20 Aralık 2010 Pazartesi

Demokratik Özerklikte Ekonomi

Konu hem güncel, hem de Türkiye halkları ve emekçileri açısından hayatî önem arz eden Demokratik Özerkliği oluşturan sekiz boyutundan...
Konu hem güncel, hem de Türkiye halkları ve emekçileri açısından hayatî önem arz eden Demokratik Özerkliği oluşturan sekiz boyutundan (siyasi, hukuki, öz savunma, kültürel, sosyal, ekonomik, ekolojik ve diplomasi)   biri olan ve önemli bir yer teşkil ettiği için üzerinde durmayı gerekli gördüm. Demokratik Özerkliğin sistemsel çalışmalarının yoğun sürdürüldüğü bu süreçte özellikle uygulamada yaşanan bazı yetersizliklerimiz de çıkmıyor değil. Bu yetersizlikleri başta önceden edindiğimiz brikim ve tecrübelerin yeni paradigmasal zihniyeti oluşturmada yaşadığımız zorlamalardır. Bu yüzden de kendimizi bir türlü eski paradigmada kurtaramıyoruz. Bir de verili sistemden aldıklarımız ve faşist-sömürgeci sistemin engelleyici yaklaşımlarını da buna eklersek tabi ki işin içinden çıkılmıyor. Bir zamanlar akademiler kurmada ve oluşturmada da bu denli zorlanmıştık. Hâlbuki insanlık değerlerinin yaratımı öyle hazır ve bol imkânlarla gerçekleşmemiştir. Uzağa gitmek istemiyorum, sadece Kürt Özgürlük Hareketinin gerçeğine bakmak ve ondan sonra düşünüp adımlar atmak gerekiyor. Bugüne kadar yaratılan değerlere saygı göstererek ve göz önün de bulundurmak suretiyle, şu anda pratik uygulamada Gever halkını ve DTK’yı kutlamadan geçmeyeceğim.

    Yakın zamanda yazdığım bir makalemde işimizin hem zor, hem de tarihi olduğunu söylemiştim. Bunun içinde yoğun tartışmamız ve çalışmamız gerektiğini vurgulamıştım. İzlediğim kadarıyla anlamada ve uygulamada zorlandığımız bazı temel hususlar var. Örneğin; kooperatifçilik çalışmaları yapıldığında parça halinde olan tarlalar nasıl birleştirilecek? Yine mülkü olan ve mülkü olmayanların dengesi nasıl tutturulacak? Bu makalemde mülkiyet ve özel mülkiyetin üzerinde durmaya çalışacağım.  Yetersizlikleri olacaktır, birlikte anlamaya, uygulamaya, birbirimizi düzeltmeye ve tamamlamaya çalışacağız.   
  
    Demokratik özerklikte mülkiyet, özel mülkiyet ve grup-toplumcu üretim yapıldığında kim nasıl ve neyiyle katılacak? Konuyu dağıtmadan mülkiyet ve özel mülkiyetin durumunu kısaca tarihsel boyutuyla ele alalım. Özel mülkiyet sadece kapitalist modernitenin değil, tüm tarih boyunca sınıflı-devletçi toplumun üzerinde şekillendiği esas zemin olma rolünü oynamıştır. Doğal toplumun temel özelliği kolektif bir bütün oluşturmasıdır. Elde edilen fazla ürün de ancak topluluğun ortak kullanımı temelinde tüketilmiştir. Bu kullanım ortamında egemenliğe dayanan bir mülkiyet ilişkisi ve sınıflaşma yoktur. 

    Doğal toplumda şayet bir mülkiyetin varlığından bahsedilecekse, bu da ancak topluluk mülkiyeti olabilir. Doğal nedenler başta olmak üzere irade dışı gelişebilecek olan durumlara karşı biriktirilen ürün fazlalığı, hiçbir biçimde bireylerin tasarrufuna açık olmamıştır. Modern iktisadın ‘fon’ ya da ‘stok’ olarak değerlendirdiği bu durum, doğal toplumun mülkiyet yaklaşımının ne olduğunu bizlere göstermektedir. Bu dönem toplumsal yaşamın da ahlakın yaptırım gücünün esas olduğu ve toplumu ayakta tutanın da bu olduğu bilinmektedir. Ahlaki sınırlar içinde şekillenen vicdan, toplumsal mülkiyetin tasarrufa geçmesini engellemiştir.

    Devletleşme, sınıflaşma, mülkiyet, bireysel el koyma ve kullanma durumundan sonra, mülkiyet kamusal niteliğini yitirmiş, özel bir karakter kazanmış ve hukukla da koruma altına alınmıştır.  Sınıflaşma ve devletleşmede mülkiyet kutsaldır. Her şey yapılabilir, ama mülkiyete asla dokunulamaz. “Adalet mülkün temelidir.” Belirlemesi aslında her şeyi açık bir şekilde ifade ediyor. Mülkiyetin ne olduğu, nasıl oluştuğu, o birikimin kim ya da kimler tarafından yapıldığı bu kanunlarda asla sorulmaz ve yanıtı da aranmaz. 
Ekonomi-politiğin özel mülkiyet olgusundan yola çıktığını, ama özel mülkiyetin ne olduğunu bize açıklamadığını Karl Marks belirtir. Ekonomi-politik, gerçekte özel mülkiyetin izlediği süreci dile getirir ve bundan da kendisine yasa değeri taşıyan genel ve sosyal formüller oluşturur. Bu formüller özel mülkiyetin oluşumu kadar büyütülmesi ve korunmasını içerir. Ekonomi politiğin yasa değerinde oluşturduğu bu formüller emeğin oluşum sürecini, emeğin toplumsal niteliğini incelemez ve onun kullanım hakkının da aslında kimlerde olduğunu açıklamaz. Özel mülkiyet her ne kadar tarihsel ve toplumsal emek içerse de, ekonomi politiğin esas olarak üzerinde durduğu konu mülk edinmenin bireysel niteliğidir. En eski ekonomistlerin yaklaşımı bu olduğu gibi, kapitalist modernitenin ekonomi politiğini yapanların ortak yaklaşımları da bu çerçevededir.
  
    Peki, Demokratik Özerklik mülkiyet ve özel mülkiyeti nasıl ele alacak? Demokratik Özerklik kendi ekonomik sistemini oluşturmak durumundadır. Bunun için Demokratik Özerkliğin özel mülkiyete yaklaşımı önemli olmaktadır. Demokratik Özerklik özel mülkiyeti, sistemin kalbi olarak gören kapitalizm gibi davranamaz. Çünkü özel mülkiyeti tanrılaştırarak her türlü tekelleşmeye imkân sunan bir ekonomik sistemin insani niteliği olamaz. Diğer taraftan da, reel sosyalizm örneğinde de görüldüğü gibi görünürde her türlü özel mülkiyeti reddeden devlet mülkiyetçi yaklaşımların da tarihe yol aldırmadıkları bilinmektedir. Bütünlüklü olarak reddetmek kadar sahiplenmek de çözüm geliştirmemiştir. 

    Demokratik Özerkliğin özel mülkiyete yaklaşımı; özel mülkiyetin varlığını kabul etmek ama onu teşvik edici–özendirici uygulamalardan kaçınmak kadar tekelleşmeyi içeren özel mülkiyeti kabul etmemek, buna karşı durmak esas olmaktadır.

    Özel mülkiyeti tamamen reddetmek fazla gerçekçi değildir. Gerçekçi olmadığı tarihen de sabittir. Bunu mevcut tarihsel ortam ve koşullarda ortadan kaldırmak da mümkün değildir. Ama azami kâra dayanan veya bu mantık üzerinde şekillenen tekelci özel mülkiyet yapılanmasına karşı olmak hem doğru, hem mümkün ve hem de uygulanabilirdir. Şüphesiz bunu sadece anti-tekel yasalar yoluyla gerçekleştirmek mümkün olamaz. 

    Ekonominin iki temel alanı olan üretim ile tüketim sahaları üzerinde tekel kârına dayanan bir yapılanmanın gelişmesine de izin vermemek gerekir. Özel mülkiyetin yanında halkın (topluluk ya da grup)  ekonomisinin hâkim olduğu bir ortamda tekelleşmenin fazla yaşam şansı bulunamayacağı açıktır. Tekelci ekonomilerin geliştiği yerler, halk ekonomilerinin olmadığı, dolayısıyla piyasanın tam anlamıyla tekeller tarafından kontrol altına alındığı yerler olmuştur. Bu temelde de olsa özel mülkiyetin halkçı bir ekonomiyle bağı olmadığını da belirtmekte yarar vardır. Grup mülkiyeti ya da toplumsal mülkiyet, mülkiyetten kaynaklı sorunları giderebilecek temel yaklaşımlardan biri olabilir.

    Grup ya da topluluk mülkiyeti veya ekonomisinde kastımız, tekelleşmeyi hedeflemeyen, azami kârı esas almayan, kontrolü kendi elinde olan, üretimle bağ içinde olan, kendine yeterliliği esas alan toplumsal ihtiyaçlar üzerinden gerçekleştiği için kullanım değerini esas alan bir ekonomi ya da mülkiyettir.  Böylesi bir mülkiyet yapılanmasının zaten özelliği kalmayacaktır. Böylece halk ekonomisinin yanında var olan özel ekonomiler, özel şirketler de kapitalist ekonomik sistemin uyguladığını uygulayamayacak, istese bile tekel kârını gerçekleştiremeyecek, tekelleşmeye yol açmayacaktır. 

    Demokratik Özerkliğin bundaki mantığı; araç kullananındır ve dolayısıyla ortaya çıkan ürün de yaratanındır, emek sahibinindir. Grubun ya da topluluğun ortak denetiminde olan mülkiyetin, üretim araçlarının toplumun bir kesimi üzerinde egemenliğe yol açmayacak, tekel kârına yönelmeyecektir. Demokratik sistemin ekonomik boyutundaki diğer kurum ve yapılanmalar da özel mülkiyetin tekelleşme isteği karşısında emniyet sübabı rolünü oynayacaktır. Kapitalist modernitenin tekelci sistemi ancak böylesi halk ekonomilerine dayalı ekonomik yaklaşımlarla sınırlanabilir. Demokratik Özerkliğin ekonomik boyutu hakkında Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın belirtikleri, kapitalizmi sınırlamayı da izah ediyor: “Ekonomik sistem olarak kapitalizmi kabul edemeyiz. Belki kapitalizm tam olarak kaldıramayız ama önemli oranda kapitalist ekonomik sistemi değiştirebilir, onu aşındırabilir, kendi ekonomik sistemimizi kurabiliriz. Bu sistemde halkın ekonomisi olur, bir kısmını da özel ekonomi oluşturur. Yani özel şirketler olur.” 
Anlamaya çalıştığım kadarıyla eğer Demokratik Özerkliği sistemsel olarak yaşamsal kılmak istiyorsak önce zihniyetini oluşturmamız önem arz ediyor. Ancak böylece tarihe ve insanlığa mal olur. Böylece tarih kendini yeniden öz kökleri üzerinde Mezopotamya’da halkların ve emekçilerin alın teriyle yaratacak ve güneşe merhaba diyecek.

 Deniz Karer

Hiç yorum yok: