21 Aralık 2010 Salı

Ahmet Kaya ve Kan Emiciler

‘‘Sevgili Ülkem’’ dediği Türkiye’yi bütün yüreğiyle severken ‘Vatan Haini’ ilan edildi. Güzel günlere  diyar olsun istediği ülkesinden koparılışı  ona acı verdi. Yağmurlu bir Haziran sabahında bir daha dönemediği İstanbul’u terk etti ve kalbinin dayanamayacağı sürgün yaşamına başladı. Sanki bunu şu dizelerle haber vermişti: ‘‘Tarifi imkânsız acılar içindeyim/Gurbette akşam oldu, yine rüzgâr peşindeyim/ Yurdumdan uzak yağmurlar içindeyim/Sürgün susuyor…’’

Ahmet Kaya’nın hayatı ve ardından bıraktığı şarkıları, ülkesinin portresi gibi okunuyor. Ahmet Kaya, 1957 yılında Malatya’da 5 çocuklu bir ailenin son çocuğu olarak dünya’ya geldi. Annesi Türk’tü, babası da iş bulmak amacıyla Adıyaman’dan Malatya’ya göç etmiş Kürt bir fabrika işçisiydi. Müziğe olan ilgisini keşfeden babası, Ahmet henüz altı yaşındayken ona doğum günü hediyesi olarak bir bağlama aldı. Bu bağlama, ailenin yemek parasından arttırılıp alınmıştı. Dokuz yaşındayken ilk olarak babasının çalıştığı fabrikanın işçilerinin düzenlediği işçi bayramı gecesinde sahne aldı. İlkokulu Malatya’da okuyan Kaya, geçim sıkıntısı nedeniyle ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etti ve ortaokulu burada okudu ve“öteki“ olmakla burada tanıştı; eşyalarının bulunduğu kolilerin üzerinde yazan ‘‘Malatya‘‘ yazısında ve konuşmasındaki aksandan dolayı küçümsendiklerini anladı. 1970’li yıllarında gelişen toplumsal muhalefete Ahmet Kaya‘da dâhil oldu. Halk Bilimleri Derneğine gitti ve oradaki kültürel çalışmalara katılmaya başladı.

Dönemin acımasızlığını 1977 yılının 1 Mayıs’ında oldukça yakıcı bir şekilde yaşadı. Taksim Meydanındaki kutlamalarda kitleye açılan ateş sonucu yanı başındaki arkadaşlarını yitirdi. Ardından da ilk defa gözaltına alındı. Bu dönemde Halk Bilimleri Derneği’nde tanıştığı Emine ile nişanlandı, ancak düğünden önce askere gitmek zorunda kaldı. Askerden döndükten sonra ise etkileri günümüzde de hissedilen 12 Eylül darbesi yaşandı. Kendisi tutuklanmadı ama neredeyse bütün arkadaşlarını kaybetti. 1982 yılında ilk kızı Çiğdem dünyaya geldi. Ancak aile mutluluğu kısa sürdü. Ahmet Kaya albüm yapmaya çalışırken, evi geçindirecek parayı kazanamaması, Emine’yi gelecek kaygısı sarması ve kızı ile birlikte evi terk etti.

1984 yılında Sezer Bağcan’ın Değişim Stüdyosunda ilk albümü olan ‘‘Ağlama Bebeğimin’’  kayıtlarını yaptı, albüm bir yıl sonra çıktı. Kızı Çiğdem’e yazdığı şarkıda aydın günlere umudunu dile getirdi: ‘‘Çok uzakta öyle bir yer var/O yerlerde mutluluk var/Paylaşılmaya hazır/Bir hayat var. Albüm, bu sözlerden dolayı çıkar çıkmaz toplatıldı ve Ahmet Kaya gözaltına alındı. Çok zaman geçmeden ikinci albüm için tekrar stüdyoya girdi ve burada Selda Bağca’nın cezaevi arkadaşı Gülten Hayaloğlu ile tanıştı. ‘‘Acılara Tutunmak“ albümü çıktığında Gülten’le olan dostlukları aşka dönüştü ve evlendi.

1980’li yıllarda cezaevleri yüz binlerce siyasi tutsak ile doludur, hapishane kapıları da çocuklarına ağlayan anneler ve babalarla… Bir idam mahkûmu olan Nevzat Çelik’in annesine yazdığı şiirde bestelenen ‘‘ Şafak Türküsü“ adını taşıyan albüm de bu dönemde çıktı: ‘‘ Bir sabah anne bir sabah/Acını süpürmek için açtığında kapını/Adı başka sesi başka nice yaşıtım/ Koynunda çiçekler/çiçekler içinde bir ülke getirirler...’’

Aynı sene çıkan ‘‘An Gelir’’ albümü, 1987´de gazetelerdeki çok satanlar listesinde birinci sıraya oturdu. 87´de ayrıca ikinci kızı Melis dünyaya geldi. Yine aynı yıl çıkan ‘’Yorgun Demokrat la’’ darbe fırtınasıyla susturulmak istenenlere çağrı yaptı Kaya: ‘‘Bir sen kaldın geride/Ah akıp gidiyor hayat/Yüreğim anlıyor seni/Artık susma yorgun Demokrat.’’

Şarkılarından dolayı defalarca yargılanan Ahmet Kaya, 1988´de “Başkaldırıyorum” ile hayal ettiği “gerçekten demokratik bir Türkiye için mücadele edenlerin yanında olduğunu bir kez daha ilan etti: “Ben bir namlu ağzıyım/Omuz vermiş halkına /Başkaldırıyorum hey/Herkes varsın farkına.’’ 1989 yılında ‘‘Resitaller 1’’ ve ‘‘İyimser bir Gül’’ adlı albümleri çıktı. ‘‘İyimser bir Gül-Kod Adı Bahtiyar’’ ile bu ülkenin kanayan yaralarından biri olan siyasi tutsaklara tercüman oldu, aynı zamanda toplumu sorumluluğa ve sahiplenmeye çağırdı. Bir yıl sonra ‘‘Resitaller 2’’ ve ‘‘ Sevgi Duvarı’’ çıktı.‘‘ Sevgi Duvarına’’ ölüm ile yaşam arasında bu denli incelen çizgi damgasını vurdu: ‘‘Malatya’dan çıktım yola, yollar yanıyor/Düşman sarmış dört yanımı, kurşun saçıyor/Düşmüşüm bir çukura, canım yanıyor/Yaşasam mı ölsem mi / Karar vermek zor.’’
1991’de müzik raflarında yerini alan ‘‘ Başım Belada’dan’’ bir yıl sonra ‘‘Dokunma Yanarsın’’ adlı albümü çıktı. Yurdunu alıp götüren yangınların,“tarifi imkânsız sancıların’’ albümü bu… 1990’lı yılların başında Kürt sorunu ve devletin kirli savaşı yeni ve üst bir boyuta ulaştı. Ahmet Kaya, bu dönemde Kürt kimliğinin tanınmasını, inkâr politikalarına son verilmesini istedikçe, hakkında basında çıkan haberlerde sertleşti. ‘‘Tedirgin“ böyle bir atmosferde çıktı: ‘‘Geceler mi sen, ben mi yorgunum/Mermiler mi sen, ben mi yangınım/Düşlerim tutsak, yüreğim sürgün/ İçimde bir çocuk tedirgin…’’

Bir yıl sonra, yani 1994‘te ‘‘Şarkılarım Dağlara’’ dedi: „Şu dağdaki gezene bak/Gözlerinin rengine bak/Seni vuran beni de vursun/Şu feleğin işine bak. ‘‘Ağladıkça“ ve ‘‘Kum Gibi’’ unutulmaz şarkıların yer aldığı albüm bugüne kadar resmi olarak 3 milyon satışla, kırılması zor bir rekora ulaştı.
Yıl 1995 ve bu ülkenin güzel çocukları bir bir kayboluyor. Gözaltına alındıktan sonra kendilerinden bir daha haber alınamayanların anneleri, her Cumartesi günü Galatasaray Lisesinin önünde bir araya geliyorlar. Cumartesi Anneleri safında yer alan Ahmet Kaya, o yıl çıkardığı albüme ismini veren ‘‘Beni Bul Anne’yi’’ yine kayıp anneleri için yazdı: “Camlar düştü yerlere/Elim elim kan içinde/ Yanıma gel yanıma anne/iki yanımda iki polis/Ellerim kelepçede/Beni bul beni bul anne…’’

1996 yılında yayınlanan ‘‘Yıldızlar ve Yakamoz’dan’’ iki sene sonra ‘‘Dosta Düşmana Karşı’’ çıktı. Bu albümü de en çok satanlar arasında birinci oldu ve Magazin Gazetecileri Derneğinin halkoylarıyla belirlediği ‘‘Yılın Sanatçısı’’ ödülüne layık görüldü. Canlı yayınlanan ödül töreninin yapıldığı 10 Şubat 1999 gecesinde, Kaya’nın sevenlerinin hafızasında silinmeyen insanlık dışı bir olay yaşandı. Ödülünü almak için sahneye çıkan Kaya, şu konuşmayı yapmıştı: ‘‘Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var. Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayınlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayınlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayınlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.’’ O gece, sürgünde de bitmeyecek bir linç kampanyasının başlangıcıydı. Vatana ihanet suçlamasıyla hapis cezasına çarptırılan Kaya, 1999 yılının Haziran ayında Kürtçe şarkıyı stüdyosunda kaydettiği gecenin ertesinde Türkiye’yi terk etti, Fransa’ya gitti ve sürgün başladı. Ancak kanayan kalbi sürgünü, içine düştüğü yalnızlığı kaldıramadı ve 16 Kasım 2000 sabahı durdu.

Ölümünden bir yıl sonra çıkan 18’inci albümü olan ‘‘Hoşça kalın Gözümde’’ yer alan ‘‘Memleket Hasreti’’ ve ‘‘Diyarbakır Hasreti’’ gibi türkülerde Kaya’nın yüreğinin uzakta nasıl yorgun düştüğü, çok sevdiği ülkesinden ayrı olmanın onda yarattığı psikoloji, trajik bir şekilde okunuyor. Vaktinde sahiplenilmeyen ‘‘ben yandım, siz yanmayın“ sözlerinde de okunan özverisiyle güzel günleri var etme mücadelesinde yerini alan Ahmet Kaya, geriye bir de su mesajı bırakmıştı; ‘‘ Burada, bu şarkımı söylerken, benim Türkiye’de yaşadığım çok zor günlerde bir merhabasını istediğim, fakat o merhabayı benden esirgeyen, ulusal anlamda aynı kaderi paylaştığım bütün arkadaşlarıma ve dostlarıma ince bir sitemdir.’’ Umarım bunu anlarlar...“ 

Fakat hiç bir zaman anlayan olmadı. Ahmet Kaya’nın ölüm yıldönümü nedeniyle hemen yazı yazmadan bekledik. Belki adam gibi biri çıkarda bir özeleştiri yapar diye… Yok, yine boşa bekledik. Yapılan sadece fazla gürültü çıkarmaktı. ‘‘Yavşaklardan‚ hainlere‘ kadar aralarında yapılan edebiyatı dinledik. Kimisi linç girişiminde yazdığı yazıları inkâr etti. Kimisi istihbarat oyunları gibi gazetesine, yaptırdığı oyun ve utanç verici manşetleri unuttu. Kimisi Ahmet Kaya için ‚ haysiyetsiz‘ ‚parayı veren Ahmet‘i alır‘ ‚solcu olamayacak kadar cahil‘ dediklerini unuttular. Nedense şimdi hepsi Ahmet Kaya savunucusu oldular.

Sormak gerek, neden o yıllarda bir gün Ahmet Kaya’yı gidip bir kere olsun dinlemediniz? Neden linç etmek istediniz?  Ahmet Kaya ülkenizi mi sattı? Hepiniz gibi vergimi kaçırdı? Çoğunuz gibi Cemaatlere yazarlık ya da borazanlık mı yaptı? Hani 1 yıl öncesine kadar televizyonlarınız ve gazetelerinizde Ahmet Kaya ölmemiş yaşıyormuş diyordunuz. Nerdeyse onun cesedinin peşine düştünüz adeta!

Ahmet Kaya’yı anlamak istiyorsanız gidin çıkın Kürdistan‘ın herhangi bir dağına o sizlere derdini anlatacaktır.
Neden bir türlü aklınız ermiyor artık? Ahmet Kaya gibi anadiliyle şarkı söylemek isteyen milyonlarca Kürt var. Onlara karşı linç girişimine ne zaman başlayacaksınız?  İnsanların kökleriyle bağını koparmak, insanların anadilini inkâr etmeye çalışmak sonrada timsah gözyaşlarını dökmek ancak kan emicilerin işidir. Biliyoruz ki Ahmet Kaya şu an yaşıyorum deyip çıkıp gelse, ona tekrar saldırırsınız. Değil Ahmet Kaya‘ya, bu ülkede Cumhuriyetin kuruluşundan beri insanlığa karşı suç işlenmektesiniz. Eğer suçsuz olduğunuzu ve günahkâr olduğunuzu ispatlamak istiyorsanız, önce bu insanlık suçunun önüne geçin.

Bunun en güzel örneğini Bandista adlı alternatif müzik yapan grup göstermiştir. Muhtelif tüm alanlarda ve devrimci kimliğinden ödün vermeyen Ahmet Kaya gibi bir sanatçının anma töreninde devrimci ve emekçi öğrencilere saldıran bir AKP iktidarıyla aynı sahte anma salonunda bulunmak onu onaylamaktır. Sadece AKP değil şu an Türkiye’nin bütün siyasi partileri, yandaş medya ve cemaat medya, kolluk kuvvetlerin bu vahşeti desteklemektedir. Hiç biriniz sanıyor musunuz ki Ahmet Kaya Kürdistan’a yapılan saldırıları ve Üniversite öğrencilerine karşı başlatılan katliamları onaylayacaktır? Demek ki sizinki sadece bir sahte gözyaşı ve bir oyundur. Bu oyunu, Ahmet Kaya’ya ülkeyi dar ettiğinizde evinin bütün kapılarını sonuna kadar açan Kürt halkı çok iyi bilmektedir.

Hüseyin Tünaydın

Hiç yorum yok: