11 Ağustos 2010 Çarşamba

İktidar-Tapınak-Devlet

Devlet topluma dışarıdan dayatılmış bir güç değildir. Tersine, toplum içinden çıkmış, topluma kabul ettirilmiş bir zor aygıtıdır. Her görüşte hakim olan düşünce, devletin bir 'zor', 'sömürü', 'baskı' aracı olduğudur. Bu araç, havadan-sudan araç değil, bir hedeftir. Elit bir kesimin ekonomik ve sosyal baskı aracı olduğu gibi hem kendi güvenliğini hem de baskısını yasalarla, orduyla, polisle güvenceye alır. Tabiatıyla dışarıda dayatılan bir güç olmadığını da daha iyi anlayacak durumda oluyoruz. Dışarıda dayatılan her aksiyon karşı reaksiyonu yaratır. Karşı reaksiyon baskı ve zora karşı gelişse de, alternatif olarak kendi devletini kurmak, hedefe hakim olunca, iktidar değişmiş oluyor, devlet yine yerinde kalıyor. Günümüze kadar biçimsel değişikliğe uğrayan devletin ana rahminin tapınak olduğunu tarih bize net olarak göstermektedir.

KABİLE ŞEFİ'NİN EDİNDİĞİ GÜÇ

Toprak üzerinde, toprağı ekerek-biçerek yaşayan köylü toplumu, özgürce yaşıyordu. Devletin bu dönemde iskeletine dahi rastlanmaz. İlkel tarımcılar birbirlerinden mesafeli, yer yer tarım alanlarının sınırlarıyla ilgili tartışmaları neticesinde kopmuş, yeni köy-mezralarda dağınık biçimde yaşamaya başladılar.

Bu başlangıç, gevşek bir örgütlenme biçimini başlattı. Yeminle birbirbirine yardım etmiş, zamanla aynı soydan gelmeye, aynı dili konuşmaya yol açan bu gevşek örgütlenme tarzı. Kabile atasını anma, kutlama yapmak için bir araya gelmeye başladılar. Bu ortak tören ve anmaların, kabilenin köyün veya mezranın şefi liderliğinde yaptırılması, topluluk üzerinde bir güce sahip olma avantajını getiriyordu. Bu güç, kişisel nitelik, sihirsel güçlere bürünerek pekişti.

İlk toplumlardaki ayrışma ya da sınıflaşma hemen devleti doğurmuyor. Kabile şefi ve ileri gelenler ilkel devletin görevini yerine getiriyordu. Zamanla kabileler özel mülkiyet, sınıflaştırma, başka kabilenin insanlarını yakalayıp zorla çalıştırma (köleliğin ilk adımı) az-çok silahlı bir grup. Bu kabile kendine ait toprakları bir sınır olarak da belirliyordu.

YERLEŞİK YAŞAMA GEÇİŞ

Totem etrafında yığınlar yeni yerleşim yerlerine yol açtı. Toteme sunulan kurbanların karşılığı totemden istendi. Totemin yerine yeni tapınma mekanları yaratıldı. Ahali çoğaldıkça totem dar kaldı. İş yine rahiplerin zekasına kalmıştı. Bu zeka tapınağı yarattı. Yani devletin anasını. Totem tapınağa analık yapsa da kimi araştırmacılar, ilk tapınakların mağaralar olduğu, mağara resimlerinin esasında sunulan kurbanların resmi olduğunu belirtirler.

Totem etrafındaki yerleşik yaşam köylere dönüşür, tapınak etrafındaki yerleşim yerleri, artan nüfus şehirleşmeyi başlattı. Bu bir 'kent devrimiydi.' Yoğun gerçekleşen gelişmeler köy yaşamında çıkışın en somut örnekleridir. Kentlerde kurumlaşmalar gözle görülebilecek tarzda ilerlemişti. Genel perspektif içinde oturan takım, kabile, şef, totem devlet hiyerarşisiydi.

TAPINAK HİYERARŞİSİNDEN DEVLETE

İlk tapınakların MÖ 4 binden itibaren yapılmaya başlandığı belirtilir. Zigguratlara rahiplerce yüklenen misyon evrenin direğinin simgelenmesiydi. Yer ve gök güçlerinin yaşam üreten ritüelleri bu mekanlarda hayat buluyordu. Kral ve kraliçelerin bu dönemde çıktığı kabul edilecek olunursa, o zaman bu ritüelleri kral ve kraliçeler hayata geçiriyorlardı.

Tapınağın külliyesi kozmik düzenin dünyevi taklidi olmakla kalmadı. Tüm şehir kozmik düzenin taklidi olarak kavratılıyor, kavranıyordu. Rahipler, savaşçılar, tüccarlar, köylüler farklılaşmış ama karmaşık bir şekilde duvarlarının ötesi karanlık içiyse sonsuza kadar onlar için oluşturulmuştu.

Unvanlar çeşitlenmeye başlamış ve belirgin olan, adına yakışır unvan 'temel atan rahip.' Bu unvan diğer yöneticiler üzerinde etkiye sahipti.

Tapınak hiyerarşisi en üstte başrahip sıfatını alan kral oturmaya başlar. Kral, başrahip sıfatıyla 'tanrının rahibi', 'tapınağın tedarikçisi' unvanlarıyla donatılır. Rahip kral hem kurban sunuyor hem de törenler üzerinde kararlar alıyordu. Rahip-kral görevlendirmeler de yapmaya başlar. Kendisini temsilen -ki kendisi de tanrıları temsilen vardı- oğlunu ya da kendisine bağlı birini rahip atıyordu.



Yüksek rahiplerin altında tapınak görevlileri yer almaya başladı. Şehir halkının, şehir tanrısıyla ilişkisini sağlayan rahipler bu aracılığın bedelini de halktan alıyorlardı. Halkın tapınaklara yaptığı bağışlar, tapınak depolarının yapılmasını zorunlu kıldı. Depoya konulan ürünlerin kayıt altına alınması için yazıcıya-katibe ihtiyaç duyuldu, rahipler bu görevi de yerine getirdiler.

Üst düzey tapınak görevlileri, tapınağa toprak kazandırmak için tapınak çevresindeki toprakları tanrılar adına elde etmiş, ama bunu yaparken 'kendi' adına yapmamıştı. Zira tapınağın da, toprağın da sahibi şehir tanrısıydı. Totem bir kabilenin tanrısı olmaktan çıkmış şehrin tanrısı oluvermişti.

Büyük tapınaklar giderek örgütlenir, iş gücü, mesleki uzmanlaşma, tapınak görevlileri, yönetici ayrışması, belirginleşen tapınak servetini paylaşma farklılaşmayı gösteriyor. Tapınaklar, tapınak topraklarında gönüllü olarak çalışanların yarattığı ürün ve bağışlanan ürünlerin birleşmesiyle ikiye katlanır. Bu tefecilik ve tanrıların ticaretinin ilk adımına yol açtı. Yazıcı-katipler halka faizle borç veriyor, tapınak çevresinde örgütlenmiş ruhban yöneticilerin çiftçi ve zanaatçılara yardım yerine vergiye bağladığı devlet formasyonunun en bariz-yalın örneğidir.

İNANÇ TEMELLİ İKTİDAR

Yerleşimin tapınak çevresinde oluşması ve tapınağın ele alındığı dönemler boyunca tek biçimcilik, başlangıçtaki hiyerarşinin en tepe basamaklarında meşruluklarını daima ilahlardan alan rahiplerin bulunduğunu görebilmekteyiz. Düşünce sistemi gökteki düzene dayandırılıyor. Rahip-kral bu düzeni tanrı adına, tanrının evi tapınakta temsil ediyor, iradeleri tanrısal, her söz ve konuşmaları kanundu. Bu yolla iktidar yerini sağlama alıyordu.

İktidarın varlık temelini dinsel inanç oluşturuyordu. Eğer bu başarıyla sonlandırılmazsa kuşkuya ve bu kuşkunun yaratacağı halk tepkisinin, iktidarı zayıflatacağının da bilincindedir. İktidardaki yönetim iki sorunda odaklanıyordu; iktidar için yönetilenin uyumunu sağlamak, yönetilenin açısından ise, sorun yalnız kendi menfaatleriyle değil, yönetilenlerin de menfaatleriyle uğraşmalarıdır. Birinin tam çözülmesi diğerinin ortaya çıkmasını engeller, ikisi de çözülmezse bu kez tapınak iktidarının yerinden edilmesi gündeme gelecekti.

Mitolojik söylemler düzeni tapınaklarda kurallara, daha düzenli anlatımlara dönüştü. Bu anlatım dinin gelişmesiydi. Mitoloji, tam olarak din sayılamaz, dinin etimolojik kökeni Babil dilinden gelir. Babil, Bab-eli, 'Allah'ın kapısı' Arapça'da 'üstün gelmek', 'zorla isteğini yerine getirmek, yargılama, hesap' demektir. Kuran'da yüksek bir hakimiyetin emirlerine uymak, bağlanmak anlamında kullanılır.

En genel tanımla büyük ve üstün insanın karşı koyamayacağı doğaüstü ilahi bir varlık tarafından bazı biçimler altında emredildiği, kabul olunan kural ve inançlardan oluşmuş bütüne 'din' denir. Bu bir sistemdir, bu sistemi tapınaklar oluşturmuş, kurumlar ve ayinler sisteminin unsurlarıdır. Dinin temel prensipleri, ayinleri oluşturan ritmik hareketler, imanın biçimleridir.

DENETİM VE KURUMSAL AYRIŞMALAR

Dinsel öğretinin temeli, çalışanlar söz dinlemeli, boyun eğmeli, aksi bir durumda tanrılar bu ve öteki dünyada kendilerini cezalandıracak. Zamanla boyun eğen için cennet, karşı çıkan için cehennem geliştirildi. İktidar bu şekilde kendine boyun eğişi meşrulaştırdı. Tapınaktaki iktidarın niteliklerinden biri emeği denetlemesi ve yönetmesiydi. İlk devlet oluşumları 'Tapınak Kentler' olarak ün kazanınca bu denetim hızlanmış, önemli alanlar üzerinde ideolojik, ekonomik, idari ve askeri güç olarak kurumsal ayrışmalarda meydana gelmişti.



Kent devleti merkezinde daha geniş anıtlar, tapınaklar ve saraylar egemen hale geldi. Bu yapılar yöneten seçkinlerin kurumsallaşan iktidarlarının geliştiğinin göstergesiydi. Kent devletleri aleni bir zor ilişkisi, farklı biçimde tabakalaşmış toplumlardı. Kent-devlet ekonomisinin iki kesimden oluştuğu, bu kesimden biri tapınakların ve ortaya çıkan devletin yönetici seçkinlerinin sahip olduğu mülklerden oluşmuştu. Bu mülk ne satılabilmekte ne de satın alınabilmekteydi. İkinci kesim, özel cemaatsal diye adlandırabileceğimiz geniş ataerkil aile komünlerinin sahiplendiği toprakları kapsardı.

Devlet sektörüne dönüşen tapınaklara ait topraklarda çalışan işçiler, toprak sahibi değillerdi, kişisel parseller tapınakta çalışan zanaatkarlar ve idari görevlilere olduğu gibi hizmetleri karşılığında tahsis ediliyordu.

İLK KENT MECLİSLERİNİN ROLÜ

Tapınaktaki ya da devlet mülkiyeti olan topraklardaki alt işçi kategorisine yalnızca üründen pay ayrılıyordu. Bunun tersi olarak özel cemaatsel kesimde yer alan topraklar topluluğun özgür bireylerinin malıydı. Bu toprakların el değiştirmesi olasıydı. Toprak sahibi niteliğinde olmayan ama aile komününün temsilcisi olan reisi tarafından satılabilirdi. Kurumlaşmış yönetici seçkinlerin toplu halde güncel konuşmalarının yapıldığı ve kararlarının alındığı bir form olan kent meclisine bağımlıydı. Bu artık hatırı sayılır bir otorite demekti.

Geleneksel kent seçkinlerinden seçilmiş bir bürokratik kadro vardı. Saray yazıcıları bunların başında geliyordu, kilit konumdaydılar. Yargıçlar, mahkeme memurları, polisler, idareciler bunlara eklenmeliydi. Kent devletlerinin sınırlarının dışına taşması, kurumlaşmayı zorunlu hale getiriyordu. Ticaret etkinliklerinin yönlendirilmesinde önemli rol oynayan kent devleti, tüccar toplulukları oluşturup, önünü açıyordu. Kurumsal kesim, özel idari denetimde mal üretimini kapsamaktaydı. Bu dönemin en önemli ticaret alanı nehir ticareti olduğu için, ilk gemi yapımı gelişmişti, işletmeci seçkinlerde oluşmuştu.

Devlet, tapınaklar tarafında geliştirilen din eğitimli okullar açar. Okulun amacı tapınak-devlet ideolojisini öğrenmek, öğretmek, ozanlarla bunu civara yayma (propaganda) şarkıcılar, müzikçiler (günümüzde ilahi-ilahiyat) tanrısal şarkıları tapınak-devlet adına yapar, tanrıların gökyüzündeki mırıldanışları olan müzik ile bütünleştirilir. Devletin ideolojik meşruluğu tanrısallıkla toplumlarla anlatılıyor, devlet bu ideolojiyle meşruluk kazanıyordu. Tüccarlar, rahipler, krallar tanrılar adına hareket ettiklerini her kesime kabul ettirme derdindeydiler.

ÇELİŞKİLER VE AYRIŞMA

Gün geldi ki kentler arası ticareti yapanlar kral adına hareket edince, işler farklılaştı. Burada saray-tapınak ayrışması da başladı. Saray dünyevileşmekte, tapınak mitolojiye sırtını dayayıp, dini ideolojiyle hakimiyetini sağlıyordu. İnsan tanrısallaşıp tanrı-kral adıyla boy gösteriyor. Şehir devletinin koruyucu tanrısı tarafından seçildiğine inanılan kral hizmetinde tapınakların yeniden inşa edilmesi, ayin yöneticisi konumunda dayandırmakla birlikte, idari ve askeri güvenliğini sağlamak maksadıyla bölgelere askeri valiler atayarak otoritesini güvenceye alıyordu.

Kral, şehirde biriken malların fazlasını ve savaşlarda ilhak edilen toprağın büyük bölümünü alıyordu, vergiler arttırılmakta, adaletsizlik baş gösteriyordu. Arpa ölçekli olan çalışmalar düşürüldüğü için kent halkı gittikçe acı ve güçlükler içindeyken, kral ve tapınaklar sefa içerisindedir. Tapınak merkezleri artık uyumsuzluğun, yolsuzluğun, bozulmanın merkezine dönüşüyor. Çok geçmeden iç isyanlar patlar; isyanlar bir düzelmeyi yaratsa da uzun sürmez. Çünkü şehir devletinin dışındaki topraklarda huzursuzluk bitmiyor, kırdan şehre akışı da durduruyordu. Artan nüfus toprak ihtiyacını doğuruyor, bu ise, komşu kent devletleriyle savaş anlamına geliyordu.

ASKERİ ZORUN ÖNE ÇIKMASI

İç barış ve birliği gerekli kılan bu olayları sağlayacak olan tapınak ve kral değildir, ordu bunu sağlayacak, yani askeri birlikler. Askeri şef, yeni bir yönetici sınıfı olarak dünyevi gücü temsil eder: Savaşçı olmaları ve bir düzenlerinin olmasına ek olarak, silahlı bir güç, kuvvet olmaları rahip ve krallar karşısında daha fazla öne çıkarlar. Oysa askerler daha önce rahip ve kralların emrinde, sadece çatışma ve güvenlik için kullanılırdı. İç ve dış çatışmalardaki süreklilik salt çatışmalarla sınırlı kalmıyor, barış dönemlerinde de önem kazanmış oldu. Bununla yetkilerini süreklileştirdiler, statülerine devamlılık kazandırdılar. Rahip-kral çelişkisine askeri şef çelişkisi de ekleniyordu. Tapınak-saray ayrışmasına yeni bir askeri sarayda ekleniyordu.

Savaşların süreklileşmesi, Tanrı Kralların inandırıcılığını yitirmesine yol açtı, merkezi iktidara bağlı bulunan her şehir yöneticisinin bağımsızlık eğilimi de gelişiyordu. Merkezi iktidarla çelişkisi olan diğer güçlerle (iç-dış güçler) işbirliği yapmakta kaçınmayan bu kesim, egemenler arası çelişkinin bariz göstergesiydi. Sonuç olarak, devletin anası olan tapınak kendi iç örgütlenmesinin devletin oluşmasına yol açtığı, devletin de bir düşünceyle korunup-kollanması gerektiğinden hareketle, yaratılan mitolojik hikayelerden dine dönüşmüş, din devletin varlık nedeni-yasaları olarak topluma kabul ettirilmiştir. İktidar sınıfı, sömürü çarkıyla artı ürüne ek olarak devlet temelini daha da pekiştirmişlerdir.

TARIM ARİSTOKRASİSİ VE SÖMÜRÜ

Kentlerde çeşitlenmiş iktisadi faaliyetler, tapınak kontrolündeki canlı ticaret merkezi olarak denetlenen sulama, üretimin hiyerarşik olarak örgütlenişinin yanında, sabanın tarımda kullanılmasının yarattığı artı ürünün yol açtığı servet birikimi, her şehir devleti gerek çevredeki çoban topluluklar, gerekse iktisadi-ticari ve siyasal rekabet içinde bulundukları komşu kent devletler açısından bir çekim merkezi olarak, iktisadi-ticari kesim dünyevileşen saraya bağlanmaya başlar.

Askeri şef-önderlerin iktidarı ele geçirme süreci için, savaşın hammadde kaynaklarına el koymaya evrildiğini gören tüccar sınıfı, tapınağın denetiminde bir an önce kurtulmayı hayal ediyordu ve saray-askeri şefi desteklemek, kurtulmak için hayalinin gerçekleşmesiydi. Rahiplerin üstlendiği ilahi görevler onları 'soylu', 'aristokrat' yapmıştı. Böylece toplumun en zenginleri olmaya da hak kazandılar.

Tapınakların geniş arazileri, arazileri işlemek için gönüllü çalışanlar, ardından zorla çalıştırmayla köleler oluştu, toprakta bağımsızlaşan tüccarlar, rahiplerin değişen misyonlarıyla uzlaştıkları alan ticaret olmaktaydı. Özel mülkiyet ilişkileri hız kazanmış, krallık, meclis, askerlik, vezirlik, bürokratik işler, memur-çalışanlar dönemin devlet çarklarını hızla döndürüyorlardı. Kent devletlerinin yalnızca bir yerleşim yeri, yönetim biçimi değil, toplum ilişkilerinde de köklü değişimlere yol açmıştır. Ve devletin anası olan tapınak, çalışanıyla, tanrısıyla biçimsel değişiklik dışında ciddi bir öz değişim yaşamadan günümüze kadar geldi. 

AHMET ORAL*
* Muş E Tipi Cezaevi 

Hiç yorum yok: