13 Eylül 2010 Pazartesi

Kuşaktan kuşağa kaybedilen Anadil


Bir toplum hakkında düşünmek ya da o toplumun içinde varolmak o toplumun içinde barındırdığı sesler hakkında düşünmeyi gerektirir. Oradaki dili öğrenmek o toplumun şebekesine sızmak anlamına gelir. Orada o toplumun ruh hallerini, ideallerini, felsefelerini yani yaşam tarzlarını çözmek mümkündür. Bir nevi o mantığı öğreniriz. Çünkü her dilin kendine has bir mantığı vardır. Onunla yeniden düşünürüz. Ama farklı bir şekilde. Örneğin farklı dillere çevirisi yapılmış bir kitabı düşünelim ve biz bu dillerin hepsini bildiğimizi varsayalım... Kitabı okurken dikkatimizi çeken kısımlar her dilde ayrı olacaktır. Bu anlatılan olay farklı olduğu için değil dilin kendi mantığı düşünceyi kendine has kıldığı için böyledir. Ama varsayılan anadilinde yazılmış bir kitap ise orada anlatılmak isteneni birçok yönüyle kavramak daha kolay olacaktır. Kısacası her dilin dünyaya açılan bir penceresi vardır. Ve dil her öğrenildiğinde yeniden keşfedilir.

EĞİTİM-SEN'İN ANADİL HARİTASI

Türkiye'de resmi dil olan Türkçe dışında Kürtçe, Lazca, Hemşince, Arapça başta olmak üzere çok sayıda dil konuşuluyor. Bu oran yüzde 17 civarında. Bütün korumasızlığına ve dezavantajlarına rağmen Türkiye'de bu kadar dilin konuşulması bu ülkenin çok kültürlülüğünü gösteriyor. Ama Eğitim-Sen tarafından yapılan ve kamuoyuna açıklanan Türkiye'nin Anadil Haritası araştırması çarpıcı bir gerçeği ortaya koyuyor. Buna göre Türkiye'deki anadiller yok olma tehlikesi ile karşı karşıya. Kendi anadillerini sürdürenlerin anne babalar düzeyinde oranı yüzde 20,4. Mevcut nüfus içinde anadilini sürdürme oranı ise yüzde 16,9'a düşmüş durumda. Araştırmaya göre anne-babalara düzeyinde 3,5 puanlık (yüzde 20,4'ten yüzde 16,9'a düşüş) kayıp, oransal olarak Türkçe dışında bir anadiline sahip olanların yüzde 27'sinin tek kuşakta bu anadilini kaybettiğini gösteriyor. Anadilin kullanımında her kuşakta yüzde 27 oranında bir azalma görülmesi de durumun vehametini ve Türkiye'deki anadillerin yok olma tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu gösteriyor.

ŞEKİLLENMENİN YAPITAŞI DİL

Zengin bir yaşam tayfının içinde yaşıyoruz aslında. İnsan dillerini ve kültürlerini taşıyan bir tayf... Yaşamımızın özünü ve de biçimini temsil eden... Burada her dil yaşayan bir müzedir. Bütün insanların birikmiş bilgeliğinden oluşan, zengin bir kaynaktır. Taşıyıcısı olduğu her kültür için bir anıttır. Her kültür de bir gelecektir. Çünkü zaman kültürdür. İnsani tecrübeleri devralan bir yaşamdır. Aslında dillerin, kültürlerin korunması; insanların, doğanın korunmasıyla çok yakından bağlantılıdır. Çünkü diller insan ekolojisinin bir parçasıdırlar. Bir dilin yok olması; bir yaşam biçiminin, bir felsefenin yok olması demektir. Bu ölüm belirtisidir. Soluduğumuz havanın kesilmesi gibidir. Nasıl ki kanaryaların tehlikeye düşmesi madencilere çevredeki tehlikenin işaretini veriyorsa dillerin tehlikeye düşmesi de insanlara yaşamlarının tehlikeye düştüğünün işaretini verir. O yüzden eko sistemin içinde her şeye rağmen kendine yeterliliklerini sağlamış dilsel toplulukların korunması bütünselliğimizin korunmasının temel bir boyutunu oluşturur. Çünkü her dil insana özgü zengin yaşam deneyimleriyle, bir felsefeyle yüklüdür. Bu aynı zamanda insan zihninin doğal yetileriyle de bağlantılı olan bir durumdur. Çünkü dilin zihinsel tasarımdan ayrı bir varolma durumu yoktur. Noam Chomsky'inin dediği gibi, 'Dil zihnin özelliklerini anlamamızı sağlayan bir anahtardır.' Burada ses ile anlam buluşur ve bu da eko sisteme katılımda uyumlu bir bütünlük sağlar. Türkiye'de kuşaktan kuşağa anadilin kaybolması Türkiye'nin çok kültürlü yapısı açısından bir ölüm belirtisidir. Kendi dilinin, kültürünün de yara almasıdır. Bugün birçok gelişmiş ülkede ikinci bir dil eğitimi, çocukların anadillerini kusursuz bir şekilde öğrenebilecekleri eğitim düzeyi ve yaş sınırından sonra verilmektedir. Tüm bu çabaların tek bir amacı vardır, o da insanların kendi kimliklerini yara almadan oluşturmalarını sağlamaktır. Çünkü dil, kimliği oluşturan en önemli aidiyet aynı zaman da ruhsal şekillenmenin yapıtaşıdır.

İNSAN YAŞADIĞINI KONUŞUR

Çünkü doğuşundan itibaren insan dünyayı ilk olarak anadiliyle algılamaya başlar. Dünyaya ilk merhaba, ilk sesleniş kendi diliyle gerçekleşir. Öyle ki dilin genlerle aktarılan biyolojik bir boyutu olduğu, bu nedenle ayrı bir aklın içinde de doğsan ait olduğun halkın ruhsal dünyasını, karakterini taşıdığı bilim tarafından da h‰l‰ tartışılmakta, genetik bilimin çözmeye çalıştığı bir konudur. Bu nedenledir ki insan yaşadığı gerçeğe göre konuşmakta, konuştuğu dilin tadında yaşamaktadır. Anadil diğer aidiyetlere tonunu veren temel rengin kendisidir. Halkların tarihsel bellekleri anadilleri sayesinde oluşmuştur. Anadilini konuşamayan bir insanın belleği tarih mezarlığı gibidir. Geçmişe ait her şey ruhsuz, cansız, puslu ve de sislerin altındadır. Bellek yaralanmıştır, nisyan ile malüldür. Kendisini başka bir dille ifade ediş belki geleceğini biçimlendirir ama yabancılık duygusunu hiçbir yere ait olamamanın getirdiği korkuyu aşmaya yetmez. Amin Maalouf, 'Hiç kimse önüne her kitap açtığında, her konuştuğunda, her tartıştığında ya da düşündüğünde zihinsel olarak yurdunu terk etmek zorunda kalmamalıdır' der. Böylesi bir terk ediş başta anadilinden kopmayla başlar. Ama tamir edilemez bir yitimle sonuçlanır. Başkasının diliyle konuşmak başkasının gerçeğini yaşamak dünyayı onun gözleriyle, bakışıyla görmek, algılamaktır. Sana ait olmayan ile terk ettiğin yurdun arasında sıkışıp kalmak, her sözcükte benliğinin kimliğinin parçalara ayrılması demektir. Bu anlamda bir insanı diline bağlayan bağlardan kopardığınızda bu bir felaket halinde bütün bir kişilikte yankılanır. Sarsılan, kişinin tüm dünyası olur. Bundan etkilenmeyecek tek bir aidiyet yoktur. Kimliğin bu kırılgan parçalanmasının kişilikte yarattığı bozukluğu en derininden Kürt insanı da yaşamıştır. Ama son 30 yılda yarattıkları benzeşerek değil bütünleşerek varolmaya çalışma anlamında devrimsel önemdedir.

ANADİL HAKİKATİN YURDUDUR

Sonuç olarak Me'lerin derinliği, Tevrat'ın doğallığı, Gılgamış'in yalınlığı, Dante'nin dile yüklediği tutkusu, Ehmedê Xanî'nin toprağında ölümsüzleştirdiği aşkının büyülü ifadesi, Dostoyevski'nin insani ruh hallerini vermedeki ustalığı, Virginia Woolf'un imgelemdeki derinliğiyle bir ana sığdırdığı iç dünyaları ve daha nicelerinin sanatına sinen düşsel ifadelerin hepsi anadillerinde yakaladıkları anlamla bağlantılıdır... Çünkü her hakikat doğal yaşam dinamikleriyle birebir bütünleşmiş olan anadilde vardır. Yani her hakikat anadilde yansımasını bulur. Anadil hakikatin yurdudur. Bu hakikat kendisi olduğu kadar başkasının da olmayı başarabilen bir hakikattir. Taşıdığı renkler ve motifler yerel olsa da kavram ve anlamları evrensel olabilen bir hakikattir. Sonsuzdur ama değişmez değildir. Kendi özel renklerini, nüanslarını, vurgularını yaratır. Duru, temiz, insani sıcaklığı olan mesajları iletir. Çünkü dil insani mesajlara inanır. Bunun ruhunu duyumsar. Ve sözle, anlatıyla, insani öyküyle, eskinin membasında büyüyen yeniyi kurgular. Tarihi böyle anlatır. Anlatıyı böyle yaşamın tanığı yapar. Ve her tanıklıkta yeni bir insani öykünün temelini atar. Bunların yok olması, anadillerin konuşulmaması ölüm belirtisidir sahiden de.

Nagihan AKARSEL
***
Hawara min ji bo Azadiya Welatê min e

Şüphesiz şimdiye kadar özgür basının maruz kaldığı baskılarla ilgili birçok kez yazı kaleme alınmıştır. Bu konu hakkında defalarca basın açıklaması yapılmıştır. Beni bu yazıyı yazmaya iten neden etraflıca bir değerlendirme değil; sadece son iki hafta içerisinde Türkiye'de günlük Kürtçe yayın yapan Azadiya Welat gazetesinin maruz kaldığı baskı ve hukuksuzluğu paylaşmak isteğidir.

Bu yazıda Kürdistan gazetesi ile başlayan 112 yıllık Kürt gazeteciliğinin maruz kaldığı baskılardan söz etmeyeceğim. Kürdistan gazetesinin İstanbul'a, Şam'a ve Kahire'ye varan sürgün hayatından da bahsetmeyeceğim. 1994 yılında 'Gizli ibareli yazı: Bertaraf edin' belgesi ile Özgür Ülke gazetesinin bombalanmasından da söz etmeyeceğim.

Azadiya Welat gazetesinin eski Yazıişleri Müdürü Vedat Kurşun'a 166 yıl 6 aylık rekor ceza verildiğini ve yine aynı gazetenin Yazıişleri Müdürü Ozan Kılınç için verilen 21 yıl artı 6 yıl ceza istemi, artı devam eden davalarından ve şu anda Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu olmalarını da hatırlatmayacağım. Ve aynı şekilde Hawar gazetesinin Yazıişleri Müdürü Bedri Adanır'ın da yaklaşık 50 yıl hapis cezası istemiyle şu an Diyarbakır Cezaevi'nde tutuklu olduğunu da bilmem hatırlatmaya gerek var mı? Şu an mahkeme kayıtlarında Kürt gazetelerinin yazıişleri müdürleri için verilen yüzlerce yıllık cezayı da hatırlatmaya gerek yok. Çünkü hepsi resmi tescillidirler. Mahkeme tutanakları, yüzlerce yıllık verilen cezalar ve Kürt basınının karşı karşıya kaldığı haksızlığı araştırma konusu yapmak isteyenler için birinci elden kaynaklardır ve kapı gibi belgelerdir.

Hele 30'dan fazla basın şehidinden hiç bahsetmeyeceğim. Her ne kadar faili meçhul olarak kayıtlara geçseler de Kürt halkı, o gazetecilerin kimlerin emri ile ve nasıl öldürüldüklerini çok iyi biliyor. Zaten tarih, bu insanların kimler tarafından katledildiklerinin tanığı, şahidi ve bizzat davacısıdır. Miting meydanlarında pragmatist bir yaklaşım ile Apê Musa'yı anarak da kimse günah çıkaracağını sanmasın. Ne büyük bir çelişkidir ki miting meydanında Apê Musa'dan bahseden Tayyip Erdoğan döneminde Kürt basınının karşılaştığı baskılar, Apê Musa dönemini aratır hale geldi. Birilerinin artık 'kral çıplak' demesi gerekmiyor mu?

EVET'E GİDEN HER YOL MÜBAHTIR

Gazetemizin okurlarına ulaşması iki haftadır çeşitli bahaneler ile engelleniyor. Arkadaşlarımız gazeteyi çıkarmak için başvuruyor, her seferinde bir bahane ile geri çevriliyorlar. Gazete arşivlerini biraz karıştırınca Türkiye gündeminin en hassas olduğu dönemlerin gazeteye en çok ceza verilen dönemler olduğu görülüyor. Bence bahaneler öne sürerek gazetemizin çıkarılmasını engelleyenler açık yüreklilikle demeliler ki; Valla bilindiği gibi ülkemizde halen oynanmakta olan bir 'Evet', 'Hayır' yarışması var ve lütfen yarışmadan sonra başvurun. Yani bahaneler öne sürmenin ne alemi var. Birçok şehirde AKP imzalı afiş ve billboardlarda neden 'Evet' denilmesi gerektiği ile ilgili yazılar var. Bence AKP'liler şunu da eklemeliler; Kürtçe gazetenin çıkarılmasının engellenmesine 'EVET.' Ya da şöyle formüle edebiliriz; Boykot haberlerini yapmayan gazetelere Evet. Zira AKP için 'Evet'e giden her yol mübahtır.

Bilindiği gibi Azadiya Welat gazetesi 2006 yılında yayın hayatına başladı. Günlüğe geçtiğinden beri şimdiye kadar birçok kez kapatıldı ve bu gazeteye alternatif olarak Hawar, Welat, Rojev ve Dengê Welat gazeteleri yayınlandı.

Yukarıda da bahsettiğim gibi son iki hafta içerisinde gazete çalışanlarının başından geçen hukuksuzluktan bahsetmek istiyorum.

21 AĞUSTOS A. WELAT KAPATILDI

Cumartesi günü her zamanki gibi arkadaşlarımız büyük bir özveri ile haberlerini hazırlayıp, sayfaya yerleştirdikten sonra manşet toplantısı yaptık ve manşetimizi belirledik. Bilmeyenler için hatırlatmak istiyorum, gazetemizi saat 17:00'ye kadar bitirip baskı için matbaaya gönderiyoruz. Saat 16:00'da baskı için hazır hale gelmek üzere olan gazetenin son bir iki sayfasının mizanpajı yapılmaktayken bir aylık ceza aldığına dair faksı aldık. Faksta İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, gazetenin bütününü 1 aylık kapatma gerekçesi olarak görmekte ve yayınını toplatma kararı vermekteydi. Böylece arkadaşlarımızın gün boyu verdiği emek bir faks ile heba edildi. Hakikaten sormak lazım, madem ceza verecektiniz neden saat 16:00'ya kadar beklediniz? Haftasonu olduğu için ancak pazartesi yeni bir gazete çıkarmak için başvurabilecektik. Ertesi gün gazetemizin kapatılmasını kınayan bir metin hazırlayıp basın kuruluşlarına gönderdik. Pazartesi günü başvuru yapmamıza rağmen ancak çarşamba gününe yetiştirip Rojev gazetesini çıkardık.

28 AĞUSTOS ROJEV KAPATILDI

Rojev gazetesinin ömrü sadece 4 gün ile sınırlı kaldı. Yine cumartesi günü her zaman olduğu gibi arkadaşlarımız haberlerini hazırlayıp sayfalara yerleştirdiler ve manşetimizi belirledik. Yine saat 16:00'da gazete bitmek üzere baskıya gönderilecekken Rojev gazetesinin de 1 aylık kapatma ve o günkü sayının toplatılma cezası aldığı haberi geldi. Ne ilginçtir ki savcılar ceza vermek için yine saat 16:00'ya kadar beklediler. Malumumuz yine haftasonu ceza verildiği için hafta başını bekledik.

Arkadaşlarımız yine gerekli başvuruları yaptılar fakat cuma gününe kadar oyalandılar ve 'gerekli araştırmaların yapılmasından sonra' pazartesi günü başvurulabileceği bilgisi arkadaşlarımıza iletildi.

6 EYLÜL PAZARTESİ

Bu sefer de Welat ismiyle gazete çıkarmayı kararlaştırdık. Arkadaşlarımız pazartesi günü başvurularını yaptı ve bu sefer kesin engellenmez, yani bu kadar da olmaz diyerek gazeteyi hazırlamaya koyuldular. Başvurumuzu yaptığımızda bize saat 16:00'da cevap vereceklerini söylediler ve yine aynı şekilde gazete baskı için matbaaya gönderilme aşamasındayken 'Welat gazetesinin isim hakkı Ozan Kılınç'ta olduğu için bu isimle gazete çıkaramazsınız, bu isimle çıkarabilmeniz için Ozan Kılınç'tan yazılı izin almanız gerekmektedir' denildi.

Devlet biz Azadiya Welat gazetesi çalışanlarına hazırlanıp da çıkarılması çeşitli nedenlerle engellenen üç gazete borçludur. Bu yazıyı yazdığım saatlerde bir yandan sayfa için haber hazırlarken bir yandan da bu yazıyı yazmaktayım. Arkadaşlarımız farklı bir isimle gazete çıkarmak için başvuruyorlar. Bakalım yine saat 16:00'ya kadar bekletecekler mi ve bu sefer ne bahane bulunacak çok merak ediyorum.

Bu yazıyı yazarken o 'Taraf'lardan bu taraflardan medet ummadığım için Günlük gazetesine göndermeye karar verdim. Kürtçe yayın yapan bir gazetenin çalışanı olarak yazıyı Kürtçe bir cümle ile bitirmek istiyorum. 'Hawar'a min ji bo 'Azadiya Welat'ê min e, ji bo 'Rojev'a 'Welat'ê min e û ji bo 'Dengê Welat'ê min e.

Çetin ALTUN
* Çığlığım, ülkemin özgürlüğü içindir.

Hiç yorum yok: