26 Nisan 2010 Pazartesi

Amerika'yla savaşan TKP, Amerikancı PKK!

MEHMET GÜNEŞ *
Analiz
İSTANBUL - Türk, bir Kürt ve bir Papaz birlikte yürürken güçlü birinin bahçesinden elma koparırlar. İriyarı bahçe sahibi ortaya çıkar. Türk ve Kürde çıkışır siz Müslümanlar bu bahçe sizin istediğiniz kadar elma alın bu kafiri niye bahçeme sokuyorsunuz diyerek papaza saldırır ve yere yıkar. Ardından Türk’e bahçe senin bu Kürdü niye sokuyorsun diyerek Kürdü de yere serer. En son Türk’e girişir. Yere düşen Türk Kürt’e “Papazı dövdürtmeyecektik” der

Bu ‘önce Yahudileri götürdüler biz sesimizi çıkarmadık’ diyen Alman Profösörün üzerinden anlatılan hikâyenin benzeridir. Almanya’da Nazizmin Yahudi düşmanlığı üzerinden nasıl güç topladığını anlatır. Yalnız Almanya’da değil bütün Avrupa çapında Nazizm Yahudi düşmanlığından güç devşirmiştir. Alman Faşizminin en güçlü ve en başta kırılması gereken halkasının Yahudi düşmanlığı olduğu çok açıktır.

Türkiye’de de durum benzer bir hal alıyor. Patrona kızan işçi, müdürden azar işiten memur, siftah yapmayan esnaf, kocasından dayak yiyen kadın; sorumludan önce PKK’ye lanet ediyor. Türk gericiliği bilinçli olarak tüm siyaseti Kürt düşmanlığı çemberine sıkıştırmak için elinden geleni yapıyor.

Bugün Türkiye’de bütün düzen güçleri ve düzenin kendisi Kürt düşmanlığından besleniyor. Düzen güçleri Kürt düşmanlığında ve Kürtlere saldırıda birbirleriyle yarışıyorlar. Gerici faşist odaklar dâhil, Türk siyasetinin tüm eğilimleri birbirleriyle didişirken bile direk rakibine saldırmıyor, ilk taşı Kürtlere fırlatıyorlar. Bir silsile halinde, aşağıdan yukarıya her haksızlığa uğrayan sistemden değil Kürtlerden hesap soruyor. Bu durumdan en çok sistem besleniyor ve sistemin en gerici kesimleri güç devşiriyor. Ağır, kanlı, kirli hak ihlallerinden yargılananlar, aynı mantıkla göğüslerini gererek ‘teröre karşı vatan için çarpıştım’ diyebiliyor.

Herkes kendi durduğu yerden önce Kürde vuruyor

Akıntı mı çok güçlü? Türkiye’nin ideolojik veya inanç gurupları mı çok savruk? Müslüman veya komünist fark etmiyor, kendi ilkeleri ve kaideleri yok. Milliyetçiliğin rüzgârında, sonbahar yaprakları misali savruluyorlar. Müslüman ümmetin kardeşliğini, komünist halkların kardeşliğini hatırlamıyor bile. Müslüman lailahe illallah diyerek, milliyetçi bölücülükle, liberal demokrasicilikle, ulusalcı bağımsızlıkçılık, solcu aydın etnikçilik, komünist adını taşıyanlar Amerika üzerinden Kürde saldırıyor. Her türlü siyasal ve ideolojik tavrın içi boşalıyor. Mazlum başka bir mazlumu hedef gösteriyor. Bilinçsiz kitle devlet zorbalığıyla karşılaştığı her yerde “biz bölücü müyüz” diyor. Saldırıya uğrayan militan televizyon ekranlarından “biz PKK’li değiliz” diyebiliyor. Ucuz komünist MHP faşistlerine taş çıkaran bir şöven üslupla Kürde saldırarak vatan savunusu yapıyor.

Belden Aşağı Vuruşlar

Hayatında ağzından Kürt sözü çıkmamış, duyduğunda da bölücülük kokusu almış bir yığın medya bülbülü bir dönemdir Kürt dostu kesildi ve bol keseden Kürt vatandaşlara sevgi dağıtıyorlar. Kürtlere sevgi dağıtırken, direk veya dolaylı BDP’ye küfür etmeyi ihmal etmiyorlar. Kendilerince önce dost ağzıyla, olmadı tehditle Kürtlerin tepsi içinde kendilerini düzene teslim etmesini dayatıyorlar. Bekledikleri olmayınca en liberali “vurun abalıya” misali aynı koroya katılıyor.

Kürtler Türkiye de o kadar yalnız ki; solun devrimci kesimleri dışında yanında kimse yok. Açık düşmanları dışında yandaşı görünerek arkadan vuranlar daha az değil.

Taraf gazetesi kamuoyunda Kürtçü bir gazete olarak bilinir. Bu gazete Kürt bölgelerinde en çok okunan gazete olmakla övünür. Kendi durduğu yerden Kürtlere yapılan caniyane katliamları teşhir ettiği bir gerçektir. Ama dost görünerek, fırsatını bulduğu her anda belden aşağı vurmaktan da geri kalmaz. En az devlet kadar temsil ettikleri adına Kürt mücadelesini tasfiye etmek için canla başla çırpınır durur. Bu kadar da değil sıkıştığında en az teşhir ettikleri kadar açık Kürt düşmanlığından geri kalmaz. Taraf’ın ödüllü, çok meşhur, demokrasi kahramanı gazetecisi Mehmet Baransu, Kürtçü olmakla itham edildiğinde şunları söylüyor. “Ben Erzurumluyum, Kafkas kökenliyim. DTP’den nefret ediyorum.” DTP iki milyondan fazla Kürdün oyunu almış bir parti. Bu kısa açıklamada Erzurumluluk, Kafkas kökenlilik, Kürt düşmanlığı dahil kaç çeşit ırkçılık yapıldığını; önüne gelene rahatlıkla ırkçı diyen diğer bir taraf yazarına, R. Ozan Kütahyalı’ya sormak gerekir. Aradan bunca zaman geçmesine rağmen çok liberal, çok demokrat diğer Taraf yazarlarından da ses seda yok.

Kullandığımız Dil Bizi Anlatır

Kürt sorununun sistem katında en çok tartışıldığı bir süreçten geçiyoruz. Kürt sorunu, sadece tartışılan bir sorun değil aynı zamanda 25 yılı bulan bir savaş sorunu. Bu uzayan savaşın bir anlamda kader günlerinden geçiyoruz. Tartışılan hem Kürt hem Türk emekçilerinin kaderi veya geleceğidir. Bu günlerde konuyla ilgili yapılan, söylenen, yazılan her şey bu geleceğin kurulmasında durduğumuz yeri gösterdiği için her zamankinden çok daha önemlidir.

Doğruların kazandıracağı, yanlışların kötü biçimde kaybettireceği bir dönem. Bu dönemde, sorun karşısında sol hareketin tavırları; genel olarak Kürt mücadelesiyle arasına giderek sertleşen eleştirilerle ayrımlar koymak oluyor. Bu ayrımlar eleştiri düzeyini aşarak Kürt karşıtlığına hatta Kürt düşmanlığına kayıyor. Son dönemde Kürt mücadelesine karşı en yoğun eleştiriler TKP’den geliyor. TKP politik gelişmeleri yakından izleyerek hemen tüm konularda günlük değerlendirmeler yapıyor. TKP’nin söyledikleri Kürt eleştiricilerinin hepsini kestiği için tartışmayı TKP’nin söyledikleri üzerinden yürüteceğiz.

TKP kendisine geleneksel komünist diyor, Lenin’in izinden yürüdüğünü iddia ediyor ve Marksist teorik birikime çok önem veriyor. Bu yanıyla Marksist ulus teorisinden ve bu konuda Lenin’in yazdıklarından bihaber değiller. Marksizm, ulusal sorun ve Kürt sorunu üzerinde teorik olarak görüşlerini yazılı olarak belirttiler. Bu konuda 90’lı yıllarda çıkan Gelenek Dergisi’nde daha klasik bir çizgide durmaya özen gösterdiler. Bu dönemde TKP Kürt Hareketini emek, sınıf vb. üzerinden eleştiriyordu. Hedefte düzen vardı, önce sistem eleştiriliyor, Kürt hareketi sınıf hareketinin uzağında kaldığı için, politik olarak hedefleniyordu. Bu Türkiye solunda geleneksel olarak güçlü bir tavırdı; yanlışlığıyla birlikte sol içi eleştiri sınırları içindeydi. Durum giderek tersine döndü, eleştirinin hedefi yer değiştirdi. Artık hedefte Kürt Hareketi var, Kürtler eleştirilmeden sisteme dokunulmuyor. İkinci bir değişiklik daha var: Dil değişiyor. Düzenin 80 yıldır komünistlere karşı kullandığı vatan, millet hamasetiyle Kürtler eleştiriliyor.

“Lenin Niye Devrimcidir?”

Gelenek Dergisinin 98. sayısı teoriye takla attırma sayısıdır. Derginin konu başlığı Marksizm ve ulusal sorun değil. Kürt Ulusal Sorunu da değil. “Bir Emekçi Sorunu Olarak ‘KÜRT SORUNU” dur. Bu başlık bile başlı başına bir politik tutumu içeriyor. Gelenek’in 97. sayısının kapak konusu “90 yılında Ekim Devrimi; GÜNCEL BİR MİRAS”. Ulusal sorundan önce bu sayıyla “Yurtseverlik” için alan temizleniyor. Burada uzun teorik yazılarla yapılan UKKTH’nı emperyalizme tavır ve yurtseverliğin arkasına atma çabalarıdır. Dergi ve yazılar orta yerde duruyor isteyen bakabilir.

Gelenek Dergisinin 97. sayısı teoriyi istediği yönde bükmede (bu işe oportünizm deniyor) bir şaheser sayılmalıdır. Ama konu Ekim Devrimi ve Lenin olunca teoriye takla attırmak kolay olmuyor. Farkında olmadan fena halde açığa düşülüyor. O dönemde TKP Genel Sekreteri olan Kemal Okuyan bahsedilen sayıda “Lenin niye devrimcidir” diye soruyor ve cevabını kendisi veriyor. 1. Dünya Savaşında “kendi devleti Rusya’nın yenilmesini istediği için” Bu kadar açık. TKP niçin devrimci değildir? Kürt Devrimci Hareketine karşı kendi devletinin yenilmesini istemediği için. TKP burada da durmuyor TC nin yenilmesini istemek bir yana, bekası için Marksist incilerle “Cumhuriyetin Kazanımları” üzerinden Lenin’den ‘ihanet’ olarak alıntıladıkları “Vatan Savunmasına” sıçrıyorlar. Artık utangaç ta değiller.

Anti-Emperyalizm Üzerinden Kürt İnkârcılığı

Yalnız TKP değil geniş bir sol çevrede ABD karşıtlığı giderek Kürt Devriminin eleştirisi üzerine oturdu. Bu ağır bir yamulma ama gerçek bir durum. Şimdi birçok sol veya komünist adlı yayında 15-20 yıl önce söylense hakaret kabul edilecek yazılar yayınlanıyor. Bu dönemler zarfında düzenin söyledikleri olduğu gibi alınarak kullanılır hale gelmiş. Daha feceati bu hamaset yadırganır olmaktan çıkmış. Devletin ve düzenin yalanları sol ve komünizm adına ideolojikleştirilerek savunulur hale gelmiş. Bu tam bir hokus pokus işi gibi bir şey. TC’nin ABD’ciliği unutulmuş PKK'nin adı ABD'siz anılmaz duruma gelmiş. Bu konuda şampiyon İşçi Partisi’ni bir adım arayla TKP izliyor.

TC Devletinin 50 yıldır ABD den her türlü desteği alması, dünya ile bütün ilişkilerini Kürtler üzerinden geliştirmesi, dış politikasını PKK’ye karşı mücadeleye ipotek etmesi, “Bölünmez bütünüz, Kürtler eşit yurttaşlarımız” teraneleriyle Kürt Sorununu uluslararası kurtlar sofrasına yatırılması; bütün bunlar mubah. … her şey yapılabilir. Ancak kurban olarak emperyalizme bir tepsi içinde sunulan Kürtler, üzerine yürüyen kurt sürülerine; “Hop ne oluyor, durun bir dakika, ne istiyorsunuz ?” dediği anda emperyalizme yamanan hain, işbirlikçi olacak.

TC Devleti, Amerika’dan, Avrupa emperyalistlerinden, Rusya’dan, Ortadoğu’dan herkesten Kürtlere karşı destek alır, pazarlık yapabilir. Buna karşı Kürt Devrimcileri dişiyle, tırnağıyla kazıyarak kendisine mevziler oluşturmaya kalkınca emperyalist işbirlikçisi oluyor. Ne ala memleket, ne ala komünizm.

Son aylardaki ABD, Irak, Türkiye ilişkilerine bakın: ABD’den daha fazla destekten öteye; “bizim için PKK’yi imha et, biz de her istediğini yapmaya hazırız” diyorlar. Bunlar televizyonlar ve basın aracılığıyla açıktan yapılıyor. Nerde o hızlı Anti-Amerikancılar. Anlı şanlı Anti-Emperyalistlerimizden tek bir ses yok. Kürtlerin, ABD’nin işine gelir herhangi bir talebi mi var? Buna rağmen bizim solcular Kürt Devrimci Hareketini ABD’nin desteklediği konusunda devletleriyle aynı çizgiye geldiler.

Bugünün Türkiye’sinde Kürde Amerikancı demek çok kolay. Ne kapitalistler ne tekeller, ne devlet, ne ‘cumhuriyetin’ bekçisi TSK, ne başka bir gerici kesim, ne de sokaklara Kürt avlamaya çıkan şöven kalabalıklar size bir şey demez. Tersine alkışlanırsınız. Yıllardır Türk devleti PKK Amerika’nın, dış güçlerin uşağıdır propagandasını yürüttü ve geniş emekçi kesimlere bunu benimsetti. Devlet, güçlü olduğu dönemde devrimci ve komünist güçlere karşı da aynı şeyi kullanmıştı. Bugün Kürtlere karşı aynı koroya katılanlar bir dönüp arklarına bakmak zorundalar. Bugün aynı anti–komünist koroya katılanlar “bizde geçmişte dış güçlerin oyuncağıydık sonradan metanet getirdik” demiyorsa ne demiş oluyorlar. “Komünistlere dış güçlerin oyuncağı demek yanlıştı, Kürtlere müstahaktır mı, haklısınız mı” deniliyor. Yoksa Kürt taleplerinin tartışıldığı her adımda, Kürt dediğiniz her yerde neden ABD’yi anıyorsunuz. Kürdü işaret ederek asıl Amerikancıları gizlediğinizin farkında değil misiniz?

Amerikancılık Nasıl Gizlenir?

Ama asıl soru şu? Gerçekten Amerika PKK’yi destekledi mi, şimdi destekliyor mu, ilerde destekler mi? Her olayda şapkadan tavşan çıkarır gibi ABD’cilik buluyorsunuz. Sizler illüzyonist misiniz beyler. ABD’cilik gibi ABD desteği de somuttur. Destek olmak nasıl olur açıktır. ABD ‘kazanımlarını’ savunduğunuz bu ‘cumhuriyetinizi’ 50-60 yıldır destekledi, destekliyor. Özel olarak Kürtlere ve PKK’ye karşı da destekliyor. Politik destek veriyor, silah veriyor, teknolojik destek veriyor, anlık istihbarat desteği veriyor… PKK lideri Öcalan’ı yakalayıp verdi. Daha öteye başından beri PKK’yi ‘dünyadaki en tehlikeli son Stalinist örgüt’ olarak görüyor. Bush 2007’de Erdoğan’la birlikte Beyaz Saraydaki açıklamasında PKK’yi ‘iki halkında düşmanı’ olarak niteledi. Son Obama Erdoğan görüşmesinde üç devletin (ABD, Irak, Türkiye) düşmanı ve ortak mücadele edileceği tekrar ilan edildi. PKK ABD’nin terör örgütleri listesinden hiç çıkmadı.

Destek nasıl olur anlaşılmadıysa bir örnek daha verelim. ABD “anlık istihbarat desteği” vermeye başladığı günlerde zamanın Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt Kuzey Irak’taki PKK mevzileri için “BBG evi gibi 24 saat gözetliyoruz” demişti. PKK’nin Kuzey Irak ve Türkiye’deki tüm kampları, mevzileri üzerinde Heron uçakları dolanıyor. Bu kamplarda siyasi ve askeri tüm yönetici kadro ve liderliği üstleniyor. Heronlar 24 saat bu kamplar üzerinde her türlü hareketi izliyor ve anında havadaki veya havalanmak üzere hazır bekleyen uçaklara bildiriliyor, uçaklar çok kısa bir sürede bildirilen hedefleri vuruyor.

Destek de, köstek de böyle olur. Destek gizlenemez, gizlenmez. Peki, sizin destek kanıtınız nedir? Bakın TC devletinin yıllardır yaptığı dış güçlerin uşağı demagojisinde tek somut iddiaları; bir TSK generalinin ağzından Çekiç Güç helikopterlerinin bir tarihlerde PKK kamplarına erzak attığı iddialarıdır.

Geçtiğimiz günlerde bir olayla ilgili olarak daha önce hava boşluğuna karışan bir telsiz görüşmesinin bulunarak deşifre edildiği basında yer aldı. Bunun teknik olarak mümkün olup olmadığı konusunda bir fikrim yok. Ama Türk devletinin bu alandaki gelişkinliğinin göstergesidir. 30 yıldır aynı iddiaları sürdüren TC, PKK’ye ABD yardımlarını hallaç pamuğu gibi ortalığa saçması, somut kanıtlarıyla teşhir etmesi gerekirdi.

Yukarda TC’nin tek somut iddiasını söyledik. Siz TKP olarak ABD desteği derken bu kanıtı mı ileri sürüyorsunuz, yoksa sizin başka kanıtlarınız var mı? Başka kanıtlarınız varsa mutlaka açıklamak ve teşhir etmek ‘yurtsever’ ve ‘Anti-Emperyalistler’ olarak görevinizdir. Ama bir şeyi daha açıklamalısınız. TC Devletinde olmayan kanıtlar size nereden ulaştı? Bu soruları en azından size inanan üyelerinize açıklamak zorundasınız.

Komünistlik Adına Saf Irkçılık

Buraya kadar olanlar ağır yanlışlar olsa da her şeye rağmen tartışılabilir. Ama TKP yayını Sol’da Yurdakul Er imzalı yazı her türlü tartışmanın ötesindedir. Daha sonra bir dönem TKP Genel Sekreterliği yapan Kemal Okuyan Emek Defteri Editörü Ali Barış Kurt'a verdiği röportajda Hatip Dicle’ye ilişkin söylenenlere katılmadığını söylüyor. Ama yazının genelini savunuyor. “Ancak söz konusu yazı bu benzetmeye yaslanarak görmezden gelinemeyecek önemli gerçeklere işaret ediyor.” Bu “önemli” gerçekleri birazdan göreceğiz. Bu yazı kaba, açık ırkçı motifler taşıyor. Bu ve benzeri ırkçı saldırılarla tartışılmaz, teşhir edilir. TKP de adını değiştirip başka bir şeye dönüşmeyecekse kendi yayınındaki bu yazı konusunda mutlaka bir açıklama yapmak zorundadır.

Yazarın üslupsuzluğu edepsizlik ötesidir, daha doğrusu politiktir. Daha başlarken beynindekileri adeta kusuyor. Bir soruyla başlıyor. “Dünyanın neresindeyseniz, eli yüzü düzgün, yani insanlığını tümüyle yitirmemiş herhangi bir Arap’a sorun Kürtler için neler düşündüğünü... Talabani ve Barzani’yi başa alarak tabii. Bakalım ne diyecek? Ne denildiğini biz iyi biliyoruz. Bugün, yani Irak’tan sonra, dünyadaki her namuslu ve sıradan Arap için Kürt, “hain” ve “arkadan hançerleyen kalleş” anlamına geliyor.” Irkçılığa bakın, birde komünist geçiniyor. Bütün Araplar Kürtlerden nefret etmeliymiş! Üstelik “eli yüzü düzgün, yani insanlığını tümüyle yitirmemiş herhangi bir Arap”.

Burada ne söyleniyor inanılmaz. Kürt için ‘hain’ ve ‘arkadan hançerleyen kalleş’ demiyorsa o sıradan Arap hem Arap değildir, hem “eli yüzü düzgün” değildir, (Çirkin mi, hırpani mi diyor tam anlaşılmıyor. Ama yazarın Araplardan da hiç hoşlanmadığı açık.) hem de insanlığını yitirmiştir. Arap, Arap olarak kalacaksa mutlaka Kürt ‘hain’ ve ‘kalleş’ olacak. Önce ‘sorun’ diyor, sonra Araplar adına cevap veriyor. “Ne denildiğini biz iyi biliyoruz.” “Hain”, “Kalleş”. Nereden biliyorsun? Sordun mu, anket mi yaptın? Ne dediğinin farkında değilsin. Bütün Araplara ırkçı diyorsun.

Burada hiçbir Arap’ın kabahati yok. Bu sadece Türkiye’de adı TKP olan bir partinin iddiasıdır. Herkes kendi niyetini söyler. Yoksa biz bu doğrultuda irade beyan eden tek bir Arap tanımıyoruz. Yazarında tanıdığını sanmıyoruz. Üstelik yazar tek bir kişiden değil tüm Araplardan söz ediyor. Araplar dendiğinde 300 milyondan fazla bir nüfus, sayısı 20’yi bulan devlet, Şii, Sünni, Baas Milliyetçisi, devrimci, komünist, İslamcı vb. örgüt ve partileri olan bir topluluk söz konusu. Bahsedilen bu Arap dünyası ise; bu Arapların hiçbir örgütü Kürtler hakkında böyle bir açıklama yapmadılar. ABD ve Irak üzerine Filistin örgütleri dâhil, diğer devrimci Arap örgütleri, ayrıca Irak’ta ABD işgaline direnen İslamcı, Milliyetçi, Devrimci hiçbir örgütün e benzeri tavrı söz konusu değil. Varsa iddia sahiplerinin bunu ortaya koymaları gerekirdi. Değilse bu ırkçı iddialar, tekrar ediyoruz, TKP’nin üzerindedir.

Arap silahlarıyla Kürtleri vurmak.

Kürt ‘hain’ ve ‘arkadan vuran kalleştir’. Ne zaman söylüyor bunu? Türkiye’ de devlet çocuk- yaşlı, kadın-erkek ayırmadan Kürt avındayken; İran son aylarda bizim bildiğimiz 4 Kürt devrimciyi idam ederken; Türkiye, İran yıllardır yüz binlik ordularla ortak operasyonlar yapıyorlarken; Suriye’de benzer uygulamalar giderek sertleşiyorken; Irak istisna, yani Kürtler bütün bölgede kan revan içindeyken.

Yaşanılanlar herkes tarafından apaçık ortadayken bu laflar söylenemez. Komünistliği bir tarafa bırakalım, ama vicdanen de gene yazarın deyimiyle ‘aklı başında hiçbir kimse’ vicdansız olmayı göze almadan bunları sayıklayamaz. Bölgeden Türkiye’ye gelirsek tamda TC Devletiyle (Kendi deyimleriyle AS-Parti ve AK Partisi birlikte) Kürtlerin 30 yılın en yoğun hesaplaşmasının yaşandığı günlerde bu lafları etmek; Türkiye’de savaşan Kürtlere ikiyüzlü ve korkakça hain demektedir. Aynı üslubu kullanmak zorunda kaldık. Ama tavır tam ikiyüzlüdür. Hem korkak, hem sinsicedir. Açıkça Devlet ve Türk gericiliğinin ağzıyla PKK haindir diyemiyor. Bunu Araplara söyletiyor.

Komünisti bir tarafa bırakalım. Bir kişi, aydın diyelim, bütün ulusal kurtuluş savaşlarını destekler, 1923’ü de Türk Ulusal Savaşı olarak destekler; Kürt uluslaşmasını niye desteklemez? Daha öteye bölücülük ve ihanet olarak görür. Marksizmin bir kabahati yok. Bunun 40 türlü Marksist izahatını da yapar. Ama bir kez daha soralım? Niye? Cezayir evet, Çin evet, Küba evet, Vietnam evet benzeri hepsine ve Türk’e evet; Kürd’e hayır. Kürtler kuyrukludur demiyorsanız, ne diyorsunuz? “Normal aklı başında her insan”a bu soruları sorun, bakalım size nasıl cevap veriyorlar.

Emperyalizm karşıtlığı gibi emperyalistlere uşaklık da uluslararası bir olaydır. Enternasyonalizmle ve enternasyonalist ilişkilerinizle çok övünüyorsunuz. Bu çok olumludur. Dünyada Kürt ulusal mücadelesine sizin gibi yaklaşan, ilişkide olduğunuz devrimci, komünist, anti-emperyalist her hangi bir örgüt var mı? PKK bildiğimiz Avrupa solu tarafından Stalinist vb. çeşitli açılardan eleştiriliyor, bilmediğimiz başka eleştiriciler de olabilir. Ama Kürt mücadelesine ve PKK’ye “ABD’nin işine yarıyor”, “ona hizmet ediyor” diyen Ortadoğu, Latin Amerika, Afrika, Avrupa, Asya veya başka herhangi bir örgüt bilmiyoruz. Bunlar anti-emperyalist değil mi, siyaset bilmiyor veya sizin gördüklerinizi göremiyor mu?

Peki, başka bir boyutuyla olaya bakalım. Her hangi bir Arap, (aklı başında) bu Türk komünisti gibi, şoven değilse niçin Kürt düşmanı olacak, Kürtleri ‘hain ve kalleş’ görecek? Kürtler yıllardır Arapların üzerine ordular mı gönderiyor? Arapların topraklarına mı saldırıyor? Arap şehirlerini bombardımana mı tabi tutuyor? Zehirli gazla kaç bin Arap boğdular? Hangi gerekçeyle Araplar Kürtleri suçlayacak.

ABD Emperyalizmi eski işbirlikçisi Saddam’ı devirmek için Irak’a önce saldırdı ve sonra Irak’ı işgal etti. Saddam’la, ABD’nin işbirliğinde olduğu gibi, savaşmasında da Kürt halkının hiçbir dahli yok, benzer iddiada bulunan kimse de yok. Daha sonra Irak nüfusunun çoğunluğunu oluşturan Şii’ler gibi Baas iktidarıyla savaşta olan Kürtler de değişen politik koşulları kendilerince değerlendirmeye kalktılar. Bu süreçte Güney Kürt liderliklerinin ABD ile işbirliği yapmalarını herkes eleştirebilir. Siz, Talabani ve Barzani nin ABD işbirlikçiliği üzerinden bütün Kürtleri vuruyorsunuz. ABD’nin Irak’taki asıl dayandığı güç Kürtler değil, Şii’ler. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti’nin olağanüstü gayretiyle önemli bir Sünni Arap kesimi de ABD ile işbirliğine ikna edildi. ABD ile işbirliğinde olan diğer güçler için ne diyorsunuz? Şiilerin büyük kesimi, oldukça geniş Sünni Araplar, bu kesimlerde mi ‘aklı başında Araplar’ için “hain” “kalleş” ? Yoksa Irak da, Araplar da bahane siz buradan başka mesajlar mı vermek istiyorsunuz?

Sağcı hamasetten komünizm çıkmaz.

Bir şey söylüyor gibi yapıp bunu Araplara söyletmeye kalkıyorsunuz. Kürtlerin her türlü ortak ulusal taleplerinin ihanet olacağını, Türkiye’nin Yugoslavya gibi bölüneceğini söylüyorsunuz. Sormazlar mı adama, ‘günaydın, sende nereden çıktın’ diye. Türk gericiliğinin bütün eğilimleri elli yıldır aynı ağızla saldırarak komünist ve devrimcilere kan kusturdular. Size dönüp, “biz bu uğurda bölücülüğe ve komünizme karşı yıllardır savaşıyoruz, siz yeni hidayete eriyorsunuz, aramıza hoş geldiniz ama önce adınızı değişirin” deseler haksız mı sayılırlar? Yok, Türkiye’den Kosova, Bosna çıkarmış; yok, Türkiye kan gölüne dönermiş.

Tamam, böylesi gelişmelerden halisane endişe duyduğunuza inanalım ama bunda da samimi değilsiniz. Türkiye kan gölüne döndürülüyorsa niye bunun tek suçlusu Kürtler oluyor. ‘Kazanımlarını’ savunduğunuz Türkiye Cumhuriyetinin hiç mi kabahati yok? Bu hamasetler size mi kaldı? Doğu Perinçek 1975’ten 1990’lara kadar “Rus Emperyalistleri Türkiye yi işgal edip bölecek” diyerek çırpındı durdu. Somut ortada, bölünme filan yok. Bu politika doğrultusunda yapmadığı provokasyon kalmadı. Açtığı kulvarda yüzlerce devrimci birbirlerini öldürdü. Bugün bütün bunları unutmuş olabilir. 90’ların ortasından itibaren Kürtlerin ABD’ciliği ve bölücülüğü teranesini aynı şirretlikte devam ettiriyor. Bugün özeleştiri isteyip sizleri partisine katılmaya çağırsa yerden göğe kadar haklı olur. Böyle giderseniz aynı hak MHP içinde geçerli olur.

Siyasette ideoloji ve ilkeler önemsizdir denilemez. Ama bunun kadar, açıklıkta önemlidir. Başka türlü ‘dilin kemiği yoktur’. Politik olarak soruna şöyle açıklık kazandırabiliriz. PKK “kazanımlarını savunuyoruz” dediğiniz cumhuriyet devletiyle savaşıyor. Siz verili durumda bütün faaliyetlerinizin önüne PKK’yi eleştirmeyi koyarak, sosyalist devrimi savunan Marksistler olmaktan öte ‘kazanımlarını’ aşarak devlet savunucusu durumuna düşmüyor musunuz? Buna açık itirazı PKK ve Kürtlerden daha çok devletle sözden öteye mücadele ettiğinizi kanıtlayarak yapabilirsiniz. Başkası inandırıcı olmaz.

TKP olarak PKK’yi sert eleştiriyorsunuz. Türkiye Cumhuriyeti de 25 yıldır PKK ile savaşıyor, devlet bu zaman zarfında Kürt inkârcılığından işbirlikçi Kürtlük inşasına kadar vardı. Terbiye edilmiş komünistlik, terbiyeli İslam gibi terbiye edilmiş bir Kürtlük oluşturmaya çabalıyor. Hem de var gücüyle. ABD desteğinde AKP, TSK, TÜSİAD, Fetullah bütün Kürt coğrafyasında para akıtarak, devlet olanaklarıyla PKK öncülüğündeki Kürt Hareketini ezmek için alttan, üstten, cepheden, yandan her yöntemle her yönden saldırıyor. Din, iman, para, ideoloji, asker, silah, teknoloji her şey bu amacın hizmetinde. TKP, ABD’yi bölgede baş düşman olarak değerlendiriyor. Türkiye Cumhuriyeti, Suriye, İran, Irak, Talabani, Barzani ABD ile birlikte PKK’yi ezmek, silmek, imha etmek olmadı teslim almak için savaşıyor. Açık Olun Siz Neredesiniz?

Amerika ile savaşan TKP, Amerikancı PKK

Anti-batı, anti-Amerikan olmak bir iştir ama bunlar komünistlerle ilgili değildir, anti-emperyalizm ise zor bir mücadeledir. Palavrayla yürümez. Bugün yürüttüğünüz anti-Amerikan propagandayı ve bu konuda her yöne savurduğunuz eleştirileri okuyan yabancı biri haklı olarak sizlerin emperyalizme, ABD’ye karşı kan revan içinde bir savaş yürüttüğünüzü sanır. Kürt Hareketinin ABD’ciliğini ispat etmek için çırpınanlar sanırsınız ki yıllardır ABD ile kan revan içinde savaş yürütüyorlar. Kendileri, ABD ile ve içerdeki işbirlikçileriyle savaşıyor; PKK de ABD ve işbirlikçilerle işbirliği içinde. Heronlar 24 saat TKP mevzileri üzerinde dolanıyor, ABD acil istihbaratıyla tepelerine yağan bombalar, her gün birçok TKP savaşçısının canını alıyor; PKK ise ABD ile işbirliği veya politik uyum içinde!

Bunları yazmak istemezdik, ama söylenenler karşısında zorunlu oluyor. Tarihinizde nerde ne zaman bir emperyalist hedefe zarar verdiniz? Bırakın eylemi, bir emperyalistin üzerine toz mu attınız? Bu iş birbirine bağlıdır. Emperyalizmle savaşan bir örgüt zaten önüne gelene Amerikancı demez, bunun gerçek Amerikancıları gizleyeceğini bilir. Emperyalizmle savaşanlar Türkiye gibi ülkelerde emperyalizmle savaşın işbirlikçilere karşı savaş olduğunu bilir. Genç devrimci Mahir Çayan 40 yıl önce ‘emperyalizm iç olgudur’ diyerek bunu tespit etmiştir. Bu tespitinin bedelini canıyla ödemiştir. Üstelikte bugün komünistlik adına paye biçtiğiniz ‘cumhuriyetin’ silahlı kuvvetleri eliyle katledilmiştir. Dünyanın her yerinde emperyalizme karşı mücadeleler hep bu doğrultuda yürümüştür. Vietnam’da, Laos’da, Kamboçya’da emperyalizme karşı savaş kendi topraklarında, kendi devletlerine ve işbirlikçilere karşı savaş olarak başlar.

Zurnanın zırt dediği yer de burası.Bu gün emperyalizme ve emperyalist saldırılara direnmenin tek yolu içerdeki düşmanlara karşı kararlı bir top yekun savaşı göze almaktan geçmektedir. Sabah akşam ABD’ye laf söyleyerek; daha çokta ABD’cilik üzerinden bu devletle savaşan Kürtler eleştirilerek emperyalizmle mücadele olmaz. Birkaç istisna hariç emperyalizm bölge devletlerinin hepsi ile iç içedir. Mısır, Suudi Arabistan, Ürdün vb. ile eskiden TC’nin emperyalizmin bölgede ileri karakolu olduğunda bütün devrimciler hemfikirdi. Şimdi bu konuda mutabık olunmadığını anlıyoruz.

Emperyalizme karşı savaşmakta ciddi olanlar, Ortadoğu’da dinamik bir devrim gücü olan Kürt Mücadelesine ilgisiz kalamaz. Çok açıktır ki PKK, Türkiye’de aradığınız tüm yurtseverlerden, bölgede bulabileceğiniz tüm ulusallardan daha devrimci ve anti-emperyalist bir güçtür.

Devlet kendi komünistini iyi tanır

Emperyalizm ve ‘gericilik’ AKP’den mi ibarettir? Bugün Demirel bilinse bile Türkiye’de 1960-80 arasının anlı şanlı AP’sini(Adalet Partisi) kaç kişi hatırlıyor. Özal ve ANAP çoktan tarih oldu. Sistem için, AKP bunlardan daha mı önemlidir? Hem önemli olsa ne yazar? Bugünün dünyasında Türkiye’de bir partiyi iki dönemden fazla iktidarda tutmak kolay değildir. Bir dönem sonra AKP’nin suyu ısınacak. Ne olacak? AKP olmayınca emperyalizm işbirlikçiliği bitecek, gericilik toz mu olacak? Halk düşmanı egemenlik aygıtları zayıflayacak mı? Üzerinde titrediğiniz “Cumhuriyetin kazanımlarını” görece daha fazla gözeten bir parti iktidara gelse ne değişecek?

AKP’nin emperyalist gericiliğin asıl odağı olduğunu kabul etsek bile sorun bitmiyor. AKP Kürdistan’da tek düzen partisidir ve buradan devşirdiği güçten dolayı rakiplerine karşı daha avantajlıdır. Nitekim kapatma davasından kellesini kurtarmasını buna borçludur. ‘Cumhuriyetin’, Kürt tarafında AKP dışında nesi var? AKP de olmazsa doğacak boşluğu kim, MHP’mi, CHP’mi, yoksa TKP’mi dolduracak? Devlet çok önemli bir faktör olarak bunu göz önüne alarak AKP’yi kapatmaktan vazgeçti. Devlet laik, dini bütün klikleriyle ABD ve AB desteğiyle, Talabani ve Barzani ile birlikte AKP’nin arkasında toplandı. Sahi yerel seçimlerde emperyalizmin timsali olarak dilinize doladığınız Talabani ve Barzani kimi destekledi? PKK’nin başka yönleri görmezden geliniyorsa; ‘emperyalizmin ve gericiliğin’ asıl odağı AKP’ye karşı mücadelesinin bile dolaylı olarak emperyalizme karşı mücadele olarak desteklenmesi gerekmez mi?

Hangi açıdan yaklaşırsak yaklaşalım Kürt Mücadelesinde desteklenecek hiçbir yan bulamıyorsak; bu konudaki siyasetin başka bilinmedik derin anlamları olması gerekir. Ya da TKP adındaki komünist sözcüğünde ısrar ediyorsa; Kürtler ve ‘Cumhuriyet’ başlıklarındaki politikalarını yeniden ciddi olarak gözden geçirmelidir.

Çeşitli çevrelerden TKP’ye yönelik İP’ye benzemek, milliyetçilik, hatta MHP’ye yaklaşmak yönünde eleştiriler geliyor. Parti yetkilileri bundan oldukça muzdarip görünüyor. TKP’nin şuna dikkatini çekiyoruz. Üç beş yıl önce bu eleştiriler yoktu. Tesadüf bu ya, TKP de aynı zaman dilimi içinde Türkiye’yi zorlayan tüm politik sorunlarda bahsedilen çevrelerle yan yana düşüyor.

Siyasal daha önemlisi sınıfsal mücadelede dönem dönem öne çıkan can alıcı sorunlar olur. Bunlar dönemlerinin bütün çelikçilerini kendisinde toplayan başlıklardır. Bugünkü, Kürt sorunu, laiklik-şeriat kutuplaşması gibi. Adında Komünist, devrimci vb. adlar bulunan partiler kolay kolay ben devletten yanayım, generalleri destekliyorum diyemez. Devlete, generallere; NATO’cu, özeleştirmeci, kamucu değil, ABD’ci vb. sert eleştiriler yöneltirler. Generaller bundan hiç gocunmazlar. ABD ile müttefik olmaktan NATO mensupluğundan onur duyarlar. Devleti ve generalleri en sert biçimde eleştirirken hassas meselelerde, duyarlı oldukları politikalarda, yanlarında durarak aynı hedeflere ok yağdırırsın. Her ağzını açışta irtica dersin, Kürt dediğin yerde Amerika dersin. Devlette, generallerde Böylesi komünistleri gözünden anlarlar.

Açılım, 25 Yıllık Savaşın En Büyük Kuşatma ve İmha Hareketidir

Kemal Okuyan yukarda bahsedilen röportajda “KCK’ nin yayımladığı 4 maddelik deklarasyonu okumuş olmalısınız. Destek veriyor musunuz?” sorusuna tek kelimeyle cevap veriyor. “Hayır”. Röportajın devamında Kürt çocuklarının tutuklanıp ağır cezalar alması karşısında TKP’nin sessiz kalması için şunları ilave ediyor. “Burada bizi kısıtlayan şey, ana akım Kürt siyasetinin açılım ve eylemlerinin bugünkü emperyalist proje ve AKP açılımlarından ayrıştırılmasının mümkün olmamasıdır. Bakın bir gün ‘hükümetin açılımına destek vermeli’ diyecek, ertesi gün aynı hükümetin emrindeki kolluk güçleri tarafından tutuklanacaksınız. Bir gün hükümetin çabaları sevindirici, ertesi gün inkârcı ve tasfiyeci... Bir gün umut, bir gün öfke... Biz bir siyasi partiyiz, sürekli anlık reflekslerle hareket edemeyiz”. Burada söylenenler son derece önemli ve üzerinde durulmayı hak ediyor.

TKP’yi Kürt çocuklarının tutuklanıp ağır cezalara çarptırılması karşısında sessiz kalmaya iten; “Kürt siyasetinin, açılım üzerinden bugünkü emperyalist proje ve AKP politikalarıyla denk düşmesi” imiş. Bunun kanıtı olarak da; “Bir gün hükümetin çabaları sevindirici, ertesi gün inkârcı ve tasfiyeci...” görülüyormuş.

Kürt mücadelesi ABD, AB, Irak, Suriye, Talabani, Barzani, Türkiye ittifakıyla kuşatılmıştır. Kuşatmanın içerdeki ayakları daha geniştir. Devlet, hükümet, TSK, laikler, islamcılar, burjuva Kürtler, Fetullahçılar, AKP, tarikatlar, liberaller, ulusal sollar; hepsi aynı cephede Kürt hareketinin altını boşaltmak için ortaklaşa faaliyet yürütüyorlar. Devlet, Fetullahçı sermaye para saçıyor. Din, iman her şey bu kuşatmanın emrinde.

Devlet daha geniş bir kuşatma için bazı alanları rakibine açıyor. Bu en büyük kuşatma aynı zamanda Kürt Hareketine geniş alanlar ve olanaklar sunuyor. Açılım direk Kürt halkını, halkın can alıcı taleplerini vaat ediyor. Bunların çoğu PKK’ninde ısrarla savunduğu ve istediği talepler oluyor. Kürtlere, tüm hakların tanınacağı, savaşın duracağı, çocuklarının dağdan ineceği vb. sözler veriliyor.

PKK bir kısmı kendi talepleri olan bu vaatler karşısında kaçınılmaz olarak bunları desteklediğini ek olarak diğer taleplerini ekleyerek tavır alıyor. Halka her türlü vaat açıktan verilirken, arkadan tasfiye ve imha için kapsamlı hazırlıkları sürdürüyor. Kürt taleplerini destekleyen PKK bu hazırlıklar karşısında imha ve tasfiye yönündeki hazırlıkları halka teşhir ediyor. Açılımcı devlet daha çok şey vermeye hazırız derken; PKK’nin bunlara engel olduğunu söylüyor. PKK de devletin ve AKP’nin ikili oynadığını söylüyor. Kemal Okuyan ise “Bir gün hükümetin çabaları sevindirici, ertesi gün inkârcı ve tasfiyeci... Bir gün umut, bir gün öfke...” diyerek kendince bunlarla PKK’nin tutarsızlığını sergiliyor.

Kemal Okuyan Başka Şey Görüyor, Başka Şey Yazıyor

Dönemin ikili karekteri belirleyicidir. AKP geniş Kürt kitleleriyle ilişkisi olan tek düzen partisidir. Devlet adına büyük vaatlerde bulunuyor. Ergenekon operasyonundan faydalanıyor. Kürtlere eza yapanları hapse tıktığını ileri sürüyor. Kürt kitlelerindeki savaş yorgunluğundan faydalanıyor. Demokrasi vaat ediyor, savaşı bitireceğim diyor. Bunlar milyonlarca Kürdün yürekten istediği ve beklediği şeyler. Bunları söylerken PKK'yi imha ve tasfiye hazırlıklarını en yüksek düzeyde sürdürüyor.

Kemal Okuyan TKP’nin bir dönem Genel Sekreterliğini de yapmış üretken ve yetkili bir yazarı. Sık yazdığı gibi hemen her konuda da yazıyor. Teorik sorunlar üzerine olduğu kadar politik sorunlarda da çok çeşitli konularda yazıyor. Ulusal ve uluslar arası siyasal olayları ve araka planlarını, karşıt güçlerin stratejik ve taktik adımlarını vb. oldukça iyi tahlil edebiliyor. Okuyucularının da bildiği bu yeteneklere sahip yazar “kör gözüm parmağına” misali açılımdaki gelişme ve adımları görmüyor mu? İnsanın keşke görmüyor diyesi geliyor ama değil ne olup bittiğini gayet iyi görüyor ama gördüklerini değil bunları yazıyor. Asıl soru, irdelenmesi gereken soru bu. Kemal Okuyan başka bir şey görüyor, başka bir şey yazıyor. Niye?

Kemal Okuyan başka bir şeyi ise hiç görmüyor: PKK’nin bir gün öyle bir gün böyle yalpaladığını yazıyor. Bu doğru değil. PKK açılım ortaya atıldığı andan itibaren kitlelerin önünde dönemin ikili karakterini belirledi. Ama en başından bunun asıl olarak bir imhayı hedeflediğini açık olarak ilan etti. Sadece bir örneği buraya aktaracağız. Böylesi değişik onlarca örnek var. Cemil Bayık, “İçinden geçtiğimiz süreç oldukça hassas, kritik bir süreçtir. Siyasi mücadele oldukça kızışmıştır. Bir noktada sonuç verecektir. Bu süreçte siyasi mücadelede hata yapan kaybeder ve bunu telafi etme imkânını zor bulur. Hareketimiz, Kürt sorununun demokratik siyasi çözümünde ısrar ediyor. Ama TC'nin de imhada ısrar ettiği artık netleşmiştir. Süreç giderek hızla bir savaşa doğru gelişmektedir. Bütün PKK militanlarının ve Kürt halkının bu gerçeği anlaması gerekiyor. Kürt sorununun demokratik siyasi çözümü için çabalarını daha da derinleştirmesi, ama sonucu belirleyecek olan ve bu temelde gelişen büyük bir savaşa da hazır olması gerekiyor. Bu savaşın geçmiş yıllardaki gibi çok uzun yıllar almayacağı, belki de son savaş olacağı olasılığı çok güçlüdür' şeklinde konuştu. Bayık, son ve tarihi savaşın ciddi sonuçlar doğuracağını da belirterek, 'Eğer Zap gibi sonuç alamaz ve darbe yerse, o zaman zorunlu olarak çözümü kabul edecektir. Hem de Önder Apo ve PKK ile bunu düşünecektir. Tüm PKK militanları ve Kürt halkının böylesi bir savaşa hazır olması gerekiyor” dedi.

Burada oyun oynanmıyor, Türkiye’nin bütün sorunlarını kilitleyen 50 bin kişinin ölümüne yol açan bir savaş ve onun çok önemli bir safhası kamuoyu önünde tartışılıyor. TKP ve Kemal Okuyan nasıl şeyler söylüyor: PKK “bir öyle bir böyle” güvenilmez diyor ve ekliyor “Biz bir siyasi partiyiz, sürekli anlık reflekslerle hareket edemeyiz” Bu hayat memat kavşağında söylenenlere bakın PKK güvenilmez, biz ciddiyiz. Bu işte gözbağı yapılamaz. Konu PKK nasıl tutarsız, TKP nasıl ilkeli üzerinden tartışılmıyor. Devlet ve Kürt savaşının en kızgın anında bunlar söyleniyor. PKK ‘ye güvenmeyin deniliyor. Bir parti elbette ki bunu da söyleyebilir. Ama iki koşul var. Bir, kırpma yapamaz, hiçbir yerde hiçbir Kürt yetkili bir gün öyle, bir gün böyle demedi. Cemil Bayık, Duran Kalkan, Murat Karayılan başından beri Kemal Okuyan’ın yazdıklarının tersini söylediler. Kemal Okuyan bunlardan habersiz olamaz ama bunları yok sayarak çarpıtma yapar. Buna niye ihtiyaç duyar? İki, Kendisi savaşın bir tarafıdır, Kürt hakları için savaşıyordur ve kitlelere PKK’nin değil TKP’nin etrafında toplanın demek istiyordur. Bu koşullar yoksa Kürtlere güvenmeyin, onlar tutarsızdır, bir gün öyle, bir gün böyle davranıyorlar demekle ne amaçlanıyor? Kemal Okuyan bunları niye yazıyor? Bunun ne olduğunun cevabını okuyucularına ve partili yoldaşlarına bırakıyorum.

Röportajın devamında oldukça ilginç cevaplar var. Kürt çocukların hapse atılmasına tavır almama sorusuna yukarda cevabını aktardık. Sonrasında şunları söylüyor. “Sözünü ettiğiniz türden gelişmelere dönük tavır almadığımız da doğru değil ancak bu başlıklarda bir süredir öne çıkmadığımız bir gerçek….Kürt insanının çilesine duyarlılığımızı ise sorgulatmayız. Ama “dayanışma” açık artırmacılığında yokuz.” Kemal Okuyan “Bir süredir öne çıkmıyoruz ama kimse bizi sorgulayamaz.” diyor. Haklı mı? Kürtler İran’da idam ediliyor, Suriye’de kurşuna diziliyor, Türkiye’de çocuk, genç, yaşlı kurşunlanıyor, ayrımcı yasalarla zindanlara dolduruluyor. Türkiye’de adı komünist olan bir partinin yetkilisi bu zor zamanlarda Kürtlere hiçbir konuda destek yok diyor ve sonra da ilave ediyor, “bu tavrımızı ‘sorgulatmayız’.”

Kürtlere destek vermiyorsunuz. Olabilir, her yiğidin bir yoğurt yiyişi vardır. Ama bu savaş kızışarak sürüyor. Destek vermediğinize göre Kürtler kazansın istemiyorsunuz. Devlet kazansın demiyorsanız, Kürtler kazanmasın derken kim kazansın diyorsunuz? Şurası kesin. Kürtler kaybeder ve Kürt hareketi ezilirse Türk işçi ve emekçilerinin de can düşmanı olan en gerici kesimler biraz daha güçlenecek. Türk işçi ve emekçilerinin boynundaki boyunduruk biraz daha kalınlaşacak.

Devrim ve Zor İlişkisi

TKP kendini reformcu bir parti olarak değil; devrim partisi olarak tanıtıyor, bunu çok önemsiyor ve Marksizm-Leninizm demekte ısrar ediyor. Marks-Engels olsun, Lenin olsun; devlet, devrim ve zor üzerine birçok şey söylüyor. Onların söylemesinden öte devrimler tarihi bütün deneylerle göstermiştir ki, devrim ve iktidar mücadelesi, bir al gülüm ver gülüm oyunu değildir.

Türkiye’de devrim denilen olay emperyalizmle birlikte bütün iktidar organlarının zor yoluyla alaşağı edilmesi, parçalanıp dağıtılması vb. işleri şart koşuyor. Türk egemenlik sisteminin PKK önderliğindeki Kürt mücadelesine kini ve lanetlemesi yalnızca Kürt olduğu için değil asıl olarak mevcut sömürücü sistemi tehdit ettiği, onun yasalarını çiğnediği, onun zor aygıtlarına silah çektiği içindir. Türkiye tarafından yükselecek en küçük bir tehdide de aynı biçimde karşılık verecektir. Nitekim isteyen arşivlerde 12 Mart öncesi Denizler ve Mahirler için yazılan ve söylenenlere bakabilir. Bu gün Kürt hareketi için yapılan hemen benzer saldırganlığın ve kinin bütün basını kapladığını görecektir.

Solda bazı parti ve örgütlerin Kürt mücadelesinden uzak durmasının temel sebebi düzenle aynı kaygılardır. Kürt hareketinde, onun yıkıcı yanında, sistem kadar, bu bazıları da sistemde kendi bulundukları konumun tehdit edildiğini hissediyor. Bunun doğal sınıfsal bir içgüdü olduğu açıktır. Kürt hareketine etnikçi vb. diyenler elbette bunu sınıf güdüsüyle, sistem içindeki yerlerini koruma kaygısıyla yapıyor. Bunu açıkça itiraf etmek yerine, Marksizm diyorlar. Gariptir sınıf diyorlar ama sınıf adına sistemle aynı kaygıları soldan dillendiriyorlar.

TKP, bildiğim kadarıyla devlet, iktidar, devrim ve zor üzerine bilinen teorik tespitleri savunmaya devam ediyor. Yukarıda değindik, siyasette ilkelerin programlara yazılmasıyla gerçek hayat her zaman üst üste düşmüyor. Siyasal mücadeleyi iktidar sorunu olarak alan parti ve örgütler bu sistemle 30 yıldır dişe diş boğuşan Kürt hareketini görmezden gelerek devrim iddiasında tutarlı olamazlar. Devrim ve iktidar sorununda az çok fikri olan herkes bu tutarsızlığı görür.

Marksizm ne hallere düşürülüyor, nelere alet ediliyor. Solcu veya başka türlü, hokus pokusla üstü örtülemeyecek bu toprakları yakan kavuran 25 yıllık bir savaşın son raunduna giriliyor. Halkların kurtuluş ve sınıfların devrim için mücadeleler tarihinde çok rastlanan son derece önemli bir dönem yaşanıyor. Uzayan savaş 1990’ların ortasında bir dengeye oturdu. Devlet ezici gücüyle yüklenerek Kürt mücadelesini bir anlamda belirli alanlara zorlayarak sınırladı. Ancak Kürt devrimi de kıran kırana direniyor ve hiç diz çökmedi. Devlet bütün çabasına rağmen hareketi yok edemedi. Devletin ağır bastığı pata durumu uzun süredir devam ediyordu. Dış ve iç koşulardaki değişimlerin zorlamasıyla bu dönemin sonuna gelindi. Dönemi can alıcı kılan burasıdır. Bu savaş bir tarafın imhası veya diz çökmesiyle bitecek.

Bahsedilen çatışmaya milyonlar katılıyor ve sert bir savaş göz önünde sürüp gidiyor. Teori, programlar komünizm ve devrim iddiaları böylesi dönemlerde her şeyiyle sınavdan geçer. Mevcut şövenist atmosferin yarıldığı koşullarda Kürt devrimi otomatik olarak Türkiye devrim dinamiğine dönüşür.

Hayat hiçbir devrimin önüne kitaplarda ve programlarda yazılı koşulları çıkarmamıştır. Böyle kitabi devrimler yoktur. Bütün devrimler sıçramalarla, patlamalarla beklenmedik zaman ve beklenmedik biçimlerde ortaya çıkmıştır. Sürekli devrim diyenlere tekrar tekrar sormalıyız? Devrimden ne anlıyoruz, devrimler nasıl oluyor?

Bizim de varlık sebebimiz olan bu kapitalist sömürü düzenini ve devletini 25 yıldır gümbür gümbür sarsan, kıran kırana her alanda savaşan bir güç ortaya çıkmış bu büyük bir devrimci birikimdir. Türkiye’nin devrim ve komünizm iddiasındaki örgüt ve partilerinin çoğunluğu, bu büyük potansiyeli ittifak gücü, emeğin ve devrimin gücü olarak görmek bir yana; bin bir tane teorik gerekçelerle var olan hareketten uzak duruyor, bazıları açık karşı duruş belirtiyorlar.

Bu bir anlamda sözün bittiği yerdir. İsyan ve ihtilallerin tarihi kesin olarak kanıtlamıştır ki her tarihte ve her yerde var olan, yürüyen hareket devrimcidir. Bunun dışında duran ve kitaplarda ki veya hayallerindeki “bilimsel”, “sınıfsal” steril hareketleri bekleyenler nal toplamıştır.

Tekrarla bitirelim: Şurası kesin. Kürtler kaybeder, Kürt hareketi ezilirse; Türk işçi ve emekçilerinin de can düşmanı olan, en gerici kesimler daha da güçlenecek. Türkiye işçi ve emekçilerinin boynundaki boyunduruk biraz daha kalınlaşacak.

* Bu yazı Türkiye Gerçeği'nin son sayısında yayınlandı...