14 Eylül 2010 Salı

Devletin Alevi Açılımındaki Stratejik Yönelimi

Yeni_Özgür_Politika Devletin önemli politikalarından biri Alevileri sisteme bütünlüklü olarak entegre etmektir. Osmanlıdan bu yana Alevilere yönelik yapılmış yüzlerce katliama dair tek bir kelime söylemeyenlerin ‘Alevi Açılımı’ ile süreci yönlendirmeye çalışmalarının politik arka planı giderek ön plana çıkıyor. Aleviliği salt bugüne indirgemek, esasen sisteme entegre etmek için ‘çalıştaylar’ toplamak, Aleviliğin tarihsel ve toplumsal dinamiklerini bütünlüklü olarak silme çabasıdır.
Devletin önemli politikalarından biri de Alevileri sisteme bütünlüklü olarak entegre etmektir. Osmanlıdan bu yana Alevilere yönelik yapılmış yüzlerce katliama dair tek bir kelime söylemeyenlerin ‘Alevi Açılımı’ ile süreci yönlendirmeye çalışmalarının politik arka planı giderek ön plana çıkıyor. Özellikle 12 Eylül Askeri faşist darbesinden sonra Alevilere yönelik geliştirilen politikaların ana hedefi, Aleviler arasında çok belirgin bir parçalanma yaratmak ve daha sonra devletle bütünleştirerek etkisizleştirmektir. Alevilik sorunu sosyolojik ve tarihsel olduğu kadar politik ve kültürel bir sorundur. Aleviliği salt bugüne indirgemek, esasen İslam’la bütünleştirmek için ‘Çalıştaylar’ toplamak, Aleviliğin tarihsel ve toplumsal dinamiklerini bütünlüklü olarak silmektir. Esas amaç budur.

Şeyhülislam Ebussuud Efendi: ‘Kızılbaşların öldürülmesi helaldir!’
Aleviliğin Selçuklu ve Osmanlı döneminin bir mezhep biçimi olarak değil, esasen Anadolu ve Mezopotamya’da egemen feodal imparatorluklara karşı mücadele eden ezilenlerin yani yoksul köylülerin toplumsal direniş dili olduğu gerçeğini bütünlüklü olarak gizlenerek, Osmanlı padişahlarının denetiminde ‘katlı vaciptir’ fetvalarıyla yüz binlerce Alevi’yi katledenlerin geleneksel yapısı, Cumhuriyet döneminde de devam etti. Devletin gizli raporlarında bu çok belirgin olarak ortaya konuldu. İki örnek sanırım buna çok net bir yanıt olur: Birincisi Osmanlı Şeyhülislamı Ebussuud Efendi’ye sorulan sorulara verdiği yanıtlar, Osmanlı İmparatorluğu döneminde Alevilere yönelik toplu katliamlar konusunda bize çok açık bir fikir vermektedir.

“Soru: Kızılbaş topluluğunun, dine göre topluca öldürülmesi helal midir? Bunları öldürenler gazi, bu öldürme sırasında ölenler de şehit olur mu?
Cevap: Kızılbaşların topluca öldürülmeleri elbette dinimize göre helaldir. Bu, en büyük, en kutsal savaştır... Bu yolda ölmek de şehitliğin en ulusudur.
Soru: Kızılbaşların öldürülmesi, İslam Sultanına (Osmanlı padişahına) düşmanlık besledikleri için mi şarttır, yoksa başka nedenleri de var mıdır?...
Cevap: Bunlar hem sultana isyan ederler, hem de dinsizdirler...
Soru: Kızılbaşların önderinin Tanrı Peygamberinin (Muhammet’in) soyundan olduğu söyleniyor. Bu durumda, Kızılbaşların öldürülmelerinin helal olduğundan biraz kuşku duyulamaz mı?...

Cevap: Hâşâ, en küçük kuşku duyulmaz. Kızılbaşların yaptıkları kötü işler, o temiz peygamber soyuyla bir ilgilerinin olmadığını göstermeye yeter… Ayrıca, soyunun peygambere dayandığı doğru olsa bile, dinsiz olunca diğer kâfilerden ayrımı kalmaz… Kızılbaş askerleri için ne yapılması gerektiği konusunda bir ikilik yoktur. Öldürülmeleri gerekir… Kızılbaşların öldürülmeleri, diğer kâfirlerin yok edilmelerinden daha önemlidir…” 
Yavuz Sultan Selim’in Alevileri katletmeyi meşrulaştırmak için Müftü Hamza’dan aldığı fetva: “Ey Müslümanlar, Kızılbaş topluluğu, peygamberimizin şeriatını sünnetini, İslam dinini din ilmini, iyiyi ve doğruyu açıklayan Kuran’ı Küçük gördüler. Yüce Tanrı’nın yasakladığı günahlara helal gözü ile baktılar. Kutsal Kuran’ı, öteki din kitaplarını aşağıladılar. Onları ateşe atarak yaktılar. Hatta kendi mel’un reislerini tanrı yerine koyarak ona secde ettiler. Hz.Ebubekir’e, Ömer’e, sövüp onların halifeliklerini inkâr ettiler. Peygamberimizin karısı Ayşe anamıza iftira ettiler ve sövdüler. Peygamberimizin şeriatını ve İslam dinini ortadan kaldırmayı düşündüler. Onların burada sözü edilen ve bunlara benzeyen öteki kötü sözleri ve hakaretler, ben ve öteki İslam alimleri tarafından açıkça bilinmektedir. Bu nedenlerden ötürü şeriat hükmünün ve kitaplarımızın verdiği haklarla, bu topluluğun kafir ve dinsizler topluluğu olduğuna dair fetva verdik.

Onlara sempati gösteren, batıl dinlerini kabul eden ve yardımcı olanlar da kafir ve dinsizlerdir. Bu gibi kimselerin topluluğunu dağıtmak tüm Müslümanların görevidir. Bu arada Müslümanlardan ölen kutsal şehitlerin yeri yüce cennettir. O kafirlerden ölenler ise hakir olup, cehennemin dibinde yer tutacaklardır. Bu topluluğun durumu kafirlerin halinden daha kötüdür. Bu topluluğun gerek okla, gerek şahinle, gerek köpekle avladığı ya da kestiği hayvanlar murdardır. Onların gerek kendi aralarında gerekse başka topluluklarla yaptıkları evlilikler geçersizdir. Bunlara miras bırakılmaz. Sadece İslam’ın sultaninin onlara ait kasaba varsa, o kasabanın bütün insanlarını öldürüp, mallarını miraslarını, evlatlarını alma hakki vardır. Ancak bu mallar İslam gazileri arasında paylaşılmalıdır. Bu toplanmadan sonra onların tövbe ve pişmanlıklarına inanmamalı ve hepsini öldürmelidir. Hatta bu şehirlerde onlardan olduğu bilinen veya onlarla birlik olduğu tespit edilen kimseler öldürülmelidir. Bu türlü topluluk hem kafir hem imansız hem de kötülük yapan kimselerdir. Bu iki sebepten onların öldürülmesi vaciptir. Dine yardım edene Allah yardim eder. Müslüman’a kötülük yapanlara da Allah kötülük eder.”

Mustafa Kemal Alevileri kullanarak iktidarını korudu
İkincisi ise Kemalist rejim tarafından Alevilere yönelik uygulanan politikalardır. Mustafa Kemal, Ankara’da iktidar gücünü pekiştirmek için özellikle Alevi toplumunun ileri gelenlerini, Alevi kökenli milletvekillerini ve bürokratlarını önemli bir oranda kullandı. Örneğin Cumhuriyetin gizli istihbaratı olarak faaliyet yürüten Milli Amele Hizmeti’nin başına getirilen Albay Hüsamettin Ertürk, Bektaşi kökenlidir. Birçok katliam ve suikastta başrol oynayan Ertürk’e Mustafa Kemal, iktidarının en kritik anlarında şunu söyler: “Sen Bektaşisin. Göreyim senin Bektaşiliğini, hemen kalk İstanbul’a git, bunların arasına gir -yani Alevi ve Bektaşiler bn- bizim amacımızı anlat, bizim yanımıza kazan..”

Mustafa Kemal, Ankara’da henüz iktidarını yeterince pekiştirmemişken özellikle aşiretlerin temsilcileri olarak mecliste bulunan Alevi kökenli milletvekillerine önemli bir güven duymaktadır. Kütahya-Eskişehir dolaylarında yürütülen savaşta Mustafa Kemal’in ordusunun önemli bir yenilgi alması ve hatta Ankara’nın terk edilmesinin tartışıldığı meclis oturumunda Mustafa Kemal’in görevde alınması gündeme geldiğinde özellikle Alevi kökenli milletvekillerin tutumları belirleyici olur.

Dersimin Ferhatuşağı aşiretinden Diyap Ağa, Alevi kökenli milletvekilleri adına, meclis kürsüsünde yaptığı konuşmada, ‘biz buraya kaçmaya değil, ölmeye geldik’ sözleriyle Mustafa Kemal’e sunduğu destek dengeleri önemli oranda etkiledi. Mustafa Kemal, Alevi toplumunun ileri gelenlerinden “Celebi Cemaleddin Efendi’yi Kırşehir Milletvekili ayın zamanda Meclis ikinci Başkan Vekili olarak, Denizli Bektaşi Şehylerinden Mazlum Baba’yı, Dersim’den Diyap Ağa, Hasan Hayri Bey, Mustafa Ağa, Mustafa Zeki(Saltuk) Beş ve Erzincan bölgesinde Hüseyin Aksu Bey’i’ meclise milletvekili olarak atayarak, kendi politik çıkarları için çok belirgin olarak kullandı.

M.Kemal iktidarını sağlamlaştırınca Alevileri tasfiyeye etti
İktidar gücünü sağlamlaştırdıktan sonra, bu kez tersen Alevileri etkisizleştirme ve tasfiye etme planını devreye koydu. Söz konusu milletvekillerini kısa sürede meclis dışına attı, 1925 yılında tekke ve dergâhları yasaklayan bir kanun çıkartarak, Alevilerin ibadet yerlerini toplu olarak kapattı. Alevilerin geleneksel cem törenlerini gizli yapmak zorunda kalmalarından dolayı, ‘mum söndürme’ gibi iftiralar, bizzat devlet kurumları tarafından çıkartılmış ve yayınlaştırılmıştır. Ayrıca Sünni İslam için ise Diyanet İşler Başkanlığını kurdurttu ve herkesin kimliğine dini İslam yazdırttı. Sünni İslam’ı devlet dini olarak kabul edildi. Bundan en çok etkilenen doğal olarak Aleviler oldu.

Kemalist iktidar, devlet gücünü sağlamlaştırdıkça Alevilere yönelik saldırıların kapsamını genişletir. Cumhuriyet için potansiyel tehlike olarak görülen özellikle Kürt Alevilerinin yoğunluklu olarak yaşadığı Erzincan, Dersim, Elazığ, Malatya gibi bölgelere yönelik askeri saldırılar süreklileştirildi.

Bunun en somut örneği de Dersim Jenosididir. Dersim katliamından kısa bir süre önce Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak’ın Erzincan ve çevresinde yaptığı gezi sonucunda, Kürtlerin imha edilmesine ilişkin bir rapor hazırlıyor ve uygulanması için İçişleri Bakanlığına şu talimatı veriyor; “...2- Erzincan merkez ilçesinde 10 bin Kürt vardır. Alevilikten faydalanarak mevcut Türk köylerini Kürtleştirmeye ve Kürt dilini yaymaya çalışmaktadırlar. Birkaç sene sonra Kürtlüğün bütün Erzincan’ı istila edeceğinden endişe edilebilir. 3- İl bölgesinde bazı memurların Kürt ırkına mensup olduğu bilinmektedir. Örneğin, Erzincan sorgu hâkimi Pülümürlü Şevki Efendi’nin Kürtleri himaye ettiği ve geceleri Kürtleri evinde topladığı gerçekleşmiştir. 4- Arz ettiğim bu meselenin en önemlisi, kesin surette tedbirlerin alınması ve ırktan Kürt olduğu kesinlikle bilinen memurların biran önce yerlerinden alınması...” talimatıyla özellikle Alevi kökenli Kürtleri hedeflediğini çok belirgin olarak ortaya koyuyor.

Alevilere yönelik katliamlar
Yakın tarihimize baktığımızda, devletin Alevileri tasfiye etme planı kesintisizce devam etti. Özellikle 1965-1980 yılları arasında, bizzat genelkurmaya bağlı faaliyet yürütün Özel Harp Dairesi tarafından organize edildiği iddia edilen, Sivas, Çorum, Erzincan, Malatya, Maraş gibi şehirlerde Alevilere yönelik katliamlara gerçekleştirildi. 12 Eylül faşist darbesinde özellikle Kürt Alevilerinin yaşadığı bölgelerde insanlık dışı uygulamalar yapıldı. Potansiyel suçlu görünen Aleviler, işkencelerden geçirildi veya tutuklandı.

Alevileri sisteme entegre etme çabası
12 Eylül darbeci generallerin yapmış olduğu anayasa ile Türk-İslam sentezciliği devletin resmi ideolojik politik çizgisi haline getirildi. Devlet, tarihsel olarak ilerici bir potansiyel taşıyan ve geleneksel olarak sisteme muhalif bir gücü oluşturan 15 milyon civarındaki bir toplumun etkisizleştirmek için çok kapsamlı politikalar geliştirdi. Bu bakımdan sorunun bütünlüklü anlaşılabilmesi ve doğru tanımlanabilmesi için bazı sosyolojik-politik noktalara dikkat çekmek gerekir:

Birincisi, Alevilerin içerisinde ekonomi olarak gelişen ve önemli bir güç haline gelen küçük bir azınlık var. Süzer Holding, Ege Seramik gibi 5-7 civarında şirket büyük sermaye grubu arasında yer alırken, genellikle orta ölçekli sermaye grubunu oluşturmaktadırlar. Alevi kökenli sermaye gruplarının palazlanarak gelişmesi, Özal’ın izlediği bir politikaydı. Böylece sınıfsal farklılaşması ile Aleviler arasındaki ekonomik-politik çelişkiler çok daha belirgin olarak ortaya çıktı. Özellikle 1984’lerden sonra, Alevi kurumları arasında oluşmaya başlayan farklılıkların arka palanında, Alevi kökenli sermaye gruplarının devletle olan ilişkilerine yeni bir yön vermeleriydi. Büyüdükçe sistemle çıkarları çakışan sermaye grubundan hiç şüphesiz ki devletin de önemli bir beklentisi oldu. Sınıfsal çıkar ilişkileri çok belirgin olarak ön plana çıktı. Söz konusu sermaye grupları da devletin planları doğrultusunda, Alevi toplumun sistemin içerisine çekmede önemli bir rol oynamaya başladılar.

İkincisi, Anadolu ve Mezopotamya’nın kapitalist kentleşme süreci en çok Alevi kitlesini etkiledi. Alevilerin yaşadığı kırsal bölgelerden Kentlere doğru yoğunluklu bir göç yaşandı. Sosyolojik bakımdan önemli bir inceleme konusunu oluşturacak bu noktanın birçok nedeni var. A- Alevilerin yaşadığı bölgelerde tarımsal üretim oldukça zayıftı. Osmanlıların saldırılarından korunmak için özellikle dağlık ve devletin otoritesinden uzak bölgeleri seçmek zorunda kalmışlardı. Ekonomik sorunlar nedeniyle ketlere göç bir bakıma kaçınılmaz hale gelmişti. B- Alevilerin eğitim düzeyinin nispeten yüksek olması ve ayrıca geleneksel toplumsal bağları kırmış olmaları nedeniyle kapitalizmin ekonomik-politik ilişkilerine uyum sağlamada ciddi bir sorun yaşamadılar. C-Bulundukları kırsal bölgelerde kendilerini güvenceden hissetmemeleri, yani bir bakıma politik kaygıları nedeniyle kentlere göç etmeyi tercih ettiler. 12 Eylül faşist darbesi de bu süreci çok ciddi oranda hızlandırdı.

Alevi göçü ve sosyal farklılaşma
Alevilerin yoğunluklu olarak yaşadıkları bölgelerden, bir bakıma zorunlu kitlesel göçler yaşandı. Sosyo-politik nedenlere dayanan Alevi göçü iki yönlü oldu. Biri, İstanbul, İzmir, Ankara, Mersin, Antep, Adana gibi şehirlere doğru akan ve 1980-1995 yılları arasında en üst düzeyde yaşanan iç göçtür. Çok yoğun olarak artan bu göç dalgasıyla özellikle İstanbul’da, gönüllü Alevi gettolarının oluşmasını yol açtı. Solun toplumsal mücadelenin ‘volan kayışları’ olarak gördükleri gecekondulardaki tabanın Alevi kökenli olması de tesadüfî bir durum değil.

Diğeri, Avrupa’ya akan göç olgusudur. 1995’lere kadar, özellikle Almanya, İngiltere, Fransa gibi ülkelere gelen politik göçmenler içerisinde Kürt kökenli Aleviler önemli bir oranı oluşturuyor. Yurtdışına gelen Alevilerin diğer göçmen grupları gibi, Türkiye’ye yoğun bir para transferi yapması ve Ailelerin nispeten daha rahat bir yaşam sürecine girmeleri, belki hiç farkında olmadığımız gibi, onların sosyal yaşamını, toplumsal ilişkilerini ve aynı zamanda politik düşünüş tarzlarını etkiledi.

Böylelikle Aleviler arasındaki sosyal farklılaşma kendi doğal akışı içinde gelişti ve arttı. Bu gelişme eğilimi, solun doğal tabanın dağılmasına yol açtı, dahası toplumsal zemin kayması oluştu. Diğer bir ifadeyle, Aleviler, yekpare bütünlüklü-homojen bir toplumsal grubu oluşturmuyorlar. Alevilerin ezici bir çoğunluğu yoksul kesimleri oluştururken, özellikle eğitime verdikleri önem nedeniyle, devlet memuru olarak önemli bir potansiyel oluşturuyorlar. Ayrıca Türkiye’de oluşan ara sınıf tabakasında Aleviler önemli bir potansiyeli oluşturuyorlar.

Alevilerin devlet içine çekilmesi
Alevilerdeki ekonomik ve sosyal farklılaşmayı ve gelişmeyi en iyi okuyan güç ise bizzat devlet oldu. Türkiye devrimci hareketi için önemli bir potansiyel oluşturan Alevilerin farklı düzeylerde devlet içine çekilmesi önemli bir strateji olarak uygulandı. Birinci politik hamleyi Cumhuriyetin kuruluşundan beri CHP yapıyor. Alevilerin tasfiyesinde önemli bir rol oynayan devletin kurucusu ve temsilcisi rolünü üstelenen CHP’nin Aleviler içerisinde önemli bir güç olması, devletin yıllardır uygulanan politikanın bir etkisidir. Kürt toplumsal gücünün etkisiyle bundan belli bir kırılma yaşanmasına rağmen halen küçümsenmeyen bir etkisi olduğu da bir realitedir.

İkinci hamleyi Özal tarafından kurulan ve 12 Eylül darbesinin ürünü olan ANAP yaptı. Özal, yukarıda belirttiğimiz gibi, Aleviler içerisinde bir azınlık grubunu ekonomik olarak güçlendirip, sistemin bir parçası haline getirdi. Bunu çok ciddi oranda başardı. Böylece ‘Alevi İş Adamları’ kavramı, ekonomik ve politik alanda sıkça kullanılmaya başlandı. Yani, Alevilerin bir kesimi sınıfsal bir kategori olarak, kapitalist ekonomik sistemin bir parçası haline gelmiş oldular.

Üçüncü hamleyi Türkeş yaptı. 1980 öncesi Alevileri toptan komünist görüp katliamlar yaptıran Türkeş, ‘Alevilerin gerçek Türkler olduğunu, Oğuz soyunda geldiklerini’ ileri sürdü ve ırkçı-milliyetçi MHP’nin kapılarının ‘Alevilere açık olduğunu’ bizzat kongre kürsüsünde açıkladı. Türkeş’in temel amacı, Türk kökenli Alevilerini Kürt Toplumsal Hareketiyle karşı karşıya getirmekti. Dahası Alevileri arasında Türk-Kürt saflaşmasını yaratarak, Alevilerin toplumsal gücünü parçalamaktı. Aslında bir devlet politikası olan bu yönelim, nispeten başarılı oldu. Kürt sorunu kullanılarak, Türk kökenli Aleviler içerisinde Türk şovenizmi geliştirildi. Örneğin, Hacıbektaşı Veli Kültür Vakfı Başkanı Timur Ulusoy, MHP’de milletvekilli adayı oldu.

Dördüncü hamle yine sistem kurumları tarafından bir devlet politikası olarak uygulanmaya başladı. Devletin alt düzeyini oluşturan memurlarda Alevi kökenli önemli bir potansiyel olmakla birlikte, MİT, Ordu, Valilikler. Müsteşarlık gibi stratejik kurumlarda yer alan Alevi sayısı oldukça sınırlıydı. Devlet bu politikasında belirli bir değişime gitti. Özellikle sistemle bütünleşen Aleviler içerisinde MİT ve Orduya eleman alınmaya başlandı. Korgeneral, Tümgnereral düzeyinde olan Alevi kökenli subaylar olduğu gibi, MİT de Alevilerden bünyesine eleman almaya başladı. Devlet Alevilere üst düzeyde görev vermeye başladı biçimindeki propaganda Alevilerin bir kesimi içinde ‘memnuniyetle’ karşılandı ve devletin Alevilerle barışması olarak gösterilip desteklendi. Devletin çok ciddi olarak uyguladığı bu politika, Aleviler için önemli bir tehlikeyi oluşturduğunu görmek gerekir

Beşinci hamle, bugünkü İslamcı iktidar tarafından uygulanmaktadır. Özellikle ‘Alevi Çalıştayı’ olarak yapılan toplantılar Alevilere yönelik izlenen devletin en son hamlesi olarak işlev görmektedir. Artık Alevileri inkâr etme politikası iflas etti. Bu nedenle devlet çok yönlü politikalar uygulamaya koyuyor. Devlet, Alevileri içten parçalayarak kendi etki alanına çekmek için geliştirdiği politikalara en tehlikelisini ekledi. Bunun açık adı, Aleviliği İslamcılaştırma politikasıdır. Aleviliğin İslam’ın bir alt kolu olduğu tezi artık, devlet kurumları tarafından da benimsenerek uygulanmaya konulacak.

Demokratik Alevi Hareketi
Devlet Bakanı Faruk Çelik başkanlığından toplanan ‘Alevi Çalıştayı’nın 7’nci ve son toplantısında; „Diyanet İşleri Başkanlığı’nın mevcudiyetini koruması, içerisinde Alevilerin de temsil edileceği bağımsız kurulların oluşturulması ve bütçeden Alevilere pay verilmesi“ kararı alındı. Bu kararın İslamcı AKP tarafından uygulanmaya konulmasıyla Aleviliğin İslam’ın bir alt kolu olduğu ve bundan dolayı Diyanet İşler Başkanlığına bağlanması resmiyet kazanacak. Cemevleri, camiiler gibi İslami kurumlar olarak ve Alevileri devletin yedek gücü haline getirmeyi planlayan Cem Vakfı ve İzzetin Doğan tarafından savunulan Alevi-İslam Sentezi veya Alevi-Türk-İslam Sentezi politikası yaşama geçirilecek. Alevi toplumunun ve onları temsil eden demokratik kurumlarının çok az bir kesimini temsil eden bu eğilim, devletin bütün desteğine arkasına alarak Alevi toplumsal hareketini bölmeyi, parçalamayı ve onu tarihsel özünde kopararak yozlaştırıp, İslami yaşam tarzı içerisinde eritmeyi hedefliyor.

Bunun boşa çıkartılması için, Alevi toplumunun önemli bir gücünü temsil eden ‘Demokratik Alevi Hareketi’nin örgütlendirilmesi önem kazanıyor. Özellikle Demokratik Alevi Kurumları, başta diyanetin kaldırılması, dinin derslerinin zorunlu olmaktan çıkartılması, Nüfus kimliklerinde yazılı olan din hanesinin silinmesi, yani esasen demokratik bir toplum için demokratik bir anayasa taleplerini gündemleştiren çok kapsamlı bir kampanyayı örgütlemelidirler. Bunun bir bakıma zorunluluk haline geldiğini görmek gerekiyor. İslamcı AKP, kendisi gibi düşünen birkaç Alevi kurumu ile bu politikaları, Aleviler adına uygulamaya kalktığında, genel Alevi kitlesi için politik sonuçlarının ağır olacağı gerçeğini de şimdiden görmeliyiz.
MUSTAFA PEKÖZ / Gokyuzu9@aol.com

Hiç yorum yok: