9 Temmuz 2010 Cuma

Tecavüz bir Savaş Taktiği


Bu ülkeyi, tıpkı doğduğumuzda onu bulduğumuz gibi vahşi, tehlikeli, kan revan içinde, yalanları, aptallığı ve kötülüğüyle baş başa bırakıp gideceğiz. Aynı olaylar aynı atmosfer içinde, herkesin yaşadığı herkesi bütünüyle başka şekilde etkilerken ve aynı ortamda herkes bir başka dünyada yaşlanırken, vahşetin, kıyımın, çürümenin diline ansızın bir ortaklık duygusu içinde yapışmışken, hakikat her an aynı birlik tutkusu içinde tecavüze uğrarken, hakikati ısrarla seslendirmek çoğu kez usanç verici olup çıkıyor.

Medyası bu kadar çürük, yazar çizeri bu kadar yalan ve kan tutkunu, yöneticileri bu kadar zalim, ahalisi bu kadar vahşi, vicdanlıları bu kadar vicdansız, aydınları bu kadar kör, dürüstleri bu kadar riyakar, erdemlileri bu kadar ahlaksız bir ülkede ötekilerin bırak ayakta kalması, yaşaması bir mucize. Bir kadın, bir genç kız, öteki kimliğiyle damgalanmış bir çocuk nasıl yaşasın şimdi bu batakhanede!

Böyle bir ülkede onu tutan çaresizliği değilse ötekini buralarda tutan bir başka gerekçesinin olabileceğini sanmam. Korkunç bir savaşın, elli binin çok üstünde bir insan kaybının, benzersiz bir yıkımın sonuçlarını gözlerden kaçırıp, hafızalardan mümkün mertebe uzaklaştırmaya çalışanlar, zihnimizde kan tümsekleri gibi patlayan ölümcül olayları bir skandal havasında, bir gerçeküstü tablo kıvamında resmetmeye yeminli. Bir yirmi yıl daha uzatılmak istenen 30 yıllık savaşı, pek istenmeyen bir kardeş gibi onunla yaşamaya alışmak zorunda olduğumuzu kulağımıza fısıldayan ehli otorite bekçileri, milli akıl ve hissiyat hocaları Kürt illerinde patlak veren tecavüz vakalarını savaşın vahşi ikliminden öteleme derdinde.

Kürtler söz konusu olduğunda depreşen katil ruh, ötekiler söz konusu olduğunda kanlı ağızlardan fışkıran tacizkar şehevi dil, ülkedeki hakim eril karakterin sırıttığı kirli savaş aynası. Piyasadaki alıcılarının çokluğuna bakarak 'kroluğuna' bir de 'tecavüzcülüğü' eklenen yeni Kürt kimliğini savaştan yalıtarak dolaşıma sokanların niyeti belli. Bu kirli savaşın suçlularını aklama. Savaş suçlularını aklarken, Kürt kadınlarına ve çocuklarına her türlü muamelenin meşruluğu ilan edilmiş oluyor. Dersim'den Batman'a, Urfa'dan Kars'a, Amed'den Siirt'e, Hakkari'den Ağrı'ya uzanan tecavüz vakalarının tümünde mahşerin dört atlısı asker, polis, korucu ve bürokratların tam mesai biçiminde zuhur etmeleri ve bunların hiçbir vakada hakkıyla cezalandırılmamaları manidar. Yağmalanmış bir coğrafyanın kirleticileri olarak, öldürme, yakma, yıkma, infaz olaylarından sonra savaşın şimdi de öteki sayılan bir halkın kadın ve çocuklarının bedenleri üzerinden sürdürülmesi bugüne kadarki vahşetlerin en fecisi. Bölge'de yaşanan ve asker, polis, korucu ve kamu görevlilerinin başını çektiği taciz ve tecavüz olaylarının yaygınlığı su götürmez bir savaş taktiği. Hep öyleydi değil mi? 'Önce yağmala sonra kirlet.'

Bunun bir proje biçiminde ta başından beri yürürlükte olduğunu gösteren çok sayıda veri var. Faillerin devletçe korunması tek başına çok şey anlatır, ama sadece kendi görevlilerine göz yumması da değil. Siirt Valisi'nden kim daha iyi ifade edebilirdi ki; 'Bu çocuklar taş atacaklarına fuhuş yapsınlar.' Kadınlarına ve çocuklarına tecavüz, bir halkı teslim almanın en kestirme yoludur. Tecavüz bir savaş suçudur, militer ve paramiliter unsurların tecavüzünü savaşın doğasından koparmadan, suçlarını kişiselleştirmeden şanlı sistemi paklamak o kadar kolay değildi. Çeyrek asırdır gözlerden kaçırılan sistematik vahşet, şimdi savaşın kirli unsurlarına yığılarak sistem aklanırken, mağdur bir halkın, bir kez daha her türlü kötülüğün kaynağı olduğu hafızalara kazınmak isteniyor.

Sahibi bağışlasın, sözünü ödünç alıyorum; 'Kadın bir savaşın en vazgeçilmez unsurudur. Askerler zevk için tecavüz etmez düşmanın kadınına. Bu bir savaş taktiğidir. Tecavüz yenmektir. Güç ve kuvvet gösterisidir. Aşağılamaktır. Küçük düşürmektir. Onurunu kırmaktır düşmanın. Sahip olmaktır karşı tarafın kutsadığı değere. Tecavüz, kadın bedeni üzerinden erkeğe karşı verilen savaşın izleri olarak yansıyor.' Kürt savaşında yağmalanan sadece kadın ve çocuk bedenleri değil, bütün bir halkın ruhu.

Müthiş bir boğuntu ve ufukta haziran yağmuru görünmüyor. Gittikçe çekilmez bir dünya ve biz her halükarda bu ülkeyi, tıpkı doğduğumuzda onu bulduğumuz gibi vahşi, tehlikeli, kan revan içinde, yalanları, aptallığı ve kötülüğüyle baş başa bırakıp gideceğiz.

Arif ALTAN
arif_altan@hotmail.com

Hiç yorum yok: