25 Temmuz 2010 Pazar

Türkiye ve Üniter Devlet -1

Devlet yetkilileri yıllarca Kürt sorununun nedenlerini ekonomik ve sosyal geri kalmışlıkla ilişkilendirdiler. Hala da ilişkilendirmeye çalışıyorlar.
Devlet yetkilileri yıllarca Kürt sorununun nedenlerini ekonomik ve sosyal geri kalmışlıkla ilişkilendirdiler. Hala da ilişkilendirmeye çalışıyorlar. Bu iddiayla, Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde, 1925 ila 1937 arası dönemde, doğu ve batı illeri veya Kürtler ile Türkiye’nin geri kalanı arasında ciddi bir ekonomik ve sosyal farkın olduğunu da ima ediliyor. Oysa gerçeklik öyle değil.
Yıkılan İmparatorluğun kalıntıları ve uzun süren savaşlardan dolayı tüm Türkiye ciddi bir yokluk içindeydi ve feodalizmden kapitalist sisteme geçişin sancılarını çekiyordu. Kısacası Türkü, Kürdü, Arabı, Çerkezi, Ermenisi ve Süryanisiyle hiç kimsenin bir diğerinden ekonomik ve sosyal alanda ciddi bir farkı yoktu. Ama yine de Kürt sorunu vardı ve bir ayaklanma halindeydi.
Sosyal bir olgu olarak anlaşılması güç olan, kısa bir süre öncesine kadar Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Maraş’ta, Urfa’da, Sakarya’da emperyalist saldırılara karşı omuz omuza çarpışan, duygudaş iki toplum nasıl oldu da emperyalist saldırılar bertaraf edilip, Cumhuriyet kurulduktan sonra bu şekilde karşı karşıya gelebildiler? Sorunun kökeninin sosyal ve ekonomik geri kalmışlıkla izahı mümkün görünmüyor. O zaman soruna bir de siyasal açıdan bakmak gerekiyor.
Türkler, Anadolu’ya girdikleri ve devletleştikleri her dönemde Kürt aşiretlerinin özerk yapılarını tanıma suretiyle, Selçuklulardan başlayıp Osmanlı İmparatorluğuna kadar her dönemde Kürtlerin desteğini almayı başardılar. Bin yılı aşkın devam eden bu ilişki ve dayanışma Osmanlı İmparatorluğunun son dönemlerine, 1800’lü yılların ortalarına kadar devam etti. Bu dönem tam da Fransız devriminin tüm dünyada ulusal kurtuluş rüzgarlarını estirdiği dönemdi. Feodalizmin en önemli mevzilerinden biri olan Osmanlının bundan etkilenmemesi beklenemezdi. Osmanlı dış saldırılardan daha çok içerdeki ayaklanmalar karşısında zorlanmaya ve her geçen gün gerilemeye başladı. Fakat en önemlisi savaş ganimetine dayalı şekillendirilen İmparatorluk ekonomisi, artan iç savaşlar yüzünden dış fetihler ve istilalar yapamamaktan, kendini finanse edememeye başlamıştı. Bundan dolayı da savaşın faturası Kürtler başta olmak üzere tüm halka kesildi. Fakat sorun Kürtlerden veya diğer halklardan vergi alımıyla sınırlı değildi.
Merkezi idareyle mahalli idareler arasında özerklik temelinde bir devlet yapılanmasını esas alan Osmanlı İmparatorluğu, merkezi idareyi güçlendirmek için Sened-i İttifak (1808), Tanzimat Fermanı (1839) ve Islahat Fermanı’yla (1856) mahalli idarelerin özerkliklerini sınırlandırmaya başladı. Bu fermanlarla birlikte mahalli idarelere vergi ve asker vermenin yanı sıra, merkezi idarenin istemi doğrultusunda savaşa girme zorunluluğu getiriliyordu. Merkezi otoriteyi daha da katı bir hale getiren bu fermanlar ilk Kürt aşiret ayaklanmalarının doğmasına ve bugün Kürt sorunu diye tabir ettiğimiz sorunun da başlamasına neden oldu.
Birinci Dünya Savaşı ve Kurtuluş Savaşı döneminde Kürt-Türk ittifakı yeniden gelişti. Kurtuluş Savaşını da Mustafa Kemal bu ittifaka dayanarak geliştirdi. Hatta Erzurum ve Sivas kongrelerinde Mustafa Kemal’in Kürtlere ‘muhtariyet’ sözünü verdiği tarihi belgelerden biliniyor. Ki; Cumhuriyet’in ilanından hemen sonra bile Mustafa Kemal’in mahalli idarelere ‘muhtariyet’ verme fikrinde olduğu, Cizre komutanı Nihat paşaya yazdığı talimatnamede ve İzmit’teki basın toplantısında gazeteci Ahmet Hamdi beye verdiği beyanda mevcuttu. Fakat her ne olduysa Kürt sorunu veya etnik sorunlar Fransız devriminin etkisi altında şekillenen Cumhuriyet döneminde de çözülemedi. 
Sorunun sürmesinin temel nedeni, ulus-devlet olma adına Fransız merkezi üniter devlet modelinin şablonik bir şekilde Türkiye halklarına dayatılmasından ileri geliyordu. Tekçiliği temel bayarak edinen üniter devlet anlayışı, devlet organlarının tekliğinin haricinde siyasal ve sosyal açıdan da topluma tekçiliği dayatıyor. Tek devlet, tek bayrak, tek vatan, tek dil, tek kültür vb yaklaşımlar bellenen tek politika oldu. Oysa böylesi tekçi bir siyasal yapı veya devlet şekillenmesi Türkiye gibi kültürler ve halklar mozaiği olan bir ülkenin toplumsal dokusuna uygun düşmüyor. Tekçi ve redçi politikaya en büyük direnişin Kürtlerden yana gelişeceği açık bir gerçektir. Bunun aşiretsel yapının hala kendini koruyor olmasıyla yakından bağı var. Çünkü aşiret gerçekliğinde değil bir halkın başka bir halka benzeşmesi, bir aşiretin dahi bir başka aşirete benzeşmesi pek benimsenen bir durum değildir. Aşiret gerçeğindeki bu direnişçi yön Kürtlerin yıllarca ayakta kalmalarının, hatta şu an bile direniş halinde olmalarının temel nedenlerinden biridir. 
Türk devletinin Kürt sorunun siyasal boyutlarını inkar edip ısrarla sosyal bir sorun demesinin altında da aşiret kültürünü sosyal bir yapı olarak şehir kültürü içinde eritmek ve bu sayede toplumdaki devlet alternatifli siyasal boyutunun da ayaklarını yerden kesmek yatıyor. İşte bundan dolayı, Kürtlerin köyden şehre göçüyle, obeze dönen şehirleşmeye bile devlet kayıtsız kalabilmektedir.
Tarihsel ve sosyolojik gerçeklikler Türkiye’de tekçi bir siyasal yapının mümkün olmadığını gösteriyor. Bunun ismi ister üniter devlet olsun, ister ülke bütünlüğü olsun farketmiyor. Yapılanlar da ister kırmızıçizgiler adına, ister hassasiyetler adına yapılsın sonucu değiştirmiyor. Hiç önemli değil. Sonuçta şimdiye kadar ortaya çıkan realite, topluma tek tipleşmeyi dayatan merkezi üniter devlet yapılanmasının Türkiye toplumsal gerçekliğiyle uyumlu olmadığı ve şu ana kadarki toplumsal huzursuzlukların da esas nedeni olduğu açıktır.
Bunun yerine tüm Türkiye halklarını kucaklayacak olan ortak devlet, ortak cumhuriyet, ortak vatan ile yine üniter, ama herkesin kendi dil, kültür, din gibi farklılıklarını da koruyabilmesine imkan sunacak başka bir devlet yapılanması mümkün değil midir?
Ali Gündoğdu

Hiç yorum yok: