22 Şubat 2010 Pazartesi

İşkencenin Psikolojik Kanıtları

İşkencenin ana amaçlarından biri kişiyi aşırı çaresizliğe ve rahatsızlığa iterek bilişsel, duygusal ve davranışsal işlevlerin bozulmasına yol açmaktır. Bu yüzden işkence, kişinin psikolojik ve sosyal işlevsizliğinin temeline yönelik bir saldırı aracı olabilir. Bu koşullar altında işkenceci, mağduru yalnızca fiziksel olarak güçsüzleştirmeye çalışmaz, aynı zamanda mağdurun kişiliğini parçalamaya ve mağdurun gelecekle ilgili hayalleri, ümitleri ve arzuları olan bir insan olarak aileye ve topluma ait olduğu duygusunu yıkmaya çalışır.
İşkencenin görünür kılınıp belgelendirilmesinde sadece fiziksel belirtilerin aranarak, psikolojik belirtilerin gözardı edilmesi belgelendirmede en büyük hatalardan biridir. İşkence mağduruna uygulanan psikolojik yöntemler fiziksel bulgu vermese de ruh sağlığını derinden etkileyen durumlardır. Bir kişiyi iletişim kuramayacak şekilde bir süre tutmanın, kişinin fobilerinden faydalanmanın, kapalı alanlarda tutmanın, devamlı bağırma, sözlü taciz, alay etme, kelepçeleme, uzun süre hücreye kapatma, şantajla korkutma vs. tabii ki fiziksel bulguları bulunmaz. Asıl dikkat çeken nokta, bazen mağdurun da fiziksel bir yaralanma yoksa yaşadıklarına bağlı olarak gelişen psikolojik sorunların işkenceden kaynaklandığının farkında olmamasıdır.
Uyku bölünmesi, karabasan, hafıza kaybı, konsantrasyon eksiklikleri işkenceden sonra görülebilen duygusal tepkilerden bazılarıdır.

Belirtiler;


  • Travmanın yeniden yeniden yaşanıyor hissinin oluşması.

  • Kaçınma ve duygusal küntlük.

  • Aşırı uyanıklık (uyku uyuyamamak, hep tetikte beklemek).

  • Depresyon belirtileri (aşırı uyku, halsizlik, karamsar duygular, kendini kıymetsiz görme, yorgunluk, yaşamdan zevk almama vs.).

  • Zedelenmiş benlik duygusu ve geleceğe dair beklentilerin kısıtlanması.

  • Bedensel şikayetler (başağrısı, bel ağrısı, kas, eklem ağrıları).

  • Cinsel işlev bozukluğu.

  • Psikoz (hezeyanlar, varsanılar, tuhaf düşünce ve davranışlar).

  • Madde bağımlılığı.
    Tüm bulguların dışa vurumlarıyla tanı konulan hastalıklar ise genel olarak 3 grupta toplanılabilir;

  • Depresif bozukluklar.

  • Travma sonrası stres bozuklukları.

  • Kalıcı kişilik değişimleri.
    En fazla rastlanılan hastalıklardan biri olan Travma Sonrası Stres Bozukluğu'nun ana belirtileri şunlardır;

  • Artan canlanma, hiperaktiflik.

  • Aşırı korku tepkileri.

  • Konsantrasyon eksiklikleri.

  • Uykusuzluk, aşırı sinirlenme.

  • Travmatik olayı yeniden yaşama, sürekli travmatik olayı düşünme.

  • Olay hakkında görülen ve sürekli tekrarlanan rüyalar.

  • Olayları anımsatan şeylerle karşılaşıldığında yoğun acı duyma.

  • Travmanın önemli bir yönünü anımsayamama.

  • Travma hakkındaki ve onu çağrıştıran konuşmalardan, duygulardan ve düşüncelerden kaçınma çabası.

  • Travmayı anımsatan etkinlikler, yerler ve insanlardan kaçınma çabası.

  • Başkalarına yabancılaşma ve onlardan uzak düşme duygusu.

  • Geleceğin giderek daha kısaldığı duygusu.

    İşkence kurbanları ile ilgili yapılan çeşitli çalışmalarda Travma Sonrası Stres Bozukluğu tanısının yıllar içinde arttığı gösterilmiştir. Aslında bu durum hekimlerin son zamanlarda bulguları daha iyi gözlemleyip tanı koyduklarını da göstermektedir.


    İşkencenin fiziksel kanıtları
    İşkence sonrası görülen fiziksel bulgular büyük çeşitlilik göstermektedir. Hekimin mağdurun öyküsünü aldıktan sonra onun onayını da alarak muayeneye başlaması gerekmektedir. Muayenede elde edilen bütün bulgular öyküyle ilişkili olsun olmasın kayıt edilmelidir.

    İşkencenin akut belirtileri kanama, çürük, şişme, açık yaralar, kırık, çıkık, yanık, elektrik yaralanmalarına ait bulgular, kimyasal yaralanmalar ve ağrı olarak görülebilmektedir.


    Fiziksel bulguları sistematik olarak sıralayacak olursak;


    1- Cilt
    : İşkenceye bağlı olarak sıyrık, ezik, kesik, delici alet yaraları (bıçak, şiş ) sigara ya da başka aletlere ait yanık izleri, elektrik yaralanmaları, saç kaybı ve tırnak sökülmesi gibi lezyonlar.

    2- Yüz
    : Kırık belirtileri, şişme veya ağrı bulgularını saptayabilmek için elle muayene gereklidir. Tat ve koku duyusunu da kontrol etmek gerekir. Kafaiçi ve boyun omuru yaralanmaları, sık sık yüz travmalarıyla birlikte görülür. Burun kanaması varsa grafi çekilmelidir. Dayak sonucu çene kırık ve/veya çıkıkları oluşabilir. Göz içi kanlanmaları, gözarkası kanamaları ile görsel alan kaybı bulunabilir. Kulak zarına alınan darbe nedeniyle kulak zarının yırtılması oluşabilir. İşitme kaybı, dişlerde kopma ve kırıklar, dişeti kanamaları, yumuşak dokuda şişme, morarma gözlenebilir.
    3- Göğüs ve Karın : Kasların, kaburgaların ve karın içi organlarının yaralanmalarını yansıtacak ağrı şikayetlerine dikkat edilmelidir. Ayrıca kaburga kırıklarına bağlı solunum güçlükleri oluşabilir. Kalp ve damar sistemine ait bulgulara da rastlanılabilir.

    4- Kas-İskelet Sistemi
    : Hareketle ağrı, kırıklar, çıkıklar, kas sertlikleri, kas içi kanamalar, kas yırtılmaları.

    5- Ürogenital Sistem
    : İdrarda kan işeme, idrar yanması, idrar tutamama, adet döngüsünde düzensizlik, gebelik, düşük, vajinal kanamalar, anal (makat) ağrı ve kanamalar, kabızlık veya dışkı tutamama.

    6- Sinir Sistemi
    : Kafaya ait sinir hasarları, hiperaljezi (deri yüzeyine uygulanan uyaranlarda aşırı ağrı hissi), hiperestezi (bazı uyaranları algılama yeteneğinin artması), parestezi (özellikle bacaklarda veya kollarda anormal duyumlar alınması, yanma, karıncalanma, uyuşma, iğnelenme vb.) Yürümede değişiklikler, bulantı veya kusmalar, gözde kayma.

    Uygulanan işkence yöntemine göre bazı spesifik bulguların oluşması bu işkenceleri açığa çıkarmak için daha ayrıntılı incelemeler gerekebilir. Mesela elektrik işkencesinin belgelendirilmesi için, deri değişimlerinin gözlenmesinin yanı sıra, alınacak biyopsilerin mikroskopik incelenmesi bilimsel kanıt sağlayabilir.
    Tıbbın işkenceyle ilişkisi
    Tıp mesleği, etik yükümlülükleri barındıran bir meslektir. Tıp etiği, insanların sağlık gereksinimlerini karşılayan kişilerin paylaştığı ortak değerleri somutlaştırır.

    Bu etik ilkelerin en başında kuşkusuz yaşam hakkına duyulan saygı gelir. Tüm hekimlerin çok iyi bildiği 'önce zarar verme' ilkesine rağmen çeşitli ülkelerde hekimlerin işkence uygulamalarına değişik biçimlerde katıldıkları bilinmektedir.


    Hekimler işkencenin etkinliğini artırmak, kurbanın bu şekilde yaşamını sürdürmesini sağlamak ve gözaltı süresi bitinceye kadar tedavi etmek gibi tutumlar nedeniyle 'işkenceye katılma' ile suçlanmışlardır.


    Bu suçlamalara neden olan davranışları şöyle sıralayabiliriz;

  • Tıbbı işkencenin etkinliğinin artırılmasında kullanmak.

  • Mesleki ve etik amaçlar dışında; örneğin işkenceciye destek için, işkenceye uğrayan kişilerin yaşamını sürdürmesini sağlamak.

  • İşkence kanıtlarının gizlenmesi, örtbas edilmesi amacıyla tedavi ve girişimlerde bulunmak, gözaltı süresi bitinceye kadar iyileştirmeyi sağlamak. (Bu tür uygulamalara olağandışı süreçlerde, sıkıyönetim, savaş vs. daha sık rastlanmaktadır.

  • İşkence mağdurlarına kötü davranmak gibi tutumlar.

  • Hastayı uygun koşullarda muayene etmemek, işkenceyi gizlemek amacıyla eksik ve yanlış rapor düzenlemek.

  • Otopsi raporlarını düzenlerken bilerek belgelerin dosyaya konmaması ve yanlış rapor düzenlenmesi.
    Şili Tabipler Odası tarafından daha ayrıntılı olarak hekimlerin hangi koşullarda işkenceye katılmış sayılacakları sıralanmıştır;

    1- Kurbanın işkenceye dayanıklılığının değerlendirilmesi.


    2- Komplikasyon olması durumunda, tıbbi tedavi sağlayarak işkencenin denetlenmesi.


    3- İşkenceciye mesleki bilgi ve beceri sunulması.


    4- Sağlık raporları ya da otopsi raporları düzenlerken, tıbbi belgelerin değiştirilmesi ya da bilerek raporlara konmaması.


    5- İşkenceyi eleştirmeden ya da işten istifa etmeden işkence sistemi içinde tıbbi yardım sağlanması.


    6- Dolaysız katılım yoluyla işkence yapılması.


    7- İhlallerin olduğu bilinmesine karşın sessiz kalınması.


    Tüm bu nedenlerle hekimlerin gönüllü olarak veya baskı nedeniyle işkence ve insan hakları ihlallerine katılması bir dizi ulusal ve uluslararası belgelerle engellenmeye çalışılmıştır.


    Sağlık çalışanlarının etik yükümlülüklerini ifade eden ilkeler, Birleşmiş Milletler Belgeleri'nde de ele alınmıştır. Ayrıca Dünya Tabipler Birliği, Dünya Psikiyatri Birliği gibi sağlık çalışanlarını temsil eden uluslararası kuruluşların açıklamalarında da bu ilşkilere yer verilmiştir.


    Sağlık çalışanları ile ilgili BM açıklamalarının bazıları şunlardır;

  • Cezaevi sistemi içinde çalışan sağlık çalışanları 'Tutuklulara karşı muamelenin standart asgari kuralları'na uymakla yükümlüdür.

    Bu kurallara göre ayrım yapılmaksızın tüm mahkumlara psikiyatri hizmetleri de dahil olmak üzere bütün tıbbi hizmetler sunulmalı, hasta olan veya tedavi görmeyi talep eden mahkumlar her gün görülmelidir. Bu tür gereklilikler; doktorların bakmakla görevli oldukları hastaları tedavi etme ve hastanın yararına uygun şekilde davranmalarını gerektiren etik yükümlülüklerle pekiştirilmiştir. BM'in 'Mahkum ve Tutukluların İşkence ve Diğer Zalimane, İnsanlık Dışı veya Aşağılayıcı Muamele ve Cezalardan Korunmasında Sağlık Çalışanlarının Özellikle Doktorların Rolü İçin Geçerli Tıbbi Etik İlkeleri'inde özellikle hekimlerin etik yükümlülükleri konusu ele alınmaktadır. Bu belgelerde gözaltındakilerin fiziki ve ruhsal sağlığını korumanın sağlık çalışanlarının ahlaki bir görevi olduğu açıkça belirtilmiştir.


    Sağlık çalışanlarının çifte yükümlülükleri vardır, hasta kişinin yararını gözetmek gibi temel bir ödevin yanı sıra topluma karşı adaletin yerine getirilmesi ve insanhakları ihlallerinin engellenmesini sağlamakla görevlidirler.


  • Polis, askeriye ve diğer güvenlik birimleri veya cezaevi sistemi içinde görev yapan sağlık çalışanlarının çifte yükümlülüklerinden kaynaklanan ağır ikilemlerle karşı karşıyadırlar.

  • İşverenlerinin ve tıp mesleğinden olmayan çalışma arkadaşlarının çıkarları, gözaltındaki hastaların çıkarları ile çatışabilir. İstihdam koşulları ne olursa olsun, tüm sağlık çalışanlarının temel görevi, muayene ve tedavi edilmeleri istenen insanlara bakmaktır.

  • İmzaladıkları sözleşmeler veya diğer hususlar gereği mesleki bağımsızlıklarından ödün vermeye zorlanamazlar. 3. bir şahıs tarafından göreve atandığı veya kendisine 3. şahıs tarafından ödeme yapıldığı durumlarda bile doktorun görevi tedavi veya muayene ettikleri hastaya bakmaktır. Doktorlar, hastalarına zarar verebilecek veya onları psikolojik veya fiziksel açıdan zarar görebilecekleri süreçlere uymayı redetmekle yükümlüdürler.

    Doktorlar, gözaltında bulunan herhangi bir kişinin, görmesi gereken tıbbi muayene ve tedaviye erişilmesini sağlamakla yükümlüdürler. Doktorların gözaltında bulunan kişinin reşit olmaması ya da hassas konumda biri olması halinde avukatmışcasına davranmak gibi ek bir yükümlülükleri vardır. Doktorlar ve mesleki örgütler makul delillere dayanarak bu tür tavır alan bütün meslektaşlarını desteklemelidir. Dünya Tabipler Birliği hekimlerin söz konusu durumlarda nasıl/hangi koşullarda korunacağına dair açık tanımlamada bulunur.


    Bildirgenin 5. maddesinde DTB bu amaçla şu önlemleri gerekli bulmaktadır;


  • Tıp doktorlarının işkence ve benzeri zalimce, insanlık dışı ya da onur kırıcı işlemlere katılımını uluslararası düzeyde protesto etmek.

  • Tıbbi gizlilik de içinde olmak üzere, yüksek etik ilkeleri desteklemek hakkı gözetilmek koşuluyla, kurbanların tedavi ve rehabilitasyonunda çalışan ya da bu tür insanlık dışı süreçlere katılmayı reddeden hekimleri korumak ve desteklemek aynı zamanda ulusal hekim birliklerini de 'koruma ve desteklemeye' çağırmak.

    İnsan hakları ihlallerinin sonlandırılması için yapılan tüm düzenlemeler ve çalışmalara rağmen dünyanın birçok ülkesinde bu ihlaller devam etmektedir. İnsan sağlığını korumakla yükümlü bir meslek olan hekimlik mesleki bilgilerinin yaşatmak kadar, öldürmek veya zarar vermek için kullanılıyor olması büyük bir açmazdır.


    Hekimlerin bu ikilem içinde etik değerleri koruyarak mesleklerini icra etmeleri olması gereken ve umulandır. Etik ilkeler ve uluslararası sözleşme ve bildirgeler, hekimlerin sahip oldukları bilgi ve becerilerini, işkence ya da insanlık dışı zalimce ya da aşağılayıcı işlemlerin önlenmesi doğrultusunda kullanmasını zorunlu kılmaktadır. İşkencenin belgelendirilmesinde de kilit nokta da olan hekimler bu yükümlülüklerini mutlaka etik kurallara göre yerine getirmelidirler.


    DR. TÜLAY ÖZDEMİR

    tulayamed@hotmail.com

  • 'Dersim'den birileri geldi insan yiyorlarmış'

    İZMİR - Dersim katliamının canlı tanığı 78 yaşındaki Ali Şirin, "Asker üzerimize yaylım ateşi açınca dağa kaçtık. Kışı dağdaki mağaralarda geçirdik. Nenemi gözlerimin önünde süngülediler" diyerek, yaşanan sürece ayna tuttu.

    Devlet kayıtlarına göre 16 bin; halk anlatımlarına ve tanıklara göre 90 bin kişinin öldürüldüğü 1938 Dersim katliamı Türkiye tarihinde kara bir leke olarak duruyor.

    Binlerce insanın ölümüne, binlercesinin de sürgünde yaşamına neden olan katliam Dersimliler için kapanmayacak bir yara...

    Aradan geçen 72 geçen yıla rağmen katliamı ve sürgünü 'dün' gibi hatırlayan 78 yaşındaki Ali Şirin, tanıklıklarını ANF'ye anlattı.

    1932 yılında Dersim'in Pülümür ilçesine bağlı Asgiri (Kocatepe) köyünde dünyaya gelen Ali Şirin, annesini küçük yaşta kaybetti. Babası ve kendisinden 2 yaş küçük kız kardeşiyle birlikte yaşama tutunmaya çalışan Ali Şirin'in hayatı 1938 yılında bir daha düzelmeyecek şekilde alt-üst oldu.

    ALAY KOMUTANI 'KÖYÜ TERK EDİN' DEDİ

    Dersim Katliamı'nı anlatırken, dönem dönem boğazı düğümlenen Şirin şöyle konuştu: "Dersim genelinde çok büyük tedirginlik vardı. O gün olağanüstü bir gündü. Ben küçüktüm ama bunu sezebiliyordum. Ben babamın yanında duruyordum. Millet kalabalık şekilde gelip-gidiyordu. Ben babama 'bunlar nereye gidiyor?' diye sordum. Babam da bana 'Büyar Baba Krater Gölü'ne gidiyorlar' dedi. Ben o zamanlar 6-7 yaşlarındayım. 'Niye gidiyorlar?' diye sordum. Babam bana 'Alay Komutanı halkı oraya çağırdı' dedi. Gittiler, geldiler. Alay komutanı köylülere 'köyde kimse kalmasın, herkes evini boşaltıp burayı terk etsin' demiş. Biz o gün köyü terk etmedik ama köyden birçok kişi aynı gece köyü terk etti"

    'KIŞI MAĞARALARDA GEÇİRDİK'

    Köyden ayrılmak istemeyen ailelerin köyün karşısındaki dağa sığındığını söyleyen Şirin, "Köyümüzün altından geçen bir dere vardı. Biz bu dereye indik. Burada saklanıyorduk. Bizim orada olduğumuzu fark eden askerler üzerimize yaylım ateşi açtılar. Hepimiz derenin içine girdik. Sonra oradan kaçıp köyün karşısında bulunan dağa gittik. Bu dağda sarp kayalar, mağaralar vardı. Biz hemen köyü terk etmek istemediğimiz için mağaralarda kalmaya başladık. Kışı bu mağaralarda geçirdik. Akşamları köyümüze dönüyorduk oradan tarlalardan, bahçelerden yiyecek temin ediyorduk. Asker evlerin çoğunu yakmıştı ama tarlalarda hala sebzelerimiz vardı. Bir de bizim oralarda çok ceviz oluyordu. O cevizleri toplayıp, karnımızı doyuruyorduk. Bir kışı o mağaralarda geçirdik. Asker kış olduğu için köye çok fazla gelemiyordu o yüzden mağaralardan köye inip ihtiyaçlarımızı temin edip tekrar mağaralara kaçıp saklanıyorduk" diye konuştu.

    SÜRGÜNDEN KAÇAMADILAR

    Aylarca bu durumda yaşadıklarını aktaran Şirin anlatımlarını şöyle sürdürdü:

    "1939'un Ekim ayında mağaralardan mezraya ihtiyaçlarımız için yine indik. Askerler etrafımızı sardı ve bize 'kaçmayın, kaçmayın etrafınız sarıldı' dedi. Biz hiç bir yere kaçamadan etrafımızı sardılar ve hepimizi zorla toplayarak askeri araçlara bindirdiler. Amcamın kızını asker vurdu, nenem ve yaşlı bir kadını gözlerimin önünde süngülediler. Bunları gözümle gördüm. Ayrıca bir kadının başını kesmişlerdi ve yolun kenarına atmışlardı. Ben o kafayı da gördüm. Ormanda birçok kesik baş bulduk ama vücutlarını bulamadık. Bazen de vücutlarını buluyorduk başlarını bulamıyorduk. Gördüklerimizin dışında her gün ölüm haberleri geliyordu. Tam olarak ölü sayısını bilmiyorum."

    'BABAMIN VE KIZ KARDEŞİMİN İZİNİ KAYBETTİM'

    Asker tarafından ilk önce Pülümür'e oradan da Erzincan'a götürüldüklerini belirten Şirin, "Pülümür'den sonra kamyonlarla Erzincan'a götürdüler. Burada herkesi bölüp farklı şehirlere göndermeye başladılar. Ben o karmaşa içinde babamdan ve kız kardeşimden koptum. Onları Ovacık'a göndermişlerdi. Amcam vardı yanımda. Amcamla birlikte bizi Samsun'a giden trenlere bindirdiler. O zaman bir çok aile koptu. 'Sen Samsun'a, sen Ankara'ya, sen Bursa'ya' diyerek bizi ayırdılar. Biz amcamla birlikte Samsun'a ulaştık" dedi.

    Samsun'a geldiklerinde çok büyük zorluklarla karşılaştıklarını anlatan Şirin, "Dil bilmiyoruz, ne söylediklerini anlamıyoruz. Bizi bir hanın içine götüdüler. Bizimle birlikte sürgün olanlarla birlikte o handa kalıyorduk" şeklinde konuştu.

    'KÜRTLER ADAM YİYOR' SÖYLENTİSİ

    Samsun'da bir süre sonra yayılan söylentinin zaten zor olan yaşamlarını daha da katlanılmaz hale getirdiğini belirten Şirin şöyle devam etti:

    "Samsun'da bir süre sonra bir söylenti yayıldı; 'Kürtler geldi adam yiyorlar. Dersim'den birileri geldi insan yiyorlarmış' diye... Samsun'da büyük bir köprü vardı. Bizden korktukları için akşam olduğu zaman kimse o köprüden geçemiyordu. Devlet bizimle ilgili halka yalan-yanlış bilgiler vermiş ve halkı korkutmuştu. Biz bir süre bu hanın içinde hiçbir ihtiyacımızı karşılayamadan kaldık. Sonra oradakileri dağ başında Belalan isminde bir köye yerleştirdiler. Biz hem dil bilmediğimiz hem de orada yaşayan halkın bize yaklaşımı yüzünden geçimizi sağlayamaz hale geldik."

    'HIRSIZLIK YAPTIK, DİLENDİK...'

    Sürgünde yaşamanın çok büyük acılar verdiğini dile getiren Şirin, "Aç kalınca bazen gidip hırsızlık yapıyorduk, dilencilik yapıyorduk. Bir süre sonra biraz dil öğrenince orada en çok yapılan işe talip olduk. Öğrendiğimiz iki kelimeyi söyleyerek dolaşıyorduk; 'Mısır toplar' Samsun'da en çok mısır ekiliyordu ve bunun hasat zamanı biz de iş için kapı kapı dolaşıyorduk. Sonra bizde oranın koşullarına uyum sağlamaya başladık. Mısır toplayıp yiyorduk. Açlıktan kısmi olarak kurtulmuştuk. En azından artık yiyecek bir şeyimiz olmuştu. Halkla yavaş yavaş kaynaşmaya başladık. Baktılar ki, biz de onlar gibiyiz. Kimseyi yemiyoruz. Artık bizden korkmamaya başladılar. Gençler şehirde esnafların yanında çalışmaya başladı" diye konuştu.

    KIZ KARDEŞİNİN İZİNİ BULDU

    Koşullara alıştıktan sonra babasını ve kız kardeşini aramaya başladığını söyleyen Şirin, "Ben o süreçte babamla kız kardeşimin akıbetini merak ediyordum. Çünkü duyduğum kadarıyla babam ve kız kardeşim Ovacık'a götürülmüşlerdi. Sonra öğrendim ki, babam orada kısa bir süre içinde ölmüş ve kız kardeşime Ovacık'ın köylerinde aileler sahip çıkmış. Yani benim kız kardeşim başka bir ailenin evinde evlatlık gibi kaldı. Daha sonra oradan bir çobanla evlendirildi. Zaten annem sürgünden önce vefat ettiği için çok şükür ki, bizim yaşadıklarımızı yaşamadı" diye konuştu.

    SÜRGÜNDEN DÖNÜŞ

    Devletin 1947 yılında 'dönüş' için yasa çıkarttığını hatırlatan Şirin, "Daha sonra 1947 yılında dönüş için devlet bize izin verdi. Biz gittik ama bizi yine köyümüze sokmadılar. Erzincan'da Tercan'a verdiler. Tercan'da 1 yıl kaldık. Düzen tutturamayınca biz tekrar Samsun'a dönmek zorunda kaldık. Son olarak 1951 yılında köyümüze giriş-çıkış artık serbest olunca tekrar köyümüze dönebildik" dedi.

    Köyüne döndükten sonra kız kardeşini aramaya başladığını ifade eden Şirin şunları söyledi: "Bu sırada tabi kız kardeşimin nerede olduğu sorduk. Bilenler kardeşimin Çermik'in bir köyünde olduğunu söylediler. Oradan evlendirdiklerini söylediler. Amcamla birlikte 3 gün yaya olarak yol gittik. Kız kardeşimin kaldığı köye gittik ve bulduk. Yıllar sonra insanın kardeşini bulması çok ilginç bir duyguydu. Hem seviniyorduk, hem üzülüyorduk. Tek tesellimiz kardeşimin iyi olmasıydı."

    Dersim 38 Katliamının yaşamında geriye dönüşü olmayan yaralar açtığını vurgulayan Şirin sözlerini şöyle bitirdi:

    "Bize yapılan sürgün hayatımızı altüst etti. Her şeyimizi elimizden aldılar. Her tarafa savurdular. İnsanlığa sığmayan şeyler yaşadık. O günleri asla unutamayacağım"

    ANF NEWS AGENCY

    Fethullah Gülen ve CIA


    Hablemitoğlu suikasti kolay çözülemez.Onun "Alman Vakıfları" adlı kitabı üzerine vakıf yöneticileri hakkında dava açıldı. Fethullah Gülen'in ClA'ye çalıştığını ve FBl'ın çiftliğinde yaşadığını iddia etti. Kırım ve Gagavuz Türkleri'nin uğradığı baskıları anlatan araştırma yaptı.


     Doç. Necip Hablemitoğlu'nun, yabancı istihbarat örgütlerini suçlayan yazıları nedeniyle bu örgütlerin dikkatini çeken bir akademisyen olması, suikastı kimin yaptığı konusunda çok sayıda olasılığı gündeme getiriyor. Bu nedenle olayın aydınlatılmasının oldukça güç olduğuna dikkat çekiliyor.

    Hablemitoğlu'nun araştırmaları özellikle eski DGM Savcısı Nuh Mete Yüksel tarafından iddianamelerde delil olarak gösteriliyordu. Savcı Yüksel'in Hablemitoğlu'nun yazdığı kitabı delil göstererek açtığı Alman Vakıfları ile ilgili davanın gelecek hafta başlayacak olması da dikkat çekici bulundu.

    Hablemitoğlu suikastinin ipuçları yaptığı araştırmalarda bulunuyor. Hablemitoğlu, 3 büyük ülkenin istihbarat servislerini konu alan araştırmalarıyla dikkat çekmişti.

    Almanya

    Hablemitoğlu'nun yazdığı "Alman Vakıfları ve Bergama Dosyası" adlı kitabı suç duyurusu kabul eden savcı Nuh Mete Yüksel Alman vakıfları ve Türkiye'de işbirliği yaptıkları sivil toplum kuruluşları hakkında dava açmıştı, iddianamede, Alman Gizli Servisi BND ve Alman Vakıfları'nın altın çıkarılmasına engel olmak için siyanürlü altına karşı mücadele eden Bergamalı köylüleri örgütlediği ve maddi destek verdiği iddia edilmişti, iddianamede Almanya Adalet Bakanı Herta Daeubler-Gmelin de Türkiye'deki rejim karşıtlarıyla görüşmekle suçlanmıştı.

    Yüksel,"gizli ittifak oluşturma"iddiasıyla Alman Vakıf temsilcilerinin de aralarında olduğu 15 kişi hakkında 15 yıla kadar hapis cezası istemiyle dava açmıştı.

    Yüksel'in açtığı bu davanın ilk duruşması ise 26 Aralık'ta başlayacak. Ankara DGM kaynaklarının verdiği bilgiye göre, Hablemitoğlu'nun davaya katılarak delil sunması bekleniyordu.

    ABD

    Fethullah Gülen cemaatiyle ilgili yazdığı "Etki Ajanları Nüfuz Casusları ve Fethullahçılar" raporu da savcı Yüksel tarafından Gülen davasında delil olarak gösterilmişti. Raporda Gülen'in CIA ile bağlantısı olduğunu ileri süren Hablemitoğlu, Gülen'in ABD'de kaldığı çiftliğin FBI tarafından tahsis edildiğini iddia etmişti. Hablemitoğlu'nun yakın arkadaşı Prof. Tahir Hatipoğlu, VATAN'a yaptığı açıklamada, Hablemitoğlu'nun son kitabında "Amerikan Vakıfları ve Türkiye Bağlantıları" üzerine bilgeleri açıklamaya hazırlandığını açıkladı.

    Rusya

    Hablemitoğlu'nun Kırım ve Gagavuz Türkleri üzerine yaptığı çok sayıda araştırma da vardı. Kırım Türkleri'nin uğradığı baskılar üzerine araştırmalar yapan Hablemitoğlu, bu araştırmalarıyla Rusya'nın da dikkatini çekmişti. Hablemitoğlu'nun "Türksüz Kırım: Yüzbinlerin Sürgünü" ve "Çarlık Rusyası'nda Türk Kongreleri (1905-1917) "isimli kitapları da bulunuyor. Hablemitoğlu, Gagavuz Türkleri'nin latin alfabesine geçişi ile ilgili olarak danışmanlık da yapmıştı.

    İngiltere

    Hablemitoğlu basılmayan son kitabı Köstebek'te de Fetullahçılar'ın Emniyet içindeki örgütlenmesini anlatırken, İngiliz Gizli Servisi MI6'nın adından da söz etmişti. Hablemitoğlu kitabının önsözünde Fetullahçıları "Şeyhleri ABD'de yaşayan, ancak kendi ülkesinde DGM'de yargılanan; CIA, MI6 ve BND gibi yabancı ülke istihbarat örgütlerine taşeronluk yapan bir cemaat" diye nitelemişti. 

    Kaynak: Vatan/20/12/2002

    Fetullah Gülen'in Sağ Kolu Nurettin Veren'in Açıklamalari ve Gülen'in Gerçek Yüzü

     


      "Gece 01:30 sularında Cevdet Türkyol Amerika'dan beni aradı. Eşim telefona çıktı. Ben uyuyordum. Beni uyandırdı ve 'Fethullah Hoca görüşmek istiyor' dedi. Hayretle telefonu elime aldım, karşımda Fethullah Hocaefendi. Donakaldım. Hocaefendi, 'Buyur Nurettin Bey, benim sesimi duymak istemişsin" dedi?"
     
      Fethullah Gülen'in 40 yıllık yol arkadaşı, ikinci adamı, Nurettin Veren'le geçen hafta yaptığımız söyleşi, toplumun tüm kesimleri tarafından ilgiyle karşılandı. Veren, "Fethullah Gülen ölüm emrimi verdi" kapak haberimizde, cemaatin içyüzünü açık bir şekilde ortaya koydu. Aydınlık'a, röportajın Gülen cemaatını sarstığı, kimilerinin "Yok canım olmaz" dediği, kimilerinin de "Biz de konuşmalıyız ama konuşursak zarar veririz" endişesi taşıdığı bilgileri ulaştı. Cemaat içinde görüştüğümüz kişilerin ortak sözleri şunlar:
      "Nurettin Veren'in yaşadıklarını az çok, ama ucundan da olsa, çoğundan da olsa yaşadık. Ama bunları bugüne kadar konuşmadık. Hocaefendi'ye zarar veririz, hizmeti sekteye uğratırız, dedikodu olur diye düşündük. Bu anlatılanların doğru olduğunu biliyoruz. Bizim açıklayamadığımız en önemli olay, Hocaefendi'nin Amerika'da neden yaşadığıdır. Buna hiçbir şekilde cevap veremiyoruz."
      Cemaat içinden tepkiler böyle. Bir de, telefonla arayıp, "Biz de mağdur olduk, konuşmak istiyoruz" diyenler...

      TÜRKİYE'NİN BAĞIMSIZLIĞI MESELESİ...

      Tabii, tehdit telefonları da aldık. Şunun iyi bilinmesinde yarar var: Bizim kimseyle kişisel bir kan davamız yok. Kimseyi de "Gözünün üstünde kaşın var" diyerek haber konusu yapmıyoruz. Meselemiz Türkiye meselesi, Türkiye'nin bağımsızlığı meselesi. Bu yüzden, yıllardır, Amerika tarafından yönlendirilen bir cemaate ayna tutmaya çalıştık. Nurettin Veren de böyle düşünüyor. Kimseyle kişisel bir kavgası olmadığının altını çiziyor. 


      Veren'le İstanbul'da yaptığımız görüşmenin ardından kendisiyle telefonda defalarca görüştük. Gelişmeleri masaya yatırdık. Veren'in sıkıntısı devam ediyor. Üzülüyor, ama mücadelesinden vazgeçmeyeceğini her fırsatta belirtti. 

      Yüzlerce destek mesajı aldığını söyledi Veren. Tabii hakaret dolu, tehdit dolu mesaj gönderenler de olmuş. Bu süreçte, Veren'le görüşen gazeteciler, televizyoncular da olmadı değil. Ama nedense! bu isimler, görüşmelerini yayınlamadılar. Nurettin Veren, bize verdiği ikinci röportajında kendisiyle görüşen ama haber yapmayan gazetecilerin de ismlerini açıkladı. Kendisine destek verenlere teşekkür etti. 

      Geliyoruz en önemli noktaya: Fethullah Gülen, Nurettin Veren'i 24 Kasım gecesi saat 02.00'de Amerika'dan aradı ve görüşme yaptı. Daha sonra da Zaman gazetesinin eski Müdürü Alaaddin Kaya'yı Veren'le görüşmek üzere evine gönderdi. Şimdi, Fethullah Gülen'in yol arkadaşı Nurettin Veren'e mikrofonu uzatıyoruz?

      AYDINLIK- Sayın Nurettin Veren, www.nurettinveren.org. adlı internet siteniz çökertilmişti. Son bir haftada neler yaşandı? 

      NURETTİN VEREN- İnternet sitesi çökertilmeden önce iki kez bloke edildi. Sonra, herkese internet sitesi yapan Kaynak A.Ş'ye tehdit telefonları geldiğini öğrendim. "Bu siteyi kapat yoksa seni deşifre ederiz" tehdidinde bulunuyorlar. Sayfayı yapan şirketin yetkilisi beni aradı "Bana baskı var, şiddetli tehdit var. Bu sayfayı kapatalım, sen başka bir şirketten sayfa yaptır. Ben bu baskılara dayanamam" dedi. Bunları telefon kayıtlarından devletimiz bulabilir. "Tamam. Sen işini gücünü kaybetme" dedim. Şimdi öğreniyorum ki, siteyi kapattıranların savunmaları şu: "Biz kapatmadık, Kaynak A.Ş kapattı." Bana bu siteyi yapan şirket, "Sen de aynı isimle www.nurettinveren.net veya com olarak açtır" dedi. Ve biz başka bir şirkete müracaat ettik, "net" ve "com" olarak. Bir gün sonra o şirket bize, "net ve com isimleriyle, nveren isimleri başkası tarafından satın alınmış" dedi. Yani anlayacağınız, bizim konuşma hakkımız yok onlara göre. Bu baskıları yapan isim, Aksiyon grubunda çalışmış Yasin Kesen. Bunu da çok önemsemedik. Ulusal Kanal, İstanbul bağımsız milletvekili Emin Şirin, Gözcü yazarı Saygı Öztürk, Cumhuriyet yazarları ve bağımsız, hür gazeteciler, isimler; bize yapılan baskıları ve zulümleri, yürekli bir şekilde, rating endişesi taşımadan, ülkemizin insanlarına sunmayı bir görev bildiler. Emin Şirin Bey işi sahiplendi ve bunu Meclis gündemine taşıma cesaretini gösterdi. Ülkenin menfaatlerinden ve rejimin korunmasından sözedenler ise Fethullah Gülen'in sansürüne boyun eğdiler.

      "SAYIN FATİH ALTAYLI, GAZETECİLİK KUTSAL BİR GÖREVDİR"


      AYDINLIK- Siz kimlerle görüştünüz? Ve kimler bu görüşmeleri yayınlamadılar?

      VEREN-
    Uğur Dündar, Oktay Ekşi, Mehmet Ali Birand gibi isimlerle görüştüm. Ama ses çıkmadı. Fatih Altaylı Bey'in talimatıyla, Kanal D adına "Sizinle röportaj yapmak istiyorum" diyen Kürşat Okutmuş'la 2.5 saat görüştük. Görüşme ana haber stüdyosunda oldu. Bir hafta önce çekimler, Sayın Altaylı'nın önüne sunuldu. Yayına koyma cesaretini gösteremediler. 

      Gerçekleri sadece duyurmak görevi olan bağımsız medya, tribünlerdeki bir olayı günlerce manşete taşırken, bütün dünyayı ilgilendirecek boyuta ulaşmış, ülkenin bütün istikrar ve asayişini riske sokan AKP'yi sarsacak, bu riskli ve çok tehlikeli olayı haber niteliğinde görmedi. Olayı örtbas etme yolunu tercih etti. Altaylı'nın sütünunda hergün döktürdüğü inciler var. "Biz ne zaman adam oluruz" diyor Altaylı. Ben de şöyle birşey yazmasını tavsiye ediyorum: "Gazetecilik şov yapmak için değil, tarafsız ve kutsal görev bilinciyle yapıldığı zaman adam oluruz." Altaylı'ya tavsiyem budur.

      "GECE 01:30 SULARINDA HOCAEFENDİ BENİ ARADI"

      AYDINLIK- Fethullah Gülen cemaatinden bir tepki gelmedi mi?

      VEREN- Bugün (25 Kasım 2004) bir gelişme oldu. Hiçbir şekilde benimle irtibata geçmek istemeyen, kesinlikle bu olaya bulaşmak istemeyen Alaaddin Kaya (Zaman gazetesini bize satmıştı ve Hocaefendi'nin en etkili beş isminden biri) beni aradı. Hal hatır sordu. Ön giriş yaptı. "Bir isteğin var mı?" dedi. "Uzun zamandır hiç alakan yokken aramanın sebebi nedir?" diye sordum. "Hatır sorayım" dedi. "Teşekkür ederim" dedim. 

      AYDINLIK- Neden icap etmiş? 

      VEREN- Bir gece öncesini anlatmak istiyorum. Aslında buna daha karar vermemiştim ama sizinle yaptığımız görüşmelerin etkisi oldu şimdi anlatacaklarımda. Gece 01:30 sularında Cevdet Türkyol Amerika'dan beni aradı. Eşim telefona çıktı. Ben uyuyordum. Beni uyandırdı ve "Fethullah Hoca görüşmek istiyor" dedi. Hayretle telefonu elime aldım, karşımda Fethullah Hocaefendi. Donakaldım. Hocaefendi, "Buyur Nurettin Bey, benim sesimi duymak istemişsin" dedi. Ben şöyle dedim: "Evet Hocam sesinizi duymak ve size ulaşmak için, aramızda olan bu üzücü olayı, bana yaptıklarınızı bir gün telafi etmeyi düşünürsünüz diye tam beş yıl bekledim. Beş yıldır sizinle ilk defa telefonla konuşma imkanım oldu. Keşke bunu beş yıl önce yüzyüze konuşabilseydik." Hocaefendi şöyle konuştu: "Her namazımda sana dua ediyorum ve senin faziletli bir insan olduğunu biliyorum. Biraz sonra kendime insilün iğnesi yapacağım. 

    Izdıraplarımla ve hastalıklarımla uğıraşıyorum. Sana her namazımda dua etmeye devam ediyorum. Sen de benim hakkımda söylenecek ne varsa söylemişsin." 

      "Başına bu kadar olay gelmiş insan nasıl katlanabilir beş sene" dedim. Hocaefendi devam etti: "Bu işi düzeltmek için ne lazımsa aramızda halledelim. Kiminle, nasıl görüşmek istersen sana onu göndereyim." "Ben sizin uygun gördüğünüz kişiyle görüşebiliriz" dedim. "Alaadin Bey'i istersen onu göndereyim" dedi.

      "HOCAEFENDİ ŞEREFİ ÜZERİNE YEMİN ETTİ"

      AYDINLIK- Alaaddin Kaya geldi mi, yoksa telefonla mı aradı?

      VEREN- 25 Kasım sabahıydı. Önce telefonla aradı. Sonra sabah 10:00 civarında evime geldi. Ve saat 17:00'ye kadar beraberdik. 

    Oturduk konuştuk. Şunları söyledim:
      "Bizim isteğimiz, eğitim kurumlarını, zarar görmeden, yozlaştırılmadan, kimsenin gizli maksatlarına alet edilmeden devam ettirilmesi. Gerek Türkiye'de, gerekse yutdışındaki siyasi odaklardan gelecek tekliflerde, pazarlık unsuru olmaması önemli. Kiliselerin, papazların gizli maksatları için kullandırılmaması, uluslararası hesaplarda pazarlık konusu olmaması, devlet içinde devlet olmamak üzere, açık ve net şekilde faalitleyet göstermemiz gerek. Benim bu yaşananlara müdahale edebilmem için, sıfırdan kuruluşunda bulunduğum Zaman Gazetesi, Samanyolu Televizyonu, Asya Finans ve Gazeteciler Yazarlar Vakfı gibi müesseselerde, hisselerimin bana iade edilmesini istiyorum. Denetimler tarafımdan yapılmalı." 

      Alaaddin Bey benim yanımda Hocaefendi'yle konuştu. Hocaefendi, "Ben ona beş vakit namazımda dua ediyorum. Bağrıma basmak, kucaklamak istiyorum. O'nun faziletli bir insan olduğunu, beni zor duruma sokmak istemediğini de biliyorum. Fakat cemaatten gelebilecek tepkilerden korktuğum için, iki-üç aylık bir süre sonunda bu müesseselerin yönetimini Veren'e teslim edebiliriz. Benim şerefime güvenir, şerefim ve namusum üzerine söz veriyorum. İki-üç ay daha bu işle ilgili bir talepte bulunmasın" demiş. Alaaadin Kaya'ya sorulabilir. Sabah 10:00'dan akşam 17:00'ye kadar konuştuk.

      "DEVLETİME SUÇ DUYURUSUNDA BULUNUYORUM"

      AYDINLIK- Daha başka neler konuştunuz Alaaddin Kaya'yla?

      VEREN- Siz de görmüşsünüzdür. "29 Ekim'de, bilboardlardaki posterleri. Hocaefendi'nin resmi ve 'Hasret bitiyor' yazısını. Kendisinin parayla reklam edilmesini, bütün Türkiye'de duvar ilanlarının olmasını Hocaefendi kabul ediyor mu?" dedim. 

    Arkasından ekledim: "Benim bildiğim hocaefendi buna 'evet' demez." Kaya şöyle konuştu: "Mahsurlu olduğunu düşünmüyorum." "Kendisinin haberi var mı?" diye sordum, şu yanıtı verdi: "Bunlardan haberi yok. Türkiye'deki ilanlardan haberi yok." 

      "O zaman, Türkiye'deki resimleri bilgisi dışında asılmışsa, bu daha büyük bir tehlike. O zaman hiçbir gerçek kendisine ulaşmıyor. Siz, Hocaefendi'nin etini-kemiğini sıyırıp, resmini, kitabını, gözyaşını, paraya tahvil ediyorsunuz." 

      Bakın, bu posterlerin altında Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı'nın imzası var. Yani bunu vakfın başkanı Harun Tokak finanse ediyor. Tokak Kaya'ya demiş ki, "Nasıl posterler güzel olmuş mu?" Ben de dedim ki, "Hocaefendi, milletin vermiş olduğu hayır ve yardım paralarını, benim kurucusu olarak bulunduğum, hatta Yenişafak başyazarı Ahmet Taşgetiren'in de kurucularından olduğu, diğer üyeler ve bize destek, para veren insanların, paralarını bu şekilde kullanılmasından razı mı?" Kaya, "Ben çok mahsurlu olduğunu düşünmüyorum" dedi. 

      Alaaddin Kaya, Hocaefendi'nin teklifinin güzel olduğunu ve benim düşünmem gerektiğini söyledi. Ve ayrıldık. Ayrılmadan önce Kaya'ya şunları söyledim:
      "Bu kadar vurdumduymazlığın karşısında kamuoyunu harekete geçirmek için, aile içinde çözülmeyeceğine inandığım bu durumu MGK üyelerine bildireceğim. Noter kanalıyla can güvenliğimin olmadığını, bana gönderilen e-postaları onlara ileteceğim. Bu olaya açıklık getirmelerini isteyeceğim. Devlet büyüklerinden ve kademelerinden de destek almaya çalışacağım. Bunları, Hocaefendi'ye ilet. Bu işin yapıcı tarafındayım, bunu kamu vicdanına sunmaya mecbur kaldım."


      NURETTİN VEREN'İN FERİT İLSEVER'E YAPTIĞI AÇIKLAMALAR

      'İkinci Fethullah Gülen hareketi değiliz,devletin kontrolünde olmalıyız'

      "Fethullah Gülen cemaati, yurtdışı kaynakların pazarlık unsuru oldu! Bizim felsefemizde bir boşluk var, bundan yararlandılar. İslami felsefeye göre, 'Yaptığınız işin üstünde oturmayın' derler. Örneğin, Özbekistan'da görevlendirilmiş Bilkent mezunu bir öğretmen 150 dolar maaşa çalışıyor ve bu öğretmene 'Helal olsun' denildiğinde öğretmen şunları söylüyor: 'Ben yapmadım Hocaefendi yaptı.' Fethullah Gülen de, 'İstemem yan cebime koy' tavrında tabii..."
      Aydınlık baskıya girmeden önce Nurettin Veren'le, Aydınlık Yayın Grubu Başkanı Ferit İlsever bir görüşme yaptı. Veren, İlsever'e yine çarpıcı açıklamalarda bulundu. Şimdi, Fethullah Gülen'in 40 yıllık yol arkadaşının, İlsever'le yaptığı görüşmeyi sizlere sunuyoruz:

      "HÜSEYİN GÜLERCE BENİ BOY HEDEFİ YAPMAK İSTİYOR"

      "Ben hiçbir zaman bir partiye üye olmadım. Fethullah Gülen olayına da, siyasi parti gibi bakmadım. Bu meseleler sol-sağ meselesi değil. Siyasi olarak baksaydım, bana gelen bakanlık teklifini kabul ederdim. Biz yola, yoksul gençlere destek ve eğitim seferberliği için çıktık. Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce beni boy hedefi haline getirdi. Bütün Türkiye'ye ve cemaate beni boykot ettirmek istiyorlar. En yakınlarımı bile arattırmıyorlar. Beni tecrit etmek istiyorlar. Dün beni Alaaddin Kaya aradı, ne oldu da aradı? Üç ay önce görüşmüştük zaten!

      "GÜLEN BÜYÜDÜKÇE İMPARATOR OLACAĞINI GÖRDÜM"


      "Okulları devletin en üst kademeleri sahiplendi, destek verdi. Ama bu destek maddi anlamda bir destek değildi. Örneğin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, şahsıma güvenerek, beni çeşitli ülkelerde tanıttı. Okulların açılması için destek verdi. Okuldaki çocuklarımızı eski Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı'ya götürdüm. 'Bu okullar devletin kontrolünde olsun' dedim Sayın Karadayı'ya. Yekta Güngör Özden'e, eski DGM Savcısı Nusret Demiral'a götürdüm çocuklarımızı. 'Sizin bizden haberiniz olsun' dedim. Ama okullar büyüyüp cemaat büyük güç haline gelince, bazıları haset yaptılar, fitne soktular. Fethullah Gülen büyüdükçe, imparator olacağını gördüm. Kutsallık, dokunulmazlık zırhına büründü. Gülen niçin sorgulanmasın? Herşeyi cemaat ve devlet bilsin! Doğrusu budur!

      "GÜLEN BANA MEKTUP YOLLADI, 'YOLLARIMIZ AYRILIYOR' DEDİ"


      "Biz ikinci bir Fethullah Gülen hareketi değiliz. Sahneye böyle birşey için çıkmıyoruz. Şeffaflık içinde, devlet ve kamuoyu bizi yargılasın istiyoruz. Cemaat içinde bunları yapamadım. Fethullah Gülen bana 'Yollarımız ayrılıyor' diye mektup yazdı. Mektup, Kuran harfleriyle yazılmıştı.

      "KASETLERİ NURETTİN VEREN SATTI YALANI"

      "Cemaat içinde tepki koyunca başıma bunlar geldi. Kenara çekildim. Kenarda durdukç da beni 'döneklikle' suçladılar. Cemaata beni, 'Fethullah Gülen'in kasetlerini para karşılığı sattı' diye lanse ettiler. Kuryeler gönderdiler. Arkadaşlarımla irtibatlarımı kestiler. Kampanya yürüttüler hakkımda. Çocuklarımı parayla satın alıp, benden ayrılmaya zorladılar.

      "BİZİM HİZMET PRENSİBLERİ ÇİZELGEMİZ VARDI"

      "Şimdi bakın, Zaman gazetesi yazarı Hüseyin Gülerce'nin 25 Kasım tarihli yazısının başlığı 'Fitne'. Gülerce'nin ölçüleri doğrudur. Ama kendisi bu sıfatların içinde bulunmaktadır. Fethullah Gülen'in bir çizelgesi var. Çizelgenin adı, 'Hizmet Prensipleri'. Bizim yemin metnimiz var. Cemaatin yasalarını kendisi koydu. Kırmızı çizgilerimizi kendisi belirledi. O gün ne kararlar alındı? Bugün neler uygulanıyor? Bunları göstereceğim! Bizim derdimiz, üzüm yemek, bağcıyı dövmek değil!

      "FETHULLAH GÜLEN ABD'YE SIRTINI DAYADI, VATİKAN OLMAK İSTİYOR"

      "Bizim girişimimizi siyasi bir güç haline getirmek yanlıştır. Fethullah Gülen cemaati, yurtdışı kaynakların pazarlık unsuru oldu! Bu güçlerin pazarlık unsurları olarak kullanılmak yanlış! Bizim felsefemizde bir boşluk var, bundan yararlandılar. İslami felsefeye göre, 'Yaptığınız işin üstünde oturmayın' derler. Bu hem iyidir hem kötü. Boşluklara yol açıyor. Örneğin, Özbekistan'da görevlendirilmiş Bilkent mezunu bir öğretmen 150 dolar maaşa çalışıyor ve bu öğretmene 'Helal olsun' denildiğinde öğretmen şunları söylüyor: 'Ben yapmadım Hocaefendi yaptı.' Fethullah Gülen de, 'İstemem yan cebime koy' tavrında tabii... Bu durum cemaat içinde büyük rahatsızlığa yol açtı. Gülen, buralardan aldığı güçle, uluslararası dengelerde oynamaya başladı. Amerika'ya sırtını dayadı. Vatikan gibi olmak istedi. Vatikan da bu desteği verdi zaten! Arkasından, Yahudi, Ermeni desteğini de aldı. 

      Fethullah Gülen'in şu andaki beklentisi şudur: 17 Aralık'tan sonra kendisine kimse birşey yapamayacak. Amerika'da bunu kullanmaktadır. Başedilmez bir güce ulaştığı mesajını vermek istiyor! Medyada da büyük ölçüde kontrolü aldılar.

      "İSTEDİKLERİ HER YERDE TARTIŞMAYA HAZIRIM"

      "Son mesajım şudur: İstedikleri bir televizyon kanalında, Hüseyin Gülerce ve O'nun gibi 100 kişiyle karşı karşıya tek başıma geleyim ve tartışalım. Buradan kendilerine çağrı yapıyorum!"


      GÜLEN VE ARKADAŞLARININ "HİZMET PRENSİBLERİNİ" AÇIKLIYORUZ

      '14. madde: Şeriat fikrinin müdafii olma...'
      "12 arkadaşımız ve Fethullah Gülen yola çıktık. Gülen'in hazırladığı yazılı metin ve yemini kabul ettik. O zamanki çizgimizi görmeniz gerekiyor..." Aydınlık, özellikle 9 ve 14'üncü maddelerin altını çiziyor... Önümüzdeki hafta, Gülen'in Nurettin Veren'e "Kuran yazısıyla" yolladığı mektubu yayımlayacağız...
      Fethullah Gülen'in muavini Nurettin Veren, dergimiz baskıya girmeden önce çok önemli bir belge yoladı.

      Sözü Veren'e bırakıyoruz:

      "1970 yılında, Fethullah Gülen ve 12 arkadaşımızla birlikte toplanarak aldığımız kararların yazılı metnini ve Fethullah Gülen'in hazırladığı ve hepimizin okuyarak kabul ettiği yemini, ilk günkü samimi çizgiyi görmeniz açısından aşağıda sizinle paylaşıyorum:
      "1.Finansman kaynaklarının tekele verilmesi, şahsi tasarruflar yapılmaması;
      "2. Finansman kaynaklarının derneğe verilmesi;
      "3. Lüksten kaçınmak, israf yapmamak;
      "4. Dershanelere nezaret eden arkadaşlar, evde kalanlara her türlü adap ve edep kaidelerini öğretecek;
      "5. Şahsi işlerimizi dahi görüşüp kararın varıldığı istikamette o işleri yapmak;
      "6. Dahilde ve hariçte kim vazifelendirilirse o vazifeye o gidecek, başkası o işe karışmayacak;
      "7. Herkesin nereye, ne zaman gideceği bir sisteme bağlı olarak yürütüleceki (dışarıya gitmeler, içteki ziyaretler);
      "8. Kusurlarını birbirine hatırlatmak için kardeş edinme;
      "9. Bu kadroyu etrafa empoze etme, kuvvet kazandırma, çok kuvvetli gösterme (içte ve dışta olacak);
      "10. Arkadaşların birbirlerini kabul ettirmesi ve ittifak ettikleri o mevzuda aynı şeyleri söylemesi;
      "11. Onbeş günde bir araya gelip arıza ve pürüzlere bakılması (Pazar günü ikindi-akşam arası);
      "12. Bilumum dışarıya giden arkadaşların tenkidinin 15 günlük toplantıda görüşülmesi;
      "13. Acil durumlarda o mevzu ile alakalı olan arkadaş toplantı gününü beklemeksizin Hocafendiye duyurabilir;
      "14. Şeriat fikrinin müdafii olma, Risale-i Nur ve Üstadı şeriata muvafık şekliyle arzetme, Tesbihat ve evrad-ı ezkara ehemmiyet verme, bunların büyüklüğünü anlatma;
      "15. Karara bağlanan bir şeyin hiçbir zaman aleyhinde bulunmama (ima ihsas yoluyla dahi olsa). Aksine fikir olursa hakk-ı hayat tanımama;
      "16. Her arkadaşın resmi, gayriresmi bir işinin olmasına ihtimam gösterme;
      "17. İstişareden sonra fikir beyan etmeme, alınan kararları infaz etme. İstişareyi kimlerle yapacağını bilme (Ashab-ı rey);
      "18. Kendi kardeşlerimize hakta öncelik tanıma. Bir kardeşin aleyhinde söylenecek söz vs'de onu müdaafa, söyleyeni de toplu olarak istintaka tutma, şiddetle bu iftirayı reddetme.
      "Not: Bu şartlardan birine riayet etmeyen kendi kendini azletmiş olacak, talebe durumuna düşecek. Bu kadro evdekilerden ve halktan gizli tutulacak, kimse bilmeyecek."

      Fethullah Gülen ve arkadaşlarının yemin metni

      Nurettin Veren, Aydınlık'a, Fethullah Gülen ve 12 arkadaşının (kendisi de 12 kişiden biri) yemin metnini gönderdi. Yemin metni şöyle:
      "Gücüm yettiği kadar Kur'an'ı (bu orjinal metinde Fethullah Gülen'e idi. Sonra tepki çeker, uygun olmaz görüşü ile Kur'an olarak değiştirildi) hayatıma gaye edineceğime;
      "Kardeşlerime karşı sadakat izinde bulunacağıma;
      "Halkın ve talebe arkadaşların izzet ve onurlarını izzetim ve onurum kadar yükseltmeye çalışacağıma;
      "Kusurlarımın hatırlatılması karşısında memnuniyet ihzar edeceğime;
      "Dahilden ve hariçten gelen bilumum taarruz ve tenkidleri nefsime yapılmış gibi red edeceğime, bilumum karar listesindeki esaslara riayette bulunacağıma;
      "Hizmet adına uhdeme aldığım vazifeleri veya kararla bana tahmil edilen mükellefiyetleri itirazsız yerine getirmeye çalışacağıma;
      "Kur'an'a (bu orijinal metinde Fethullah Gülen'e iken, sonradan değiştirilmiştir) sadakatten hiçbir surette ayrılmayacağıma;
      "Münferid hareket edip bu kararlara muhalif davrandığım an ihtiyarımla bu kadrodan kendimi iskat edip herhangi bir talebe gibi dershanede gibi vazifeme devam edeceğime; 

      "VALLAH-BİLLAH kasemleriyle yemin ediyor ve bu yeminin La Yenkatı olmasına CENAB-I HAKKI istişhadda bulunuyorum. 

      "Bu geriye dönüşü olmayan La Yenkatı (kefaretle geri dönüşü olmayan) yemin tescil edildi. Ve görüldüğü gibi, vatana, millete, bayrağa sadakat, şöhret, ganimet ve menfaat olmamak üzere deklare edildi. Ancak bu metin ihtilal dönemlerinde ele geçmemesi için, Fethullah Gülen'in emriyle, tedbir olsun diyerek bütün arkadaşlardan alınıp yırtıldı, yakıldı veya yaktırıldı. Tesadüfen bir tek bendeki bu nüshası bir yün yumağının içerisinde yıllar sonra ortaya çıktı. Eşim bunu yırtıp atmaya kıyamamış, lazım olur düşüncesiyle bir yün yumağının içerisine sarmış ve saklamış. Sonra çocuklar el işi öğrenmek için yumak kullanırken bu metinler ortaya çıktı. Başka nüshası olmadığını zannettiğim bu metni, çok büyük işler yapma telaşında olan Fethullah Gülen ve arkadaşları tarafından unutulmuştur düşüncesiyle, hem hizmetteki arkadaşlarımıza yeniden bir hatırlatma olsun diye, hem Fethullah Gülen'e, hem de bu işe sempati ile bakan ve emeği geçen, katkısı bulunan samimi, duru insanlara, çizginin nereden nereye kaydığını, kendi özgür vicdanlarıyla hizmetin mukayese, muhasebe ve özeleştirisini yapmaları için size veriyorum."


      kaynak: Aydınlık dergisi, kasım 2004

      
    Tehditleriniz vız gelir!

      ABD'nin Türkiye'deki 5. koluna karşı mücadelemiz sürecek? Kapak haberimizde ne kadar sıkıştıklarını okuyacaksınız. Fethullah Gülen, Nurettin Veren'e "Aman sus. Aramızda halledelim" diyor? Cemaat sarsıldı! Gelecek hafta da "devlet içindeki örgütlenmelerini" açıklayacağız. 

      Geçen hafta dergimize tehdit telefonları yağdırdılar. Susturmak, daha fazla yazmamıza engel olmak telaşındaydılar. Oysa çok da iyi biliyorlar, biz Aydınlıkçıları "halk için gerçek haber" yapmaktan alıkoyamayacaklarını! Buradan bir kez daha sesleniyoruz: Tehditleriniz vız gelir bize!

      Tarihi Türk milleti adına ABD emperyalizmine karşı mücadelelerle dolu Aydınlık, arkalarını Washington'a yaslamış, batıcı irticaya karşı verdiği mücadeleyi tüm kararlılığıyla sürdürecek.


      Kaynak: Aydınlık, ayni sayı.

    Eski Sağ Kolu Veren´den İddia: "Fethullah Gülen Ölüm Emrimi Verdi"

      Fethullah Gülen'in sağlık sorunları sebebiyle ABD'de bulunduğu savlanıyor.

      Nurculuk hareketinin lideri olduğu iddia edilen din adamı Fethullah Gülen'in adı bir kez daha Türk medyasında ilk sıralarda.

      Gülen'in uzun yıllar "sağ kolu" diye bilinen ve bir süre önce araları bozulan Nurettin Veren, geride bıraktığımız haftalarda bir dizi iddiayla gündemde.

      Veren, adını taşıyan internet sitesindan sonra bu kez de Aydınlık dergisine Gülen hakkında iddialarda bulundu.

      Veren, iddialarını sıralarken, şunları dedi: "Fethullah Gülen bir gün avazı çıktığı kadar bağırdı; 'Nurettin suikast yapmaya geldi, beni öldürecek.' O’nu öyle inandırmışlar. 'Senin buraya, beni öldürmeye geldiğini bilmiyorsam ben eşekoğlueşeğim.' dedi. Ben de 'Yazıklar olsun Hocam' diye karşılık verdim. Şömine demirini kaptı, öldürmek için üzerime yürüdü. Etrafın dakilere de 'Öldürün bunu, öldürün bunu' diye avazı çıktığı kadar bağırıyordu."

      'Gülen, ölüm emri verdi'

      İşçi Partisi (İP) Genel Başkan Yardımcısı Turan Özlü , Fethullah Gülen 'in yardımcısı Nurettin Veren hakkında ölüm emri verdiğini ileri sürdü.

      Özlü, Aydınlık dergisinin son sayısında yayımlanan Fethullah Gülen'in, yardımcısı Nurettin Veren'in açıklamaları üzerine dün basın toplantısı düzenledi.

      Tepebaşı'ndaki İP binasında gerçekleştirilen toplantıda konuşan Özlü, ''40 yılda Türkiye'yi bir örümcek ağı gibi saran Cumhuriyet düşmanı tarikatın içyüzü, yıllarca Gülen'in yakınında bulunmuş kişinin tanıklığıyla gözler önüne seriliyor'' dedi.

      Veren'in açıklamalarının cemaatin Amerikan Conisi gibi kullanıldığını ortaya çıkardığını kaydeden Özlü, ''Veren, Gülen'in 'Türkiye'de askerden ve rejimden gelebilecek tehlikelere karşı sırtımızı Amerika'ya dayamak bizi emin kılar' dediğini söylüyor'' diye konuştu.

      Veren'in açıklamalarının tarikat içindeki kargaşanın ''hain ilan etme'' , ''adam öldürme'' boyutlarına ulaştığını ortaya koyduğunu söyleyen Özlü, Veren'in ''Fethullah Gülen beni hain ilan etti. Amerika'da 50 kişinin önünde öldürülmemi emretti' dediğini kaydetti.

      Nuretin Veren'le Aydınlık Dergisi'nden Aytunç Erkin konuştu.

      Söyleşiyi alıntılayarak aktarıyoruz:

      40 yıldır, Fethullah Gülen tarikatında yöneticilik yapmış, Gülen’in en yakınındaki isimlerden biri olmuş Nurettin Veren, Aydınlık’a konuştu.

      Bayramın ilk günlerinde internet sitesi www.nurettinveren.org"la harekete geçen Veren’le, İstanbul’da bir yolculuk öncesinde görüştük. Veren dertli, Veren sıkkın, Veren hayal kırıklığı yaşamış. Bize yaptığı açıklamalarının başlangıç olduğunu söyledi ve ekledi: "Fethullah Gülen benim söylediklerimi yalanlayabiliyorsa buyursun gelsin."

      CAMİ AVLUSUNDA BAŞLAYAN ARKADAŞLIK

      AYDINLIK- Nurettin Veren kimdir?

      NURETTİN VEREN- Nurettin Veren, 1966’dan bu yana Fethullah Gülen’le beraber. İzmir Kestanepazarı Camii’nde, kaderin sevkiyle karşılaştık. Bir Cuma namazası sonrasıydı. O 26, ben de 16 yaşındaydım. Hocaefendi’nin genç bir vaiz olması, İzmir’e yeni gelmiş olması, bize ciddi alaka gösterip, küçük tahta kulübesine davet edilmemiz hoşumuza gitti. Bazı meseleleri konuşup, çay içmek için misafir olduk. Böyle başladı yol arkadaşlığımız.

      NEFİ AKYAZILI’NIN DESTEĞİ...

      AYDINLIK- Bu tanışmada başka kim vardı yanınızda? 

      VEREN- Yakınımızda, aynı mahallede oturduğumuz Ali Candan diye bir arkadaşım vardı. Motor-Sanat Lisesi’nde aynı okuldaydık. O, benden bir sınıf alttaydı. O dönem, milliyetçi-muhafazakar bir çizgide, orta halli bir ailenin çocuklarıydık. Üniversiteye girdiğimizde, gündüz çalışıp gece okuyorduk. Eğitimin zorluklarını bildiğimiz için, Fethullah Hoca’nın bize yaklaşımı, zorluklar içinde okuyan talebelere sıcaklığı, talebe faaliyeti ilgimizi çekti. 

    Anadolu’dan gelen fakir talebelerin okumaları zor olduğu için, talebelere burs verme, cami yapmadan çok onlara yurt hazırlama yönündeki teklifi cazip geldi. O gün benim yerimde kim olsa aynı şeyi düşünürdü. Sağ-sol çatışmaları hâkimdi, böyle bir zeminde sakin talebe yurdu bulmak çok zordu. Aileler, anarşiden korktuğu için çocuklarını yüksekokula göndermek istemiyordu. Böyle bir ortamda biz ev-yurtlar, beş-altı talebenin kalacağı evler hazırladık. Böyle bir, iki derken, 70’li yıllarda 12 evimiz oldu. Bu evleri örgütledik. Onların her sıkıntısında yanlarında olduk. 

      70’li yıllarda, evini kiraladığımız Nefi Akyazılı amcamız vardı. O dönemde, Kestanepazarı Kuran Kursu, Fethullah Hoca’nın üniversite talebeleriyle ilgilenmesinden dolayı O’nu dışlamıştı. Hocaefendi, Kestanepazarı’ndan ayrılıp faaliyetlerini tek başına yürütmek ve platform oluşturmak istiyordu. Kiracısı olduğumuz Nefi Akyazılı’nın bize enteresan teklifi oldu. Meşhur Çalıkuşu romanının yazıldığı Pembe Köşk, dedelerinden kalmış ama harap. "Onun arsasını size vereyim, bu hayırlı işinize ben de destek olayım" dedi. Öncülük yaptı ve ilk dernek kuruldu. Bizler, maddi manevi, sırtında taş çimento taşıyarak bir talebe yurdu meydana getirdik beş yıl içinde.

      HOCAEFENDİ’NİN YÖNETMELİĞİ

      AYDINLIK-
    Kimler vardı bu çalışmanın içinde? 

      VEREN- Ali Candan, İlhan İşbilen (o gün berberdi), Halil İbrahim Uçar, Mehmet Atalay, Mehmet Kadan, Kemalettin Özdemir, Abdullah Aymaz, İsmail Büyükçelebi, Ahmet Kemerli, Zafer Ayvaz, İsa Saraç, Nurettin Veren ve Necdet Başaran. Bu arkadaşlarımızın gayretiyle, herkesin birkaç arkadaşıyla, 12 talebe evi ve arkasından Nefi amcamızın bize öncülük ettiği Akyazılı Vakfı... 

      Bizim Hocaefendi tarafından konulan kurallarımız, bir yönetmeliğimiz vardı. Yapacağımız işler ve görevlerimiz sıralanmıştı. Bunları da internet sitemde önümüzdeki günlerde yayımlayacağım. 

      AYDINLIK- Siz şu anda bir kuruluştan bahsediyordusunuz. Fethullah Gülen tarikatı kuruluyor.

      ÇEKİRDEK KADROYA YEMİN

      VEREN- Ciddi bir işe davet edildik. Bugüne kadar gönülle yapıyorduk, ama artık daha ciddi bir hareket olmamız gerektiğini söyledi bize. Belli bir çekirdek kadronun oluşması gerektiğini, belli prensipler etrafında, yemin ve and içerek hareket etmemizi istedi. Hiçbir meselede tek başına karar almayacaktık; üzerimize alacağımız ceketin rengine kadar, birbirimize danışacaktık. 

      AYDINLIK- Fethullah Gülen söylüyor bunları. 

      VEREN- Yazılı hale geldi. Bütün arkadaşlarımız bunun üzerine yemin ederek ve bu yeminin bozulmayacağına da yemin ederek, bu işe başladık. Nefi amcanın yurdu örnek alınarak Ege’de yurtlar açmaya başladık. Manisa, Aydın, Denizli, Afyon, Menemen, Nazilli gibi yerlerde yurtlar yaptık. Yeni açılan hizmet turnikesine halk destek verdi. İnançlı nesiller yetişsin diye halkın ilgisini yaşadık.

      "ÖZAL BİZİ DESTEKLEDİ"

      1981 senesinde, 81’i geçmiş yurt açtık. Kenan Evren Paşa’nın "Kendi okulunu kendin yap" kampanyasıyla okul teşviği çıktı. Dedim ki Gülen’e "Hocam bu yurtlardan bazılarını okul yapamaz mıyız?" 

      "Biz böyle şeylere giremeyiz. Bunlar devletle teması gerektirir. Biz, böyle birşeyin altında kalkamayız" dedi. 

      Turgut Özal döneminde, vakıflara okul kurma hakkı verildi ve ben Gülen’e, bizim okul kurabileceğimizi, bizden olmasa da milliyetçi-muhafazakarların bunu yapabileceğini söyledim. "Destek alıp yapabiliriz" dedim. Okul dönemine geçildi. Tereddütle başladığımız yurt döneminden Yamanlar Koleji dönemine geçtik. Türkiye’ye yayıldık. Buna paralel olarak üniversiteye hazırlık kurslarını kurduk. İş dünyası destek verdi. O günkü anarşi ortamından kurtarmak için millet bize çocuklarını verdi. 

      Halkın bu kadar desteği bizi şüpheli noktalara getirdi. "Bu kadar önemli şeyleri nasıl başarıyorlar" sorusu sorulmaya başlandı. Endişeler ortaya çıktı. Bu aşamada, bu kadar müesseseleşmiş olayın, devlete anlatılmadan olamayacağını düşündüm. Devletin desteği olmadan, daha ne kadar götürebiliriz? Yaptıklarımızı bilmezse, devlet endişebilir, sapla saman karışabilir, suçlu muamelesi görebiliriz diye düşünüyordum. 

      Turgut Özal, Naim Süleymanoğlu’nu Türkiye’ye getirmişti. O günlerde, Avusturya’daki Olimpiyat yarışmasında öğrencilerimiz, matematik, fizik gibi bilimsel konularda ödüller kazandılar. Ama gazetelerde küçük haberler çıktı. Canım sıkıldı. İlk defa dünya başarıları getiriyoruz ama kimse bundan haberdar değil. Biz sesimizi duyurmalıydık. "Nasıl olur?" dedi Gülen. "Alalım çoçukları, götürelim cumhurbaşkanına" dedim. "Peki" dedi. Kapalı bir yapıydık. Özal’dan randevu talebim oldu. Yamanlar Koleji öğrencilerini Özal kabul etti. Bizim devlet ricaliyle tanışmamız böyle. Özal’la başladık diyebilirim. Profesör Şerif Ali Tekalan’la beraber Özal’a gittik, çocukları takdim ettik. Özal, bu işi desteklediğini, Hocaefendi’yi tanıdığını, daha önce vaazlarını dinlediğini söyledi.

      "DEVLETLE RİCALİYLE GÖRÜŞMEM GÜLEN’İ RAHATSIZ ETTİ"

      AYDINLIK- Yollarınız neden ayrıldı Fethullah Gülen’le? 

      VEREN- Ben ayırmadım. Fethullah Hoca’nın bana yüzde yüz güvendiğini düşünüyordum. Ama bu parlak görüşmelerden sonra, başarılı çalışmalardan sonra, Fethullah Hoca benden endişe etti.

    Benim devlet ricaliyle yakın temasım, her an irtibatta olmam, arkadaşlar arasında haset yarattı. "Neden siyasilerle Nurettin Bey görüşüyor" dediler. Bunu normal karşıladım. "Ekip halinde hareket edelim" dedim. Şerif Ali Bey’i, Latif Hoca’yı, İsmail Büyükçelebi’yi, Hüseyin Gülerce’yi, Alaaddin Kaya Bey’i alıp, Demirel ve Tansu Hanım’la görüştürdüm. Fotoğrafları da var. Onlara dedim ki, "Yurtdışına gittiğim zaman bu arkadaşlar size gelecek". 

      Bu arada, benim ön plana çıkmış olmam Hocaefendi’yi rahatsız etmişti, bu isimleri öne çıkarıp beni geriye çekmeyi düşünüyordu. Ben de onu büyük olarak görüyor ve bunu doğal karşılamıştım. Elimle bu isimleri Demirel ve Tansu Hanım’a götürdüm, tanıştırdım. Severek, inanarak götürdüm. Ama anladım ki, bunlar önceden planlanmış. Benim bu kadar ön plana çıkıp, kendisinin yerine geçeceğimi ya da bu işi berbat edeceğimi düşündü. Bu yüzden Gülen beni uzaklaştırmayı planlamış.

      "28 ŞUBAT’TA GÜLEN’İ 56 GÜN KAÇIRDIM"

      AYDINLIK- 28 Şubat öncesinde yanında mıydınız? 

      VEREN- Fethullah Gülen duvar ilanıyla aranırken, ben 56 gün boyunca, şoförlüğünü yaparak, O’nu kimsenin bulamayacağı yerlere götürdüm. Aranıyordu o zaman. Bütün bunlara rağmen neden böyle yaptı anlamadım. Olanlar oldu. Amerika’ya gitti. Karar aldı ve gitti. Burada, istihbarattan bilgi alan insanların getirdikleriyle daha da körüklendi gitme duygusu ve Amerika’ya gitti. 

      AYDINLIK- Kaçtı. 

      VEREN- Evet kaçtı. Bu kaçışı halka anlatmak için sağlık problemlerini öne sürdü. Ama inandırıcılığını yitirdi. Sağlık sorunlarından gitmedi. Birkaç yıl bunu kullandı. Cemaat "Bir bildiği vardır Hocaefendi’nin" diyordu. Ama daha sonra bu durum halk nezdinde değişti.

      "VİDEO KASETLERİNİ BENİM SATTIĞIMI YAYDILAR"

      AYDINLIK- Siz ne yaptınız? 

      VEREN- Ben, cemaat içindeki hadiselerde, tasarruflarda, Hocaefendi’nin bilgisi dışında bir şey olmasını engellemek istedim. "Kontrolsüz bir yönetim olmasın" dedim. O’nun ismi kullanılarak yanlış yapıldığını düşündüm ve yeni bir yapılanma gerektiğini farkettim. Bunu O’na söylemek istedim. 20 sene, aylık toplantılarımız devam etmişti ama bugün bu toplantılar olmuyordu. Eski arkadaşlarımızı toplayıp, yeni bir yapılanmanın içine girmek gerekiyordu. 

      Bunları kendisine söylemek için New York’a gittim. Bana Washington’a gittiğini söylediler. Beş saat kara yoluyla, yanımda doktor Uğur Es’le birlikte Washington’a gittik. Uğur Es, şu anda İstanbul’da görevli, kalp cerrahı. Bana dediler ki, "Hocaefendi sizi kabul etmiyor. Geriye dönün". Uğur Es’le birlikteyim. Nasıl olur? "Yıllarımız beraber geçmiş, hep yanındaydım. Kendisi bana söylesin. Böyle bir nezaketsizlik yapmaz" dedim. Şeref Ali, İsa Saraç dedi ki, "Aynen böyle söylüyor. Geriye dönüyorsunuz". Ben geri döndüm. Doktor da çok kırıldı. Aynı gün, hiç dinlenmeden New York’tan Washington’a, oradan Türkiye’ye... 

      Selam almadan geri döndüm. Şefkat, sevgi, hoşgörü abidesinin en yakın arkadaşına yaptığı bu. Uğur da şahit. Arkadaşlara, hizmetin içinde ve gönlü kırık arkadaşlara, benim Hocaefendi’yle görüşmemi isteyen arkadaşlara, "Beni perişan ettiniz ve gönül yarasıyla döndüm" dedim. Üç sene kadar kendi işlerime bakıp, karışmamaya çalıştım. Fakat sonra, benim organizasyondaki gücümü, söylebilenecek lafları en keskin şekilde söyleyebileceğimi düşündükleri için, Hocaefendi’nin de yurtıdışında bulunmasını fırsat bilerek, beni tamamen devre dışı bırakmak için, Hocaefendi’yle ilgili yayınlanan video kasetlerini benim para karşılığı sattığımı yaydılar.

      "KEMALETTİN ÖZDEMİR’İN GÖREVİ POLİS İÇİNDE ÖRGÜTLENMEYDİ"
     
      AYDINLIK
    - Kim bunlar? 

      VEREN- Sakarya Üniversitesi’nde, şimdi profesör olmuş K.Ö ve Zaman gazetesi yazarı Abdullah Aymaz. K.Ö.’e verilen bir görev vardı, polislerle ilgili. Bu arkadaş bunları güzelce örgütleyip, bütün istihbaratı günü gününe Hocaefendi’ye götürüyordu. Hizmet namına. Kutsal işti, O’na göre. Hocaefendi de bu istihbaratı istedi. İstemeseydi, olmazdı. Bizim, siyasetten uzak durmamız istenirken, devletin en mahrem (istihbarat) ünitelerine burnumuzu sokmamız, devletin bize olan güvenini sarstı.

      "DEVLETİN BİRİMLERİNDE YAPILANDIK"

      AYDINLIK- Devletin birimlerinde, askerin, polisin içinde bir yapılanma mı bu? Yok deniliyordu... 

      VEREN- Evet. Bizim en büyük hatamız, "aydın insan yetiştireceğiz" diyorduk, ama bu karara 180 derece zıt çalışmalar yaptık. Bir elinde Kuran bir elinde topuz olmaz. Biz eğitim seferberliği yapıyorsak, siyaset olmaz. Siyasete girmedik ama, devletin en mahrem ünitelerine müdahale etmeyi mahsursuz gördük. Bu da Hocaefendi’nin tek başına aldığı kararla oldu. 

      AYDINLIK- Siz diyorsunuz ki, "Fethullah Gülen beni hain ilan etti. Amerika’da 50 kişinin huzurunda öldürülmemi emretti". Nedir bu olay? 

      VEREN- Kaset olayı çıktı. Ben köşemde duruyordum. Bize böyle öğretilmişti. Ama kaset olayı çıktı ve halkın nazarında etkisiz hale getirilip tam anlamıyla sıfırlanmamı istediler. Çok mütevazi olmaya gerek yoktu. İkinci defa Amerika’ya gidip, bu iftirayı yapanları deşifre edip, ortaya çıkarmak istedim. Israrla istedim, ısrarla engellediler. İzmir Bozyaka’da Barbaros’a gittim, "Beni görüştür" dedim.

      "130 DÖNÜM ÇİFTLİK, VİLLALAR..."

      AYDINLIK- Barbaros kim? 

      VEREN- Barbaros Kocakurt. Yamanlar Koleji’nin Genel Müdürü. 15 gün boyunca Barbaros’un yanından ayrılmadım. Israr ettim. Gittim Amerika’ya. Benim oraya gitmemden hiç memmun olmadılar. 30 gün Amerika’da durdum. Bana "Hoşgeldin" bile demedi Fethullah Gülen. Pensilvanya’da, 130 dönüm çiftliğin içerisinde, kendine ait villa, yedi-sekiz tane ayrıca villa var. Sadece yüzüme baktı ve kapıyı kapattı.

      AYDINLIK- Kimler var villada?

      VEREN- Ali Ünal, Cevdet Türkyolu, Necdet Başaran, Polis Arif, Ahçı Murat, İsmail Büyükçelebi, Sait Bey kod adlı Sürmeli Aksoy... Esnaftan bazı isimler, doktorlar. 30 gün konuşamadım. Oraya teslim olmak üzere gittim ve bu fitneyi ortadan kaldırmak için bekledim. 31. gün fitneyi yapanları söylemek istedim. O gün cinnet noktasına gelmiş Hocaefendi.

      "GÜLEN BAĞIRDI: NURETTİN BANA SUİKAST İÇİN GELDİ"


      AYDINLIK- Fethullah Gülen cinnet noktasına geldi. 

      VEREN- Evet. Hiç hayatımda görmediğim şekliyle avazı çıktığı kadar bağırdı. "Nurettin suikast yapmaya geldi, beni öldürecek." O’nu öyle inandırmışlar. 35 yıl aynı çatı altında beraber olduğumuzu unutmuş ve beni canavar gibi görüyordu. Ya ilaçların ya da anlatılanların etkisiyle, o kadar insanın önünde avazı çıktığı kadar bağırıyordu: "Senin buraya, beni öldürmeye geldiğini bilmiyorsam ben eşekoğlueşeğim." "Yazıklar olsun Hocam. Ben sana, anamdan babamdan, çocuğumdan daha yakınken, bunları nasıl söylersin. Bana bunu söylecek insan daha anasından doğmadı. Ben bunu kabul etmem" dedim. 

      O sırada şömine demirini kaptı ve üzerime öldürmek üzere yürüdü. Etrafındakilere de "Öldürün bunu, öldürün bunu" diye defalarca avazı çıktığı kadar bağırıyordu. Polis Arif bana yalvarıyor, "Ağabey ne olur uzaklaş buradan". Beni tekme tokat, İsmail Büyükçelebi de dahil; o gölgesinden korkan herif, benim 30 yıllık arkadaşım, Büyükçelebi, boğazımı sıktı, tekmek tokat dışarı çıkardılar. Necdet Başaran’ın arabasına tekme tokat bindirdiler, şahsi eşyalarımı alamadan döndüm. 

      Döndükten sonra, bu olayı K.Ö. ve Abdullah Ayvaz’ın yaptığını bana Necdet Başaran söylemişti: "Hocaefendi’ye, senin bu kasetleri sattığına inandırdılar." Hiç kimseye söylemeden, K.Ö. ve Abdullah’ı aradım. Abdullah Aymaz, "Böyle bir şey yok. İftira" dedi gülerek, sırıtarak. Görüşmek istemedi. K.Ö.’i aradım o da görüşmedi. Şerif Ali Bey’e gittim, "Sen doktorsun. Bu arkadaşlarla görüşemedim. Ama Hocaefendi cinnet noktasında. Doktorsun, ne yapmamız gerektiğini söyle" dedim. Ben bu sır dairesi içinde bunu çözmeye çalıştım. Üç sene bunu kimseye söylemedim. Sadece Şerif Ali biliyordu. Hocaefendi, belki pişmanlık duyar. "Cinnetten dolayı yapmıştır bunu ve çözeriz" diye düşünüyordum.

      "GÜLEN, AİLEMİ ALDI ELİMDEN"

      AYDINLIK- Çözüldü mü? 

      VEREN- Esas, felaket noktasına geliyorum! Benim üniversitenin son sınıfında iki kızım var. Fatih Üniversitesi’nin son sınıfındalar. Onun büyüğü bir oğlum var. Onun da bir büyüğü ve iki de küçükleri olmak üzere, altı çocuğum var. 

      Bana çocuklarımdan çok enteresan bir teklif geldi: "Baba biz seninle kesinlikle ayrı yaşamak istiyoruz." 35 yıllık evliyim, çocuklarım ve anneleri benden ayrılmak istediler. Gülen’le kavga başladıktan üç yıl sonra. "Neden?" dedim. 

      Hocaefendi’yle yaşadığım sıkıntıdan dolayı bana yapılan bir boykot var. Eğer beni terkederlerse, hesaplarına para gönderileceğinin ve destek olunacağının teminatını almışlar. Sordum,"Kim dedi bunu size?" "Hacı Muhammet’le görüştük İstanbul’da" dediler. 

      Bu paraların, Üsküdar Pamukbank’taki hesaplarına, Ümmü Selem ve Ümmü Haram adına, çocuklarımın isimleri bunlar, paranın yattığını tespit ettim. Belgeli, hesap cüzdanları var. Hiç tanımadığımız isimler üzerinden para yatırmışlar. Bir ay içerisinde, tek celsede beni mahkemeye verip, ailem beni boşadı. 35 yıllık evimde hiç münakaşa olmadı ama boşadılar. Bunu nasıl izah ediyorsunuz? 

      Çocuklarımdan üç yıldır haber almıyorum. Hiçbiriyle görüşemiyorum. Bundan haberdar olmadığını söyleyebilir mi Fethullah Gülen? Hacı Muhammet’i aradım, beni ölümle tehdit etti. Hocaefendi bu durumu çözemez miydi?

      "DAHA FİRAVUNCA İŞLERİ VAR"

      Aradan bir yıl geçti... Bana Alaaddin Kaya, Harun Tokak, Ali Bayram, Suat Yıldırım geldiler, "Biz bu kırıklığı çözeceğiz" dediler. Benimle ayda bir görüşeceklerini söylediler. Benim tepki verip, bu olayları cemaate anlatacağımdan çekindiler. İsmimi tekrar gazeteye yazdılar. Zaman gazetesinde, logoda, Genel Koordinatör olarak ismim bir yıl boyunca çıktı. Ama gazeteden tek Allah’ın kulu aramadı beni. Bir sene sonra tebligatta bulunmadan ismimi çıkardılar, çünkü endişeleri geçmişti. 

      Harun Tokak, Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı Genel Müdürü, Ali Bayram ise bütün diyalog, Avrasya şirketlerinin perde arkasındaki isim, kasa ve Gülen’in yakın akrabası... Suat Yıldırım, 
    Hocaefendi’nin Edirne’den yakın arkadaşı, profesör. Ben anladım ki, bu olayları yüksek sesle anlatmazsam, hain ilan edilmiş olacağım. Onun için internet sayfasından anlatma kararı aldım. Ben bunları kamuya, devlete sunacağım. 

      Daha diktatör, daha kötü, firavunca işleri var. Benim gibi mağdur olmuş çok kişi var. İnternet sayfasına mecburen başvurdum, çünkü kendisi medyanın bütün gücünü kullanıyor. Bana e-maillerde hakaret edenler, acaba 35 yıllık yuvaları Hocaefendi tarafından yıkılsaydı ne yaparlardı?

      "ASKERDEN GELECEK TEPKİLERE KARŞI SIRTIMIZI AMERİKA’YA DAYAMALIYIZ"

      AYDINLIK- "Orta Asya’daki eğitim seferberliğimiz Amerikan conilerinin akıncısı olma şekline dönüştü" diyorsunuz. Fethullah Gülen tarikatı, Amerikanın conisi mi oldu? 

      VEREN- Cemaat olmadı. Gülen, Amerika’nın gücünü kullanıp daha fazla hizmet edileceği yönünde mesajlar veriyor. "Amerika’ya dost olmak, sırtımızı dayamak, bizi daha emin kılar. Dolayısıyla Türkiye’de de askerden ve rejimden gelebilecek tehlikelere karşı sırtımızı güçlü bir yerlere dayamış oluruz" deyip, cemaate fısıltı şeklinde brifingler vererek, empoze ediyor. Cemaat, farkında olmadan Amerikan conisi gibi kullanılıyor şu anda.
      AYDINLIK- Gülen tarafından.
      VEREN- Evet.

      "GÜLEN’E İSTİHBARAT NERDEN GİDİYOR?"

      AYDINLIK- Ilıcakların Tercüman’ında Fethullah Gülen, "Önümüzdeki günlerde suikastlar olacak" dedi. 

      VEREN- Bir kere manşetin kendisinde bir sakatlık var. Nazlı Ilıcak, "Fethullah Gülen çok iyi bir istihbaratçıdır" diyor. Fethullah Hoca, benim bildiğim gönül insanıdır! Daha önce İhsan Kalkavan da "Her yerde en iyi Atatürkçü olduğunu ispatlarım" dedi. Bir karar verilmesi gerekiyor: Fethullah Hoca çok iyi istihbaratçıdır, çok iyi bir Atatürkçüdür, çok iyi bir diyalogcudur. Hoca, bunlardan birini kabul edip kimliğini ortaya koymalı. Amerika’da yaşayan, 70’ine merdiven dayamış, hasta, gözleri yaşlı bir insan, Türkiye devletini uyaracak kadar istihbaratı nereden, nasıl alır? Herkesi uyandırıyor! 

    Amerika’da yaşadığı halde, Türkiye’nin en mahrem meseleleri nasıl O’na gidiyor? O zaman, devlet ona mı çalışıyor? İstihbarat raporları nasıl gidiyor? Bir Hoca’nın bunlarla ilgilenmesi doğru mu? 

    Vatikan’ın pozisyonunu, Papa’nın pozisyonunu mu istiyor? İslam dünyasında Halife, dünyayı kurtaracak tek aslan mı olmak istiyor? Eğer böyleyse, meczupluk hayalleri yaşıyor!

      "YABANCI AJANLAR BİZİ ÖLDÜRÜP BİRBİRİMİZE DÜŞÜRMESİN"

      AYDINLIK- Söz alalım, Ulusal Kanal’da canlı yayın için... 

      VEREN- Eğer, kendisi canlı yayına çıkmak isterse görüşürüz. Benim son vefa borcumdur bu. Biz hep beraber söz vermiştik: Bu okullar, bu üniversiteler, dünya çapında üniversiteler olduğu zaman, biz Hocaefendi’nin Korucuk’taki köyünde hep beraber oturup çorba, çay içecektik ve beraber yaşlanacaktık. 

      Biz buradayız. Aynen Arafat gibi. Bin tane ölüm tehdidi alıyorum ama buradayım. Öldürülürsem burada öldürülürüm. Ama ne Amerika’ya kaçarım, ne sağlık problemimi bahane ederim, ne de kimseden yardım isterim. Gelsin, hep beraber burada öldürülelim. Türkiye’de öldürsünler bizi. Değişik ülkelerin ajanları bizi öldürüp, bizi birbirimize vurdurmasın! 

      Bu söylediklerimden bir tanesine yalan diyebiliyorsa Fethullah Hoca, yarından itibaren konuşmayacağım!


    Kaynak: sansursuz.com/23 Kasım 2004