21 Eylül 2010 Salı

Avrupa’nın en Özerk Bölgesi Katalonya

’’2006’daki referandum ile Katalon özerk yönetimi, vergi gelirlerinin kullanımında daha fazla söz sahibi oldu. Aynı şekilde limanlar ve havalimanlarının kontrolünün, büyük ölçüde özerk yönetime verilmesine karar verildi. Katalonya bölgesinde Katalonca öğrenme zorunluluğu getirildi.’’

Katalonya, İspanya’nın kuzey doğusunda bulunan özerk bir bölge. 2006’da yapılan referandum sonucunda Avrupa’nın en özerk bölgesi ünvanını aldı. Ancak bu sürece gelinene dek uzun ve zorlu bir mücadele süreci geçirdi. Akdeniz Avrupa Enstitüsü’nde (IEmed) Akdeniz üzerine araştırmacı olarak görev yapan Xavier Aragall, Katalanların bu mücadelesini bizimle paylaştı. Aragall, Barselona Özerk Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi okudu. Merkezi Barselona’da bulunan Akdeniz Avrupa Enstitüsü’nde (IEmed) göçmenlik üzerine çeşitli araştırmalarda bulundu. Halen aynı enstitüde kordinatör olarak çalışıyor. Özerk yönetimin getirileri ve zorlukları üzerine konuştuğumuz Aragall, Kürtlerin gelecekte uygulayabileceği yönetim şekillerine ilişkin önerilerini de bizimle paylaştı.

Özerklik modelinden önce Katalonya’daki sosyo-politik hayattan ve İspanya’nın Katalon’lara olan tutumlarından biraz bahseder misiniz?
1492 yılında, Aragon ve Kastilya krallığının birleşmesiyle İspanya Kraliyeti kuruldu. 3 yüzyıl boyunca İspanya, dünyanın en emperyal gücü haline geldi. 16. ve 17. yüzyıllarda Avrupa’da en sözü geçen ülke oldu. Ancak 17. yüzyılın ortalarında diğer Avrupa ülkeleriyle girdiği savaşta büyük kayıplar vererek, ekonomik açıdan çok zayıfladı. Ulus-devlet anlayışının Avrupa’da hızla yayılmasıyla İspanya’da toplumsal homojenliği oluşturabilmek için tek bayrak, tek millet ve tek dil anlayışıyla, yasa ve ordunun baskılarıyla farklılıklar yok edilmeye başlandı. İste o zaman Katalonların dili ve kültürü hızlı bir şekilde kaybolmaya başladı. İspanyolca resmi dil olarak kabul görürken, Katalonca dağlarda konuşulan bir dil gibi ötekileştirilmek istendi.

İspanya’nın genelinden Katalonya’yı farklı kılan etmenler neler?
Aslında etnik olarak İspanyollardan bir farkımız yok. Dil ve kültür açısından farklılıklarımız var. Bu farklılıklarımız da İspanya’nın kuzeyi ve güneyinin tarihsel ve toplumsal gelişim süreçlerinin çok farklı gelişmesinden kaynaklanıyor. Katalonya dediğimiz bölge de her zaman işçi sınıfı hakim olmuştur ve üretim sistematik hale getirilmiştir. İspanya’nın geri kalan yerleri böyle değildir. Endüstri devriminden sonra ulus-devlet anlayışı ile modern toplum anlayışı doğdu. Birçok Avrupa ülkesinin dengesi değişti. İspanya’da merkezi siyaset modern değildi; çünkü kilisenin ve ordunun etkisi çok fazlaydı. Üretimin yaygınlığı ve belirli bir sistemde kurulmuş ticaret anlayışı yoktu. Bu yüzden ekonomik açılardan gittikçe zayıfladı. Biz Katalonların ayrı bir devleti yok ama yaklaşık 300 yıldır bir millet olarak görülüyoruz ve ana dilimizi rahatça şu anda konuşuyoruz.

Peki, Katalonlar bunu yaratmayı nasıl başardı?
Katalonların her zaman elit bir burjuva sınıfı olmuştur. Katalon burjuvazisi, İspanya’nın yaptırımlarıyla Katalonca’nın yok olacağının farkın- daydılar. Bu duruma karşı çıkıp ana dillerini savunmaya başladılar. Burjuva sınıfı, şiir ve müzik aracılığıyla Katalonca’yı sadece günlük konuşma dili olmaktan çıkardılar. Hatta dilin sürekli konuşulması için çeşitli yöntemler denediler. Bu sınıf hiçbir zaman İspanya’dan ayrılmak istemedi. Bağım- sızlığın veya bölgesel hükümetin de peşinde değillerdi. Okullarda Katalonca’nın öğretilmesini ve Katalonların kendi enstitülerini kurma yetkilerinin olmasını istiyorlardı sadece.

Katalonca dil rönesansı 19. yüzyılın sonunda gerçekleştirildi. Liberal mücadele ve devrimden sonra bile kral kalmaya devam etti İspanya’da. Şöyle denilebilir ki modernizm Katalonlar sayesinde İspanya topraklarına geldi. Endüstri devrimi, üretim ve ticari yatırım hep Katalon bölgesinin sınırlarında olmuştur. Zira İspanya diktatörlüğüne karşı bütün işçi sınıfı birleşti. Komünizm ve sosyalizm gibi dönemin büyük ideolojileri birleşti. Ancak İspanya’nın merkezi yönetimi, bölgenin taleplerini karşılamayı, Katalonca’yı anadil olarak görmeyi reddetti. Hükümetin büyük bir çoğunluğu aynı ideolojiyi paylaşıp Katalonların haklarını umursamıyordu ama yine de Katalonların dil ve kimliklerini önemseyen küçük bir grup vardı. Katalonların güçlü mücadelesinden sonra kabul etmek zorunda kaldılar.

Katalonların mücadelesinden biraz bahseder misiniz?
Öncelikle İspanya ve Katalonlar arasından hiçbir zaman etnik bir mücadele söz konusu olmadı. Katalonlar, İspanyollara göre aşağı bir sınıf olarak görüldü. İspanyollar kendilerini Katalonlara göre üstün görüyorlardı. 1908’de 130 grubu temsil eden 200 temsilcinin bir araya gelmesi ile Katalonya Federasyonu oluşturuldu. 1910’da ise Sevilla’da toplanan özgürlükçü ve anarşist grup, Ulusal Emek Konfederasyonu’nu (CNT-Confederacion Nacional de Trabajado) kurdu. Katalonların politik özerklik talepleri, 20. yüzyılın başlarında başarıya ulaştı. Okullarda kütüphaneler yapıldı, Katalon dil ve kültürünün yaygınlaştırılması için enstitüler kuruldu. Katalonlar için bir zafer olan bu durum çok sürmedi. Sosyalistlerin girişimi ile başlayan ve CNT tarafından da desteklenen devrimci genel grev, ordu tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı ve monarşik bir kriz başladı. Diktatörlüğün gelmesiyle beraber anadil dahil birçok şey yasaklandı. Ordu başa geldi ve 10 sene boyunca halk büyük bir baskıyla yaşadı. General Miguel Primo de Rivera, askeri bir darbe ile diktatör oldu. Ancak halk diktatörlüğe karşı mücadeleye ve direnişe devam etti. Farklı ideolojiler ve gruplar birleşti. Valencia’da Bakunin’in birlik örgütlenmesi modeli ile örgütlenen ve devrimci yöntem olarak Malatesta’yı izleyen, giderek CNT içinde hakim duruma gelecek olan İberya Anarşist Federasyonu (FAI) kuruldu. 1930’da ise Primo de Rivera iktidardan düşürüldü. Halk direnmeye devam etti. Kilise ve manastırları yakıp genel grevlere devam etti. 1931’de Cumhuriyetçi/Sosyal Demokrat hükümeti seçildi. Demokratik birçok atılım gerçekleştirildi. Özellikle kadın haklarına ilişkin demokratik adımlar atıldı. Kadınlar ilk defa genel seçimlerde oy kullanma hakkını elde ettiler.

1932’de ise Katalonya’ya özerklik verilerek, toprak reformu yasası parlamentoda onaylandı. Böylelikle cumhuriyet sayesinde 6 sene süren sihirli bir dönem başladı. Katalonlar bağımsız değildi ama en azından modern ve demokratik bir yaşam sürmeye başlamışlardı. Yine aynı şekillerde devletleri yoktu ama siyasi güvencelerle varlıklarını sürdürebiliyorlardı. Şu an da içinde bulunduğumuz Barselona Özerk Üniversitesi olmak üzere birçok okul açıldı o dönemde. Katalo nlar, ordu ve kilisenin boyunduruğundan uzak modern bir hükümetle kendi haklarını tayin edebildiler. Sınıf mücadelesi, toprak reformu ve bölgesel özerkliği savunup, kilise ve monarşi iktidarının etkisinin azaltılmasına karşı direnen sol dalga ile bunların hepsine karşı çıkıp Katolik bir koalisyon kurmak isteyen sağ gruplar arasındaki çatışma tırmanışa geçti. 1936’da başlayıp 1939’da son bulan İspanya iç savaşının patlak vermesine neden oldu. 3 sene süren bu savaşla her şey alt üst oldu. General Francisco Franco önderliğindeki askeri birlikler, hükümet kurumlarını ele geçirmek için her yere dağıldı. Franco’nun amacı hükümetin iktidarlığına son verip askeri bir darbe geliştirmekti ancak Valencia, Barselona, Bask ve Madrid’de Cumhuriyetçiler ayaklanıp direnişe geçtiler. İspanya’nın Batı ve Güneyi milliyetçi grupların elindeydi ve dışarıdaki Nazi Almanya’sından ve faşist İtalya gibi milliyetçi birliklerden destek aldı.

Barselona 1939’da milliyetçilere karşı yenilgi aldı ve böylelikle Franco’nun 1975’e kadar sürecek diktatörlük dönemi başlamış oldu. Franco’nun iktidarlığı boyunca İspanya, diğer Avrupa ülkelerine nazaran hem ekonomik hem de kültürel açıdan geri kaldı. Franco, kendi iç ilişkilerinde ise farklıkları yok sayan bir zihniyetle, milliyetçi ve muhafazakar değerleri öne çıkardı. Savaşı kazanmalarında Nazilere çok şey borçlulardı. Hatta Naziler ilk havadan bomba saldırısını, İspanya iç savaşında Bask ve Katalon bölgelerine uyguladı. Franco, 40 sene boyunca iktidarda kaldı. Sözde modern ulus-devlet, çoksesliliğe karşı savaşı kazanmış gibi görünüyordu ve o dönemde Avrupa’da birçok dil tamamen kayboldu. Diğer bir deyişle, endüstri devriminden elektronik devrime kadar birçok dil kaybolmuş oldu. Katalonca tekrar yasaklandı ve sadece evde kullanılmaya başlandı.

İspanya faşizmden özerk bölgelere dayalı demokratik yapıya nasıl kavuştu?
Biz Katalonlar kültürel farklılıklarımızı kaybetmemek için hep bir mücadele verdik. 1975’de Franco öldüğünde yeni bir dönem başladı. Demokrasi geldiğinde de politik taleplerimizi dillendirmeye başladık. Sürgüne gönderilenler geri geldi ve komünist partiler tekrar yasallaştırıldı. 1. seçimlerde referandum talep edildi ve demokrasiye halk evet dedi. 1975’den beri rejime karşı sadece komünist parti tarafından bir karşı çıkış oldu, onun dışında herkes el birliğiyle demokrasinin kurulmasına ön ayak oldu.

Sonuçta Katalon ve Basklılar dışında İspanyollarda Franco’nun diktatörlüğüne karşıydılar?
Evet, İspanyol halkı da Franco’yu istemiyordu. Katalon Komünist Partisi ile İspanya Pomünist Partisi ayrıldı ancak mücadele meselesinde sürekli bir işbirliği içindeydiler. Aynı şekilde sosyalistler ile komünistler de biraraya gelip müteffik oluşturdular. Franco öldüğünde, Katalonyo’da sadece 2 milyon kişi yaşıyordu, Katalonca ölmek üzereydi ve ekonomi çok zayıflamıştı. Katalonlar da özerklik taleplerini dile getirdiler ve şimdiki anayasa düzenlendi. Talep ve şartlarını tek tek ortaya koydular.

Referandumla yetkilerini giderek genişleten Katalonya özerklik statüsü ile ne gibi haklara kavuşmuş oldu?
Burada Bask ve Katalonların dahil olduğu milletlere, özerk toplumlar deniyor. Yarı federal sistem de denilebilir. İspanya’da 17 federasyon kuruldu yani 17 özerk bölge idaresine ayrıldı. Yasa tasarısı sunma yetkisi; iki meclise, hükümete ve bölge meclislerine aittir. Katalonlar daha önce kurulup ancak sonra kapatılan kurum ve okullarına tekrar kavuştu. Yani özerklik için alt yapı 1930’larda kurulmuştu aslında. Yani 1975’deki anayasa ile 1930’larda elde ettiğimiz ama sonra kaybettiğimiz hakları geri aldık. 2006’daki referandum ile Katalon özerk yönetimi, vergi gelirlerinin kullanımında daha fazla söz sahibi oldu. Aynı şekilde limanlar ve havalimanlarının kontrolünün, büyük ölçüde özerk yönetime verilmesine karar verildi. Referandumla, Katalonya bölgesinde Katalonca öğrenme zorunluluğu getirildi. Bölgenin ekonomik çıkarları ve rekabetinde Katalonya, AB ile ilişkilerde bulunmasına karar verildi. Bu çok önemlidir çünkü AB ile ilişkilerimiz sayesinde özerk yönetim şu anda çok daha başarılı.

Katalonya sevk ve idare hakkını nasıl gerçekleştiriyor?
Kendi kendini yönetme durumu denilebilir. Yani kendi eğitim, sağlık ve sosyal kurumları aracılığıyla merkezi hükümetten bağımsızlar. Bütçenin %60’ı bölgesel hükümet tarafından, %40’ı merkezi yönetimden geliyor. Bütçenin %20’si yerel yönetimden yani belediyelerden, %40’ı bölgesel hükümetten, diğer %40’ı ise merkezi devletten oluşturuluyor. Bu anlamda Katalonya, Belçika, Almanya ve Kanada gibi federal sistemle yönetilen ülkelere benziyor. Ev alım satım işlemleri, ticari sözleşmeler, dil eğitimi, araştırma enstitüleri, otobanlar, ulaşım sistemleri gibi birçok şey bölgesel hükümetin elinde. Hatta endüstriye ilişkin bazı yasalar bile özerklik sistemine dahil bir şekilde düzenlendi. Kendi polis ve güvenlik birimlerimiz var.

Tüm polisler Katalon mu? Elbette, Barselona’da İspanyol asıllı polis bulamazsınız. Halk bundan rahatsızlık duyar. Sadece sınırlarda uluslararası terörizme karşı İspanyol polis bulundurulabilir ancak sokakta bulamazsınız. Bunun dışında kendi hapishanelerimiz var, ki çalışanlar da sadece Katalon. Üniversiteler ve kültürel meselelerinde ise yine aynı şekilde, medya ve basın bizim idaremizde.

Anadil eğitimi nasıl sunuluyor?
16 yaşına kadar herkesin eğitimlerini Katalonca alma zorunluluğu var ama sistem bir bireyin 16 yaşına bastığında hem İspanyolca’yı hem de Katalonca’yı çok iyi biliyor olmasını sağlıyor. Aynı Kanada gibi iki dilli bir sistem bu. Yani iki dilli bir toplum yaratmaya çalışıyor. İspanyol muhafazakarlar buna karşı çıkıyor ama bu böyle devam etmek zorunda. Yoksa Katalonlar dillerini kaybeder çünkü bütün dünyada 300 milyon kişi İspanyolca konuşuyor. Ama biz Türk devleti gibi kendi kimliğimizi dayatmıyoruz.

Peki, sistemin işlevselliğinde bir sorun var mı?
Hayır, oldukça iyi ilerliyor her şey. Birçok bölge şu anda Katalonların sistemini uygulamaya başladı. AB’nin desteğini belirtmek gerekir. AB’nin finansal kaynaklarından yararlanıyoruz. Halk arasında elbette ki anlaşmazlıklar var. Örneğin %40’lık bir grup şu anki federal devlet yönetiminden memnun, %30’unun ise daha milliyetçi görüşleri var. Millet olarak tam anlamıyla kabul edilmek istiyorlar. %30’luk diğer bir grup ise tamamen bağımsız bir devlet talepleri var. Sonuçta tarihte haklarının geri alındığına tanıklık etmişler ve dolayısıyla bunun tekrarlanmasından korkuyorlar. Bağımsız devlet isteyen grup, son 20 yılda büyük bir artış gösterdi. Elbette ki ne kadar çok hakları olursa olsun, bağımsız bir devlet gibi güçlü değiller. Örneğin Dünya Kupası’nda İspanya kupayı aldığında, stadyumda ve sokaklarda İspanyol bayrakları sergilendi, Katalonlara dair herhangi bir sembole rastlamadık. İspanyanın sağ grupları, böylesi uluslararası arenalarda banal milliyetçiliğe girişip kendi ideolojik söylemlerini dile getiriyorlar. Bu geçtiğimiz Dünya Kupası bunu çok güzel gösterdi.

O zaman ileride sorun yaşanacak gibi görünüyor?
Evet, ileride sorun yaşama ihtimalimiz var. Katalonlar bağımsız bir devlet isterken, İspanyol milliyetçileri de gittikçe artıyor. Merkezi hükümetle anlaşmalar ve müzakereler sürekli gündemde. Şu anki hükümet sol bir parti olmasına rağmen özerklik konusunda daha fazla ileri gidilemeyeceğini savunuyor. Biz ise daha ileri gidilebilineceğini düşünüyoruz ve bunun gerçekleştirilmesini istiyoruz.

Katalonlar kendilerini bu düzenlemelerle daha güvende hissediyorlar mı?
Elbette geçmişe oranla refah düzeyleri artmış durumda ama millet olarak var olmak istiyorlar. Daha ileri giderek kimliklerini ve yaşam düzeylerini geliştirebileceklerini düşünüyorlar. Mesela bizzat bizim enstitünün organize ettiği ve geçtiğimiz haftalarda gerçekleşen Ortadoğu Araştırmaları Dünya Kongresi (WOCMES) gibi büyük organizasyonlarda bir şeyleri başarmış olabildiğimizi görüyoruz. İspanyol pasaportum var ama Katalon olarak başka alanlarda yer alabildiğimi gösteriyor bu durum. Ancak yine de bir devletimiz yok, bu da uluslararası arenada yer alamayacağımız anlamına geliyor. Örneğin AB’de Katalonca resmi bir dil olarak kabul görmüyor, halbuki 8 milyon insan bu dili konuşuyor. Danimarkaca ve Maltaca bile resmi dil olarak kabul ediliyor. Nüfusumuz İsveç kadar ama AB toplantılarında İsveççe’ye çeviri yapılırken, Katalonca’ya yapılmıyor. Katalonların toprakları çok değerlidir. Fabrikalar ve en önemlisi liman bu bölgede. Yani bir devlet olarak var olmamız hiç zor olmayacaktır.

‘Kürtler bölgesel yönetim taleplerini dillendirmeli‘
Kürdistan’ın 4 bölgeye bölünmüş olması ve her bölgede de farklı bir devletin hükmü altında olması, Kürtlerin durumunu Katalonlara göre zorlaştırıyor ama imkansız değil. Ortak milli söylem ve amaç bunun üstesinden gelebilir. Kürtlerin bölgesel yönetim taleplerini dillendirmeleri gerekiyor. Devlet sizi düşman ilan edebilir hatta bütün dünya size karşı gelebilir ama Kürtlerin kendi içinde tutarlılık göstermeleri gerekiyor. Diğer bir deyişle ısrar etmek gerekiyor. Örneğin benim ailem her zaman Katalonca konuşurdu ama Katalon kimliğine sahip çıkmazlardı ancak bunca yıllık mücadeleden sonra şimdi kimliklerini sahipleniyorlar. Federe devlet anlayışı en iyi alternatif gibi gözüküyor. Ademi merkeziyetçilik (tek bir merkezden yönetilmeme) demokratik yönetimden daha iyidir çünkü bu sistem farklı kültürler tanır ve gelişime daha çok imkan tanır. Kendi parlamentonu oluşturmanı sağlayan, eğitim ve kurumlarında söz hakkı tanıyan yarı federal sistem de ayrıca Kürtlere adapte edilebilir. Kürtlerin uluslararası müttefiklere ihtiyacı olacaktır. Bizim ihtiyacımız olmadı çünkü bizim bu işlevi gören burjuva sınıfımız vardı. Yine aynı şekilde diasporadaki Kürtlerin birlikte hareket etmesi gerekmektedir. Amaçlar ve talepler açık bir dille ifade edilmeli. Halk talep edilenin ne olduğunu bilmesi gerekiyor ve gelişmelerden halkın adım adım haberdar olması gerekiyor. Halkın desteği olmadan hiçbir şey gerçekleşmez. Bir de Türk devleti dışarıda Kürtlere karşı bir lobi oluşturuyor.

Türk büyükelçiliği’nden PKK ‘terörist’tir baskısı
Örneğin biz Akdeniz Avrupa Enstitüsi olarak (IEmed) her sene yaptığımız çalışmaları kapsayan bir kitap yayınlarız. 2009’da yayınladığımız kitapta PKK’nin politik bir grup olduğunu yazdık. Türk büyükelçiliğinden bir telefon geldi bize. Bizden kitabın İspanyolca ve İngilizce versiyonlarını kendilerine göndermemizi istediler. Biz de gönderdik ve bizden PKK’yi terörist örgüt olarak değiştirmemizi istediler. Biz de elbette reddettik çünkü Katalonya’da editörün ifade özgürlüğü var. Ama diyelim bu Almanya’da yaşansaydı eminim ki Türk büyükelçiliğin sansürüne karşı çıkamayacaklardı.
ÖZLEM GALİP/BARSELONA

Hiç yorum yok: