardır.En son olarak da İzmir-Selçuk yolu üzerindeki,eskilerin deyimiyle Cellat Gölü adlı
bataklığın suyunu,açtığı geniş kanallarla Efes yakınlarından Ege Denizi'ne boşaltarak,şimdi Cennet Ovası denilen ve
pamuk yetiştirlen büyük bir ova haline getirmiştir.Bu işin sonunda Atatürk tarafından mükafat olarak kendisine armağan
edilen bu Cennet Ova'yı ve okul olarak kullanılmak üzere tüm şantiye binalarını yörenin köylülerine bırakmıştır.Daha sonraki
yaşantısına İstanbul Göztepe'de aldığı köşkte devam etmiş ve 14.12.1943 tarihinde İstanbul'da vefat etmiştir.

Sahra-i Cedit Kabristanı'nda yatmaktadır.Ruhu şad olsun.

Samsun Merkez ve Köylerindeki Yunanistan Mübadillerinin Yerleşimi

Samsun Merkez ve Köylerindeki Yunanistan 
Mübadillerinin

Mübadillerin Selanik Garı’ndan Türkiye’ye hareketleri

Hikmet Gürcan 

30 Ocak 1923 “LOZAN BARIŞ KONFERANSI”nda “Mübadele Sözleşmesi” imzalandı.Mübadillerin yerleşeceği 1. alan Sinop, Samsun, Ordu, Giresun, Trabzon, Gümüşhane, Amasya, Tokat ve Çorum illeri idi.

Göçmenler geldikleri yere göre TÜTÜNCÜ, BAĞCI ve ZEYTİNCİ olarak gruplandırılmıştır.  

Mübadelenin başlangıç tarihi olan Kasım 1923’ten, Kasım 1924 tarihine kadar Samsun merkez ilçeye 5.539 kişi yerleştirilmiştir. 6.463 kişi de Bafra ve köylerine yerleşmiştir. Türk kökenli Arnavutlar da bu sayıya dahildir.

Alemdar Çiftliği: 28 hanede 112 nüfus meskûndur.

Antyeri: Köy dahilinde 49 hanede 284 nüfus Sarı Şaban’lı göçmen yerleştirilmiştir.

Asarağaç köyü: 73 hanede 259 nüfus meskûndur.

Aşağı Çinik: İlk etepta 41 hanede 161 nüfus yerleştirilmiştir. 1932 tarihli Aşağı Çinik köyü arazi tevzi defterine göre bu köyde yerleşenlerin toplam sayısı 223 hanede 809 nüfustur.

Avdan köyü: Drama mübadillerinden 27 hanede 91 nüfus yerleştirilmiştir.

Çanakçı köyü: 20 hanede 76 nüfus yerleştirilmiştir.

Çandır köyü: Çandır köyünde Drama’nın Iskıranava, Berbişta ve Hüseyin köyü mübadillerinden 21 hanede 65 nüfus göçmen yerleştirilmiştir.

Çatal Armut köyü: Drama mübadillerinden 32 hanede 106 nüfus yerleştirilmiştir. Daha sonra 22 hanede 79 nüfus rençper yerleştirilmiştir.

Çınaralan köyü: 54 hanede 189 nüfus Sarı Şaban mübadili yerleştirilmiştir.

Çırakman köyü: Drama, Sarı Şaban, Muratlı ve Kula mübadillerinden 112 hanede 210’u kadın ve 219’u erkek olmak üzere toplam 429 kişi yerleştirilmiştir.

Çinekoğlu köyü: Hasköy’ün Çinek Çiftliği’nde Sarı Şaban’ın Kurudere köyü mübadillerinden 44 hanede 184 göçmen yerleştirilmiştir.

Demircusu Köyü: Kayalar’ın Kırımşah göçmenlerinden 28 hanede 113 nüfus yerleştirilmiştir.

Derecik köyü: Derecik köyünde Drama’nın Karacaköy mübadilleri yerleştirilmiştir.Ayrıca bu köyde 6 hane Batum mültecisi bulunmaktaydı.

Devgeriş köyü: 1926 tarihinden itibaren köy dahilinde 63 hanede 241 nüfus bulunmakta. 1927 yılında köy dahilinde 14 hanede 44 nüfus Çaylak mübadili iskan edilmiştir. Daha sonraları köy dahilinde yerleştirilenlerin sayısı 99 hanede 413 nüfusa
ulaşmıştır.

Düvecik köyü: Sarı Şaban mübadillerinden 26 hanede 105 nüfus adi iskan derecesinde
yerleştirilmiştir.

Düzköy: Köy dahilinde 51 hanede 224 mübadil iskan işlemi görmüştür. Ayrıca köy dahilinde Priştine, Prezrin ve İpek köyü mübadillerinden 30 hanede 190 nüfus yerleştirilmiştir.

Gürgendağ köyü: 13 hanede 58 nüfus iskân edilmiştir.

Gürganyatak köyü: Alibey mahallesinden 16 hanede 83 nüfus sarı şaban mübadili iskân edilmiştir.

Hacı İsmail köyü: 64 hanede 226 Drama mübadili yerleştirilmiştir.

Hasköy (Papasköy): Sarı Şaban’ın Kurudere, Mustafaoğulları, Karaca Koyun, Beklemiş, Olucak, Uzunkaya, Baraklı ile Drama’nın Karamanlı mübadillerinden 200’ü erkek ve 262’si kadın olmak üzere toplam 462 kişi yerleştirilmiştir.

İlyasköy: bu köyde Sarı Şaban’ın İnceğiz köyü mübadillerinden 63 hanede 262 mübadil yerleştirilmiştir.

Kalkanca köyü: 22 hanede 88 göçmen yerleştirilmiştir.

Karagöl köyü: Drama mübadillerinden 23 hanede 119 kişi yerleştirilmiştir.

Karaperçin köyü: Sarı Şaban mübadillerinden 25 hanede 107 kişi yerleştirilmiştir.

Kavacık köyü: 1924 yılında Drama’nın Kırlar köyü mübadillerinden 50 hanede 165 göçmen adi iskân derecesinde yerleştirilmiştir.

Kelkaya köyü: Ustrumca ve Sarı Şaban mübadillerinden 21 hanede 82 nüfusyerleştirilmiştir.

Kesilli köyü: 27 hanede 154 nüfus Drama mübadili yerleştirilmiştir.

Kızılköy: 32 hanede 124 nüfus yerleştirilmiştir.

Kızıloğlak köyü: 1931 tarihi itibarıyla ikisi Batum ve diğerleri Sarı Şaban mübadili olmak üzere 20 hanede 82 göçmen yerleştirilmiştir.

Kozlu köyü: Sarı Şaban mübadillerinden 42 hanede 136 nüfus yerleştirilmiştir.

Kurugökçe köyü: Bu köye Sarı Şaban’ın Karaca Ova mübadillerinden 40 hanede 158 göçmen iskân edilmiştir.

Ökse köyü (Kutlukent): Sarı Şaban’ın Nedirli ve Beklemiş köyü mübadillerinden 112 hanede 455 göçmen adi iskân derecesinde yerleştirilmiştir.

Sarıbıyık köyü: Sarı Şaban’ın Muradlı köyü mübadillerinden 26 hanede 108 nüfus yerleştirilmiştir.

Taşan köyü: Sarı Şaban’ın Karaca Koyun, Doyran ve Kulçalar köyü mübadillerinden 1924 yılında 133 hanede 253’ü kadın ve 220’si erkek olmak üzere toplam 473 kişi yerleştirildi.

Tekkeköy: 27 hanede 138 göçmen yerleştirilmiştir.

Teknepınar köyü: 1924 yılında Sarı Şaban’ın Nedirli ve Gaziler mübadillerinden 8 hanede 14’ü erkek ve 18’i kadın olmak üzere toplam 32 kişi iskan edildi.

Tepecik köyü: 1920-1921 yıllarında 42 hanede 166 nüfus Kırım göçmeni buraya yerleştirilmiştir. 20 hanede 88 nüfus Beklemiş köyü mübadilleri buraya yerleştirilmiştir.

Yerlice köyü: Mamodos köyüne sınır olan Yerlice köyüne 1923 yılında Trabzon,Rize ve Alucra mültecilerinden 12 hanede 60 kişi yerleştirilmiştir.

Yukarı Çinik köyü: 95 hanede 318 nüfus mübadil yerleştirilmiştir.
Mübadele ile gelenler dışında bu defada 1929-1936 yılları arasında Göçmen olarak gelenler olmuştur.

samsun tarihi fotoğraf

Mübadele ile Gelenler Dışında 1929-1936 Yılları Arasında Göçmen Olarak
Gelenlerin Yerleşim Tablosu

S.No Yerleştiği Yer- Geldiği Ülke -Hane –Nüfus- Geliş Tarihi

1 Alibeyli Yunanistan 16 83 1932
2 Antyeri Yunanistan 75 266 1931
3 Asarağaç Yunanistan 73 259 1932
4 Aş. Çinik Yunanistan 223 809 1932
5 Avdan Drama 27 91 1931
6 Çinekoğlu Yunanistan 43 181 1932
7 Çanakçı Yunanistan 18 65 1932
8 Çandır Yunanistan 21 65 1932
9 Çınaralan Yunanistan 57 243 1932
10 Çırakman Yunanistan 77 312 1933
11 Demirci Sarışaban 8 46 1931
12 Demirci (Kavak) Yunanistan 60 158 1932
13 Derecik Drama 79 287 1935
14 Dereköy Yunanistan 6 25 1932
15 Devgeriş Yunanistan 99 424 1932
16 Düvecik Drama 26 105 1931
17 Düzköy Yunanistan 30 190 1935
18 Gürgendağı Sarışaban 13 58 1931
19 Hacıismail Sarışaban 63 219 1932
20 Hasköy (Papazköy) Sarışaban 55 266 1932
21 İlyasköy Sarışaban 63 262 1932
22 Kalkanca Yunanistan 21 88 1932
23 Karagöl Yunanistan 23 119 1931
24 Karaperçin Yunanistan 25 107 1932
25 Kavacık Drama 50 160 1931
26 Kavak Yunanistan 27 69 1932
27 Kelkaya Sarışaban 21 82 1931
28 Kızıloğlak Sarışaban 20 82 1931
29 Kozluk Yunanistan 36 116 1932
22Köseli Yunanistan 27 154 1930
31 Kurugökçe Yunanistan 39 158 1932
32 Ökse (Kutlukent) Yunanistan 112 455 1932
33 Samsun (Merkez) Kavala 48 216 1929
34 Sarıbıyık Yunanistan 26 109 1935
35 Taşan Yunanistan 87 259 1936
36 Tekkeköy Sarışaban 27 138 1931
37 Tepecik Kırım 59 238 1932
38 Yk. Çinik Sarışaban 122 422 1932

1920 - 1932 Yılları Arasında Kırım’dan Gelen Göçmenlerin Yerleşimi

S.No Yerleştiği Yer -Geldiği Ülke- Hane- Nüfus -Geliş Tarihi
1 Tepecik Köyü Kırım 42 166 1920-21
2 Tepecik Köyü Kırım 59 238 1932

1950 - 1951 Yılları Arasında Bulgaristan’dan Gelen
Göçmenlerin Yerleşimi

S.No Yerleştiği Yer Geldiği Ülke Hane Nüfus Geliş Tarihi
1 Alaçam Bulgaristan 33 164 1950- 51
2 Bafra Bulgaristan 74 384 1950- 51
3 Çarşamba Bulgaristan 83 466 1950- 51
4 Gelemen D.Ü.Ç. Bulgaristan 19 101 1950- 51
5 Havza Bulgaristan 55 235 1950- 51
6 Karaköy Harası Bulgaristan 9 28 1950- 51
7 Kavak Bulgaristan 18 87 1950- 51
8 Ladik Bulgaristan 41 184 1950- 51
9 Samsun (Merkez) Bulgaristan 26 125 1950- 51
10 Taşan Bulgaristan 17 80 1950- 51
11 Terme Bulgaristan 42 203 1950- 51
12 Vezirköprü Bulgaristan 61 310 1950- 51

Lazistan Etnografyası


Maalesef bugüne kadar Lazistan etnografyası araştırma ve inceleme konusu olmamış. Akademisyen Niiko Maar’ın “Coğrafya- Etnografya Tetkikleri” ve Zakaria Tçiçinadze’nin “Rusya Lazları” adlı eser dışında bugüne kadar Lazların yaşantıları, gelenek, görenekleri konusunda eksiksiz bilgi veren olmamıştır. Lazların yaşantılarını, örf ve akidelerini tetkik ve tespit etmek bize onların kardeşleri olan Megrelleri, İmeretlilerle, Kartilelilerle, Kahlalılarla olan soy ve gelenek bağlarının mukayesesi ile öğrenmemize yardım edecektir. Bilginlerimiz bu noktadan hareketle önce Lazca öğrenmek ve bu dilin Gürcüce ile ortak yanlarını saptamak çalışmalarına giriştiler. Niko Maar, Türkiye Lazistan’ına araştırma görevi ile giden ilk bilim adamımız olmuştur. İlk Laz lisanı gramerini düzenleyen de odur. Bu çalışmalara katılan başka bilim adamları da olmuştur sonraları. Profesör İ.Kipşidze, akademisyen Arnold Çikobava ve Profesör S. Jğenti bunlardan bazılarıdır. Bu çalışmalar, Laz Gürcü yakınlığının tayininde çok büyük rol oynamıştır. Bu çalışmalar sonunda La edebiyatına ait çok değerli metinler yayınlanmıştır. Bu belgeler henüz Gürcüceye çevrilmemiştir. Bu bakımdan Lazca bilmeyen Gürcüler için bu halleriyle yararlı olmayabilirler. Bu metinleri Gürcüce karşılıklarıyla okuyucuya sunmak ilk görevimiz olavcaktır. Laz ve Megrelce metinlerin karşılaştırılması bu iki lehçenin tek dilin ögeleri olduğunu ortaya apaçık koymuştur. Bu iki kardeş halkın ortak yurtlarında kan ve kültür bağlarının araştırılması için yeterli gerekçe elde edilmiştir.
Laz ulusunun coğrafi yayılışı epeyce geniş bir sahayı kapsar. Sarp Köyü ile Kemer köyü arasında kalan sahil şeridi, güneydeki dağ silsilesi ve bir çok vadiler bu sahanın kapsamı arasındadır. 

Vahuşti’ye göre bu topraklar: Baiburt ile Borçka’nın güneyi, Tçaneti dağları ardına kadar olan saha Tçaneti arazisidir. Artık bu sahaya Tçaneti değil, Lazistan diyorlar. Sahilden ise:Goniodan Trabzon’a kardar uzanan kıyıboyunu içine alır. Bu sınırlar içerisinde yaşıyan halk Laz’dır. Lazca konuşur. Bazı yörelerde Osmanlı etkisi ile üslup bozulmuştur.Niko Maar’ın ifadesine göre: Tüm bölgelerde en temiz lisanı kullananlar kadınlardır. Eski gelenekleri en güzel şekilde yaşatanlar da yine Laz kadınlarıdır. 

Köylü kesimi kentliye nazaran daha arı Lazca konuşmaktadır. Fortuna vadisinde konuşulan Lazca en bozulmamış Lazcadır. Atina yöresine nazaran burada daha temiz Lazca konuşulmaktadır. Osmanlı lisanı Lazca üzerinde ağır bir etki yapmıştır. Bugün Lazcayı Türkçenin yardımı olmaksızın konuşabilmek hemen hemen olanaksızdır. Türkçenin dışında Yunanca da Lazca üzerinde etki yapmıştır. Bu nedenle Laz lisanı birçok ağızlara bölünmüştür. Yine bu nedenle Lazcanın edebi lehçesini tespitte güçlük çıkmaktadır. Lazlar’In politik bağımsızlıktan yoksun olmaları edebi lehçe tespitinde başka bir engelleyici problemdir.


Lazcayı iki farklı lehçeye indirgemek mümkündür. Bu iki lehçe birbirinden o derece uzaklaşmıştır ki, nerdeyse konuşanlar birbirini anlayamaz duruma gelmiştir. Bu iki lehçenin coğrafi sınırları şöyledir: Doğuda, Sarp, Hopa, Viçe, batıda Viçe’den Kemer’e kadar olan saha ve Atina Batısı. Bu ağız farkları o derece yakınlık göstermektedirki bir ara Niko Maar’ı bile yanlış kanaate götürmekteydi. Niko Maar bir yazısında: “Megrelce ile Lazca aynı kökene bağlı iki dil olmasına rağmen bu gün müstakil iki ayrı dil görünümü vermektedirler” demişti. Niko’dan sonra yapılan Laz- Megrel dillerinin gramatik analizleri bizi kesin ve sağlam sonuca götürmüştür. Arnold Çikobava’ya göre: Lazca ile Megrelce’nin aynı kökenli dil olduğu konusunda yeterli kanıt elde edilmiştir. Bu tek ulusun iki ayrı evladı tarihi kaderleri nedeniyle birbirlerinden ayrı düşmüşler, dilleride zamanla başkalaşıma uğramıştır. Onların başlangıç tarihlerine inildiğinde aynı ailenin fertleri olduğu açıkça görülür. Zugdidi ve Gali dolaylarında yaşlı Laz ve Megrellerle yapılan görüşmeler bizim bu düşüncemizidoğrulamıştır. “Arnold Çikobava devamla Lazca ve Megrelce tek bir Zan’canın iki ayrı lehçeleridir. Öyleki farkları Gürcücedeki Gur, Hevsur, Lenteh ve Bal-kvemo ile Svan lehçelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Lenteh ve Beço lehçelerinin birbirleriyle olan uzaklığı, Laz- Megrel uzaklığından daha fazladır. Fakat tüm bu lehçeler tek bir Gürcücenin lehçeleridir.


Bugün Laz – Megrel lehçelerinin tek bir lisan olan Zancanın iki ayrı ağzı olduğu hususunda ihtilaf kalmamıştır. Zancanın da Gürcücenin ta kendisi olduğunu söylemeye gerek olduğunu sanmıyoruz.
Burada karşılaştırmalı bir kaç sözlük örneği verelim:


Lazca
Megrelce
Gürcüce
Türkçe

Koçi
Koçi
Katsi
Adam

Toli
Toli
Tvali
Göz

Toma
Toma
Tma
Saç

He
He
Heli
El

Pici
Pici
Pici
Yüz

Tsheni
Tseheni
Tseheni
At

Hortsi
Hortsi
Hortsi
Et

Kva
Kva
Kva
Taş

Tskari
Tsari
Tsakari
Su

Aşo mohti
Aşo mohti
Ase modi
Buraya gel

Tkebi
Tkebi
Tkavi
Deri (Gön)

Otskertu
Otskertu
Utskerda
Bakıyordu

Mtskiri
Tskiri
Rtskili
Pire

Kvari
Kveri
Kveri
Çörek

Kona
Kvana
Kana
Tarla

Gza
Gza
Gza
Yol

Kineri
Kini
Kinuli
Dondurma

Tçkoni
Tçokoni
Muha
Meşe

Kurdzeni
Kurdzeni
Kurdzeni
Üzüm

Mu tku?
Mu tku?
Ra tkva?
Ne dedi?

Hoci
Hoci
Hari
Öküz

Kotumi
Kotumi
Katami
Tavuk

Puci
Puci
Puci
Düve

Cuma
Cima
Dzma
Erkek Kardeş

Dğa
Dğa
Dğe
Gün
Tçkinti
Tçkinti
Tçikinti
Süt mısır, fasülye


Daha sayısız benzerlikler bulunan Laz ve Megrel sözcüklerinin cümle içinde kullanılışları görmek için bir fıkranın bu iki dilden anlatılışını gözden geçirelim burada.

Nanak Mu Tku? (Lazca)

Ar dğas, nanakala konaşi mendaptit. Ek kai Lazuti çantu. Ma Tçkintiş otohus kogevuçki do buliş kerkitenoşve tsantsas dolovobğabpi. Nanakti kalatite tçinti lobia tsiluptu. Jur saatişkule çkimi çuta çuma Alioşa kapineri şur dololaperi çkinda komohtu do mitsves:
- Pucik çereli geni kodorinuia.
- Hoci vana mozari? Kithu nanak.
- Hocia...utsu Alioşak,
- Pote kai dzira do pinpili dihaşa gegihta. Mozari tukonna kai tuia. Ma gomakvirdu do nana bkithi:
- Moro dadis kulani-na aku muyeni pati gatsonuma?

Nanak mu Tku? (Megrelcesi)

Arti dğas nanatskuma kvanaşa midabrdit. Tek cgiri laiti çandu. Ma tçinkintişi tahuva kidipçi do buliş kerkit natsua kalats dinmuvorğvandi. Nana kalatit tçinti lebias tsilundu.Jiri saatiş ukuli çkimi çize cima Aliokaş rulat şuladirki çkinda kumortu. Mitsues, puciak tçangagini kodabadua.
Hocire do pucire? Kithu nanak.
- Hocire.utsu Alioşak
- -İrmeri cgirik gağolu. Primuli dihaşah mordudas. Puci koopenduktan cgiri ikuapudu.
- Ma gamakvira do nanas vkithi:
- -Aba bitsos (dzğabik) aşuni, muşeni getskinu?
- Titskuma muthu nanak?

Annem ne dedi? (Türkçesi)

Bir gün annemle birlikte tarlaya gittik. Orada güzel mısırlar vardı. Süt mısırları kırmaya başladım. Kiraz kabuklarından örülmüş sepete doldurdum. Annemde eteğine taze (süt) fasülye dolduruyordu. İki saat geçmişti. Küçük kardeşim Alioşa soluk soluğa koşarak yanımıza geldi:
- İneğimiz alaca buzağı doğurdu, dedi.
- Erkek mi dişi mi? Sordu annem,
- Tosun, dedi Alioşa
- Allah iyiliğini versin. Sakalın yerlere kadar uzansın. Ama dişi olsaydı daha iyi olurdu.
- Annemin bu sözüne hayret ettim. Sordum:
- Öyleyse yengem kız doğurduğunda niçin üzülmüştün?
- Annem buna ne cevap verdi bilir misiniz?


Lazcanın üç şivesi vardır. 1-Atinuri, 2.Vitsur- Arkabuli, 3.Hopuri. Atinuri lehçesi de (Bulepuri) (Artaşanuli) olarak ikiye ayrılmaktadır. Hopuri lehçesinin hareket noktası (Çhaluri) dir. Vitsur- Arkabuli lehçesinin oluşumu ise bu iki bölgenin karışımından meydana gelmiştir.


Şimdi burada bu üç değişik Laz lehçesinin karşılaştırmasını görelim:

Hopuri
Vitsur-Arkabuli
Atinuri
Türkçesi
Tsakari
Tsari
Tsari
Su
Tkebi
Tebi
Tebi
Deri
Kuci
Uci
Uci
Kulak
Çkoni
Mçokoni
Mçoni
Meşe
Matskunen
Matskunen
Matsunen
Darılırım
Tkobaşa
Tkobaşa
Tkobaşe
Gizlice
Kvaoci
Uaoci
Kvaoci
Karga
Kvali
Kvali
Kvali
Peynir


Bugün coğrafi ve politik engeller yüzünden Lazca ile Megrelce gitgide birbirinden uzaklaşmaktadır. Megrelce Gürcüceni, Lazca ise Rumca ve Türkçenin etkisi altında kalmaktadır. Bunun sadece Gürcüceye ilişkin yönüne örnek olarak bakalım:

Lazca
Megrelce
Gürcüce
Türkçesi

Eskiden
Bugün


Markvali
Markvali
Kvertshi
Kvertshi
Yumurta
Nana
Nana
Dida
Deda
Anne
Noğa
Noğa
Kalaki
Kalaki
Kent
Dzikva
Dzikva
Şarvali
Şarvali
Şalvar


Bugünkü Türkiye Lazistan’ının nüfusu bir türlü 240.000’i aşamamaktadır. Bu nüfus içerisinde Lazca konuşanların sayısı da 160.000 geçmemektedir. Bu durumu şu şekilde açıklamak mümkündür: Kentsel yaşam koşulları Lazları ana dilde konuşma olanağı tanımamaktadır. Kentteki tüm ilişkiler Türkçe üzerine kurulmuştur. Anadolu’nun iç ve uzak kentlerine göçe zorunlu bırakılan Laz kesimi anadillerini kullanma olanağından yoksundur. Lazcanın ayakta tutulduğu yerler ise. Türkçe konuşmakta güçlük çeken kırsal kesim kadınlarının dünyasıdır.

Yukarıda belirtildiği gibi: Lazistan sahası, Çoruh vadisinden Trabzon kentini içine alacak şekilde sınırlanmıştır. 1925 yılına değin bu bölge Türkiye haritasında Lazistan olarak gösterilmekteydi. Buna göre Karadeniz sahilboyunca Laz kentleri olarak kabul edebileceğimiz yerleşim birimleri şunlardır: Trabzon (Lazcası Tramtra), Rize (Rizini), Mapavre (Mepeuri), Pazar (Atina Sürmene, Vitse, Hopa ve bunlara bağlı köyler. Tüm bu yerleşim birimlerinin adları yakın tarihe değin Lazca- Gürcüce olarak kullanılmaktaydı.


Bugünkü Gürcüstan’da Sarp köyü dışında daha bir hayli Laz nüfusu yaşamaktadır. Bunlar: Batum kent merkezinde, Gonio bucağında, Thilnari, Maho ve Simoneti köylerinde oturmaktadırlar.
Bunun dışında Abhazya’da bir miktar Laz nüfusu bulunmaktadır.Gudauta, Oçamçire, Sohum kentleri çevrelerinde dağınık olarak yaşayanların dışında topluca bulundukları kesimlerde vardır. Bu topluluk Gulripşi kenti yakınındadır. Toplam nüfusu 2500’den fazladır. Son yılların getirdiği tarımsal ve sınai gelişmeler paralelinde Lazların sosyo-ekonomik güçleri bölgedeki Gürcülerle birlikte yükselmiştir. Gürcüstan’da en az lise tahsili görmemiş Lazla karşılaşmak mümkün değildir. Türkiye Lazlarının % 98’i okuma yazma bilmemektedir.


Lazlar işlek hafızaları ile tanınırlar. Türkiye devlet organlarında çok sayıda aydın Laz hizmet görmektedir. Buna rağmen bunlar diğer Gürcülere uygulanan kısıtlama etodu yüzünden sonuna değin yükselme olanağından yoksundurlar.

Tarımcılık ve Kültür çeşitleri

Çoruh vadisi ile Trabzon arasında uzananLaz topraklarının güney sınırı geniş yaylak ve ormanlarla çevrilidir. Bunlardan. Liman, Azlağa, Hopa, Bucak ve Beğlevan- Cipoka arasındaki sıra dağlar pek güzel ve ünlüdürler. Lazistan’In çok güzel sahil şeridi, iğneyapraklı ormanları, sağlam doğa havası ve buz gibi berrak suları Gürcüstan’ın sayfiye yerlerini anımsatmaktadır.


Lazistan doğasının güzelliğine turuçgiller, portokal, limon, mandalina, narenciye bitkileri de ayı bir güzellik katmaktadır. Buna incir, fındık ve çay bitkilerini de katabilirsiniz. Doğasının bunca zengin ve bereketli olmasına rağmen Lazistan, bu gün ekonomik yönden geri kalmış bir bölge olarak görülmektedir.


Lazların baş uğraşı hala balıkçılık ve sanaatkarlıktır. Sarp köyü arazisi dalgalı bir yerdedir. Bu köyde yaşayanlar arazilerini çapa ile (Bergi) işlemek zorunda olduklarından yetiştirdikleri ürün yıl içinde yeterli olmuyordu. Gürcüstan’da Cumhuriyet dönemine girildikten sonra Lazların geleneksel uğraşlarına (Balıkçılık, deniz taşımacılığı, toprak işleyiciliği, sanatkarlık) yeni boyutlar kazandırılmıştır. Laz balıkçıların avlanma sahası: Çoruh havzasından Liman önlerine değin uzanmaktadır.


Lazistan’da: Orça, Vitze, Talaketi ve daha bir çok köy halkı tümüyle el sanatlarıyla ekmeğini kazanmaktadır. Azlağa, Ortahopa, Arhavi ve daha birçok köy halkı ise ticaretle uğraşmayı yeğ tutmaktadır.
Laz balıkçılar (Peluki) dedikleri araçlarıyla kendi yörelerinden çok uzaklara değin açılırlardı avlanmak için. Trabzon /Tamtra), Sinop, Poli (Konstantinepol) vb. Birçok uzak sahiller onların uğrak yeri olmuştu. Gürcüstan’Da Cumhuriyet yönetimi kurulduktan sonra yeni olanaklarla Poti, Anaklia, Sohum, Oçamçire ve hatta Kerç sahillerine değin uzanıp bereketli ürün elde etmek daha kolaylaşmıştır.
Lazistan’da 15 Nisandan sonra pirinç ekimi başlar.Bu işin baş emekçileri kadınlardır. Pirinç ekimi için toprak güzden hazırlanmaktadır. Lazların başta gelen ekmeklik hububatları mısırdır. Mısıra Lazca’da Lazuti denmektedir.


Bazı araştırmacılara göre: Anadolu’Nun diğer bölgelerine mısır bitkisi Lazistan’dan götürülüp tanıtılmıştır. Mısır ekmeğine Türkler Laz ekmeği adı vermektedir. Anadolu’da mısır ve diğer bazı tarımsal ürünlerin geliştirilip yaygınlaştırılmasında Lazların çok büyük payı vardır diyebiliriz. 


Mayıs ayı başlarında mısır ekimi başlamaktadır. Bu mevsimde imeceler oluşturulur, türlü çeşitli oyunlar oynanır, şarkılar söylenir hoşça günler yaşanır. Evlenme çağındaki gençler gelecekteki eşlerini böyle günlerde beğenip seçerler. Laz gençleri beğendikleri kimseye duygularıı türkülerle anlatmaya çalışırlar. Bu türkülerden bir örnek (1937 yılında Sarp köyünden 62 yaşındaki Bayramali Hiraloğlu’ndan derlenmiştir):
Lazca
Türkçesi
İazi mulun noderpe ivasen
Kimik iazma kimi kvala goitvasen
Giuli çkimi sivaredo muivasen
Si komohta iriholo divasen
İazi mulun noderpe ivasen
Sivarataşi Giuli mutu vaivasen
Mik iazma do mikti kazi goitsaven
Pukuri ren mindoris dadiçkimi
Bazi oncğoroni dido nezuği
Giari var açkomen koren iazuği
Gotsakiruş podias uğun azuği
Aşo bozope renan dedi çkimi
Bazi tembeli ren belis giacaben
Ondğener giarişa meper dvaçapen
Kinon kitepes bureği konaçaben
Panta sarma iveni dadiçkimi
Bazi keskini ren eihorons belis
Varti eludgitun eşo tembelis
Dirduila gaçkinen getgidaş belis
Sum tsanaçkva unon edediçkimi
Yaz geliyor artık imeceler olur
Kimi yazma, kimi bürgü örtünür
Sen olmadan gülüm elden ne gelir
Sen yanımda olsan elimden herşey gelir
Yaz geliyor artık imeceler olur
Yaz geliyor artık hiç bir şey olmaz
İmi tülbent kimi yazma bağlıyor
Kırlarda çiçek açtı anneciğim
Kimi utangaç naz ediyor
Yemek yerken ne kadar günah
Eteğinde yiyecek taşımak
Böyle kızlarda var teyzeciğim
Bazıları çok tembel bele yığılmış
Ama öğlen yemeği için eli tez olur
Kınalı ellerine börek bulaşır
Herzaman dolma bulunur teyzeciğim
Bazısı becerikli, bele yapışır
Tembelle bir olup asla dikilmez
Bel üzerinde sanki boyu uzanmış gibi
Daha üç yıl gerek teyzeciğim oysa



Yaz ekimlerine de Laz gençleri bu tür şarkı ve eğlencelerle giriyorlar. Önce toprağın yüzünü otlardan arındırıyorlar, sonra beş santim kadar çukurlar açıyorlar. İçine tek tek mısır taneleri gömüyorlar. Topraklarını bilimsel metodlarla işleyip ürünün arttırılmasını bilmiyorlar. Ürünü arttırmak için topraklarını 4-5 yıl kadar dinlenmeye bırakıyorlar. Bu dinlendirme işinide sıra ile yapıyorlar. Bir kısım arazi dinlenmeye bırakılırken diğer bir kısmı ekime ayrılıyor. Bu iş böylece sürüp gidiyor. 4-5 yıl boyunca dinlendirilen tarlaya Ağremi deniyor Lazcada. İki üç yıl süreyle ekilip biçilen tarlaya da Moduli deniyor. Yukarıda belirttiğimiz gibi pirinç işçiliği kadınlara özeldir. Ağremi toprağında pirinç ekmek doğru değildir. Önce iki yıl üst üste mısır ekmek gerek buraya. Üçüncü yıl pirinç ekimi için elverişli duruma gelecektir artık. Nisan ayı pirinç ekim ayıdır. Önce erkekler toprağı temizler. Mayıs sonuna değin ekim işi bitirilmelidir. Ardından mısır ekim zamanı gelmektedir. Bu işi de kadın erkek imece usulü ile gerçekleştiriyorlar. Mısır ekimi tamamlanmamış tarla tırmıkla düzeltilmektedir.


Mısır ekimi de bittikten sonra sıra pirinç tarlalarını otlardan arındırmaya geliyor. Bu işi de kadınlar yapıyor. Ardından mısır çapalama işi yetişiyor. Mısır ürünü (Psumari) denilen otuz okkalık ölçü birimiyle ölçülüyor. Bu ölçüyü ekim sırasında da kullanıyorlar. Laf arasında (Bu yıl yirmi psumarlık arazi ektim) derler.
Güz başlangıcında pirinç hasadı başlamaktadır. Saplar demet yapılır. Demetler erkekler tarafından eve, tavan arasında taşınır. Eğer ürün bol olmuşsa, bunlar yığınlar halinde bir yere toplanır, kurutulur. Sonra da kelleleri sopalarla dövülür. Ürünün samandan ayrılması rüzgara karşı yabalarla savurmakla olmuyor. Bu savurma işine de Lazca Ohintsu denmektedir. Bazen de bu demetleri kış aylarında öküzlere ya da beygirlerle düğvenleyip ufalıyorlar.
Pirinç hasadından sonra iş sırası mısır toplamaya geliyor. Toplanan koçanlar evlere taşınıyor, ayıklanıyor, Bagen denilen özel ambarlarda muhafaza ediliyor. Mısır sapları ve koçanlardan çıkma kabuklar hayvan yaygisi olarak değerlendiriliyor.


Mısır koçanlarını ayıklama işi de çoğu kez imece işidir. Bu işte çocuklar da büyük ölçüde yardımcı olurlar. Bagende kurutulmuş mısır koçanlarının dövülmesi kalın topuzlu sopalarla yapılmaktadır. Üçbeş bagenin ızgaralı döşemesi üzerinde yığılı koçanları dövüyor, tanesi ızgaralardan aşağıya dökülüyor, boş somaklar ise orta yerde kalıyor. Mısırın un haline getirilmesi genellikle köy yakınında, bir ırmak üzerinde kurulu Mskibu denilen su değirmenlerinde olmaktadır. Aşağı yukarı Lazlarda her aile grubu bir özel değirmene sahiptir. Bazen de bir kaç değişik aile ortak bir değirmen kurmakta, sıra ile bundan yararlanmaktadır.


Darı da biçildikten sonra tavan arasına depolanıyor. Başakları kurutma işi Ovle adı verilen çubuk örme kaplarda, baca içinde asılmakla yerine getiriliyor. Başaklar baca içinde iki günde ufalanmaya hazır hale gelmektedir. Darının harmanlanması Onçamure’De pirinçte olduğu gibi Onçhavre yapılmaktadır. Ürünün bol olduğu yıllar harmanlama işi için su ile işleyen bir çeşit çarklı makine sisteminden de yararlanılmaktadır.


Toplumsal iş hayatında imecenin, karşılıklı yardımlaşmanın pek önemi vardır Lazistan’da.Gniş arazilerdeki ekim (Otasu) ya da (Ohaçku), çapalama (Gomalu), ayıklama (Okinu) işleri hep bu tarz dayanışmalarla yürütülmektedir. Küçük arazilerdeki sebze, meyve yetiştirme işlerinde imeceye gerek duyulmamaktadır. Çalışma sırasında karşılıklı türküler söylemek, şiirler okumak Laz iş hayatında önemli yer tutmaktadır. İş sırasında gençler iki gruba ayrılmakta, karşılıklı iğneleyici şiirli, türkülü sözlerle atışmalar zincirini sürdürüp götürmektedirler. Bu atışmalı türküler sık sık balıkçı ağı eğiren kızlar arasında da yapılmaktadır.


İmeceler sıra ile yapılmaktadır. Önce bir kaç imeceye gidilip gün kazanılmakta, 15-20 iş günü kazanılınca da imecetoplanmaktadır. Bazen de önceden imece çağrılmakta, sonraki günler bunun karşılıkları ödenmektedir. Buna adam kazanmak (Koçi mogaperi) ve adam borçlamak (Koçiş gedvaleri) denilir.İmece de borç savma işine (Gedvaleri), gün kazanma işine de (Ugedvalu) denmektedr.
İmece çeşitlerini de şöyle sayabiliriz: Ekme imecesi (Ohaçkuşnoderi), Çapalama İmecesi (Gomoluşnoderi), Mısır Toplama (Otahuşnoderi), Ayıklama İmecesi (Okinuşuoderi), Devşirme İmecesi (Otsiluşnoderi), vb. Bu imecelerde kadın erkek birlikte çalışılır.


Yeni kurulan bir evin ağaçlarının taşınmasında, yeni inşa edilen bir deniz aracının suya indirilmesinde (Pelukaş gelençeşi), Ağ ipliğinin eğrilmesinde (Masas nokapeş othu) borçlandırmadan, karşılık beklemeden imeceye katılınmaktadır. İnşaat araçlarının taşınması, av araçlarının suya indirilmesi işi erkeklere, iplik eğirme işi de kadınlara aittir. Burada kadın erek işbirliği yoktur.


Bir köyde değişik bir kaç imece aynı gün çağrılabilir. Bu köyün büyüklüğüne, yapılacak işin önemine göre değişir.


İmece günü ve adam sayısı imece sahibince önceden belirlenir. Ona göre yemek hazırlığına girişilecektir. Sabah erkenden imece sahibi köy içinde yüksekçe bir yere çıkar, çevreye (Hayde,hayde) der, çalışma saatini bildirir. Kimi zaman nişanlı kız ile (noğami) nişanlı erkek karşılıksız olarak birbirinin işine koşmaktadır.


Laz evleri genellikle meyilli arazide kurulduğundan temel yerini kazımak büyük işgücünü gerektirmektedir. Bu tür işte de karşılıksız yardımlaşma görülmektedir. İmeceye katılanlar 8 saatten fazla işte tutulmazlar. Şarkı, türkü, şiir okumada geçen süre de buna dahildir.

İş araç gereçleri:

Bugün Türkiye Lazistanı’nda yaşayan halk ekonomik ve kültürel gerikalmışık nedeniyle tarım araçlarını babadan, atadan kalma biçimleriyle kullanmaktadır. Bunlar arasında karasapan (Hocikokari) örnek gösterilebilir. Bu alet kambur bir ağaçtan yapılmakta, ucuna demir susta takılmakta, çift öküz koşulup kullanılmaktadır.Mısır ekiminde kullanılan araçlardan dar ağızlı (Çapabergi) ile geniş ağızlı (Palabergi) de hala tarihi karakteriyle yaşamını sürdürmektedir. Toprak kazıma işinde kullanılan araçlardan biri de (Obelusbari) denilen bel’dir. Bu araç demirden yapılmış, iki dişli bir nesnedir. Tezeklerin ufalanmasında kullanılan bir çeşit tırmık (Potshi) de ilkel haliyle yaşamaktadır. Hast işinde kullanılan bıçkı ise bildiğimiz el orağıdır. Tüm bunlar, kuşaklar boyunca değişmemiş, geliştirilmemiştir.


Lazlar bahçecilikle de uğraşmaktadırlar. Yetiştirilen sebze türleri: Lahana, fasulye, pırasa, soğan, salatalık, nane, maydanoz, reyhan, domates, biber, patlıcan gibi ürünlerdir. Tavukların saldırısından korunabilmesi için bahçeler en az 500 metre kadar köy dışında olmalıdır. Patlıcan, taze fasülye, salatalık, domates gibi sebzeler kışa saklanmak üzere konserve edilir.


Lazların uğraşıları arasında meyvecilikten de söz edebiliriz. Şeftali, elma, armut, üzüm, erik, defne, fındık, nar, ayva, incir , dut, vb. Meyveleri Lazistan’da bolca rastlanan meyveleridir. Kış için, elma, armut, erik, incir gibi meyveler güzden dilimlenip kurutulabilir. Üzümden pekmez, ekşimik ve sirke (Cumori) yapılmaktadır. Üzüm pekmezi şöyle çıkarılmaktadır. Olgun salkımlar devşirilip torbalara doldurulmakta, torbalar tahta sandıklara yerleştirilmekte, sandıklar masa gibi yüksekçe ve temizce bir yere oturtulmakta, sandığın altına geniş ağızlı bir kazan yerleştirilmekte, sabunla yıkanıp iyice temizlenmiş ayaklarla sandık içindeki üzüm torbaları çiğnenmektedir. Çıkan şıra kaynatılıp pekmez elde edilmektedir. Torbalarda kalan cibre ise bazen üzerine su, tuz, ekmek hamuru ve bir miktarda demir çivi kaynatılarak sirke yapımında kullanılıyor. Demir çivinin bu karışıma atılması “Çivi gibi sert olsun” biçiminde yorumlanıyor. Tuz ilave edilmesinin anlamı da kaynatılan şeyin “Şaraba” benzetilmemesi ve kullanılmasının helal olması biçiminde açıklanıyor. Ekmek hamurunun anlamı da çıkacak olan şeyin ekmekle ilişkili ve nimetten sayılmasındandır.


Kazanda biriken üzüm suyu sert ateşte kaynatılmaya bırakılıyor. Kaynama sırasında, üzerine bir miktar kül bırakılıyor.Külün ekşiliği alacağı söylenir. Bu mayi koyulaşıp katılaşıncaya değin ateşten indirilmiyor, sık sık karıştırılıyor. Kıvamı yeter dereceye geldiğinde de ateşten indirilip soğumada bırakılıyor.Pekmez bir kaç çeşit yemek yapımında kullanılabilen bir maddedir. Bunların en ünlüsü ise Lazların özel yemeği olan Termoni” dir. Termoni yemeği, pekmeze bulgur ve fasülye karıştırılarak macun haline getirilmekle elde edilmektedir. Pekmez uzun zaman korunması kolay olan yiyeceklerdendir.


Mart başlarında Lazistan’da narenciye bahçelerinde temizlik ve toprağı kabartma işi başlıyor. Bitkilerin kuru ve zayıf dalları ayıklanır, çevrelerindeki parazit bitkiler ortadan kaldırılır, ağaçdipleri gübrelenir. Seyrekte olsa kar yağdığı zamanlar narenciye ağaçlarının kar yüklü dallarını silkelemek ihmal edilmez bir iştir Lazlar için. Kışların ağır geçtiği yıllar taze narenciye fidanlarının sarılıp sarmalanması, soğuktan korunması gerekir. Lazların portakal ağacı yetiştiriciliği ve aşı sistemi şöyledir: Yaşlı portakal ağacı üzerinde genç bir dal seçilir, bu dala “Pilisi” denir Lazcada. Pilisinin dip kısmından 5 santim kadar genişlikte bir kabul şeridi çizilip çıkartılır. Pilisinin dip kısmından 5 santim kadar genişlikte bir kabuk şeridi çizilip çıkartılır. Soyulan bu kabuksuz kısım çakı ile iyice kazınır. O kadar ki bu kısımda kabukaltı nemi, kayganlığı kalmamalı. Pilisiye kestane kabuklarından bir saksı yapılır, çevresi ince ve kuvvetli toprakla doldurulur. Mayısta yapılan bu operasyon, sonbaharda açılıp bakıldığında Pilisinin soyulan yerin üzerinden saksı içinde kök saldığı görülür. Köklü pilisi ana ağaçtan kesilerek toprağa dikilir. Bu sistem aşılara Lazcada “Dolukidu” denmektedir. Narenciyenin diğer türleri ise normal kalem ya da göz aşısı sistemiyle yapılmaktadır.
Lazlar’ın baş uğraşları balıkçılık ya da sanatkarlık sınırı İşi için evden uzaklaşanlara “gurbete gitti” denir.Gurbetçi Lazlar arasında: Balıkçılar, gemi yapım ustalaraı, inşaat ustalaraı, ilk sırayı almaktadır. İkinci sırayı tutanlar ise sahilboyu, liman işçiliği yapanlardır. Bunlar Poti’den başlayarak tüm Doğu Karadeniz yarımdairesi boyunca Kerç (Kırım) boğazına kadar yayılmaktadır. Bu arada Lazların bulunmadığı, bir kent düşünülemez. Üçüncü sırayı alanlar, inşaat yapımcıları, dülgerler vb.dir. Bunların çoğunluğu Gürcüstan’ın değişik yörelerinde, Acar’da, Gurya’da, İmerite’de, Samegrelo’da iş tutmaktadırlar.


Yeni evli Laz gençlerinin ekmek parası peşinde gurbete gidip yıllarca yuvalarına geri dönmedikleri bilinen bir gerçektir. Gurbete gidip aile yaşamından yoksun kalan Lazların ağzından söylenmiş türkülere bu yüzden çokça rastlanır. Bunlardan işte bir örnek:
Lazca
Türkçesi
İri kurbetis vore
Her zaman gurbetteyim
Edo pçopup kipali
Kefal tutuyorum ben
İrai bdziraminoni
Yarimi görebilecekmiyim diye
Govontskapare pali
Falcıya fal baktırıyorum
***

Elabaru kalaşi
Hafiften bir yel esti
İari dililu paşi
Aldı yarimi Potiden (Kocamı)
Nosis vulu movulu
Nasıl aklım başımda olsun
İa gomaşinaşi
Yarimi hatırladıkça ben (kocamı)
***

Tsana mot gulukter
Yıllar, bitmek bilmiyorsun
Şuri mohtu kalişa
Canım boğazıma dayandı
Nisa ohoris ikten
Gelin evde şaşkın şaşkın dönüyor
Toli uğun mzoğaşi
Gözleri hep denizlere doğru
***

Sandali ielkenoni
Ey yelkenli gemi (sandal)
Aşo mot var golitsker
Niçin bu tarafa bakmıyorsun
Noğame so ikoni
Niçin sevgimi getirmiyorsun
Panta guris memakten
Yürekler ıztırapta


Uzun zaman evini dönemeyen Laz balıkçının eşi de ardından şunları söylemektedir:

Lazca
Türkçesi
Peluka ialkenoni
Ey yelkenli gemi
Gehti menda mikoni
Gel beni de al götür
Kurbetişa nuluna
Gurbete gidiyorsan
Kimoci momikoni
Yarimi de algetir
Hekti dişilerenna
Eğer orada evlenmişse
Gureli momikoni
Onun ölüsünü al gel bana
Juris toki kogiudvi
İkisine de ip bağla
Goturi guikoni
Onları sürükleyerek getir


Yaz bitimi, güz başlangıcında Laz balıkçılar ağlarını gözden geçirmektedirler. Gürcüstan Lazları Cumhuriyet döneminden önce köhnemiş teknikle avlanmaktaydılar. 60 yıllık tecrübesiyle 75 yaşındaki Laz denizci Ali Reis Numanişi bize şunları anlattı:
“On yaşımda balıkçılığa başladım. Kullandığımız araçlar dededen kalma şeylerdi. Bugünkü modern teknik olanaklarımız yoktu. Sandallarımız “Nuşi” denilen bir çeşit araçlardı. Bunlar kalın bir kütüğün yontulup kayık biçimine sokulmuş ve içi oyulmuş ilkel şeylerdi. Ağlarımızda öyle. “Suakişmosa” dediğimiz serpme ağlardan ibaretti. Bunun yanısıra olta da kullanırdık. Her balıkçı evinde ağ örebilirdi. Oltayı demirci ustalarından satın alırdık. Gürcüce Nuşi denilen kayıklar zamanla gelişt, biçim değiştirdi. Yeni şekline de Tçirniği diyorduk. Daha da geliştirilen bu araçlara bugün Peluki diyoruz işte. Oltalar bugüne dek modadan kalkamadı, hala işe yaramaktadırlar. Bugünkü oltalar eskilerine göre çok daha güzel ve kullanışlı. Demircinin kaba elinde yapılanla fabrikada üretilen olta bir olurmu? Bugünküler fabrikasyon oltalar. “Suakiş mosati” dediğimiz başka bir çengel daha var. Buna da sadece “Suaki” dediğimiz balık türünü yakalamakta kullanıyoruz. Bunların dört keskin çengelleri var. Biz “Kamangi” diyoruz buna. Bununla da “Sparo” adı verdiğimiz türden balıklar avlıyoruz. Sarp köyü önünde deniz içinde kocaman kayalıklar var. Bunlardan birinin adı “Kvamoahzi” dir. Kvamoahzinin bir kenarınadenizden avladığımız “mantai” yani “Medüz”ü – bir tür sünger, bağlayıp balıkların buraya üşüşmesini beklerdik. Elimizde çengelli mızraklar olduğu halde. Çok geçmeden balıklar medüzün üzerine üşüşür emmeye başlarlardı. Bizde süratle elimizdeki çengelli mızraklarla saldırır, şişleyebildiğimizi çıkarırdık. Bu mızraklara Lazca “Kamangi” diyorduk.


Bir tür aletimiz yine var. Bunuda Zargana balığı avında kullanıyoruz. Üç metre sopadan oluşur, basit bir şey. Üç adet sopayı ucuca birbirine bağlar, sargılarla sıkıca sarardık. Sopalar dipten uca doğru incelirdi. Bu aletin elde tutulan ilk bölümüne “Tudeni”, ikinci, ortadaki bölümüne “Şkaşi”, üçünce uç bölüüne de “Komurişi” diyorduk. Ucuna 12 metre kadar uzunlukta, renkli ipek bir ip bağlanırdı. Bu ipek ipin hazırlanışı da şöyle olurdu: İpekböceği kozaları kaynatılır, yumuşatılırdı. Sonrada bu şaplı suya yatırılırdı. Yaban elması 8ahlat) ağacı kabukları bakır bir kapta iyice haşlanır, renkli suyu çıkarılırdı. Sonra da ibrişim bu suya yatırılırdı. Bundan açık kırmızı bir ernk elde edilirdi. Bu renk iplikle yapılan av sezonunun başlarında mümkündü. Bir ay kadar sonra ise artık renk değiştirir, daha koyu sarıya boyanması gerekirdi. Koyu sarı rengi veren bir başka bitki vardır. Bunada Lacza Tskipili diyoruz. Bu bitki ince ince kıyılmakta, içine soğan kabukları karıştırılmaktaydı. Sonrada iyice karıştırıp kaynatmak gerekti. Bundan koyu sarı bir renk boya elde edilirdi. İbrişimleri bunun içine yatırır boyarlardı. Bu iplikten hamsi benzeri taklit yemlik balıklar örülürdü. Bunlar 12 metreye kadar halatlara bağlanır suya bırakılırdı.Halat çekilip sürüklendiğinde hamsi sürüsünü andıran aldatmaca balıklar (Tkomili) zarganaların saldırısına uğrar. Bu yalancı hamsilerin yüzeyi ipek iplikciklerle örtülü olduğundan zarganaların dişeri bu iplikciklere takılır, artık kurtulamazlardı. İyi bir av metodu olmasına rağmen bu usul çoktan terkedilmişti. Ancak bazı deneyimsiz genç balukçılar bunu seyrekte olsa kullanmaktadırlar. Ciddi ve büyük çaptaki balıkçılık bugün modern teknolojilerle donatılmış araçlarla yapılmaktadır.


Eskiden balıkçılık bugüne bakınca çok daha zordu. Bazen buz tutan sahillerde biz yalınayak dolaşmak, çalışmak zorundaydı. Şimdiki balıkçılık, balıkçılık değil, eğlence. Ayakta balıkçı çizmeleri, sırtta özel giysiler. Ne var böyle çalışmaya.” Ali REİS Numanişi sözlerini bitiriyor böylece.


Eskiden elde edilen balık ürünün bölüşülmesi de bir başka türlüydü: Örneğin: tekne hakkı 2 pay, Ağ ve edevat hakkı 4 pay, bunların sahibi olan kişiye 1 pay. Etti 7 pay. Kalan ürün de ava katılan kişi başına bir pay olarak dağıtılırdı. Yani bu aşamada bir kişiye düşen balık miktarının 7 misli araç gereç sahibine verilirdi. Şimdiki sistemde biraz değişiklik görülmektedir. Ava katılan her kişiye aynı oranda pay verilmekte, bunların başında duran, yönetici uzman kişilere de biraz farklı pay çıkarılmaktadır. Eskilerde Yunus avı için Çakmaklı tüfeklerden yararlanırdı. Ağır ağır seyreden tekne içinden saatte en çok beş atış yapılabilirdi. Bundan 4’ü isabet alırdı. Şimdilerde süratlı motorlu araçlarla 25 kadar atış yapılıyor, bunun 23’ü isabet ettiriliyor. Şimdiki tüfekler eskiler gibi ağızdan dolma değil, modernhartuçlu otomatik tüfeklerdir.


Lazistan’da dere balığı avcılığı da yapılır. Ancak bu tür avcılıkta henüz bir gelişme görülmemiştir. Eski usullerle ve basit gereçlerle bu iş sürdürülmektedir. Bu işte Kalati örme çubuk sepet ve Helehi iki sopa arasında gerilmiş ağ geniş çapta kullanılmaktadır.


Lazcada Kopsia adı verilen hamsi balığı gırgır ve parapati usulü ile avlanmaktadır. Parapati denen ağın diğerlerinden değişik yanı. 150 metre kadar uzunluktaki tarama ağın bir ucu teknede, diğer ucu karada sabit bir noktada bulunması, balıkların görüldüğü yönde tekne ile kovalanıp çevrilmesi ve ağa doldurulmasıdır. Dört kişilik ekip tarafından yürütülen bu tür avlanmada Çapala, Gorce, Portso, Kvaçhami, Labusi, Zargana, Gulari, Sparo, Levreki, Koteği ve Maraşkil türü balıklar avlanmaktadır.


Muruna ve Zuthi diye adlandırılan balıklar da olta ile elde edilmektedir. Yunuslara sıkılan gülle kurşun 12 milimetre çaplıdır. Tüfekle yunus avı kolay iş değildir. Hareket halindeki araçtan, hareket halindeki hedefe isabet kaydetmek ustalık isteyen iştir.
Yunus balıkları sık sık suyun yüzüne çıkıp nefes alırlar. Yavruları da su üstüne çıkarır soluklandırırlar. Yunus avcıları işte böyle anlarda onlara kurşun sıkar. Yaralanan yavru yunussa anne yunus asla yavrusunu bırakıp kaçmaz. Bu sırada anne yunusunda vurulmaı gayet kolay olur. Yaralı bir yunus yavrusu tekneye alınıp karaya doğru hareket ettirildiğinde anne yunus teknenin peşinden gelmekten asla çekinmez. Yaralı yavrunun anasını da vurmak Lazlarca çok günah sayılmaktadır. Yunuslar aslında insan canlı yaratıklardır. Bazı özellikleri de insanlarınkine benzer. Örneğin: Yaralı bir yunus yüksek sesle ağlama sesleri çıkarır, gözyaşları döker. Onun iniltileri insana ızdırap veriri.


Laizstan sahillerinde Mutika diye bir balık vardır. Bu balık da yunusgillerdendir. Mutikaların yunustan farkı gagalarının biraz daha kısa oluşudur. Bu balık yunustan daha değerli tutulmaktadır. Mutikalaın yağı yunuslarınki kadar ağır kokmamakta, kullanımı daha hoş olmaktadır.


Mutikaların ve yunusların derileri 5-6 santim kalınlığında yağ tabakasıyla kaplıdır. Bunların derileri küçük parçalar halinde doğranmakta kazanlarda kaynatılıp yağı deriden ayrılmaktadır. Yağı alınmış deri parçacıklarına Lazca’da Thiçiki adı verilmektedir. Bunun dahi insan için yararlı besin olduğuna inanılmaktadır. Bir çok ailede sıcak sıcak yenmektedir. Kara içlerinde yaşayan Lazlar sahilboyu Lazlarına Çihiki yemelerinden ötürü türküler yakmışlardır. 

Örneğin:
“ Sarpeli ar tanape, Çihikiş mşkomalepe”
“Sarp köylünün her biri Çihiki yiyicileri”

Ya da
“Sarpeli tambalaği, Mteli Delpinaş yaği, Mohvedsana var mogçaş, Ar kandelişi yaği”
“Sarp köyün tombalağı, Safi yunusun yağı, Yalvarsan da vermem, bir kandillik yağı”

Yunus yağı bugün Türkiye’De yararlanıldığı gibi, eskiden Gürcüstan’da aydınlanma işinde kullanılırdı. Yağ kandilleri çok tehlikeli aygıtlardır. Sık sık patlamakta, yangınlar çıkarmaktadır. Bugün Lazlar arasında bnun kullanılmadığı görülmektedir.

Eskiden Laz balıkçıları arasında batıl inançlara pek rastlanırdı. Örneğin: Av sezonunun açılmasını cumartesiye rastlatmakta uğur, hayır umarlardı. Herkes teknesine bir muska yazdırmayı ihmal etmezlerdi. Bunu teknenin bir kıyısında saklar, artık koruyucu güçlerin kendisine kayıracağına inanılırdı. Birkaç gün avdan eli boş dönen avcı “Tüfeğim nazar olmuş der onu hocaya (Cinciye) okutmaya götürürdü. Tüfekler okunmuş bezler, kömür parçaları bağlanır bundan hayır umulurdu. Bugünkü Lazlarda artık bu tür çağdışı inanışlara raslanmamaktadır.


Her Laz evinde daima tuzlanıp salamura yapılmış bolca balık konservei bulunur. Bu konservasyonu da şöyle yapıyorlar Lazlar: Kelleleri alınmış, içleri temizlenmiş hamsileri tuzluyorlar. Üzerine yine bolca tuz ekliyorlar, kapağını sıkıca kapatıyorlar. Zargana ve benzer balıklar da bu şekilde uzun süre saklanabilmektedir. Sudak türü denilen birçeşit balık da daha ilginç yöntemlerle saklanmaktadır. Bunları temizleyip tuzladıktan sonra baca içindeki bir çengele asıyorlar. Kurutuyorlar. Bunun da uzun süre bozulmadan kaldığı görülmektedir.


Sahilboyu Lazları arasında çulluk, turaç ve benzeri kuş çeşitlerinin avlanması da pek yaygındır. Bu av sonbahara doğru olmaktadır: Avlanma yöntemleri şöyle: 8-10 adet at kuyruğu kılı bükülüp kement yapılmakta, bir metre kadar uzunluktaki çonak üzerine sıkıca bağlanmaktadır. Bu çomak toprağa eğik biçimde çakılmakta, kemetler arasında da canlı bir çekirge ya da böcek bağlanmaktadır. Çekirge çomak üzerinde çırpındıkça üzerine çulluk, turaç ve bu irilikteki başka kuşlar saldırmakta, ayakları kıl kementlere takılıp yakalanmaktadırlar.


Şahin, aytmaca ve buna benzer avcı kuşların elde edilip eğitilmesi de Lazlar arasında bilinen bir iştir. Bu iş şöyle olmaktadır. Açık bir arazide çalı çırpıdan bir klübe yapılmaktadır. Kulübenin içinde pusuda bekleyen kişi elindeki değnek ucuna bir ayağıyla bağlı bir kuş tutmaktadır. Klübenin üstü tor (ağ)la örtülmektedir. Uzaktan bu yabani avcı kuşu görüldüğünde değnek ucuna bağlı kuş havada sallanmakta, avcı kuşun ilgisi çekilmektedir. Avcı kuş hızla avına çullandığında da tor üzerine kapanıp yakalanmaktadır. Tabii saldırgan yırtıcı kuşun avına çullanması sırasında değnek ucundaki kuş klübenin içine doğru çekilmektedir.

Yakalanan avcı kuşların eğitilmesi


Şahin türünden avcı kuşların ayağına ipekliden bir ip bağlanır. Omuzda oturtulup et, yumurta gibi yiyecekler verilir. Sonra kol üzerinde durması öğretilir. Bu arada kollar keskin pençelere karşı korunmalıdır. Tuzlu ete ve yumurtaya dadanan şahin artık sahibini kolay kolay terketmemektedir. Bunların avlanmakta kullanılması da yavaş yavş verimli olmaktadır. Önceleri 50 metre kadar uzunlukta bir ip ayağına bağlanır. Havaların yağışlı gittiği üç gün üsre ile hayvan aç bırakılır. Sonra ava çıkartılır. Avlanacak kuşlar bazen köpekler tarafından aranıp kaldırılmakta, bazen sopalarla çalı çırpı çırpıştırılıp ürkütülmektedir. Havalanan kuş üzerine şahin bırakılmaktadır. Bazen emniyet ii saldırı mesafesi için yeterli olmamaktadır. Buyüzden şahinin ardından koşturmak gerekmektedir. Bu tür bir avlanmada 15-20 kilometrelik bir alan tarandığında 150-200 çulluk vb. Elde edilmektedir. Bereketli bir av dönüşü “Şahine nazar değer” korkusu ile köye gece girilmektedir. Şahine türlü çeşitli nazar boncukları da bağlanmaktadır. İyi bir avcı şahinlerin değerini gözlerine bakarak, göğüs yapısına ve rengine bakarak anlıyabilir.

Bazı kuş avlama yöntemleri

Lazlarda kuş avlama yöntemleri çok çeşitlidir. Burada kısaca bir kaç çeşidinden söz edeceğiz. Teferruata girmeuyeceğiz. Sırasıyla bu yöntemler: 1.Neperi 2.Okvinçe 3. Ragi 4.Kandara vb.dir.
Neperi: Bu araç ağdan yapılmıştır. Ormanda, yeşillik, karanlıkça bir alanda yol biçiminde bir şerit ağaçlardan temizlenir. Akşam karanlığında aydınlık veren bu geçit yerini kuşlar uçuş yolu olarak kullanırlar. Bu geçidin iki yakasına ağ gerilir. Hızla gelen kuşlar bunun farkına varamazlar. Hızla ağa çarparak üzerinde kalırlar. Gün batımından gün doğumuna değin bu yolla 200 kadar kuş avlıyan avcılar görülmüştür. 


Okvinçe: Kış aylarında, karlı havalarda evin avlusunda üçgen biçimli bir klübe yapılır. Bu klübeye bir kapı birde pencere bırakılır. Pencereye dıştan torba gibi sarkan fakat altına ağaç konmakla şişkin gibi tutulan bir ağ torbası bağlanır. Klübeye bırakılan zahireye üşüşen kuşlar kapı yönünden ürküptülüp pencereden dışarıya doğru kaçırılır. Pencere deliğine dalan kuşlar ağ torbanın içinde hapsolacaklardır. 


Ragi: Ragiler genellikle ayı, çakal, domuz ve diğer dört ayaklı memelilerin avlanmasında kullanılır. Ancak seyrekte olsa kuş türü içinde kullanılmaktadır. Burada kuş türü için kullanılan raginin sadece tarifini yapacağız. Karlı havalarda, genişçe bir alana bir miktar yem dökülür. Yemin üzerine büyükçe bir leğen kapatılır, leğenin bir kenarına 30 santim uzunluğunda bir çomak dikilir, bu çomağa uzunca bir ip bağlanıp pusuya yatılır. Kuşlar leğenin altına girdiğinde ip çekilir, kuşlar yakalanır. Memeli hayvanların avlanmasında kullanılan Ragiler bu sistemin geliştirilmişi ve de büyük boyutlusudur. 


Kandara: At kuyruğu kıllarından bükülmüş kementler yer yer kertilmiş sopa üzerine bağlanır. Kış aylarında armut vb. Gibi ağaçlarda görülen parazit, yemişli bitkilerin arasına bu sopa yerleştirilir. Bu yemişleri yemeğe gelen kuşlar sopadaki kementli kısımlara basmak zorunda kalacaklardır. Böylece de kementlere takılıp yakalanacaklardır.

Bazı hayvan ve bitki isimleri


Lazca (Hopa Ağzı)
Lazca (Viçe-Arhavi)
Türkçesi

Mtuti
Tuti
Ayı

Mgeri
Ngeri
Kurt

Mkipu
Nkiapu
Çakal

Mskveri
Skveri
Geyik

Metkuri ğeri
Tkaş ğeri
Yaban domuzu

Mtkaş kotume
Tkaş kotume
Yaban tavuğu

Mtkuri katu
Mtkuri katu
Yaban kedisi

Mtkuri luği
Tkuri luği
Yaban inciri

Mtshuli
Shuli
Armut

Panta mshuli
Panta shuli
Yaban armudu

Uşkiri
Uşkiri
Elma

Mzoğa kulani
Zuğa bozo
Deniz kızı

Kui
Kui
Karga

Tiaspironi
Tiaspironi
Baykuş

Simsi kokai
Simsi kokai
Kuyruk sallayan
Ğalişmzesku
Ğaliş mzesku
Su karatavuğu



Lazlarda Kıyafet


Eskiden Laz yaşlı erkekleri başlarına “Başlık” sararlardı. Gençler ise Papak (Kalpak) kullanırlardı. 60-70 yıl kadar önce Lazlar arasında fes modası çıktı. Fakat bu moda burada fazla tutunamayıp ortadan kalktı.


Bugün Türkiye Lazista’nında geleneksel başlık ve kalpak kullanmak yasalarla yasaklanmıştır. Gürcüstan sınırları içerisindeki Lazlar ise başlık, kalpak ve kabalak gibi başörtülerini kullanmakta serbesttirler.
Lazlarda ayakkabı (Tsuga) burunları yukarıya kalkık bir çeşit postalı andırırdı. Pantolon yerine bir çeşit dar şalvar kullanılırdı. Adına da “Dzikvi” denilirdi. Dzikvinin üst tarafı kıvrışık, bolca bırakılır. Alt tarafı, bacakları kavrar derece de dar bırakılırdı. Üst giysi ise bir çeşit yakasız montu andırırdı. Bu yakasız montun altına sarı yada kırmızı renkte gömlek giyilirdi. Kırmızı renkler siyah altında daha bir çekici görünürdü. Siyah üst giysinin dirseklerine, yenlerine ve omuz başlarına meşin şeritler dikilirdi. Bunlar hem giysiye güzellik katar hemde dayanıklılığını arttırırdı. Belde, kalça üzerine kadar inen yün kumaştan dolak dolanırdı. Kama ve zincir gibi şeyler de bu dolama üzerine iliştirilirdi.


Laz kadın giysileri daha bir zengin görünüşlüydü. Çeşitli renklerden rahat giysilerdi bunlar. Bele, uçları aşağıya sarkıtılmış kumaştan bir bellik sarılırdı. İş Zamanları genellikle atlastan dikilen bu giysilerin etekleri yukarıya doğru toplanır, bellemeye iliştirilirdi. Bazen ibrişim bir kuşak da bele bağlandığı olurdu. Buna Lazcada “ortkapu” kemer denirdi. Kadınlar günlük yaşamlarında bazen basma entariler de giyerlerdi.


Boyun ve kulaklara ilancuği ve boğa kisti denilen değerli takılar da takarlardı. Gümüş zincir üzerine dizilmiş altın liralardı bunlar. Başlarına altın işlemeli bir tabla konur, alın kısmına yine altın pullu bir gobğapule sarkıtılırdı.


Gürcüstan bölümünde yaşayan Lazlarınlerini bugün artık Gürcüstan’ın diğer bölgelerinde yaşayan soydaşlarından ayırtetmek güçtür. Türkiye kesimi Lazları arasında bu eski tip giysileri koruyup bugüne değin yaşatabilen kimselere rastlamak mümkündür. Orça, Çhala vb. Köyler bunlar arasındadır. Gürcüstan’ın Sarp köyündeki Lazların sosyo-kültürel gelişme, değişme evrimi yanısıra giysilerinde de çağdaşlaşma kaçınılmaz olmuştu.

Lazlarda El Sanatları

Coğrafi zorunluluk nedeniyle azların başuğraşları denizle ilişkilidir. Karada gelişen el sanatlarının büyük bölümü de denizle bağlantılı işlerdir. Büyük Gürcü coğrafyacısı Vahuşti Bagrationi eserlerinde bunu açıkça belirtmiştir. Vahuştiye göre: “Laz-Tçani ulusu ağaç işlemeciliğinde pek ileri düzeyde ustalığa ulaşmıştır.İrili ufaklı gemi inşaatında bunlara rakip bulunmamaktadır.”

 
Gerçekten gemi yapımcılığında Lazlarla boy ölçüşebilecek ulus azdır. Gemi yapımcılığında iskelet (Ege) kurma işi çok önemli hesaplar gerektirmektedir. Kişi yaşamı da bu hesaba bağlı olacaktır kuşkusuz. Yapımı tamamlanan gemi son kez gözden geçirilir. Aralık, delik gibi yerler kendir lifleriyle doldurulur, kalafat edilir. Aracın kendisi ve donanımı çeşitli renklerde boyanır. Aracın koruyucu yan tahtaları (talazi), çapa (hope), çapa zinciri (skamemozi), dümen, vb. Boyananlar arasındadır. Gemi aksesuarlarından, yelken, halatlar, direk vb. Şeyler de Laz ustaların ellrinde biçimlenmektedir.