1 Mart 2010 Pazartesi

CBS: Ermeni soykırımı Hitlere ilham verdi


ANF
13:24 / 01 Mart 2010
WASHINGTON - Amerikan CBS televizyonu, Kongre'de oylanacak Ermeni soykırım tasarısı öncesi yayınlandığı programda, Ermeni katliamının Hitlere ilham verdiğine dikkat çekti.

Bob Simon'ın hazırladığı programda CBS televizyonu Ermeni soykırımının pek bilinmeyen ayrıntılarına dikkat çekti.

"Tarih yüzünden savaş" başlığı ile sunulan programda 1 milyondan fazla Ermeni'nin öldüğü hatırlatılarak "Ermeniler ve tarihçilerin ezici çoğunluğu, Türk yöneticilerinin soykırım yaptığını ve bunun Hitler'in Yahudilere yaptığı şeye örnek olduğunu söylüyor" deniliyor.

450 BİN ERMENİN GÖMÜLDÜĞÜ TOPLU MEZAR

Ermeni soykırımını resmen tanıyan tasarının şu anda Amerikan Temsilciler Meclisi ve Senato'ya sunulduğunu vurgulanan programda, Suriye topraklarındaki Deyrizor çölünde 450 bin Ermeni'nin toplu olarak gömüldüğü belirtildi.

Bölgedeki bir tepeciği elleriyle kazak kemik parçaları bulan Ermeni kökenli yazar Peter Balakyan'ın "Burası Ermeni soykırımının en büyük mezarlığıdır" diyor.

AUSCHWİTZ’E EŞ DEĞER

Deyrizor'un Ermeniler için Yahudilerin toplama kampı Auschwitz'e eş değerde olduğunu belirterek, "Bu yer hakkındaki en korkunç şey, 95 yıl sonra bile katliamın kanıtlarının yer yerde olması. Fırat Nehri yakınlarında bir tepelik var. Burası aynı zamanda bir toplu mezarlık. Hiçbir zaman kazılmadı. Burada ne olduğunu gösteren kanıtları toplamak için yapmamız gereken tek şey yüzeyi biraz eşelemekti. Binlerce insanın gömüldüğü bu tepelikte durmak oldukça sıra dışı. Kim olduklarına ve nereli olduklarına dair bir kayıt yok" diyor.

HİTLER İLHAM ALDI

Programda bir mağara gösterilerek buraya sayısız kadın ve çocuğun atıldığı, mağaranın ağzında ateş yakılarak içerdekilerin nefes almasının engellediği belirtiliyor. Ayrıca Hitler'in Polonya'yı işgalinden önce "Bugünlerde kim, Ermenilerin yok edilmesinden bahsediyor?" sözü hatırlatılarak, Nazi liderinin Ermeni soykırımından ilham aldığı belirtildi.

"Osmanlı yıkıldığı zaman modern Türk devleti kuruldu. Ermenilere ne olduğu ile ilgili anılar silindi, kayıtlar yok edildi. Yeni alfabe kabul edildi. Ama katliam hiç okullarda öğretilmedi" ifadelerine yer veren programda soykırım sözcüğünü kullanmanın Türklüğe hakaret olarak değerlendirildiği ve hapisle cezalandırıldığı, yazar Hrant Dink'in de bu suçtan üç kez yargılandığı hatırlatıldı.

Türkiye'nin Washington Büyükelçisi olarak görev yapan Nabi Şensoy'la bir röportaja da yer veriliyor. Şensoy, Bob Simon'un Suriye'de bulduğu kemiklerle ilgili sorusuna şu yanıtı veriyor: "Türkiye'de de her yerde kemik bulabilirsiniz. Bu topraklarda birçok trajedi yaşandı."

ANF NEWS AGENCY

Türk Misyonerliğinin Kürdistan’daki Şefi: İhsan Arslan

M. İhsan Arslan, 1 Ocak 1948  Siirt Sason doğumludur. Babasının adı Ali, annesinin adı Ayşete'dir. Dedesinin ismi ise Meto’dur.

Annesi Ayşete Ermeni asıllıdır. Fermana Fıla -Ermeni katliamı- döneminde katliamdan kurtulan ve Sason’dan zorla göçerttirilen Ermeni kafilesindendir. Ermeni Ayşete çocuk yaşında İhsan Arslan’ın dedesi tarafından oğlu Ali için zorla alıkonulur. Ermeni anne ile babadan zorla alınan Ayşete, İhsan’ın babası Ali ile evlendirilir.

Zorla yaptırılan bu evlilikten doğan çocuğa İhsan ismi verilir. İhsan’ın bağlı bulunduğu aşiret Xiya aşiretidir. Xiya aşireti Ferqin, Pasur, Sason, Hewel ilçeleri ile Muş ili arasındaki dağlık alanda dağınık yaşamaktadır. Babası Ali’nin asıl görevi müezzinliktir. Fakat Farqin ilçesindeki müftülükte, müftünün yazıcısı olarak görev yapar. İhsan Arslan komşu köyde ilkokulu, liseyi de Amed de  Ziya Gökalp Lisesi’nde okur. Üniversiteyi de Ankara Üniversitesi,  Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı’nda okur.

                        
TRT Çalışanı mı Yoksa MİT Elemanı mı?
 İhsan Arslan Ankara’da iken muammalı bir şekilde TRT’ye girer, TRT’nin dış haberler servisinde çalışmaya başlar. Kürtçe yayın yapan radyoları dinleyip adeta bir istihbarat elemanı olarak rapor eder ve Türkçe’ye çevirir. TRT’de bir ekip oluşturularak Kürdistan’daki tüm stranların, destanların, hikayelerin, ata sözlerin, deyimler gibi tüm folklorik değerlerin Türklüğe mal edilmesini sağlamaya dönük çalışarak Kürtlerin kültürel soykırımdan geçirilmesinde öncülük yapar. Böylece soykırım suçunu işleyerek devşirmeleşmeyi kabul edenlerin başında gelenlerden biridir İhsan Arslan.
                               
Zenginleşmesi Bir Muamma
1968 gençliği içinde kendisini sağcı olarak tanımlayan Arslan, çalkantılı ve çatışmalı ortamda ticaretle de uğraşır. Ne hikmetse birden bire hem Ankara, hem de İstanbul’da kebap ağırlıklı lokantacılık işine girer. Lokantacılık işinde epey çevre ve dost edindiğinden olsa gerek, bu sefer dış ülkelerde iş almaya başlar. Bir süre sonra lokantacılığı bırakır.

İlk dış ülkedeki işi İran olur. İran’da Şii devriminin toz-dumanı birbirine kattığı ortamda İhsan Arslan İran ‘da iş tutar. Ama hangi iş, nasıl bir iş olduğunu söylemiyor. Bu dönemde Farsça’yı da öğrendiğini söyler.

Daha sonra ikinci iş denemesini Libya’da yapar, ama buradaki işleri kısa süreli olur.  Libya’da da Arapça öğrendiğini söyler. Bu işlerin ardından yabancı sermaye-ortaklı, yoğun ihracat ve müteahhitlik işlerine girer.

              
Kont-Gerilanın Başı Demirel’in Badigardı
Demirel ismi ilkin herkeste kont-gerillanın babası çağrışımını yapar. Bu, bir çağrışımdan öte bir hakikattir. Ne rastlantıdır ki İhsan Arslan’ın Ankara’da yaptığı ilk iş Demirel’in koruması olmasıdır. Demirel’in kardeşi Hacı Ali Demirel’e ait Yükseliş Kolejinde de çalışmıştır. Daha sonra AP milletvekilliği, Ulaştırma Bakanlığı ile Savunma Bakanlığı görevini yapan, faşistliği ve ırkçılığından dolayı kendisine Koca Reis kodu verilen Saadettin Bilgiç’e korumalık yapmıştır. 1970 yılının Haziran ayında,  Saadettin Bilgiç, Ferruh Bozbeyli ile birlikte 41 AP’li milletvekilinin, AP’den ayrılarak Demokrat Parti’yi kurduklarından bu defa Demirel adına tetikçilik ve bombacılık yapan yine Arslan’dır. Saadettin Bilgiç’in evine bomba yerleştirdiği için mahkemesi yapılır ve 6 ay hapis cezası alır. Ne tesadüftür ki,  büyük yerden gelen bir talimat sonucundan beraat ettirilir.

              
 Her Telde Oynuyor

1986 yılında Zaman Gazetesini kuran Arslan, sermayenin yüzde %70 ine sahiptir. Zaman Gazetesinde genel müdürlük görevini yapar. Zaman Gazetesinin Yahudi sermayesiyle kurulması ve ardından Fetullah Gülen’e verilmesini sağlayan İhsan Arslan olmasına rağmen Kürtleri, Türkleştirme misyonuyla hareket eden Fetullahçı Cemaatle ilişkilerinin nasıl olduğu konusuna ise hiç girmiyor.

       
Nerede Kürt Düşmanlığı Orada Arslan Ailesi
1990’da MAZLUM DER ‘i kurarken görüyoruz bu sefer İhsan Arslan’ı. 1996 yıllında PKK’nın elindeki esir askerleri almak üzere Güney Kürdistan’a giden heyetin içinde bulunanlardan biri de yine o’dur. Arslan, esir askerleri teslim alan heyette bulunduğu için Emin ÇÖLAŞAN tarafından suçlanınca Kürt karşıtı olduğunu söyler. Şahit olarak da, İstanbul
Emniyet müdürünü gösterir.

NTV programında Can Dündar’ın Ankara konuğu olarak programa katılan İhsan Aslan’a ”Kandile askeri harekat için Meclisten teskere çıkarılırken neden karşı çıktın” sorusu sorulduğunda, lafı dolaştırır ama sonuçta oyunu partisinin genel görüşü doğrultusunda “sınır ötesi harekât yapılsın” diyenlerden biri olduğu belirtir.
Öyleyse İhsan Aslan neden teskereye karşıymış gibi davrandı? Söylemlerindeki ve meclisteki görüntüsünün amacı neydi?

Siyaset literatüründe bunun anlamı politik ahlaksızlıktır, yani hedef kitlede kafa bulandırmaktır. Yanıltmak, kandırmak ve kendi hedefine hizmet eden konuma getirmek bu anlayışın en başta gelenidir. Aynı partinin mensubu eski AKP il başkanı ve şimdiki Diyarbakır Milletvekili Abdurrahman KURT, Gülen cemaatinin organize ettiği Abant Konferansında şunu söylüyordu: “Evet Kürt sorununu biz çözeceğiz.” Ama nasıl çözecekleri, nasıl bir planı devreye koyacakları noktasında bir şey belirtmiyordu. Yine karşılarında “PKK belası” olduğunu ve bu “belayı” nasıl çözecekleri konusunda daha çok çalışmaları gerektiğini anlatıyordu. Adeta PKK olmazsa, Kürt sorununun çözümü konusunda ellerinde programın var olduğunu söylemeye getiriyordu.

İhsan Aslan, AKP’nin ilk kuruluş döneminde, ilk teşkilat binası olarak, Ankara’ da bulunan kendisine ait apartman dairelerini verir. Oğlu Mücahit Arslan, AKP’nın en genç kurucular kurulunun üyesi olur.

5 Kasım 2007 tarihinde,  Erdoğan, genelkurmay ikinci başkanı ve heyetiyle beraber George Bush’la oval ofiste görüştüğünde ve PKK “ortak düşman” ilan edildiğinde yanlarında Mücahit Arslan’da bulunuyordu. Mücahit Arslan, babasıyla birlikte Ahmet Bilgin döneminde belediyenin birçok ihalesini alarak Kürdistan’daki en büyük holding haline gelmiştir. Bu ihalelerden biri de Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Konuk Evi’nin yapımını üstlenmeleridir, bu bina hala kullanılmaktadır.

Ofis yer altı çarşısı, ofis-bağlar üst geçidi vb gibi birçok ihaleyi de Ahmet Bilgin‘den almışlardır. Hatta Arslan ailesine ihalelerden alacağı para karşılığında Belediyeye ait arsa verilir. Bu arsa Dedeman Otelinin yan tarafında bulunan büyük bir arsadır. Yine Silvan da 2008 Mart ayında faaliyete başlayan, 71 ortaklı anonim şirketi adı altında su işleme fabrikası da bunlar tarafından kurulmuştur.

                    
Gölgesi Emin, Moğol Sevdalısı

İhsan Arslan’ın Diyarbakır’daki gölgesi, teyzesinin oğlu Emin Yaşar’dır. İhsan Aslan Diyarbakır’a gittiğinde genellikle Emin Yaşar’ın evinde kalır. İkisi de Ermeni iki kız kardeşin çocuğu teyze çocuklarıdır.

Emin Yaşar iki evlilik yapmıştır, bir hanımı Amasyalı bir hemşiredir. Çocuklarına da İttihat ve Terakkinin programı gereği Cenk ve Cengiz ismini koymuştur. İhsan Aslan kendisi Diyarbakır’da olmasa da, her zaman gölgesi olan teyze oğlu Diyarbakır bürokrasisinin tepesinde durur. İhsan Aslan’ın kardeş çocukları ve akrabaları Diyarbakır’ın en önemli bürokratlarını oluşturmaktadır. Gülen teşkilatının kurum ve kuruluşlarında kardeşleriyle Türklüğü yayma ve yerleştirme çalışmaları dörtnala devam etmektedir.   

Arslan 2008 yıllında Star Gazetesini satın aldı, 25 gazetede ortaklığı olduğu söylentileri ortalıkta dolaşmaktadır.

Erdoğan’ın “75 Kürt milletvekilim” dediği devşirme milletvekillerinin yönlendiricisi ve Erdoğan’ın Kürt politikasından sorumlu kişi olarak ismi anılır. Diyarbakır AKP il teşkilatı Arslan’ın kontrolündedir.

Bir gazete demecinde “ne Kürtçü, ne Barzaniciyim, olursam Tayipçi olurum” demesi esas amacını net bir şekilde ortaya koyuyor. Barzanileri de “Kuzey Irak’ta Yahudiliği yerleştirmeye çalışan bir aşiret” diye tanımlar.

          
Nerede Karanlık İşler, Orada İhsan Arslan
1991 sürecinden sonra Kürt halkının Hizbul-Kontra dediği Hizbullah, Diyarbakır merkez olmak üzere, birçok yerde seri cinayetlere başladı. Hizbul-Kontra’nın en çok cinayet işlediği yerlerden birinin Farqin olması, İhsan Arslan’ı mercek altına alma gereğini doğurmaktadır. İhsan Arslan’ın hem Farqin’de büyümesi, hem de Hizbul-Kontra ile olan ilişkileri şüphelere yol açmaktadır. Arslan’ın derin bir şekilde ilişkilendiği Hizbul-Kontra’nın Kürdistan’da işlediği cinayetler silahlı, satırlı ve öldürüp torbalara konulduktan sonra toplu olarak çukurlara gömülme şeklinde devam etti. Bu toplu ölümler daha sonra Diyarbakır Çınar ilçesinin Kormeşevîtî  ve Qubîk  köyünde ortaya çıkarıldı.

Sonrasında  İlimciler ve Menzilciler şeklinde ikiye ayrılan Hizbullahçılar barışma görevini yine İhsan Arslan üstlendi. Tam da bu süreçte, İhsan Arslan bu iki grup arasında arabuluculuk görevini üstlenmeye başladı. Her tarafta seri cinayetler işleyen adamların yönetici kadrolarına nasıl ulaşabiliyordu sorusu her zaman güncelliğini koruyacaktır. Bu iki grubun çatışmasını engellemek istediğine göre neden daha önce bu gruplar, masum insanları gün ortasında öldürdüklerinde, masumların ölmemesi için arabuluculuk yapmadı?

Bu süreçte İhsan Arslan Mazlum-Der’in genel başkanıydı ve sloganı “mazlumun kimliği sorulmaz” sözlerine kilitliydi. Aynı adam sınır ötesi operasyon konusunda da Kürtlerin soykırımdan geçirilmesi için tam tamına üç defa tezkereye el kaldırıp indirebiliyordu.

       
Siyasi Soykırımı Savunuyor
21 Şubat 2010 tarihinde İhsan Arslan, AKP Genel Başkan Yardımcısı Salih Kapusuz ile Diyarbakır’da basın toplantısı düzenleyerek gündemi değerlendirdiler.

Salih Kapusuz, AKP’nin 2006’da çıkardığı TMK yasasına dayanarak Kürt çocukların katledilmesi ve zindanlara atılmasının bir soykırım suçu olduğunu gizleyerek, Kürtleri suçlarken, İhsan Arslan ise siyasi soykırımı savunacak kadar pervasızlaşıyordu.

Arslan binlerce Kürt siyasetçinin, AKP emrindeki MİT, Polis ve Yargı güçleri tarafından zindanlara doldurulmasını ve ona yakın belediye başkanının hapse atılmasını değerlendirirken şunu söylüyordu: “Birkaç belediye başkanının tutuklanması şiddetle yadırganıyor. Tabii ki halkın seçtiklerinin gözaltına alınması boşu boşuna değildir”.

Daha önce AKP’li Mehdi Eker’in “siyasi soykırıma şükredin” tarzında açıklama yapmış olması AKP’nin tümden neyi hedeflediği, bundan sonra hiçbir farklı şüphe mahal vermeyecek hale gelmiştir.

Özgür Bilge

Darbeci gelenek

“Bilgi güçtür.” Bacon
Bilgi aynı  zamanda iktidar olmak için de bir araçtır.
Tarihsel süreçte iktidar olmayı başaran esas güç kaba olan güçtür.
Bu yüzden antik çağlarda kaba gücü geliştirip talancılıkla geçinen kavimler, tarım ve sanatla ilgilenen uygar  yerleşik kavimlere galip gelmiştir.  
Coğrafyamızdaki tarihi gerçeklere bakacak olursak eğer, bu geleneğin Orta Asya steplerinden yola çıkarak Cengizhan, Timurlenk, Selçuklu ve Osmanlılarla  Avrupa’ya kadar taşındığını ve cumhuriyeti biçimlendiren ittihat terakki ile günümüze kadar devam ettiğini görürüz. 
Bu hükümran darbeci geleneğin Ön Asya’ya hakim olması sebebiyle, demokrasi nimeti Avrupanın doğusuna girememiştir.
Çinlilerin büyük duvarı yaparak Avrupa ve Ön Asya’ya zarar verdiklerini düşünürüm bazen.
Çünkü duvarın yapılmasıyla beraber geçim derdine düşen Asya’daki talancı kavimler batıya yönelerek Avrupa’nın Atlantik kıyılarına kadar tüm toprakları kana buladılar. 
Top kapı  Müzesinin Müdürü prof. İlber Ortaylı geçenlerde yaptığı bir açıklamayla bu talancı geleneği övdü!
Askerlerin gerektiğinde darbe yapabileceklerini, ayrıca, bu milletin asker karakterli olduğunu, resim, sanat ve edebiyat değil, savaş sanatını iyi bildiğini… söylüyordu.
Bir bilim adamı  “..asker, gerektiğinde darbe yapabilir, bu halk iyi askerdir, savaşmasını iyi bilir…” diyorsa  sivil yaşam zorda demektir..
Bilime katkıları sorgulanabilir ama biliyoruz ki bu unvan, onun gibi pek çok kişiye bilime katkılarından değil, sisteme hizmetinden dolayı verilmiştir.!
Bilgiyi kaba gücün hizmetine sokan bir anlayıştan ne medet umulur ki…?
Bu zihniyet orduyu besledikçe demokrasi mümkün mü?
  “Ordu o kadar eşitçe herkesin olmalıdır ki ne parlamento içinde ne de dışında, hiçbir güç onu yönlendirmemelidir.”(O.CROMWEL) Darbeci zihniyetin emanet coğrafyada kaba güçle sürdürdüğü iktidarını paylaşmak istememesi, bilimi kirlettiği gibi, toplum yaşamında çete, rüşvet, ergenekon ve bunun gibi oluşumların meydana gelmesine de sebep olmuştur/olmaktadır.
Hak ve özgürlük taleplerini suçlayıp mahkum eden, ama çete rüşvet ve darbe yapanları besleyen bir sitemin Cengizhandan ne farkı vardır?
Hak ve özgürlüklerini savunmak için silahlı mücadeleden başka yol bulamayanlara “terörist,” ama kafaları bozulduğunda tankları sokaklara süren generaller vatansever…!
Terör eğer, kendi çıkarları için toplumsal huzuru bozanları kastediyorsa, bu toplumda darbeci gelenekle her darbe sırasında onca sivil vatandaşa işkenceyi reva gören ve anayasal düzeni silah zoruyla ele geçiren generaller neden terörist sayılmıyor?
Ve neden yargılanamıyorlar?
Onları  göz altına  almak bile korku ve endişeye neden olmaktadır.
DEP milletvekillerini hatırlayın, toplumsal düzeni silahla değiştirme gibi bir eylemleri olmadığı halde meclis kapısında derdest edilerek cezaevine konuldular.
Suçları  neydi? Demokratik bir anlayışla bir halkın gasp edilen haklarını  talep etmişlerdi !
Onca yıl cezaevinde bu yüzden yattılar. 
Ama deşifre olan bazı darbeciler göz altına alınınca Genelkurmay toplantılar düzenleyip “sabrımızı taşırmayın” diyerek mevcut hukukun asker için önemsizliğini gösterebiliyor.
Öyle ya, bu güne kadar kaçı işlediği suçtan ceza aldı ki….?
Generallerin toplantı yapması eğer gözdağı ise, bu da suçtur.
Ama kimin haddine  bunu sorgulamak!.
Üstelik sivil uzantıları da demokratik gelişmelerden kaygılı oldukları için askerin dokunulmazlığını sorun yapmamaktadır.
Bu yüzden Türkiye’de YASAMA, YÜRÜTME ve YARGI’NIN yanında dördüncü bir güç olarak ORDU da yer alır. Son olaylar Ordu ve yargının ortak hareket ettiğini göstermiştir.
Basın dördüncü erk olarak kabul edilse bile ordunun emrinden çıkmayan bir basın güç olamaz.
Bütün bu antidemokratik yapılanmanın sebebi de ülke bölünüyor paranoyasıdır.
Bu paranoya ülkenin tüm kaynaklarını yedi bitirdi. Deniyor !
Aslında bunun paranoya olduğuna inanmıyorum.
Bu toplumu yanıltmak gayesiyle üretilmiş bir yalandır.
Bu korku ile ordunun kurumlar üstü ya da siviller üstü bir otorite olması sağlanmıştır
Böyle olunca sivil inisiyatif gelişir mi ?
Politize olduktan sonra anlamıştım ki, hayat sivil değilmiş.
Çocukluk yıllarında etrafımızdaki kamusal yaşamın ve temsilcilerinin aslında sivil maskeli askerler olduğunu anlayamamıştık.
Yalan kahramanlık hikayeleriyle neredeyse biz de mutasyona uğrayacaktık.
Sınır boylarında yaşamak Erivan, İran ve Irakta bulunan radyolardan Kürt müziği ile beslenmek farklı olduğumuzu hissettirmişti bize.
Bu farkındalık bireysel ve toplumsal sorumluluklarımızı da sorgulamamıza yol açtı.
Ya piyon olup zalimlerden yana uşak olacaktık, ya da toplumsal gelişmeden yana tüm korkulardan sıyrılıp aydınlanma ve aydınlatma görevine koşacaktık.
Seksen darbesinde bir kısmımız çıkar deryasında boğulup kaldı, bir kısmımız da Diyarbakır zindanlarının karanlığında bedenlerini ateşe vererek toplumu aydınlattı.
Şimdi yeni bir sınavın arifesindeyiz.
Çürük elmalarla   sağlamların ortaya çıkacağı bir sürece girmek üzereyiz yine.
Platon’a göre içimizdeki çürük elmalar yaşamın gerçeklerine sırt dönenlerdir!
Bu konuda şöyle diyor:
““Bazı insanlar karanlık bir mağarada doğdukları günden beri mağaranın kapısına arkaları dönük olarak yaşarlar. Başlarını da arkaya çeviremeyen bu insanlar, mağaranın kapısından içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda kapının önünden geçen başka insanların gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden biri kurtulur ve dışarı çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve tekrar içeri girip gördüklerini anlatmaya başlar ama, içerdekileri, mağara duvarında gördüklerinin aslında gölge olduğuna, gerçek hareketin ise mağaranın dışında cereyan ettiğine inandıramaz”.
Şimdilik toplumun bir kısmı mağara duvarındaki belirsiz gölgelerle oyalanmaktadır.
Bunların ilgisizliği  ve darbe tartışmaları birilerine keyif veriyor.
Çünkü, korku ve endişe egemenin egosuna hizmet eder..
Yani, tartışmalar ve yaratılan korkular statükoyu beslediği için, darbeciler mutlu.
Ama sivilleşme de kartopu misali yol almaktadır.
Sabır taşını bileyenler kartopunun tanka çarpabileceğini sanıyorlar.
Tanka çarpar mı bilmem,
ama mağaradakiler dışarı çıkmadıkça, tankları kışlasına hapsetmek zordur.
“Zordur babam zordur.” ))))
Fikret YAŞAR
fkrtyasar@yahoo.co.uk