18 Ağustos 2010 Çarşamba

Asırlara Direnen İç Anadolu Kürtleri




Bir toplumu yaşadığı topraklardan, dilinden, kültüründen, yaşam tarzından, sosyal ilişkilerinden koparmak kendisi olmasından uzaklaştırmaktır. İç Anadolu Kürtleri de üç asır önce böylesi bir tehcire tabi tutulmuşlar. Tehcir sırasında hastalıklar, ölümler, yoksulluk, açlık ve birbirini kaybetmeyle geçen bir yaşam mücadelesi. Sonunda kim bilir kaç yıl sonra yerleşik hayata geçmek için kimsenin ulaşamayacağı ama kendilerini güvende hissettikleri yerlere yerleşen Kürtler, kendilerine dayatılan vahşetten kurtulmayı başarmış. Yaşama tutunmak için doğanın tüm acımasızlığı ve halkından kopmanın acısıyla mücadele eden Kürtlerin öyküsü, bu günlere kadar gelen asil bir halkın öyküsüdür. İç Anadolu Kürtleri'nin vermiş olduğu mücadele.

Tam üç asır önce bir halkı yok etmek, kültürünü, kimliğini ve dilini kendilerine unutturmak için doğup büyüdükleri ve atalarının hatıralarının yaşatıldığı topraklarda sökülüp yollara dökülmek zorunda kalmışlardır. Ulaşımın olmadığı, doğa şartlarının çetin geçtiği, mevsimlerin birbirini kovaladığı bir yolculuk serüvenin de koyulmuşlardır yollara. Nereye nasıl gideceklerini ve nasıl tehlikelerle karşılaşacaklarının farkında olmadan düşmüşlerdir yollara.

ANA VATANDAN YAD ELLERE SÜRGÜN

Tehcir tarihi pek bilinmese de kimi kaynaklara göre Revandüz isyanında baş kaldıran Kürtlerin isyanının, dalga dalga diğer Kürt aşiretlerine ulaşmasında duyulan korkudan dolayı tehcirleri çözüm olarak görüp, Kürtleri topraklarında kopararak sürgüne gönderirler. Efil Şafak'ın 'Aşk' kitabında ise, 13. asırda Konya'da Kürt esnaflarının olduğuna dair bilgilere yer veriliyor.. Yazılı bir tarihe fırsatı olmayan Kürtlerin, bu sürgününde de sağlıklı bir tarihin olduğunu söylemek oldukça zordur.

Reşvan aşireti, uzun süren bir yolculuğun sonunda Urfa ve Adıyaman civarında konaklar fakat doğa şartlarının çetin oluşu geçim kaynağını zorlaştırır. Kıtlıkta yaşlı ve çocukların ölümünün artmasından kaynaklı yine yollara düşerler. Geçtikleri her yol güzerg‰hlarında kendilerinden bir parça bırakırlar. Yorucu yolculuğa ve açlığa dayanamayan yaşıl bedenlerle birlikte, küçük çocukların da ölümleri artar. Onun için birçok alanda kendi yüreklerinde birilerini defin ederek, dayanılmaz acılarla yaşama tutunmak için başka diyarlara doğru yol alırlar. Umutların tükendiği bir zaman diliminde Çukurova'nın bereketli topraklarına ulaşırlar. Yaşar Kemal'in de romanlarında işlediği gibi bu kez ise bataklıktan dolayı sıtma hastalığı yaşamı tehdit eder.

Çukurova'ya yerleşmeyi düşünen Kürtleri, bu sefer Çukurova'nın bataklığı ve bataklığın ürettiği sıtma hastalığı bir soykırım gibi Kürtlerin başına musallat olur. Tam umudun yükseldiği bir dönemde bu sefer sıtma hastalığıyla mücadele etmek zorunda kalırlar. Bu mücadelede büyük kayıplar verirler, artık yaşam koşulların ortada kalmadığını, günlük gelen ölümlerin yaşattığı derin acılar dayanılmaz bir hal alır. Bunun üzerine yeniden göç başlar Kürtler için. Geride sahipsiz mezarları ve gözyaşlarını bırakarak bilinmezliklere doğru yola koyulurlar.

Kim bilir kaç yıl, kaç sahipsiz mezarı ardında bırakarak Kürt olmanın bedelini çok ağır bir biçimde ödeyerek, yeni diyarlarda yeni umutlar arama mücadelelerini sürdürürken Konya'nın Cihanbeyli, Kulu ve Ankara'nın Haymana ilçelerinin en ücra köşelerine hiç kimsenin kendilerini tehdit etmeyeceği yerlere yerleşirler. Hem doğaya karşı hem de en çok zarar gördükleri ve dillerini bilmedikleri ama kendileri gibi insan olanlardan, korunmaya çalışmışlardır. Bu bölgelerde yaşama imk‰nları bulmalarına rağmen, hiçbir zaman bu diyarlarda kalıcı olmayı düşünmedikleri için 20. yy kadar mülkiyet edinmeyi düşünmemişlerdir. Çünkü sürekli geride bıraktıkları atalarının topraklarına geri dönmenin hayali ve özlemiyle dolup taşmışlardır.



Yılların birbirini kovaladığı, asırların devrildiği bir zaman diliminde kendilerini korumanın amansız mücadelesini veren İç Anadolu Kürtleri, artık geldikleri ana topraklarda, artık unutulmuş ve varlığı bile söz konusu edilmemiştir. Ancak onlar kendi topraklarını, orada bıraktıkları hatıraları babadan oğulla, anadan kıza aktararak, yaşadıkları sürgünü karşılaştıkları vahşeti hiç unutmamışlardı. Sürekli o hatıralara bağlı kalmayı bilerek, bu günlere gelmişlerdir.

Üçüncü asrın ilk çeyreğine kadar hiçbir şeklide başka halklarla, köylerle, ilçe ve illerle ilişkilenmemişlerdir. Dışa kapalı bir yaşam örgütlemişlerdir. Asırların geçmesi acılarını unutturmasa da, hafifletmiş gittikçe nüfus artmış ve yoksulluk kapıya dayanmıştır. Her ne kadar kapalı bir toplum olsa da, dış dünyayla bağını koparmamış, ülkede gelişen siyasal gelişmelere kayıtsız kalınmamıştır. Artık gelişen özgüvenin verdiği rahatlıkla gençleri okuyor, okuyan gençler, kendi sıkıntılarının salt İç Anadolu'yla sınırlı olmadığına tanıklık ederler. Atalarının yadig‰rlarının bulunduğu diyarlarda gelen insanlarla tanışırlar aynı dili, aynı kültürü paylaştıklarını görmeleri, okuyan gençlikte büyük bir moral, heyecan ve umut yaratır. Bu duyguları kendi aileleriyle paylaşarak, yitirmek üzere oldukları umudun yeniden filizlenmesine yol açarlar.

İKİNCİ TEHCİR AVRUPA ELLERİNE DOĞRU BAŞLAR

Gelişen nüfus, büyüyen işsizlik ve yoksulluk İç Anadolu Kürtleri'ne ikinci büyük tehciri yaşatır. Bu sefer yaşamlarını sürdürmek için, karşılamak zorunda oldukları ihtiyaçları nedeniyle 1960'larda Avrupa'nın yollarına düşerler. Diline, kültürüne, yaşam şekline iklimine yabancı oldukları Avrupa ellerinde yaşam mücadelesine tutunurlar. Ailesinden uzak olmanın tüm hüznünü yüreklerinin derinliklerine hapis ederek, ailelerinin nafakası için tüm zor koşullara razı gelirler.

Avrupa'nın ekonomik olanakları kısa zamanda tüm aileleri cezp eder hemen hemen her ailede bir iki kişi Avrupa'nın yolunu tutar. Ekonomik olarak beli bir düzey yakalasalar da, yaşadıkları kültür çatışması aile özlemi sürekli gurbetçileri bir arayışa sürükler. Akrabalarıyla buluşmanın yolarını ararken, orada evlenip oturum almaları için, eline geçen fırsatları değerlendirip imk‰nlar elverdikçe memlekete gelip ailesiyle akrabalarıyla hasret giderirler. Asırlarca tüm baskı ve şiddette rağmen dilini kültürünü koruyan İç Anadolu halkı, ikinci tehcirle birlikte bir bocalama yaşar. Orada doğan çocuklarının dillerini, unutmaları kendilerini oldukça zorlar. Tam bu sırada Özgürlük Mücadelesi'yle tanışırlar.

KAYNAĞA DÖNÜŞ

Asırlardır özlemi ve hasretiyle yaşadıkları ana vatana dönmenin umutları belirmişti. Onlar gibi kültüründen, dilinden koparılan herkes için yeniden öze dönüşün umutları doğmuştu. Herkes gibi onları da büyük bir heyecan sarmış, yeniden umutlanmanın emareleri belirmişti. Asırların hasretinde köz gibi yanan yüreklerini serinleten nefes almasına olanak tanıyan, onurlu bir yaşamın temelleri atılmış ve kuytu karanlığa bir ışık doğmuştur artık. Atalarının yadig‰rlarıyla buluşmanın yaratmış olduğu heyecan kısa bir zaman diliminde tüm İç Anadolu Kürtlerini sarmalamıştı.

Bu yeniden yaşama dönüş umudu, karşısında gençliği, seyirci kalamayacağını düşünerek, kaynağa dönüş için özgürlük kervanında yer almaya başlar. Bu yürüyüş asırların hasretlerini, özlemlerini, umutlarını yeniden yaşam umutlarına, coşku ve morale evirmiştir. Öze dönüş yeniden var oluşun yaratmış olduğu büyük coşku acılarını hafifletmiştir. Kimsesiz olmadıkları büyük bir toplumun parçası olduklarının farkındanlığının yaratmış olduğu gururla, öze dönüş yürüyüşünü bulundukları topraklarda da zirveleştirirler.

TEHCİRE RAĞMEN DİLLERİNİ VE KÜLTÜRLERİNİ KORUDULAR

Sürgünlerin ana temasını oluşturan asimile politikası, İç Anadolu Kürtleri'ni fazla etkilemedi. İnadına kendi dillerini ve kültürlerini koruyup, geliştirerek bu günlere taşıdılar. Devlet İç Anadolu halkının şahsında bir daha yenilmiştir. Tehcirle özünde uzaklaştırıp, kendisine yabancılaştırmayı esas alan devlet, tüm çabalarına rağmen başarılı olamamıştır. Kendi kültürünü unutmamalarının önemli özellikleri de vardır.

Asimile politikasına karşı başarılı olmasının en önemli sırrı sürgün edilirken, geride bıraktığı değerleri sürgün boyunca kimsesiz mezarlara terk ettikleri yüreklerini nesilden nesille söylenti şeklinde aktarmalarıdır. Diğer önemli özellik ise, düşmana duydukları öfke ve terk etmek zorunda kaldıkları topraklarının yüreklerinde yaratmış olduğu özlem ve bir gün tekrar döneriz hayali olmuştur. Bundan dolayı sürekli kaldıkları bölgeye geçici gözüyle bakmış ve hiç yatırım yapmamışlardır. Ancak ikinci tehcir ile birlikte genç nesillin sürekli Avrupa'ya akmasıyla birlikte, köylerde yaşlıları ve okuyarak belli yerlere gelenler kalmıştır. Bu da beraberinde dilde bir yabancılaşmanın gelişmesine yol açsa da, Gölyazı Beldesi, belediye öncülüğünde Avrupa'nın birçok ülkesine göçmek zorunda kalan Konya Kürtlerini buluşturmak, dili ve kültürü canlı tutmak için her yıl Temmuz ayının son haftasında yapmış olduğu Gölyazı Kültür Festivali'nin dördüncüsünü bu yıl gerçekleştirdi.

KÜLTÜR FESTİVALİ KÜLTÜRÜN VE DİLİN HARCI OLMUŞTUR

Bu yıl 4.'sü düzenlenen Gölyazı Kültür ve Kaynaşma Festivali büyük bir buluşmaya sahne oldu. Her ne kadar bulundukları ülkelerin kültürlerinin izlerini üzerlerinde taşısalar da, kendi kültürleriyle buluşmanın coşkusu ve sevinci herkesin yüzüne yansıyordu. Kürtçe şarkılar eşliğinde büyük kültür buluşması yeni umutların varlığını yansıtıyordu. Adeta tüm barbarlığa rağmen, kültürlerini ve dillerini yitirmemenin gururunu taşıyorlardı gözlerinde. Yaşlı analar, amcalar gençler ve çocuklar bir renk cümbüşü oluşturmuştu Gölyazı meydanında.

Toprağın tüm çoraklığına rağmen yaşam fışkırıyordu Gölyazı da. Tuz Gölü'nün yakın olması toprakları çoraklaştırmıştı, ama yaşama olan özlem ve tutku her şeye inat dimdik ayakta duruyordu. Festivale BDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş ve Milletvekili Fatma Kurtulan da katılmıştı. Büyük buluşma öze dönüşün eseri olarak büyük umut ve heyecan yaratmıştı herkeste. Herkesin ortak bir özlemi vardı, artık özgür eşit bir şekilde kendi dillerini ve kültürlerini yaşamaktı. Bu da en büyük haklarıydı, büyük acılar ve bedeller ödeyerek kendi kültür ve dillerini korumuşlardı, artık onlarda dünya ailesinde yerlerini almayı hak ediyorlardı.

ÜÇ ASIR ÖNCE YAPAMADIKLARINI BUGÜN YAPMA OLANAKLARIN VAR MI?

Dile kolay tam üç yüz yıl önce asimile edip, öz benliğinde uzaklaştırılmak istenen bir halk, tüm olanaksızlıklara rağmen kendisini bu güne kadar var etmiştir. Teknolojinin, iletişimin olmadığı bir dönemde eğer bir dil ve kültür yok edilemiyorsa yaşadığımız yüz yılda yok etme olanağı ortada kalkmış demektir. Tüm tehcirlere karşı direnen ve varlığını koruyan İç Anadolu Kürtleri, sistemin tüm çirkin yüzünü teşhir etmiş, barbarlığı dizginleyerek en küçük umudu büyük olanaklara dönüştürerek bir kültürün ve dilin nasıl yaşatılacağını tüm insanlığa kanıtlamıştır. Bundan sonrada Kürt halkı, kendi dilini ve kültürünü her şeye rağmen yaşatacağını kanıtlamış durumdadır. Sistemin direnmesi beyhude bir çırpınıştan başka bir şey değildir...

Bize, bu anlamlı buluşmayı izleme fırsatı veren Gölyazı Belediye Başkanı Mulla Şimşek şahsında tüm İç Anadolu Kürtleri'ne şükranlarımızı sunarken, dil ve kültürlerini korumak için verdikleri muazzam direnişleri bizim kılavuzumuz olacağını bir daha belirtmekte yarar duyuyorum.

Ali KALİK

Hiç yorum yok: